KDP-İ Genel Sekreteri Mustafa Hicri Şarku'l Avsat'a konuştu: Önceliğimiz İran'da federal bir sistem kurmak

Genel SekreteriMustafa Hicri, hiçbir sınıf ya da topluluğun kendisini ülkenin mutlak sahibi olarak görmemesi gerektiğini söyledi.

Mustafa Hicri
Mustafa Hicri
TT

KDP-İ Genel Sekreteri Mustafa Hicri Şarku'l Avsat'a konuştu: Önceliğimiz İran'da federal bir sistem kurmak

Mustafa Hicri
Mustafa Hicri

İran'ın batısı ve kuzeybatısında Kürt nüfusun yoğun olduğu şehirler, tıpkı daha önce düzenlenen protestolarda olduğu gibi bir kez daha protestocuların İran rejiminin düşmesi için sloganlar attıkları halk protestolarının yuvasına dönüştü. İranlı üst düzey yetkililer, düşman ülkelerden muhaliflerine kadar dış mihrakları ülkenin ‘ilerlemesine’ karşı ‘uluslararası bir komplo’ kurmakla suçladı. İranlı yöneticiler, halkı ‘ayrılıkçılığa’ ve ulusal egemenliğin tehdit altında olduğu konusunda korkutarak krizi yatıştırmaya çalışırken, özellikle etnik azınlıklara karşı suçlamalarda bulundu.
İran, baskı kampanyasıyla birlikte İranlı Kürt muhalefet partilerinin genel merkezlerini insansız hava araçları (İHA) ve balistik füzelerle hedef alırken bu partilere karşı geniş çaplı bir askeri operasyon başlatmakla tehdit etti. İran'ın suçlamalarının odağında en eski İranlı Kürt muhalefet partisi olan İran Kürdistan Demokrat Partisi (KDP-İ) yer alıyordu. Adımları, İran rejimi ve İranlı olmayan halkların kendi özyönetimlerini kurma özlemlerini tanımayarak başka alternatifler önerenler arasında ortak endişeler yaratan KDP-İ’nin Genel Sekreteri Mustafa Hicri, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, KDP-İ’nin yaklaşık 20 yıldır süren iç çekişmelere son verdiğine dikkat çekti. Hicri, partisinin önceliğinin parlamenter, demokratik ve federal bir İran'ın kurulması olduğunu vurguladı.

-(İran’da) son protestoların başlamasından haftalar önce KDP-İ’nin iki kolunun birleştiğini gördük. KDP-İ’nin kolları arasındaki uyumun yeniden sağlanması niçin önemli?
Şu an İran'da özgürlüklere karşı baskı uygulayan, insanları temel haklarından mahrum eden diktatör ve gerici bir rejimle karşı karşıyayız. Bizler KDP-İ olarak, muhalefet kanadındaki siyasi partiler ve siyasi isimler olarak yıllardır İran İslam Cumhuriyeti rejimine karşı mücadele ediyoruz. Fakat ne yazık ki bu mücadele henüz meyvesini vermemiş, halkın taleplerini yerine getirememiştir.
İran İslam Cumhuriyeti'nin halkın taleplerine cevap verememesinin nedeninin başta siyasi partiler olmak üzere İranlıların dağılması ve parçalanması olduğunu düşünüyoruz. Birbirlerinden uzak ve farklı bakış açılarına sahip olduklarını görüyoruz. Bu yüzden İran’daki siyasi güçler bölündü, etkinliği azaldı. Gösterilerde ve yürüyüşlerde seslerini olması gerektiği gibi duyuramadılar.

Hicri, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) bölgesinde Peşmerge güçlerine ait askeri bir üsse inceleme gezisi gerçekleştirdiği sırada (KDP-İ)

Bu sebeple KDP-İ içinde birkaç yıl devam eden bölünmenin ardından, Kürt hareketinin İran Kürdistanı'nda etkili olabilmesi için yeniden birleşme kararı aldık. Bunu uzun zamandır tartışıyorduk ve çok şükür son zamanlarda KDP-İ’nin İran'daki iki kolunu yeniden bir araya getirebildik.
Bu gelişme, İran Kürdistanı üzerinde olduğu kadar İran muhalefeti arasında da büyük bir etki bıraktı. Birleşmenin, İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı savaşan diğer İranlı muhalif örgütler üzerinde de etkisi ve yeni bir birlik, iş birliği, fikir ve ortak planlar döneminin başlangıcı olabileceğine inanıyorum.

-Peki bu, gelecekte İranlı Kürt muhalefet partileri arasında daha fazla iş birliğinin olduğunu göreceğimiz anlamına mı geliyor?
KDP-İ birleşmeden önce Kürdistan’ın önde gelen partileriyle ittifak halindeydik. İran Kürdistanı Komele Partisi’nin iki kolu ile iş birliği yapıyoruz. Bu mücadeleyi hep birlikte sürdüreceğiz.

-Partinizin ve yoldaşlarınızın Kürt muhalefetinin merkezindeki öncelikleri nelerdir?
Genel olarak önceliğimiz parlamenter, demokratik, federal bir İran'ın kurulmasıdır. Biz bu amaç için çabalıyoruz. Muhalif gruplar ve İran halkıyla birlikte ortak mücadele bu amaca ulaşmanın şartlarındandır.

-Eğer İranlı Kürtler özerklik isterse nasıl bir tutum sergileyeceksiniz? Federalizm derken, IKBY bölgesindeki gibi bir sistemi mi kastediyorsunuz?
IKBY’nin bir kopyası olacağını söyleyemem. Çünkü İran'da yönetim biçimi ne olursa olsun, bu yönetim biçimi ülkenin siyasi, coğrafi ve ulusal durumuyla uyum içinde olmalı. Ama kısaca bunu İran'ın coğrafi çerçevesi içinde istediğimizi söyleyebilirim. Hem Kürtlerin hem de İran'da kendi coğrafyasında yaşayan diğer halkların kendi iç hükümetleri olmalı. İran'da demokratik bir anayasa çerçevesinde faaliyet göstermeliler. Dolayısıyla hepimiz İran'ı kendimize ait olarak görüyoruz. Hiçbir sınıf ya da topluluk kendini İran'ın mutlak sahibi olarak görmemeli ve başkalarına zulmetmemelidir.

-İran muhalefetindeki bazı kesimler etnik, dini ve diğer azınlıkların varlığını inkâr ediyor ve İran'ın geleceğinde yerleri olmadığını düşünüyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu tür şovenist fikirlerle yıllarca İran'da çok sayıda etnik kökenin varlığı inkâr edildi. Ancak bu çabaları başarısız oldu. Bugün, gerek ülke içinde gerek dışında, modern ve ilerici fikirlerin anlaşıldığını görüyoruz. Halkların ve ülkenin tüm sakinlerinin haklarının garanti altına alındığı bir İran'ın olmasını istiyorlar. Aynı zamanda demokratik ve federal bir İran çerçevesinde Kürt halkının ulusal haklarını güvence altına almak bizim politikamızdır.

-İran’ın özgür ve demokratik bir ülke olmasında ısrar etmenize rağmen, talepleriniz İranlılar tarafından ayrılıkçı olarak algılandı. Bu suçlama karşısında ne diyeceksiniz?
Bu suçlama, İran İslam Cumhuriyeti'nin kurulmasından önce Pehlevi rejimini KDP-İ’nin talepleriyle mücadeleye itti. Ardından mevcut rejim bu suçlamayı selefinden devraldı.
Suçlama, Kürt halkının kurtuluş mücadelesini İran bağlamında çarpıtmayı amaçlıyor. Hatta KDP-İ aktivistleri ve Kürt halkı İran İslam Cumhuriyeti mahkemelerinde ağır şekilde cezalandırılıyor. İran Kürdistanı'nda ayrılık çağrısında bulunan önde gelen bir parti yok. Bazı insanlar, önde gelen bazı isimler ve belki de daha küçük birkaç parti, İran'dan ayrılma çağrısında bulunduklarında bu davranışları, İran İslam Cumhuriyeti’nin şiddet ve zulmüne karşı gösterdikleri bir tepkiden ibarettir. Dolayısıyla İran Kürdistanı'nda İran'ı bölmek isteyen önde gelen hiç bir parti yok.

