Türkiye, Doğu Akdeniz'de Mısır'dan ne bekliyor?

Batılı gözlemcilere göre Mısır’ın, Türkiye'nin bölgede 122 trilyon fit küp olduğu tahmin edilen doğalgaz rezervlerine ilişkin iddialarını destekleyen yahut baltalayan yaklaşımları olabilir

Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan Katar'da böyle tokalaştılar / Fotoğraf: AFP
Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan Katar'da böyle tokalaştılar / Fotoğraf: AFP
TT

Türkiye, Doğu Akdeniz'de Mısır'dan ne bekliyor?

Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan Katar'da böyle tokalaştılar / Fotoğraf: AFP
Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan Katar'da böyle tokalaştılar / Fotoğraf: AFP

İnci Mecdi
Katar'da geçen 21 Kasım'da düzenlenen FIFA Dünya Kupası'nın açılışı törenine katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, Mısır'da Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) iktidarının düşürülmesi nedeniyle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Mısır yönetimine karşı sert bir tutum sergilediği uzun yılların ardından ilk kez tokalaştılar. 
Cumhurbaşkanı Erdoğan, tokalaşmanın ardından Katar dönüşü uçakta yaptığı açıklamasında, Ankara'nın Mısır'dan Türkiye'nin Akdeniz'deki statüsüne yönelik yaklaşımını değiştirmesini istediğini söyledi.
Türkiye'nin 2021 yılının mart ayından bu yana Mısır ile yakınlaşma çabalarının temelinde de bu var.
Doğu Akdeniz'deki doğalgaz rezervi, özellikle Mısır, Ürdün, Filistin, İtalya, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve İsrail'in Mısır'ın başkenti Kahire'de imzalanan anlaşmayla Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nu kurmalarının ardından Ankara'nın Kahire ile yakınlaşma arayışında önemli bir faktör haline geldi.
Forumun, arz ve talep dengesini koruyarak ve kaynakları ve iş birliğini geliştirerek bölgesel bir doğalgaz piyasası oluşturmak amacıyla kurulduğu biliniyor. Doğu Akdeniz bölgesindeki doğalgaz rezervlerinin 122 trilyon fit küp olduğu tahmin ediliyor.
Uzlaşı çabalarının başlamasından bu yana Akdeniz'de bir oldu-bitti yaratmak amacıyla 2019 yılı boyunca kendi kıyıları ile Libya kıyıları arasında hayali deniz sınırları çizerek bölgedeki komşularına hiçbir sonuç vermeyen meydan okumalarda bulunan Ankara için Akdeniz'deki doğalgaz rezervi dosyasının önemli olduğu biliniyor. 
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yıllarca Mısır Cumhurbaşkanı Sisi'ye karşı sert açıklamalarda bulundu. Ancak 2021 yılına gelindiğinde Kahire ile ilişkileri yeniden kurulması gerektiğinin altını çizdi ve o tarihten bu yana da diplomatik ve istihbari düzeyde temasların kurulması ve iki ülke arasındaki ticari faaliyetlerin artırılması için yoğun çalışmalar başlatıldı.
Mısır ile Türkiye arasında Doğu Akdeniz'de kurulacak olası bir ortaklığın, bölgede her iki taraf için de deniz hakları alanında yeni kapılar açacağı tahmin ediliyor.
Uzmanlar, Mısır'ın 2003 yılında GKRY, 2020 yılında ise Yunanistan ile imzaladığı anlaşmaların yerine Türkiye ile deniz sınırlarının belirlenmesi için imzalanacak bir imzalamayı seçmesi halinde daha fazla deniz hakları elde edilebileceğine işaret ettiler. 
Doğu Akdeniz meselesinin boyutlarını anlamak için öncelikle deniz hukuku alanında en kapsamlı uluslararası sözleşme olan 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi'ne (BMDHS) bir bakmalıyız.
BMDHS, ülkelerin kıyılarından 200 mil uzağa uzanan bölgeyi onların münhasır ekonomik bölgeleri olarak tanımlanıyor.
BMDHS, bölgedeki ülkelerin çoğu tarafından imzalandı. İmzacı ülkeler arasında, Mısır, Yunanistan ve GKRY de yer alıyor.
Mısır ile Akdeniz'deki komşuları arasındaki deniz sınırları da BMDHS çerçevesinde belirlenmiş durumda.
Ancak Türkiye, BMDHS'yi imzalayan taraflardan biri ve hükümlerini de kabul etmiyor. Bu yüzden GKRY'nin münhasır ekonomik bölgesinin kıyılarından yalnızca 12 kilometre uzaya uzandığını öne sürüyor.
Ayrıca, Kıbrıs adasından güneye uzanan suların Mısır'ın münhasır ekonomik alanı sınırına kadar kendisine ait olduğunu savunan Türkiye, Yunanistan'a ait adaların münhasır ekonomik bölgelerdeki haklarını da kabul etmiyor.
Ancak Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 2021 yılının Mart ayında Ankara'da gazetecilere yaptığı bir açıklamada, gerekli koşullar sağlanması halinde Türkiye ve Mısır'ın Doğu Akdeniz'de sınırların çizilmesi için müzakere edebileceğini söyledi.
Bu açıklama, Türkiye ile Yunanistan ve GKRY arasında aralarındaki deniz sınırları konusunda uzun süredir devam eden anlaşmazlığın gölgesinde böyle bir anlaşmanın imzalanmasıyla ilgili çok sayıda soruyu gündeme getirdi.