-KDP-İ’nin ve İranlı Kürt muhalefet hareketlerinin mevcut rejime bir alternatif bulma yolunda karşılaştığı en önemli zorluk nedir?
İran muhalefetinin bazı siyasi partilerinin ne yazık ki bir miktar totaliter partiler olmasının en önemli zorluk olduğunu düşünüyorum. İran İslam Cumhuriyeti'ni tek başlarına devirebileceklerini ve hür iradeleriyle hükümeti kuracaklarını sanıyorlar.
Bir partinin ya da bir grubun İran İslam Cumhuriyeti'ni devirip, istediği devleti kurmasının imkânsız olduğuna inanıyorum.
Doğru yol, İranlı Kürt muhalefetinin tüm siyasi örgütleriyle ya da en azından büyük bir çoğunluğuyla belirli bir program temelinde birbirimizle çalışabileceğimiz ve bu mücadelede halkın taleplerini gerçekleştirmek amacıyla ilerleyebileceğimiz belirli bir çerçeveye ulaşılması olacaktır. Bu, özellikle İran halkı ve İslam Cumhuriyeti'ne karşı muhalefete ve mücadeleye katılanların takip etmesi için farklı grupların temel taleplerini gerçekten yakalayan bir çerçeve olmalı.

-İran'daki iç siyasi durum hakkında ne düşünüyorsunuz?
İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasından geçtiğimiz eylül ayına ve son protesto hareketinin başlamasından bu güne kadar İran’daki durumun ayrı ayrı incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu mücadeleler, esasen İran halkının İslam Cumhuriyeti'ne karşı verdiği mücadelelerin tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu mücadelelerin İran'ın özgürlükçü halkına ve İran Kürdistanı'ndaki Kürt halkına çok şey kazandırdığına inanıyorum.  Esasen böyle günlerde insanlar birbirine sempati duyar, iş birliği yapar ve İslam Cumhuriyeti'ne karşı birlik olurlarsa taleplerini gerçekleştirebilirler.
İran'da devam eden bu protesto hareketi bastırılsa da olumlu sonuçlarının, halk için başarılı bir deneyim olarak kalacağına inanıyorum. Son protestoların ardından İran İslam Cumhuriyeti, başka bir İslam Cumhuriyeti oldu. Artık tüm önlemlere ve yaptırımlara rağmen İran İslam Cumhuriyeti'nin İran halkı için belirli bir zihniyet oluşturmada başarısız olduğu kanıtlandı.
İranlı Kürt muhalefetinin tüm siyasi örgütleriyle ya da en azından büyük bir çoğunluğuyla belirli bir program temelinde birbirimizle çalışabileceğimiz ve bu mücadelede halkın taleplerini gerçekleştirmek amacıyla ilerleyebileceğimiz belirli bir çerçeveye ulaşılması olacaktır. Bu, özellikle İran halkı ve İslam Cumhuriyeti'ne karşı muhalefete ve mücadeleye katılanların takip etmesi için farklı grupların temel taleplerini gerçekten yakalayan bir çerçeve olmalı.

-Devam eden protestoların geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce bu durum daha ne kadar devam edecek?
Halk mücadelelerini ortak hale getirinceye kadar İran İslam Cumhuriyeti'nin onları şiddetli bir şekilde bastırabileceğine inanıyorum. Ama bu mücadeleyi devam ettirebilmek için çok önemli iki nokta var. Birincisi, İran'daki demokratik ve özgürlükçü muhalefetin ortak bir programı olması gerekiyor. Böylece halkı yönlendirip birleştirebilirler. İkincisi, insanlar sebatlarını korumalı, umutsuzluğa kapılmamalı ve sokakları terk etmemeliler. Çünkü İran İslam Cumhuriyeti'ni devirmek için çok fazla direniş ve fedakârlık göstermek gerekiyor.

-Peki, spontane gelişen bu protestoların gelecekte de devam edeceğini düşünüyor musunuz?
Yine bu türden ve belki daha geniş çaplı protestolara tanık olacağımıza şüphe yok. Zira İran İslam Cumhuriyeti rejiminin bu ideoloji ve anlayışla halkın taleplerine cevap verebilmesi ve halkın memnuniyetini kazanması mümkün değil.
Birkaç yıl süren hoşgörülü tutumun ardından insanlar her şeylerini kaybettiler. Hoşgörüleri sona erdi. İran'da bu durum böyle devam edemez.
Son protesto hareketinin başladığı ilk günlerde İran İslam Cumhuriyeti ve onun propaganda aygıtının son protestolara karşı iki yaklaşım benimsediği açıktı. Bunlardan ilkinde, Kürt Peşmerge güçlerinin Kürt şehirlerine geldiğine dair çeşitli videolar yayınlamaya çalıştılar ve bu protestoları Peşmerge’ye mal etmek için eski videolara başvurdukları ortaya çıktı. İkinci yaklaşım ise göstericileri İslam dininin düşmanı olarak göstermekti.

-Peki, kullanılan bu yöntemler İran halkını etkiler mi?
Bir etkisi olacağını düşünmüyorum. Çünkü İran İslam Cumhuriyeti, yönetimi boyunca yapılan tüm özgürlük talep edenlerini düşman güdümlü, İslam'a ve İran rejimine karşıymış gibi gösterdi. İslam Cumhuriyeti bu konuda son derece ileri gitti. Bu kara propaganda o kadar ileri gitti ki, önceleri bir grubun bu propagandasına cehalet yüzünden inanmak mümkünken, bugün kimse bunlara inanmıyor.
Görüldüğü üzere mesele sadece KDP-İ ya da diğer muhalefet partileri meselesi değil, kadınların saçı ve başörtüsü bile İsrail'e, ABD’ye ve İran'ın düşmanlarına mal edilebiliyor.
İran İslam Cumhuriyeti, halkın taleplerine cevap vermeye hazır değil. Onları dinlemek, sorumluluğunu kabul etmek ve halkın güvenliği, rahatı ve özgürlüğü için adım atmak yerine her türlü muhalif sesi hemen bastırmayı seçiyor.

-İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) özellikle Kürdistan ve Belucistan eyaletlerinde düzenlenen protestoların bastırılmasındaki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok sayıda ölü, yaralı, tutuklama ve infaz olması göz önüne alındığında, özellikle son 100 gün içinde DMO da dahil olmak üzere güvenlik güçlerinin Belucistan ve Kürdistan eyaletlerine baskı yapmadaki rolüne dair birtakım raporlar ve kanıtlar var.

-Son protesto gösterilerinde kadınların rolünü ve genel olarak İranlı Kürtlerin mücadelelerindeki yerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İranlı Kürt kadınlar, İran'ın dört bir yanındaki kadınlarla birlikte özgürlük mücadelesine katıldılar.  Son günlerde ortaya çıkan bu protesto hareketi, kadınların mücadelesinin önemini büyük ölçüde artırırken, kadınların endişelerini ve İran rejimi tarafından baskı görme korkularını azalttı. Bu yüzden kadınların eskisinden daha aktif ve İran halkının genel özlemlerinin yanı sıra kadınlar olarak kendi özlemleri için ilerleme kaydetmede daha etkili olacaklarına inanıyorum.

-Size İran'ın iç durumu hakkındaki görüşünüzü sordum. Şimdi İran'ın bölgesel durumu hakkındaki görüşünüzü de sormak istiyorum. İran'ın bölgedeki rolünü nasıl görüyorsunuz?
İran, içinde bulunduğumuz dönemde bölgede müdahaleci ve saldırgan bir rol oynadı. Bu rol, İran'ın içeride maruz kaldığı tehditlere dayandığı gibi dışarıda ve bölgede uyguladığı politikası da komşularını tehditlerine ve bu tehditler sonucunda İslam Cumhuriyeti'nin yarattığı duruma dayanıyordu. Bu rol, İran İslam Cumhuriyeti'nin hedeflerine ulaşmasına yardım edeceğine ters tepti. Şimdi bu politikanın bir sonucu olarak Arap ülkelerinin hepsi olmasa da büyük çoğunluğunun İsrail'e düşman olmak yerine onunla ‘İbrahim Anlaşmaları’ imzaladıklarını ve İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı birleştiklerini görüyoruz.
Lübnan ve Irak gibi Şiilerin yoğun olduğu diğer bazı ülkelerde insanların başlarda İran İslam Cumhuriyeti'nin Şii olduğuna ve onun iddialarına göre Şiiler için bir sığınak olacağına inansalar da şimdi bu politikaya karşı isteksiz olduklarını görüyoruz. Irak ve Lübnan'ın farklı şehirlerinde insanların birçok kez İran İslam Cumhuriyeti'nin saldırılarına ve politikalarına karşı gösteriler düzenlemek için sokaklara döküldüklerini gördük. Bu yüzden İran rejimi, bölgede kendisini çok güçlü göstermeye çalışsa da şu an en kötü siyasi dönemini yaşadığını düşünüyorum.

-İran’ın yeni hükümetinin komşularıyla ilişkilerini geliştirme konusundaki performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İran rejiminin komşularıyla ilişkilerini geliştirmek gibi bir amacı yok. Aksine İran, devrimini komşu ülkelere ihraç etmeye çalışıyor. Bu politika, İran rejiminin ideolojisinden kaynaklanıyor. İran İslam Cumhuriyeti, bir yandan bölgede barış ve uzlaşı için adımlar attığını dile getirirken diğer yandan aynı ülkelere komplo kurmaya ve onları istikrarsızlaştırmaya devam ediyor. İran rejimi, fırsatını bulsa bölgedeki hükümetleri devirmek için komplolar kurarak, ideolojisini bölge ülkelerine empoze etmeye ve mevcut durumu İran lehine çevirmeye çalışır.
Rejimin ideolojisine göre İslam anlayışı, mollaların (din adamları) yönetimine dayalı Şiilik demektir. Bu anlayışını da komşu ülkelerde ve dünyanın diğer yerlerinde yaymayı istiyor. Çünkü İran rejiminin meşru görevlerinden biri de bu.

-Geçtiğimiz yıl İran'da birkaç askeri saldırı gerçekleşti. Tahran her seferinde İsrail'i ve İranlı muhalif Kürt partilerini bu saldırılara karışmakla suçladı. Bu suçlamalarla ilgili ne söylemek istersiniz?
Bu suçlama, İran İslam Cumhuriyeti’nin yanlış politikasına dayanıyor. İran rejimi, öncelikle bugünün gerçeklerini anlamıyor, ikinci olarak ise bölgedeki ve dünyadaki planlarını gözden geçirmeye ve politikalarını sürdürmeye hazır değil. Bundan ötürü İran İslam Cumhuriyeti'ni hedef alan askeri saldırılar karşısında program, silah ve örgütsel zafiyetlerini görüp düzeltmeye çalışmak yerine başkalarını sorumlu tutmaya çalışıyor. Rejim kendini kusursuz gördüğünden politikasını gözden geçirmeye kesinlikle hazır değil, yoksa KDP-İ ve diğer İranlı Kürt muhalefet partileri nasıl Tahran'da ve ülkenin orta kesimlerinde saldırılar düzenleyebilir ve İsrail, bu saldırıların faili olabilir? Rejimin bu varsayımı doğru olsa bile tüm böbürlenmelerine ve kendisini bölgesel bir güç olarak göstermeye çalışmasına rağmen İsrail'e atfedilen saldırılar karşısında çaresiz kalması, ne kadar büyük bir zaaf içinde olduğunun işaretidir.

-İran, 4 yıl önce bugünlerde partinizin karargahını füze ile hedef aldı. Bu yıl da IKBY bölgesinde birçok noktaya saldırılar düzenledi. Bu saldırılar IKBY’deki konumunuzu etkiledi mi? Genel olarak bu saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu saldırılar, bizi en ufak şekilde dahi etkilemiyor, ama güvenlik açısından daha dikkatli olmamızı sağlıyor. Artık daha detaylı bir planlamamız var. İran rejimi, KDP-İ ve diğer İranlı Kürt muhalefet partilerinin merkezlerini bombalayarak, öldürerek ve susturarak hedeflerine ulaşmayı başarmış olsaydı, bu amacına yıllar önce ulaşmış olurdu. Tüm bu baskılara ve KDP-İ’nin önde gelen iki ismine düzenlenen suikastlara rağmen KDP-İ’nin İran içindeki ve dışındaki çok sayıda aktivisti, diğer aktivistlerle birlikte İranlı Kürtlerin özgürlük mücadelesini sürdürdü.

-İran’da 1988 yılındaki toplu idam kararlarının kurbanları arasında çok sayıda Kürt aktivist ve siyasi tutuklu da yer alıyor. Eski savcı vekili Hamid Nuri’nin İran'daki toplu idam kararlarında rolü olduğu gerekçesiyle yargılanması hakkında ne düşünüyorsunuz?
(Hamid Nuri’nin) yargılanmasının yerinde ve doğru olduğunu düşünüyoruz. İran İslam Cumhuriyeti'nin Mykonos Davası’nda en üst düzeyde terörist bir yapı olarak tanımlanmasına benziyor. Hamid Nuri davası aslında İran İslam Cumhuriyeti davasıdır. Genel anlamda İran’ın özgürlük savaşçıları ve özelde ise o dönemin şehitlerinin aileleri olarak, İranlı yetkililerin bir gün böylesine adil ve tarafsız bir mahkemede yargılanmasını ve eylemlerinden dolayı cezalandırılmalarını umuyoruz.

-KDP-İ’nin eski liderlerinden Abdurrahman Kasımlo suikastıyla ilgili Mykonos’ta (Yunanistan’da bir ada) görülen davada ve aynı şekilde Sadık Şerefkendi’ye yönelik suikasta ilişkin mahkeme kararlarından memnun musunuz? Hamid Nuri davası, sizi bu suikastların peşine düşmeniz için cesaretlendirebilir mi?
Mykonos'ta Kasımlı suikastı ve Şerefkandi ile yoldaşlarının şehit edilmesiyle ilgili olarak Almanya'da görülen davadan çıkan karardan son derece memnunuz. Bu davada görev alan hâkim ve savcılara şükranlarımızı ifade ediyoruz, onlara minnettarız. Bu davanın, dönemin Almanya hükümeti tarafından izin verilen tüm itirazlara ve engellemelere rağmen, büyük bir sorumluluk ve tarafsızlıkla ilerlediğini ve neredeyse tarihte nadir görülen bir kararla sonuçlandığını belirtmeliyiz. Fakat Kasımlo ve yardımcılarının öldürülmesi davasından çıkan sonucun bizi üzdüğünü de eklemeliyiz. Çünkü ne yazık ki dönemin Viyana hükümeti polis ve mahkemeler üzerinde çok büyük bir baskı oluşturduğundan bu davaları adil ve tarafsız bir şekilde yürütemediler. Mykonos’taki davada katillerin hepsi firardaydı, ancak Alman polisi bir süre sonra onları gözaltına almayı başardı. Fakat Viyana davasındaki katiller olay mahallinde yakalanmalarına rağmen polis onlara mahkeme yerine havaalanına kadar eşlik etti.

-Abdurrahman Kasımlo suikastının faillerinin yargılanacağını umuyor musunuz?
Elbette. İran'da İslam Cumhuriyeti'nin devrilmesinden sonra bu suikastın faillerinin ve özgürlük savunucularına yönelik tüm suikastların ve cinayetlerin faillerinin tarafsız bir mahkeme önünde yargılanacağını umuyoruz.