Kartlar Kahire'nin elinde
Mısır ile Türkiye arasındaki müzakere kanalları, ilişkilerin eski günlerine dönmesi için geniş bir ufukla devam ederken Kahire'nin Doğu Akdeniz'deki çabaları çerçevesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ne verebileceği sorusu soruluyor.
Ankara ile Mısır'ın GKRY ve Yunanistan gibi geleneksel müttefikleriyle olan anlaşmalarını ihlal edecek bir deniz anlaşması yapmaya Kahire'yi ikna ne edebilir?

Bu sorulara yanıt almak amacıyla, Mısır'dan ve Avrupa'dan uzman ve diplomatlarla görüştük.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi istihbarat ve güvenlik analisti ve İtalya'daki Bari Üniversitesi'nden araştırmacı Roberta La Fortezza, konuyla ilgili değerlendirmesinde şunları söyledi:
"Mısır'ın Doğu Akdeniz'deki iddialarla ilgili olarak Ankara'ya sunabileceklerini anlamak için, özellikle Mısır ile Yunanistan arasında 2020 yılında imzalanan anlaşmaya bakmak gerekiyor. Bu anlaşma ile Kahire ve Atina, Ankara ile Trablus arasında imzalanan tartışmalı Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası'na meydan okumak amacıyla yeni deniz sınırları belirlediler."
Mısır ile Yunanistan arasında yapılan anlaşmanın, özellikle Kıbrıs adası açıklarında keşfedilen doğalgaz rezervleriyle ilgili olarak Yunanistan ile Türkiye arasındaki gerilimle doğrudan bağlantılı olması dikkati çekiyor.
Atina, 26'ncı ve 28'inci meridyenler arasındaki bir bölgede yeni deniz yetki sınırını tanımlayan 2020 tarihli anlaşma kapsamında Kahire ile münhasır ekonomik bölgesinin, Girit adasının 12 mil güneyine kadar uzanması konusunda anlaştı.
Atina, Mısır ile daha fazla anlaşma imzalayarak Ankara ile Fayiz el-Serrac başbakanlığındaki Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) arasında 2019 yılında imzalanan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası'nda öngörülen Türkiye-Libya koridorunu tamamen iptal edebilir ve münhasır ekonomik bölgesini GKRY ile Mısır arasındaki münhasır ekonomik bölgesi ile yeniden bağlayabilir.
Roberta La Fortezza, Mısır'ın farklı bir yaklaşımının Ankara'nın Doğu Akdeniz'deki iddialarını ne ölçüde destekleyebileceğinin ya da baltalayabileceğinin ve Mısır'ın Ankara'ya ne ölçüde avantaj sağlayabileceğinin açık olduğunu belirtti.
La Fortezza, 2021 yılı başlarında Kahire'nin, Türkiye ile Yunanistan arasında tartışmalı bir bölge olan 18 nolu Blok da dahil olmak üzere Doğu Akdeniz'deki birçok blokta yeni arama faaliyetleri için ihale başlattığı yönündeki açıklamasının bunu ortaya koyduğunu da sözlerine ekledi.
Mısır'ın o dönemde ihaleye açtığı blokların yer aldığı harita, Ankara'da büyük umutlar uyandıran Türkiye-Libya anlaşmasında yer alan Türkiye'nin kıta sahanlığının güney sınırları ile aynı çizgideydi.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Mısır'ın Doğu Akdeniz'de hidrokarbon faaliyetlerinde Türkiye'nin kıta sahanlığına saygı gösterdiğini belirterek "Deniz yetki alanları konusunu Mısır'la müzakere edebiliriz, kendi aramızda da ileride bir anlaşma imzalayabiliriz" açıklamasında bulunmuştu.
Ancak Fortezza'ya göre 18 nolu Blokun 28. meridyenin doğusunda yer alması ve dolayısıyla 2020 tarihli anlaşmanın öngördüğü Mısır ile Yunanistan arasındaki deniz yetki sınırı alanının dışında olması nedeniyle Ankara'nın iyimserliği hızla tükendi.

Müzakere ve Mısır'ın arabuluculuğu üçgeni
Yunanistan ile Mısır arasında imzalanan 2020 tarihli anlaşma, Yunanistan ile Mısır arasındaki potansiyel deniz sınırının Meis ve Rodos adaları kıyılarının doğusundaki küçük bir bölgeyi kapsadığından coğrafi olarak sınırlı.
Belki de Yunanistan'ın talebinin aksine Mısır'ın isteğiyle bu sınırın doğusunda herhangi bir hak iddia etmediğinden anlaşmanın kapsamını 28. meridyenle sınırlandırılmıştır.
Atina ve Ankara, birbiriyle örtüşen iddialara sahipken 2020 tarihli anlaşma, Türkiye ile müzakere edilmiş çözümler bulma olasılığını kategorik olarak engellemez.
Bu müzakereler 28. ve 30. meridyenler arasındaki alanla sınırlı olsa bile bunu yapması mümkün değil.
Ayrıca gözlemcilere göre örneğin, Girit'in güneydoğusunda, ilerleyen süreçte olabilecek konumsal değişiklikler için bir miktar boşluk bırakan, mülkiyeti belirsiz deniz yolları olduğundan Mısır, iki taraf arasında gelecekteki müzakerelerde arabulucu rolü oynayabilir. 
Frederick Üniversitesi'nde Uluslararası Hukuk Profesörü, 2023 Güney Kıbrıs cumhurbaşkanlığı seçimleri adayı ve Rumların eski BM Daimi Temsilcisi Büyükelçisi Andreas Mavroyannis, sınırların çizilmesi sürecinin karmaşık olabileceğinden ve bölge ülkelerinin sınırın tam yerini belirlemek için uluslararası bir mahkemeye ihtiyaç duyabileceğinden küçük bir üçgen oluştuğuna işaret etti.
Hukuki açıdan bakıldığında, Mısır'ın hukuki çıkarlarının bu üçgen çerçevesinde riske girmediğini belirten Mavroyannis,  ancak sonunda Mısır'ın yaklaşımını şekillendiren bir siyasi unsur varsa Mısır'ın dostlarını, yani Yunanistan ve GKRY'yi seçeceğinden emin olduğunu söyledi.
Mısır merkezli El-Ahram Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Merkezi'nden Uluslararası İlişkiler Birimi ve Enerji Çalışmaları Programı Başkanı Ahmed Kandil'e göre Mısır, Doğu Akdeniz'deki bu devasa doğalgaz rezervi herkes için bir kazan-kazan durumu oluşturmaya istekli.
Elbette bu da yaşanan şiddetli ekonomik kriz karşısında herkesin çıkarına olacak. Ancak bu ortak ve karşılıklı çıkarların kurallara dayalı olması gerektiğine dikkati çeken Kandil, şu an için Türkiye'nin Doğu Akdeniz Gaz Forumu'na katılmasına izin verilmesinin bile söz konusu olmadığını çünkü Türkiye'nin, Avrupa Birliği (AB) ve BM üyesi olan GKRY'nin haklarını tanımadığını belirtti.
Türkiye'nin BMDHS'nin taraflarından biri olmadığını da hatırlatan Kandil, Türkiye'nin ortak çıkarlara dair siyasi bir arzusu olmadığını ve bu nedenle, iyi niyetli olduğunu kanıtlaması için şu an topun kendi sahasında bulunduğunu söyledi.
İsrail ile Lübnan arasında geçtiğimiz yaz imzalanan deniz sınırlarını çizme anlaşmasını Türkiye, GKRY ve Yunanistan arasındaki anlaşmazlığı sona erdirmek için kullanılabilecek bir model olarak gören Kandil, "Washington, Lübnan ile İsrail arasında oynadığı arabulucu rolün aynısını Türkiye, GKRY ve Yunanistan arasında oynarsa, bölge yeni bir aşamaya geçebilir" dedi.