-Silahlı mücadeleyi yıllar önce bıraktınız ama halen askeri olarak hazır olma halini sürdürüyorsunuz. Gelecekte İran ile müzakerelere başlama olasılığı var mı?
Biz siyasi bir partiyiz ve halk için sosyal ve siyasi taleplerde bulunuyoruz. KDP-İ bir zamanlar silaha sarıldıysa ve bir mücadele biçimi olarak silahlı mücadeleye yöneldiyse bunun nedeni başlangıçta ne kadar uğraştıysak da İran İslam Cumhuriyeti'nin bizim ve İranlı Kürtlerin taleplerini sürdürmesine alan bırakmamasıdır. Dr. Kasımlo’nun şehit edildiği dönemde de Kürt halkının taleplerini İranlı yetkililerle barışçıl ve uzlaşmacı bir şekilde tartışmaya ve çözmeye çalıştık. Ancak buna öldürme, hapis ve baskı ile karşılık verdiler. İran İslam Cumhuriyeti’nde bu rejimin İran uyrukluların hiçbir hakkına ve özgürlük talebine saygı duymaması ve bu konuda sorumluluk kabul etmemesi bizim için bir sınavdır. Dolayısıyla KDP-İ kendini savunmak zorundadır. Bu savunmanın temelini Peşmerge güçleri oluşturmaktadır. Bu yüzden İran’da mücadelenin barış içinde devam etmesini istiyoruz. Fakat zulme karşı bu şekilde mücadele etmeye devam edemez ve baskıyla karşı karşıyaysak, İran İslam Cumhuriyeti'ne teslim olamayacağımız da açıktır. Bu nedenle, kendimizi ve halkımızı meşru bir şekilde savunmak için gerekli gördüğümüz her durumda askeri gücümüzü kullanmaya hazırlık durumumuzu koruyoruz.

-Bölge ülkeleri ile bir diyalog planınız var mıydı? Hiç böyle bir arayışa girdiniz mi?
Bölge ülkeleri, belki de İran ile ilişkileri güçlendirmenin çıkarlarına olduğunu düşündüklerinden ve bu çıkarlara zarar vermeye hazır olmadıklarından bizimle ilişki kurmakla ilgilenmiyorlar.

-Tahran, Kürt muhalefeti konusunda Bağdat'a ve Erbil’e çok baskı yaptı. Bağdat ile doğrudan bir diyalogunuz oldu mu?
Maalesef hayır. Şimdiye kadar Bağdat'la özel bir diyalogumuz olmadı. Bunun nedeni ne yazık ki Bağdat’ta temas kurabileceğimiz istikrarlı bir hükümetin olmaması ve Bağdat’a milis destekli bir hükümetin hâkim olması. Buna karşın Bağdat ile iş birliği yapmaya ve onlarla iletişim kurmaya çalışmalı ve onlara durumumuzu anlatmalıyız. Bu iletişim, özellikle Irak topraklarında olduğumuz için çok gerekli.

-Lübnan ve Irak'ta Şiilerin İran’a yönelik bakış açlarının değişmesinden bahsettiniz. Bu konuda bölge halkına nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
Mesajım şu ki: İran rejimi iktidarda olduğu sürece bölge ülkelerinin güvenliği ve huzuru tesis etmesini engellemek için tüm gücünü kullanacaktır. Her zaman din, millet ve dil bakımından ayrışmalar yaratmayı ve bunları tarafları karşı karşıya getirmek için kullanmayı, böylece ülkeleri giderek zayıflatmayı ve bu ülkelerdeki nüfuzunu genişletmeyi planlıyor. Bir grubu diğer bir gruba karşı desteklediği sürece bu anlaşmazlıklar devam eder. Bunun örneklerini Irak ve Lübnan’ın yanı sıra İran’ın bir şekilde nüfuz etmeyi başardığı diğer ülkelerde de gördük. Bu daha çok Şiilerin çoğunlukta ya da büyük bir topluluk olduğu ülkelerde görülüyor. Bu durum İran İslam Cumhuriyeti tarafından sürdürülüyor. Dolayısıyla, bu rejimin onların savunucusu olduğu ve onlara yardım edeceği yanıltıcı bir umuttur. İran İslam Cumhuriyeti’nin yıllardır izlediği politikası bunu kanıtlıyor. Bu yüzden artık bu umudun yanıltıcı olduğundan eminim. Bölge ülkelerinin halkları bu gerçeği anladılar. Biz de bu konuda İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı muhalefetle iş birliği yapmalarını istiyoruz. Çünkü rejimi ne kadar çabuk devirirsek, komşu ülkelerin güvenliğini ve rahatını da o kadar çabuk elde ederiz.

-İran’ın nükleer dosyasına ilişkin müzakerelerin, Batılı ülkelerin İran konusunda insan hakları alanındaki tutumları üzerinde etkisi olduğunu düşünüyor musunuz? Bu etkiyi olumlu mu yoksa olumsuz olarak mı değerlendiriyorsunuz?
Maalesef olumlu bir etkisi olduğunu düşünmüyorum. Batılı ülkelerin insan haklarından söz ettikleri ve dünyadaki insan haklarının savunucuları olduklarını iddia etmelerine rağmen hepsi halkının haklarını çiğneyen bir terör devletinin (İran) yanında olmaya çalışıyor. Batılı ülkeler, nükleer anlaşma meselesi ve İran’ın işlediği tüm suçlarıyla ilgili olarak kendi çıkarlarını pazarlık konusu yaptılar. Bu şekilde hareket edilmesi gerçekten talihsiz bir durum.

-Özerklik talebinden vazgeçip federalizm konusuna varmak sizi başta Kasımlo olmak üzere partinizin eski liderlerinin ideallerinden uzaklaştırmıyor mu?
Hayır, Dr. Kasımlo ve onun dönemindeki KDP-İ yönetimi, özerklik talep etme konusunda anlaştılar ve bunu talep ettiler. Bunun üzerinden onlarca yıl geçti. Tüm bu süre zarfında küresel ve bölgesel siyasette ve hatta İran’da birçok değişiklik oldu. Şu an İran'da yaşayan etnik kökenler, kendi coğrafi bölgelerinde bir ulus gibi kendi iç hükümetlerine sahip olabilmek ve İran çerçevesinde kalabilmek için bir tür âdem-i merkeziyet talep ediyor. İran’ın tüm İranlılara ait olmasını istiyorlar. O dönemde KDP-İ’nin temel talebi olarak özerklik konusunu gündeme getiren Dr. Kasımlo ve diğer liderler şimdi burada olsalardı, bizim talebimizin aynısını yaparlardı diye düşünüyorum. O zamanlar sloganımız, Kürdistan'ın özerkliği idi. Aslında halkların sesi idari haklar için çok güçlü ya da zayıf çıkmasa da herkes bunu istiyordu. Esasen federalizmi sadece Kürt halkı için değil, tüm İran halkları için istiyoruz. İran gibi çok nüfuslu bir ülkede tüm halkların kendilerini İran'ın bir parçası olarak görmeleri ve ötekileştirilmemeleri için en iyi siyasi yönetim biçiminin bu olduğuna ve mevcut mağduriyetlerin ve ayrımcılığın ancak bu şekilde sona ereceğine inanıyoruz. Bu nedenle doğru talep budur ve dünyadaki değişim ve dönüşümlerle de uyumludur.

-Kasımlo kuşağından ve eski parti liderlerinden yeni kuşağa ne miras kaldı?
Dr. Kasımlo'nun ilerici politikalarının çoğu miras olarak bırakıldı. KDP-İ’nin bugünkü hali Dr. Kasımlo'nun mirasıdır. Aslında KDP-İ’nin İranlı Kürtlerin çıkarlarını temel alan politikası, yani demokrasiye odaklanmamız, Dr. Kasımlo dönemi siyasetinin bugüne kadar süren bir başka özelliğidir. Dr. Kasımlo’ya en çok borçlu olduğumuz da bu politikadır. Dr. Kasımlo bize İran ve İranlı Kürtlerin başına gelen zulümlerin ve zayıflıkların büyük bölümünün demokrasi eksikliğinden kaynaklandığını öğretti. Bu yüzden demokrasi, artık gündemimizin en üst sıralarında yer alıyor.
 



Muvahhidi Kirmani İran Uzmanlar Meclisi Başkanı seçildi

Tebriz kentinde insanlar İran Cumhurbaşkanı’nın yasını tutmak için toplandı. (AFP)
Tebriz kentinde insanlar İran Cumhurbaşkanı’nın yasını tutmak için toplandı. (AFP)
TT

Muvahhidi Kirmani İran Uzmanlar Meclisi Başkanı seçildi

Tebriz kentinde insanlar İran Cumhurbaşkanı’nın yasını tutmak için toplandı. (AFP)
Tebriz kentinde insanlar İran Cumhurbaşkanı’nın yasını tutmak için toplandı. (AFP)

İran medyası bugün (Salı) Ayetullah Muvahhidi Kirmani’nin 55 oyla ülkenin Uzmanlar Meclisi Başkanlığı'na seçildiğini bildirdi.