2003 tarihli anlaşma bir kayıp mıydı?
Türkiye sık sık, Mısır'ın yaklaşık yirmi yıl önce GKRY ile imzaladığı deniz sınırlarını belirleme anlaşmasıyla münhasır ekonomik bölge alanlarını kaybettiğini dile getiriyor.
Ankara ile alternatif bir anlaşmanın Mısır'a 11 bin 500 kilometrekarelik bir alan kazandıracağını söyleyen Türkiye ayrıca Mısır ile Yunanistan arasında imzalanan anlaşmanın Kahire'ye üst düzey çıkarlar sunmadığını savunuyor. 
Müslüman Kardeşler'in önde gelen isimlerinden Halid Abdulkadir Udeh, 2013 yılının Mart ayında Mısır Meclisi'ne Türkiye ile GKRY'nin egemen bir devlet olarak görülmediği bir anlaşma yapılması lehine bir yasa tasarısı sunarak GKRY ile olan anlaşmayı iptal etmeye çalıştıysa da başarılı olamadı.
Gözlemciler, Mısır'ın uluslararası hukuk ilkelerine dayanan hiçbir anlaşmadan çekilmeyeceği konusunda hemfikirler.
Bu tür anlaşmaların bölgeye güven ve istikrar kazandırdığını ve uluslararası enerji şirketlerini bu anlaşmalara yatırım yapmaya teşvik ettiğini söyleyen Ahmed Kandil, "Deniz sınırları çizilmez ve yasal yapı sağlanamazsa şirketler hidrokarbon arama çalışmalarına girmeyecek ve büyük yatırımlar yapamayacaklardır" ifadelerini kullandı.
Ayrıca bu tür anlaşmaların uluslararası kurumların ve güçlerin desteğini aldığının altını çizen Kandil, "Bu yüzden oluşan mevcut çerçeveden geri adım atılmayacaktır" dedi.
Mısır'ın Ankara eski Büyükelçisi Abdurrahman Selahaddin, Mısır'ın GKRY ve Yunanistan'ın haklarını göz ardı etmeyi asla kabul etmeyeceğini açıkça ifade etti.
Eski Büyükelçi, Türkiye'nin deniz sınırlarını sadece üç mil ile sınırlayan ve tüm adaları Yunanistan'a veren Lozan Anlaşması göz önüne alındığında, Türkiye'nin konumunun daha zayıf ve karmaşık olduğunun altını çizdi.
Türkiye'nin BMDHS taraflarından biri olmamasının ve UMH ile imzaladığı Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat'nın meseleyi daha da karmaşık hale getirdiğini söyleyen Selahaddin, "Kahire, Türkiye'yi yirmi yılı aşkın bir süredir Mısır, GKRY ve Yunanistan ile deniz sınırlarında uzlaşmacı bir çözüm için ortak müzakereler yürütmeye çağırmasına rağmen Ankara, Doğu Akdeniz'deki herhangi bir ülkeyle herhangi bir anlaşma yapmaktan kaçındı" şeklinde konuştu.
Eski Büyükelçi sözlerini şöyle sürdürdü:
"Cumhurbaşkanı Erdoğan, Müslüman Kardeşler'in iktidara gelmesinden sonra Mısır'ın GKRY ile yaptığı anlaşmanın iptal edebileceğini sandıysa da devlet buna karşı çıktı. Birinin kendinde olmayanı hak etmeyene vermesi gibi bir durum söz konusuydu. Biz bir açık arttırmada değiliz ve Mısır'ın hukuki dayanağı olmayan bu diyalog düzeyine indirilmesi doğru değil."
Selahaddin, Mısır'ın GKRY ve Yunanistan ile çok eski ve köklü ilişkileri ve ortak çıkarları sahip olmasından ötürü Türkiye, Yunanistan ve GKRY arasındaki diyalogu desteklemeye her zaman hazır olduğunu vurguladı.
Yunanistan ile yaptığı anlaşmada Mısır'ın çıkarlarını gözettiğini söylemeyi tercih edenin Türkiye olduğunu ve esasen Mısır'ın bunu 20 yıldır yaptığını söyleyen Mısırlı diplomat, "Kahire her zaman, adaların sınırlarının çizilmesi konusundaki Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan anlaşmazlığa taraf olmadığını beyan etmiştir. Fakat Türkiye, Girit gibi nüfusu Atina'nın nüfusunu aşan bir adanın varlığını tamamen yok saydığını kabul etmiyor ve Libya ile arasına hayali deniz sınırları çiziyor. Biz bu iki ülkenin arasındaki anlaşmazlığın tarafı değiliz ama bununla birlikte bölge ülkeleri arasındaki iş birliğini teşvik etmeye de hazırız. Kimsenin sınırlarını aşmayız" ifadelerini kullandı.

Mısır'ın katı tutumu
Gözlemciler, Mısır'ın mevcut ittifakları korumaya ve Doğu Akdeniz Gaz Forumu üyeleriyle halihazırda varılan anlaşmalara uymaya devam edeceği konusunda hemfikirler.
Kahire, 2022 yılının Ekim ayında Ankara ile Trablus merkezli Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) arasındaki deniz sınırlarına ilişkin yeni düzenlemeye karşı çıkarak bu yaklaşımını ortaya koydu.
Bununla birlikte Kahire'nin 11 Aralık'ta deniz sınırlarının belirlenmesine yönelik tek taraflı kararı, Ankara'ya doğrudan bir mesajdı.
Kahire, bu mesajla Türkiye ile herhangi bir yakınlaşmanın Mısır'ın Doğu Akdeniz'deki politikasını büyük ölçüde değiştirmeyeceğinin altını çizdi.
La Fortezza'ya göre Kahire'nin diyalog girişimlerine ve bölgede daha fazla istikrar için gerilimin azaltılmasının gerekmesine rağmen Türkiye ile Mısır ilişkilerinde, Türkiye'nin iddialarını tanıyan bir deniz sınırı anlaşması için gereken somut bir iyileşmenin önünde halen çeşitli engeller bulunuyor.
Türkiye'nin Libya'daki askeri varlığının ve Mısır ile Türkiye'nin Libya'da izledikleri farklı stratejinin yanı sıra Ankara'nın Kahire'nin terör örgütü olarak sınıflandırdığı Müslüman Kardeşler'e verdiği desteğin de bu engeller arasında olduğuna şüphe olmadığı değerlendirmesinde bulunan La Fortezza, bu yüzden Mısır'ın başta Yunanistan ve GKRY ile yapılanlar olmak üzere bu tür anlaşmalardan vazgeçmesinin pek olası olmadığını vurguladı.
La Fortezza, Yunanistan ve Mısır'ın son yıllarda ilişkilerini güçlendirmesinin, Doğu Akdeniz'deki enerji kaynaklarını geliştirmek için yakın iş birliği yapmasının, terörle mücadele çerçevesinde istihbarat paylaşmasının ve sık sık ortak askeri tatbikatlar gerçekleştirmesinin şaşırtıcı olmadığını da sözlerine ekledi.
Ayrıca, Mısır'ın anlaşmalara bağlı kalmaktaki kararlılığının müttefiklerine güven verdiğini söyleyen Andreas Mavroyannis, GKRY ve Mısır örneğinde BMDHS'e göre her iki ülkenin de tam haklara sahip olduğunu belirterek, "Bu yüzden BMDHS'in 74. maddesinde belirtilen adil sonuca ulaşılmıştır. Bunun için söz konusu anlaşmanın müzakere edilmedi ve onaylanmasına ilişkin tartışma yapılmadı" diye konuştu.
Mavroyannis, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Eğer Mısır da uluslararası hukuku hiçe sayarak Türkiye gibi davransaydı ve yayılmacı bir politika izleseydi bölgede daha fazla hak iddia edebilirdi. Çok mutluyuz çünkü Mısır sadece bunları yapmamakla kalmadı, aynı zamanda uluslararası hukuka da saygı duyuyor. Eğer Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin yaklaşımı uygulanırsa, o zaman deniz, kuzeyde Türkiye ve güneyde Mısır arasında ortadan bölünmeli ve aralarında hiçbir şey olmamalı. Bu durumda Mısır, tüm komşularını bir kenara itip daha iyi bir anlaşma yapmış olabilir. Türkiye de Mısır'ı hukuka saygılı davranmak ve BMDHS çerçevesinden uzaklaştırmak için bunu kullanıyor."
Bölge ülkelerinin bu yaklaşıma karşı çıktığını söyleyen Mavroyannis, bu yüzden mevcut anlaşmaların uluslararası hukuka en uygun anlaşmalar olduğunu belirtti.