Tasnim haber ajansı, Kirmani'nin meclisin iç tüzüğüne göre iki yıllık bir süre için meclis başkanlığını üstleneceğini belirtti.

Kirmani'nin seçilmesi, Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin ülkenin kuzeybatısındaki bir helikopter kazasında hayatını kaybetmesinin ardından ülkenin geçici cumhurbaşkanı olarak atanan Muhammed Muhbir'in huzurunda Uzmanlar Meclisi oturumunun açılışında gerçekleşti.

Şarku’l Avsat’ın İran resmi haber ajansı IRNA'dan aktardığı habere göre oturuma, Anayasayı Koruma Konseyi Genel Sekreteri Ayetullah Ahmed Cenneti, İslami Şura Meclisi (parlamento) Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf, Yargı Erki Başkanı Muhsin Ejei ve bazı bakanlar da katıldı.

IRNA'ya göre ülkenin liderlerini seçmek ve performanslarını izlemekle görevli olan Uzmanlar Meclisi, ‘İran İslam Cumhuriyeti'nin yapısında ciddi görevleri olan 88 nitelikli müçtehitten’ oluşuyor. Görev süreleri sekiz yıl olan üyeler halk tarafından seçiliyor.

İran hükümeti dün (pazartesi), Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ve beraberindeki iki yetkilinin kendilerini taşıyan helikopterin Hudafarin'den Doğu Azerbaycan eyaletindeki Tebriz'e dönerken kötü hava koşulları nedeniyle düşmesi sonucu öldüğünü duyurdu.

İran Dini Lideri Ali Hamaney, Reisi'nin ölümünün ardından ülkenin yürütme yetkisini Muhammed Muhbir'in devralacağını açıkladı.


Biden: Gazze'de yaşananlar soykırım değil

Şarkul Avsat
Şarkul Avsat
TT

Biden: Gazze'de yaşananlar soykırım değil

Şarkul Avsat
Şarkul Avsat

ABD Başkanı Joe Biden, İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırının "soykırım olmadığı" konusunda ısrar ederken, ABD'nin müttefikini çeşitli uluslararası davalar karşısında savundu.

"Yaşananlar soykırım değil, bunu reddediyoruz" diyen Biden, Lahey'deki BM'nin en yüksek yargı organı olan Uluslararası Adalet Divanı'nda görülen ve İsrail'i Gazze'deki savaşında soykırım yapmakla suçlayan davaya atıfta bulundu.

Biden, ayrı bir yargı organı olan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcısının İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Galant hakkında tutuklama emri çıkarma talebini kınadığını yineleyerek, aynı Savcının eş zamanlı olarak Filistinli Hamas hareketinin üç lideri hakkında tutuklama emri talep ettiğini kaydetti.


UCM'nin Netanyahu ve Sinvar'ı yargılaması ne anlama geliyor? Haklarında tutuklama emri çıkarılan en önemli liderler kimler?

TT

UCM'nin Netanyahu ve Sinvar'ı yargılaması ne anlama geliyor? Haklarında tutuklama emri çıkarılan en önemli liderler kimler?

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcısı Kerim Han (X hesabı)
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcısı Kerim Han (X hesabı)

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcılığı dün (pazartesi) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ve üç Hamas lideri Yahya Sinvar, Muhammed ed-Dayf ve İsmail Heniyye hakkında savaş suçu ve insanlığa karşı suç işledikleri iddiasıyla tutuklama emri talep etti.

ABD merkezli haber ajansı Associated Press (AP), UCM’nin 2002 yılında savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım gibi dünyanın en kötü zulümlerinden sorumlu kişileri yargılamak için son çare olarak kurulduğunu bildirdi. Şarku’l Avsat’ın AP’den aktardığına göre mahkemeyi kuran Roma Statüsü 1998 yılında kabul edildi ve 2002 yılında 60 kişinin onayını alarak yürürlüğe girdi. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu da UCM'nin kurulmasını destekledi, ancak UCM bağımsız bir mahkeme olarak görevini sürdürüyor.

AP, mahkemenin polisi olmadığını ve şüphelileri tutuklamak için üye devletlere güvendiğini, bunun da kovuşturmaların önünde büyük bir engel teşkil ettiğini kaydetti.

UCM'nin 124 üye ülkesi Roma Statüsü’nü imzalarken, İsrail, ABD, Rusya ve Çin de dahil olmak üzere onlarca ülke imzalamadı. Bu ülkeler mahkemenin savaş suçları, soykırım ve diğer suçlar üzerindeki yargı yetkisini kabul etmiyor.

UCM, devletlerin kendi topraklarında işlenen suçları kovuşturamadığı ya da kovuşturmak istemediği durumlarda devreye giriyor.

umıöo
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcısı Kerim Han (X hesabı)

2020 yılında eski ABD Başkanı Trump, UCM Savcısı’na ve savcılığın bir başka üst düzey çalışanına yönelik ekonomik ve seyahat yaptırımlarına izin verdi.

UCM personeli Afganistan'da ABD güçleri ve müttefikleri tarafından işlenen olası savaş suçlarını soruşturuyordu.

Yönetimi Gazze Şeridi'ne yönelik saldırıya kritik askeri ve siyasi destek sağlayan ABD Başkanı Joe Biden, 2021 yılında yaptırımları kaldırdı.

rgbtyn
Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi (AP)

UCM devam eden 17 soruşturma yürüttü, toplam 42 tutuklama emri çıkardı ve 21 şüpheliyi gözaltına aldı. Yargıçlar 10 şüpheliyi mahkûm ederken, dördünü beraat ettirdi.

İlk yıllarında Afrika'daki suçlara odaklandığı için eleştirilen UCM artık Asya, Avrupa, Ortadoğu ve Latin Amerika'da da soruşturmalar yürütüyor.

Putin, Beşir ve Kaddafi

UCM geçtiğimiz yıl Ukrayna'dan çocukların kaçırılmasından sorumlu olduğu gerekçesiyle Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin hakkında tutuklama kararı çıkarmıştı.

Rusya buna UCM yargıçları için kendi tutuklama emirlerini çıkartarak karşılık verdi.

cvfgbh
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (Reuters)

Mahkeme tarafından suçlanan diğer önde gelen liderler arasında ülkesinin Darfur bölgesinde soykırım yapmakla suçlanan devrik Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir ve 2011 yılında hükümet karşıtı protestoların acımasızca bastırılmasıyla bağlantılı suçlamalar nedeniyle UCM tarafından hakkında tutuklama emri çıkarılmasından kısa bir süre sonra muhalifler tarafından yakalanarak öldürülen eski Libya lideri Muammer Kaddafi de bulunuyor.

UCM'nin İsrail ve Filistin ile ne ilgisi var?

BM Genel Kurulu 2012 yılında Filistin devletinin statüsünü BM gözlemcisinden üye olmayan gözlemci devlet statüsüne yükselterek Filistin'in UCM de dahil olmak üzere uluslararası örgütlere katılmasının önünü açtı.

UCM, Filistin devletini 2015 yılında, Filistinlilerin mahkemenin yargı yetkisini kabul etmesinden bir yıl sonra üye olarak kabul etti.

UCM’nin o zamanki başsavcısı 2021 yılında Filistin topraklarında işlenmiş olası suçlarla ilgili bir soruşturma açacağını duyurdu.

İsrail sık sık BM'de ve uluslararası kurumlarda tarafgirlik suçlamalarıyla karşı karşıya kalırken, Netanyahu kararı ikiyüzlü ve antisemitik olarak niteleyerek kınadı.

Mevcut UCM Savcısı Kerim Han Aralık ayında Ramallah ve İsrail'i ziyaret ederek Filistinli yetkililer ve İsrail ile Hamas arasındaki savaşı başlatan 7 Ekim saldırısında Hamas militanları tarafından öldürülen ya da esir alınan İsraillilerin aileleriyle bir araya geldi.

Han, Hamas'ın eylemlerini ‘insanlığın vicdanını sarsan en ciddi uluslararası suçlardan bazıları’ olarak nitelendirdi ve tüm esirlerin derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılması çağrısında bulundu.

Han, İsrail ile Hamas arasındaki savaşta ‘uluslararası insancıl hukukun uygulanmaya devam etmesi gerektiğini’ ve ‘İsrail ordusunun hangi hukuku uygulayacağını bildiğini’ belirtti.