İki ülke arasındaki ilişkileri sürdürme çabası
Türkiye için Doğu Akdeniz'deki durumun karmaşık olmasına rağmen Kahire Ankara ile ilişkileri ilerletmeye ve Türkiye'nin 2013 yılında Mısır halkının iradesine karşı saygısız tutumunun ardından bozulan ilişkileri düzeltmeyi istiyor.
Ahmed Kandil, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İslam hilafetini yeniden kurma hayalleri ve Müslüman Kardeşler'e verdiği destek nedeniyle ilişkileri bozulmadan önce iki ülke arasındaki güçlü bir ticari, savunma ve siyasi iş birliği olduğuna işaret etti.
La Fortezza ise bu bağlamda, Arap dünyasındaki tarihi rolünü koruyabilmesi için Türkiye ile yapıcı bir diyaloga ulaşmasının Mısır'ın çıkarına olduğunu ima etti.
Libya'daki gelişmelerle birlikte Halife Hafter'in konumu artık Trablus'a karşı 2019-2020 yıllarındaki kadar güçlü olmadığından, Kahire ile Ankara arasında daha fazla diyaloga ihtiyaç olduğunun altını çizen La Fortezza, Mısır'ın içinde bulunduğu ekonomik zorlukların da Kahire'yi Ankara'ya yönelik daha gerçekçi ve daha az ideolojik bir politika uygulamaya ittiğini söyledi.
Kahire, Ankara'nın tüm bölgesel siyasette ve Ukrayna'daki arabuluculuk çabalarında önemli bir ortak olduğunun gayet iyi farkındadır.
Türkiye ilgili askeri, siyasi ve diplomatik yeteneklere sahip önemli bölgesel bir aktör ve her şeyden önce NATO üyesi olması nedeniyle Batı düzenin bir parçası olmaya devam ediyor. 

Independent Türkçe



ABD-Suriye ilişkileri: İnişler, çıkışlar ve iç içe geçmiş jeopolitik çıkarlar

Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
TT

ABD-Suriye ilişkileri: İnişler, çıkışlar ve iç içe geçmiş jeopolitik çıkarlar

Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)

Tarık Ali

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın önümüzdeki günlerde ABD’yi ziyaret ederek Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’na hitap etmesi bekleniyor. Şara, 1967 yılında Salah Cedid liderliğindeki hareket tarafından desteklenen koalisyon başkanı Nureddin el-Attasi'nin yaptığı son konuşmadan bu yana, yaklaşık 60 yıldır ABD’de ve özellikle de BM’de konuşma yapan ilk Suriye Cumhurbaşkanı olacak. Attasi, Hafız Esed ve Baasçı askeri cunta tarafından 1966 yılında ‘Şubat Hareketi’ olarak bilinen, selefi Emin el-Hafız'a karşı kanlı bir darbenin ardından iktidara gelmişti.

hyu76ı
Attasi, uzun süre iktidarda kalamadı (Wikipedia)

Attasi, Suriye'de uzun süre iktidarda kalamadı. Baba Esed, konumunu sağlamlaştırır sağlamlaştırmaz, aynı süreci tekrarladı ve devrimci yoldaşlarının ve siyasi projesinin geri kalan üyelerini, başta Cumhurbaşkanı Attasi ve seçkin komutan General Salah Cedid, Subay İşleri Ofisi Direktörü ve Baas Partisi Bölge Sekreteri olmak üzere herkesi iktidardan indirdi. Onları 16 Kasım 1970'te ‘Düzeltici Hareket’ adı verilen darbe ile Mezze Askeri Hapishanesi’ne gönderdi. Esed daha sonra Ahmed Hasan el-Hatib’i iktidara getirdi ve ne askeri ne siyasi geçmişi olmasına rağmen üç ay boyunca cumhurbaşkanlığı görevini ona emanet etti. Ardından herhangi rakibinin olmadığı bir referandum düzenledi. Esed, 1971 yılında yapılan referandumda oyların yüzde 99'undan fazlasını alarak cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu.

ABD’yi hiç ziyaret etmeyen başkan

Baba Esed 2000 yılının haziran ayında öldüğünde, 30 yıl boyunca iktidarda kalmasına rağmen ABD’ye hiç ayak basmadan görevini bırakan devlet başkanı olarak tanımlandı. Çünkü üst düzey başkanlar ve yetkililer, çözülmemiş sorunları çözmek için Şam'a seyahat etmişlerdi. Babasının izinden giden (Suriye’nin devrik Devlet Başkanı) Beşşar Esed de görevde olduğu süre içinde hiçbir zaman ABD topraklarına ayak basmadı.