Ziyaretin ardından Han, Hamas militanları ve İsrail güçleri tarafından işlenen olası suçlara ilişkin bir UCM soruşturmasının ‘öncelikli’ olduğunu söyledi.


Netanyahu müzakere ekibinin Gazze'de ateşkes görüşmelerini yeniden başlatma planını reddetti

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (AP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (AP)
TT

Netanyahu müzakere ekibinin Gazze'de ateşkes görüşmelerini yeniden başlatma planını reddetti

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (AP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (AP)

İsrail Yayın Kurumu'nun dün bildirdiğine göre Başbakan Benjamin Netanyahu, İsrail müzakere ekibinin Gazze Şeridi'nde ateşkes görüşmelerini yeniden başlatmak için sunduğu yeni planı reddetti.

BBC'nin kabine görüşmelerine yakın kaynaklardan aktardığına göre güvenlik servisleri ve siyasi liderliğin çoğu yeni öneriyi desteklerken, Netanyahu bunu reddederek "savaşın sona ermesine yol açmayacak" yeni planlar talep etti.

Yetkili, İsrail Silahlı Kuvvetleri adına adam kaçırma dosyasından sorumlu olan Oren Seter'in, İsrail ile Hamas arasındaki müzakereleri ilerletmek amacıyla müzakere ekibi tarafından formüle edilen yeni planı son savaş kabinesi oturumuna sunduğunu belirtti.

Netanyahu, Sater'in konuşmasını bitirmesinin ardından yeni teklifle alay ederek "Siz müzakere etmeyi bilmiyorsunuz" şeklinde yorumda bulundu.

Yayın kuruluşu, müzakere ekibi üyelerinin kabine oturumundan hayal kırıklığı içinde ve yakın gelecekte bir anlaşmaya varma olasılığı konusunda karamsar ayrıldıklarını söyledi.

Konuyla ilgili bilgi veren kaynaklar, müzakere ekibinin Savaş Kabinesi'ne müzakere sürecini yeniden canlandırmak için çeşitli planlar ve girişimler sunduğunu, ancak Netanyahu'nun bunları reddettiğini söyledi.

Mısır, Katar ve ABD'nin arabuluculuğunda yürütülen müzakereler, bu ayın başlarında Hamas'ın Mısır'ın önerisini kabul ettiğini açıklamasının ardından durmuş, İsrail ise Hamas'ın kabul ettiği önerinin kendisi için kabul edilemez olan değiştirilmiş bir öneri olduğunu söylemişti.


UCM’nin İsrail ve Hamas liderlerine ilişkin kararına tepkiler nasıl?

Gazze sınırının yakınındaki İsrail askerleri (AFP)
Gazze sınırının yakınındaki İsrail askerleri (AFP)
TT

UCM’nin İsrail ve Hamas liderlerine ilişkin kararına tepkiler nasıl?

Gazze sınırının yakınındaki İsrail askerleri (AFP)
Gazze sınırının yakınındaki İsrail askerleri (AFP)

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcısı Karim Khan dün (Pazartesi) yaptığı açıklamada, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, İsrail Savunma Bakanı Yoav Galant ve üç Hamas lideri hakkında savaş suçu işledikleri gerekçesiyle tutuklama emri çıkarılmasını talep etti.

İşte karara verilen tepkilerden bazıları:

ABD Başkanı Joe Biden

Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısının İsrailli liderler hakkında tutuklama emri talep etmesinin "çirkin" olduğunu söyledi.

Biden yaptığı açıklamada şunları söyledi: "Açık olmama izin verin: Bu savcı ne demek isterse istesin, İsrail ve Hamas'ın (tutumları) arasında hiçbir şekilde eşdeğerlik yoktur."

ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken

Mahkemenin çabalarını kınayarak, uluslararası kurumun İsrail üzerinde yargı yetkisi olmadığını savundu ve Gazze'deki ateşkes çabalarını tehlikeye attığı uyarısında bulundu.

Blinken yaptığı açıklamada "UCM Savcısının İsrail ile Hamas arasındaki denklemini reddediyoruz."  Bu utanç verici” diyerek, Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı Karim Khan'ın da Hamas hareketinin liderleri hakkında tutuklama emri çıkarılmasını talep ettiğini belirtti.

Avrupa Birliği

Avrupa Birliği dış politika sorumlusu Josep Borrell, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin bağımsız bir uluslararası kurum olduğunu ve mahkemenin tüzüğünü onaylayan tüm ülkelerin kararlarını uygulama yükümlülüğü bulunduğunu söyledi.

Borrell X’te şunları yazdı: "UCM Savcısının Yahya Sinwar, Mohammed Dayf, Ismail Heniye, Bnnyamin Netanyahu ve Yoav Galant hakkında Mahkeme'nin I. Ön Yargılama Dairesi nezdinde tutuklama emri çıkarılması için başvuruda bulunma kararını öğrendim."

"Bağımsız bir uluslararası kurum olarak UCM'nin görevi, uluslararası hukuk kapsamındaki en ciddi suçları kovuşturmaktır ve UCM Statüsünü onaylayan tüm devletler, UCM'nin kararlarını uygulamakla yükümlüdür."

Almanya

Almanya Dışişleri Bakanlığı, Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne (UCM) saygı duyduğunu, ancak İsrail ve Hamas liderleri için aynı anda tutuklama emri talep edilmesinin "eşit konumdaymış gibi yanlış bir izlenim yarattığını" belirtti.

Birleşik Krallık

İngiltere Başbakanı Rishi Sunak'ın bir sözcüsü, Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı'nın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu için tutuklama emri talep etme kararının yararlı olmadığını söyledi. "Bu tedbir çatışmaların durdurulmasına, rehinelerin alınmasına veya insani yardımın getirilmesine yardımcı olmuyor" ifadelerini kullandı.

Avusturya

Avusturya Şansölyesi Karl Nehammer, ülkesinin "UCM'nin bağımsızlığına tamamen saygı duyduğunu" söyledi. Ancak, amacı İsrail Devleti'ni yok etmek olan terör örgütü Hamas'ın liderinin, devletin demokratik yollarla seçilmiş temsilcileriyle aynı anda anılması anlaşılır gibi değildir" açıklamasında bulundu.

Çek Cumhuriyeti

Çek Cumhuriyeti Başbakanı Petr Fiala "UCM Savcısının demokratik yollarla seçilmiş bir hükümetin temsilcileri ile İslami bir terör örgütünün liderleri hakkında tutuklama emri çıkarma önerisi dehşet vericidir ve kesinlikle kabul edilemez" dedi. "Ekim ayında İsrail'e saldırarak binlerce masum insanı öldüren, yaralayan ve kaçıranın Hamas olduğunu unutmamalıyız" dedi. "Unutmamalıyız ki ekim ayında İsrail'e saldıran, binlerce masum insanı öldüren, yaralayan ve kaçıran Hamas'tı. Gazze'deki mevcut savaşa ve Gazze, İsrail ve Lübnan'daki sivillerin acı çekmesine yol açan şey tamamen haksız olan bu terörist saldırıydı" şeklinde görüşünü dile getirdi.


İsrail ordusu Gazze Şeridi'nden 4 esirin cesetlerinin çıkarılmasına ilişkin detayları açıkladı

Gazze Şeridi'ndeki çatışmalar sırasında İsrail askerleri (AFP)
Gazze Şeridi'ndeki çatışmalar sırasında İsrail askerleri (AFP)
TT

İsrail ordusu Gazze Şeridi'nden 4 esirin cesetlerinin çıkarılmasına ilişkin detayları açıkladı

Gazze Şeridi'ndeki çatışmalar sırasında İsrail askerleri (AFP)
Gazze Şeridi'ndeki çatışmalar sırasında İsrail askerleri (AFP)

İsrail ordusu dün (Pazartesi) yaptığı açıklamada, birkaç gün önce Gazze Şeridi'nde esir tutulan dört kişinin cesetlerinin Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye bölgesindeki tünellerde bulunduğunu belirterek operasyonun ayrıntılarını açıkladı.

İsrail ordusu, Ron Binyamin, Yitzhak Glantner, Shani Luk ve Amit Bouskila adlı dört esirin cesetlerinin İsrail ordusunun 98. Tümeni tarafından yürütülen bir operasyonla çıkarıldığını bildirdi.

Ordudan yapılan açıklamada şöyle denildi: “Tünel ağzının yerini tespit eden askerler gece operasyonuyla yeraltı tüneline girerek içeride çatışmaya girdi. Koruyucu bariyerleri yıkan askerler, istihbarat malzemeleri ve büyük miktarda silah bulduktan sonra esirlerin cesetlerini tünelden çıkardı.”

Geçtiğimiz Cumartesi günü İsrail ordusu ve Şin Bet, ortak bir özel operasyonla Gazze Şeridi'nden dört İsrailli esirin cesedinin çıkarıldığını duyurdu.

Ordu ve Şin Bet tarafından Cumartesi günü yapılan açıklamada dört tutuklunun 7 Ekim saldırısı sırasında öldürüldüğü ve cesetlerinin Hamas mensupları tarafından Gazze Şeridi'ne nakledildiği belirtildi.


Washington: Sullivan İsrailli yetkililerle Refah operasyonuna alternatifleri görüştü

Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan (AFP)
Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan (AFP)
TT

Washington: Sullivan İsrailli yetkililerle Refah operasyonuna alternatifleri görüştü

Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan (AFP)
Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan (AFP)

Beyaz Saray'dan yapılan açıklamada, İsrailli yetkililerin dün (Pazartesi) Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan'a ABD'nin endişelerini gidermek üzere Refah'taki operasyonlar için ‘yeni alternatifler’ konusunda bilgi verdiği belirtildi.

Sullivan yetkililere, Gazze Şeridi'ne insani yardım akışının sağlanması amacıyla Refah Sınır Kapısı’nın yeniden açılması için İsrail ile Mısır arasındaki görüşmelerin önemini anlattı.

Sullivan dün aralarında Savunma Bakanı Yoav Gallant ve muhalefet lideri Yair Lapid'in de bulunduğu yetkililerle bir araya geldi.

Beyaz Saray'dan yapılan açıklamada, Sullivan'ın İsrail'e yaptığı ziyaret sırasında Savunma Bakanı Yoav Gallant ve Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi tarafından kendisine sunulan ve Refah'ta Hamas'ı yenilgiye uğratmaya yönelik yeni alternatif yöntemler konusunda bilgilendirildiği ve Refah'ta geniş çaplı bir İsrail askeri operasyonuna ilişkin ‘ABD'nin endişelerinin giderildiği’ belirtildi.

Sullivan İsrailli yetkililere ‘Refah ve Erez de dahil olmak üzere mevcut tüm geçiş noktalarını kullanarak Gazze Şeridi genelinde yardımları arttırma ihtiyacını’ vurguladı. Sullivan ayrıca, Gazze Şeridi genelinde ihtiyaç sahiplerine güvenli bir şekilde yardım ulaştırmak için çalışan insani yardım çalışanlarını korumak amacıyla ‘etkili mekanizmalara’ duyulan ihtiyaçtan söz etti.

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre açıklamada, Sullivan'ın ABD'nin Hamas'ın yenilgiye uğratılması ve esirlerin serbest bırakılması konusundaki kararlılığını vurguladığı da belirtildi.

İsrail, Refah'ın doğusunda ve güneyinde, Mısır sınırına çok yakın noktalarda sınırlı askeri operasyonlar olarak tanımladığı operasyonlara başladığında Refah Sınır Kapısı’nın kontrolünü ele geçirdi.


Reisi'nin ölümü Ortadoğu'yu nasıl etkiler?

Merhum İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi (DPA)
Merhum İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi (DPA)
TT

Reisi'nin ölümü Ortadoğu'yu nasıl etkiler?

Merhum İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi (DPA)
Merhum İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi (DPA)

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ve diğer yetkililerin hayatını kaybettiği helikopter kazası, İran'ın etkisinin geniş ve derin bir şekilde birçok ülkeye yayıldığı Ortadoğu'da büyük yankı uyandıracak gibi görünüyor.

Şarku’l Avsat’ın AP'den aktardığına göre İran on yıllardır Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen'deki militanları ve silahlı grupları destekleyerek, başta İsrail olmak üzere düşmanlarına karşı güç gösterisinde bulunuyor.

Bu güç gösterisi, geçtiğimiz ay İran'ın, Reisi ve Dini Lider Ali Hamaney'in önderliğinde, Şam'daki İran konsolosluğuna düzenlenen ve iki İranlı general ile beş subayın ölümüne neden olan hava saldırısına karşılık olarak İsrail'e yüzlerce insansız hava aracı (İHA) ve balistik füze fırlatmasıyla açıkça görüldü.

Bu, İran tarihinde İsrail'e yönelik ilk doğrudan saldırıydı.

İsrail, ABD, İngiltere ve diğer ülkelerin yardımıyla füzelerin neredeyse tamamını durdurdu. Buna karşılık olarak İsrail, İsfahan kenti yakınlarındaki bir hava üssüne ve bir nükleer tesise İHA’yla saldırı düzenledi. Söz konusu saldırı herhangi bir can kaybına yol açmadı.

İsrail ve İran yıllardır örtülü operasyonlar ve siber saldırılardan oluşan bir gölge savaş yürüttü, ancak geçen ayki karşılıklı saldırılar ilk doğrudan askeri çatışmaları oldu.

Birçok kişi Reisi'nin ölümünden İsrail'i sorumlu tutuyor ve helikopterinin düşmesini Tel Aviv'in planlamış olabileceğine inanıyor.

Reisi'nin ölümü Ortadoğu'da nasıl bir krize yol açacak?

Askeri uzmanlar ve analistler, İsrail'in, Reisi'nin ölümünde parmağı olduğunun kanıtlanması halinde bunun bölgede daha geniş çaplı bir çatışmaya yol açabileceğini söylüyor.

Bu da Ortadoğu'daki İsrail karşıtı, İran destekli militan grupların (Hamas, Hizbullah ve Husiler gibi) karşı saldırılarına neden olabilir.

Her saldırı ve karşı saldırı daha büyük bir savaşın fitilini ateşleme tehdidi taşıyor.

Hizbullah, Gazze savaşının başlangıcından bu yana İsrail ile düşük yoğunluklu bir çatışma yürütüyor. İki taraf İsrail-Lübnan sınırı boyunca neredeyse her gün karşılıklı saldırılar düzenleyerek her iki taraftan on binlerce insanı bölgeden kaçmaya zorladı.

Şu ana kadar çatışma her iki ülke için de felakete yol açacak topyekûn bir savaşa dönüşmedi. Ancak İsrail'in Reisi’nin ölüm olayında parmağı olması halinde çatışmanın artabileceğine dair korkular var.

Suriye ve Irak'taki İran destekli milisler, savaşın ilk aylarında defalarca ABD üslerine saldırdı.

Yemen'deki Husiler de Kızıldeniz'de İsrail ile açık bağlantıları olan gemilere defalarca saldırı düzenledi.

Bu saldırıların daha da artmasından endişe ediliyor.

Ancak Bloomberg News tarafından aktarılan bir başka öngörü, yeni cumhurbaşkanının Reisi’den farklı önceliklere sahip olabileceği ve eski cumhurbaşkanı kadar İsrail karşıtı olmayabileceği, dolayısıyla Ortadoğu'daki çatışmaların doğasının önemli ölçüde değişebileceği ve şu anda gördüğümüzden farklı olabileceği yönünde.


Hüseyin Emir Abdullahiyan: Süleymani'nin dostu, İsrail'in düşmanı

Merhum İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, arka planda Kasım Süleymani (AFP)
TT

Hüseyin Emir Abdullahiyan: Süleymani'nin dostu, İsrail'in düşmanı

Merhum İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, arka planda Kasım Süleymani (AFP)

İran'ın kuzeybatısında pazartesi günü meydana gelen helikopter kazasında Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile birlikte hayatını kaybettiği açıklanan İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Tahran'ın İsrail ve Batı karşıtı politikalarının ateşli bir savunucusuydu.

Reisi, 60 yaşındaki Abdullahiyan’ı Ağustos 2021'de atadı.