Suriye’de 1963 yılının Mart ayında gerçekleşen askeri darbenin ve 1970 yılındaki ‘Düzeltme Hareketi’ adlı darbenin babası, Marksizmin meyvelerini toplamak umuduyla, erken dönem siyasi idolü (Sovyetler Birliği’nin ilk devlet başkanı) Vladimir Lenin’den ve onun 1917 yılında gerçekleştirdiği Bolşevik Devrimi'nden sürekli ilham almaya çalıştı. Bazen başarılı olsa da (Arjantinli Marksist devrimci) Ernesto Che Guevara (merhum Küba Devlet Başkanı) Fidel Castro ve (merhum Venezuela Devlet Başkanı) Hugo Chávez ile karşılaştırılabilir bir örnek olmaya ve Araplar için merhum Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'ın halefi olarak konumlanmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Burada başarısızlığın nedenleri sayısız denecek kadar çok. Fransız filozof Jean-Jacques Rousseau'nun fikirlerine ve devrimci Napolyon’un düşüncesine dayanan bir sosyal sözleşmeden ilham almaya çalıştığında bile, (Fransız Devrimi sırasında zulmün sembolü haline gelen bir Fransız kalesi) Bastille'ın duvarlarını yıkmak yerine Sednaya Hapishanesi'nin duvarlarını inşa etmeye başladı.

vfd
Hafız Esed’in 1971 yılında Suriye'de iktidara gelişinden sonra Suriye-ABD ilişkileri karmaşık, çetrefilli ve çifte standartların hakim olduğu bir döneme girdi (Independent Arabia)

Tüm bu sebeplerden dolayı, ABD topraklarına hiç ayak basmadan ölmeyi arzularken, Kasiyun Dağı'nın eteklerindeki sarayından bölgedeki ipleri elinde tutuyordu. Bu durum, oğlu Beşşar’ın politikalarının aksine, açık bir gerçekti. Başlangıçta Beşşar’ın devlet başkanı olması planlanmamıştı. Ağabeyi Basil 1994 yılında Şam Uluslararası Havaalanı yolunda ani bir trafik kazasında ölmeseydi, belki de o koltuğa hiç oturamayacaktı.

Son konuşma

1967 haziranındaki yenilginin ardından Suriye Cumhurbaşkanının BM’de yaptığı son konuşmanın nadir bulunan bir kaydına Independent Arabia ulaştı. Attasi, BM Genel Kurulu’na hitap ettiği kısa konuşmasında şunları söylüyordu:

“İsrail, Arap vatanımızın yeni bölgelerine kolonyal bir işgal gerçekleştiriyor. Bu saldırganlığı kınamak ve etkilerini kısıtlamak ve ön koşul olmaksızın tamamen ortadan kaldırmak için bugün BM Genel Kurul tarafından temsil edilen küresel vicdana olan güvenimizi ifade etmek üzere buradayız. Tüm Arap ve barışsever halklar bu toplantıyı sabırsızlıkla bekliyorlar.”

Daha sonra bazı politikacılar ve büyükelçiler, Attasi’nin konuşmasının, on yıllardır ülkeyi domine eden aynı ‘Baasçıların mürekkebiyle’ yazılmış olduğu değerlendirmesinde bulundular.

Sovyetler Birliği

Leonid Brejnev, 1964 yılında, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliği görevini üstlendi. Ta ki 1984 yılına kadar bu görevde kaldı. Suriye'nin en kötü saha, siyasi ve askeri koşullarını yaşadığı ve Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) ile çatıştığı bir dönemde Hafız Esed'in güvenilir bir müttefiki ve ortağı idi. Esed, uluslararası, askeri ve bazen de mali ihtiyaçlarını karşılayan bu güçlü ittifaka bağlı kalmaya devam etti ve Doğu bloğuna açık bir eğilim gösterdi. İki taraf arasındaki ilişkinin gücü, karşılıklı ziyaretlerin sayısından ve Brejnev'in ulusal kurtuluş güçlerine verdiği destekten anlaşılabilir. Buna, ekonomik olarak desteklediği ve bir şekilde altyapısını geliştirdiği Suriye de dahildi. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu durum, Rus liderin Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkına uygun olarak Arap-İsrail çatışmasını çözme girişiminin de önünü açtı.

Bu yakın ortaklık, Mikhail Gorbaçov'un Sovyetler Birliği'nde iktidara gelmesine kadar devam etti. Bu dönemde, iç ve dış reform projeleri gibi çeşitli faktörlerin etkisiyle Sovyetler Birliği'nin çöküşü yaşandı ve Sovyetler Birliği’nin müttefiki Suriye ve Hafız Esed rejimi ile iş birliği, glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılandırma) politikaları altında asgari düzeye indirildi. Bu iki politika Sovyetler Birliği'nin çöküşüne yol açarak Suriye'nin Doğu bloğundaki stratejik projesine ciddi zarar verdi.