2013'ten 2021'e kadar bu görevi yürüten Muhammed Cevad Zarif'in yerine geçmek gibi zor bir görevi vardı; Zarif, önde gelen aktif bir diplomat, akıcı bir İngilizce konuşan, uluslararası çevrelerde tanınan bir yüz ve İran'ın dış politikasını yöneten deneyimli bir isimdi.

İran devlet televizyonu Emir Abdullahiyan'ı, Tahran tarafından yönetilen ve Lübnan Hizbullah'ı, Filistinli Hamas ile İslami Cihad hareketleri ve Iraklı silahlı gruplar gibi İran'ın ezeli düşmanı İsrail karşıtı grupların yer aldığı "Direniş Ekseni'nden üst düzey bir diplomat" olarak tanıttı.

Emir Abdullahiyan atandığı gün yaptığı açıklamada, bu grupların "İran'ın müttefikleri" olduğunu ve "onları güçlendirmenin hükümetin gündeminde olduğunu" söyledi.

Kapsamlı geziler

Ekim 2023'te İsrail ile Hamas arasında Gazze'de savaşın başlamasından beri bölgeye yaptığı ziyaretleri yoğunlaştırdı. Tahran, İsrail'e karşı Filistin hareketini ve savaşın çıkmasına yol açan 7 Ekim 2023 operasyonuna desteğini gizlemedi, ancak aynı zamanda bu operasyonun içinde yer almadığını da vurguladı.

Emir Abdullahiyan, Kasım Süleymani'nin izinden gidiyor gibi görünüyordu (Getty)Emir Abdullahiyan, Kasım Süleymani'nin izinden gidiyor gibi görünüyordu (Getty)

Geçtiğimiz nisan ayında, Tahran'ın Yahudi devletini sorumlu tuttuğu ve Şam'daki İran konsolosluk binasını yerle bir eden hava saldırısına karşılık olarak, İran'ın İsrail'e 300'den fazla insansız hava aracı ve füzeyle gerçekleştirdiği benzeri görülmemiş saldırıyı savundu.

İran'ın tepkisinin "meşru savunma ve uluslararası hukuk çerçevesinde" gerçekleştirildiğini söyledi.

Emir Abdullahiyan daha sonra İsrail'in İran'ın orta kesimindeki İsfahan eyaletine bir misilleme amaçlı saldırı düzenlediğine dair haberleri "çocuk oyuncağı" diyerek küçümsedi.

İzolasyonun Azaltılması

Mesleki kariyeri boyunca Devrim Muhafızları ile olan yakın ilişkileriyle tanınan Emir Abdullahiyan, Devrim Muhafızları'nın dış operasyonlarından sorumlu olan Kudüs Gücü'nün komutanı ve 2020 yılında Irak'ın başkentinde bir ABD saldırısı sonucu öldürülen Tümgeneral Kasım Süleymani'ye yakındı.

Emir Abdullahiyan kariyeri boyunca Devrim Muhafızları'na yakınlığıyla biliniyordu. Abdullahiyan, Devrim Muhafızları'nın dış operasyonlarından sorumlu Kudüs Gücü'nün komutanı olan ve 2020 yılında Irak'ın başkentinde bir ABD saldırısı sonucu öldürülen Tümgeneral Kasım Süleymani'ye yakındı.

Emir Abdullahiyan, üç yıl boyunca İran'ın uluslararası sahnedeki izolasyonunu azaltmak ve ABD yaptırımlarının ülkesinin ekonomisi üzerindeki etkisini azaltmak için çalıştı.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Çin'in himayesindeki bir anlaşma çerçevesinde Mart 2023'te Suudi Arabistan ile uzlaşmaya varılmasına yol açan süreçte kilit bir figür olmasa da İran'ın Arap komşularıyla ilişkilerin geliştirilmesinde rol oynadı.

1964 yılında Tahran'ın doğusundaki Damgan şehrinde doğan Abdullahiyan, 1991 yılında Tahran Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu.

1997-2001 yılları arasında Irak'ta ve 2007-2010 yılları arasında ise Bahreyn'de görev yaptı.

2011'den bu yana Arap ve Afrika İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı olarak görev yaptı. Bu görevinde, Ali Ekber Salihi (Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ın ikinci hükümetinde) ve Zarif (Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin ilk hükümetinde) gibi iki farklı bakanla çalıştı.

Merhum İran Dışişleri Bakanı, Devrim Muhafızları'na yakınlığıyla biliniyordu (Sosyal paylaşım siteleri) Merhum İran Dışişleri Bakanı, Devrim Muhafızları'na yakınlığıyla biliniyordu (Sosyal paylaşım siteleri)

Ancak 2016 yılında Zarif onu görevden aldı. Bu hareket muhafazakârlar tarafından, Ruhani ve bakanına yönelik büyük eleştiriler yapılmasına neden oldu.

ISNA'ya göre daha sonra Umman Büyükelçiliği görevini reddetti ve 2021 yılında Dışişleri Bakanlığı'na gelmeden önce, Meclis Başkanı'nın uluslararası işlerden sorumlu özel yardımcısı olarak çalışmaya başladı.

Emir Abdullahiyan, uluslararası yaptırımların kaldırılması karşılığında Tahran'ın nükleer faaliyetlerini kısıtlayan 2015 anlaşmasının çökmesinin ardından, Washington'un 2018'de eski Başkan Donald Trump tarafından anlaşmadan çekilmesi sonrasında, İran'ın nükleer programına ilişkin müzakerelerin yeniden başlatılması çabalarına dahil oldu.


Avrupalı ​​yetkililer Reisi'nin ölümüne taziyede bulunmayı reddetti

Hollanda'da aşırı sağın lideri Geert Wilders (AFP)
Hollanda'da aşırı sağın lideri Geert Wilders (AFP)
TT

Avrupalı ​​yetkililer Reisi'nin ölümüne taziyede bulunmayı reddetti

Hollanda'da aşırı sağın lideri Geert Wilders (AFP)
Hollanda'da aşırı sağın lideri Geert Wilders (AFP)

Avrupalı ​​liderler ve yetkililer, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve başta Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan olmak üzere kuzeybatı İran'da helikopter kazasında ölenlerle ilgili Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel'in İran'a gönderdiği taziye mesajını reddetti.

Michel X platformunda şunları yazdı: "AB, Cumhurbaşkanı Reisi, Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan ve heyetlerinin diğer üyeleri ile mürettebatın bir helikopter kazasında hayatını kaybetmesi dolayısıyla en içten taziyelerini sunar."

Kısa bir süre sonra Josep Borrell, "trajik helikopter kazası" sonrasında "Avrupa Birliği'nin taziyelerini sunduğunu" belirten bir açıklama yayınladı.

Hollandalı aşırı sağcı lider Geert Wilders, Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel'in X platformundaki paylaşımına, "benim adıma değil" diyerek yanıt verdi, bu taziyelerin kendisini temsil etmediği anlamına geliyordu.

Ekim ayında yapılan parlamento seçimlerini kazanan Wilders, tartışmalı fikirleri, İslam ve Müslümanlara karşı açık nefreti ile tanınıyor.

İsveç Avrupa Parlamentosu üyesi David Legge de “X”teki paylaşımında kınamada bulunarak, “İran'daki cesur kadınların ve özgürlük savaşçılarının gözlerine bakabilir misiniz (...) Yazıklar olsun” ifadelerini kullandı.

Eski Belçika Dışişleri Bakanı Theo Franken ise "Acımasız bir toplu katil ve kasapın ölümü nedeniyle Avrupa'nın başsağlığı dilemesini kınayarak" onlara katıldı.

Avrupa Birliği pazar günü, Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin içinde bulunduğu ve ülkenin batısında düşen helikopterin bulunması için İran'a yardımcı olmak amacıyla haritalama sistemini devreye soktu.

Ancak Avrupa Komisyonu'nun Kriz Yönetiminden Sorumlu Üyesi Janez Lenarcic'in "AB dayanışması" ifadesini kullanarak yaptığı açıklama yoğun eleştirilere maruz kaldı.

Lenarcic bugün yaptığı açıklamada bu durumu gerekçelendirerek, Copernicus uydu sisteminin "arama ve kurtarmayı kolaylaştırmak için etkinleştirilmesinin bir rejime siyasi destek vermek anlamına gelmediğini" vurguladı.