Karmaşıklık aşaması

Hafız Esed’in 1971 yılında Suriye'de iktidara gelişinden sonra Suriye-ABD ilişkileri karmaşık, çetrefilli ve çifte standartların hakim olduğu bir döneme girdi. İki ülkenin çıkarları, başta Doğu ve Batı blokları arasındaki Soğuk Savaş, Arap-İsrail çatışması, Lübnan iç savaşı, İran’daki İslam devrimi, birinci ve ikinci Körfez savaşları ve Müslüman Kardeşler meselesi olmak üzere birçok hassas konuda sık sık çatıştı. Diğer konular arasında 11 Eylül olayları, Suriye'nin Lübnan'daki varlığı, Irak'ın işgali ve 2011 Suriye devrimi sayılabilir.

Merhum ABD Başkanı Richard Nixon 1974 yılında, eşi Pat ve Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile birlikte 1967 Arap-İsrail Savaşı'ndan beri devam eden bir anlaşmazlığın ardından Şam'ı ziyaret etti. Ziyaretin amacı, iki ülke arasındaki stratejik ilişkileri canlandırmaktı. ABD, 1979'da Suriye'ye ‘terörü destekleyen ülke’ olarak nitelendirerek yeniden yaptırımlar uygulayana kadar her şey yolunda gidiyordu. ABD, Şam rejimine silah ve ileri teknoloji ekipman satışını yasakladı, finansal ve ticari kısıtlamalar getirdi.

Suriye, 1980'li yıllarda ABD’nin isteklerinin aksine, Irak'a karşı savaşta İran'ın yanında yer aldı. Ancak, 1990'larda Amerika'nın istekleri doğrultusunda, Irak'ın Kuveyt'i işgaline karşı Kuveyt'in yanında yer alarak konumunu düzeltmeye çalıştı. Suriye 1991 yılında dönemin Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'e karşı uluslararası koalisyona katılsa da bu durum Batı'nın tutumunu değiştirmedi.

Durum 1993 yılında Bill Clinton'ın ABD başkanı olmasına kadar bu şekilde devam etti. Clinton, başkanlık görevini 2001 yılına kadar sürdürdü. Bu dönemde Clinton, İsrail ile barış sürecini ilerletmeye çalıştı. Bu çabaları bazen başarılı olsa da o döneme ait kayıtlarda da belgelendiği üzere Hafız Esed'in uzlaşmaz tavrı nedeniyle bazen de başarısızlıkla sonuçlandı.

Beşşar Esed'in ABD ile istihbarat bağlantıları kurma girişimlerine rağmen, 2001 yılında New York'taki Dünya Ticaret Merkezi'ne düzenlenen saldırıların ardından ABD'nin Ortadoğu politikası tamamen değişti. Bu durum, 2000 yılında babasının ölümünün hemen ardından dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ile kapalı kapılar ardında yaptığı uzun görüşmenin ardından, ABD’nin onun iktidara gelmesini sağlayan rolü de Beşşar Esed’e yardımcı olamadı.

Küresel terör saldırılarının ardından, George W. Bush ABD’de iktidara geldi ve Beşşar Esed'i aşırılıkçı ‘kötülük ekseninin’ bir direği olarak gördü. Bush, sekiz yıllık iktidarı boyunca, Suriye'yi komşularından tamamen izole etmeye çalıştı. Gerginlik, 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgalinin arifesinde, Esed'in teröristlerin Suriye'den Irak'a güvenli geçişini sağlamasıyla zirveye ulaştı. Sonuç olarak Suriye, bazı yeni yaptırımlara maruz kaldı. Bunu, Suriye'nin Lübnan'daki varlığıyla ilgili yaptırımlar ve 2005 yılının şubat ayında Suriye'nin eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri'yi suikastla öldürmekle suçlanması takip etti.

Barack Obama ABD başkanı olarak seçildiğinde, Suriye ile yeni bir sayfa açmaya çalıştı. Obama, 2010 yılında, deneyimli diplomat Robert Ford'u Şam Büyükelçisi olarak görevlendirdi. Ancak 2011 yılının mart ayı ortalarında Suriye devrimi patlak verdi ve devrik rejimin güçlerinin barışçıl göstericilere uyguladığı muamele, ABD, Avrupa ülkeleri, Arap ülkeleri ve diğer ülkelerin Suriye’ye yaptırımlar yağdırmasına yol açtı. Bu yaptırımlar Rusya, İran ve o dönemde Esed liderliğindeki Suriye hükümetiyle ilişkisi olan tüm ülke, kurum, kuruluş ve kişileri etkiledi. Suriye’ye 2 bin 500'den fazla uluslararası yaptırım uygulanana kadar durum değişmedi, ta ki Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, uluslararası ve bölgesel nüfuzunu kullanarak, Başkan Donald Trump Beyaz Saray'a geldikten sonra Şam ile Washington arasındaki ilişkileri düzeltmek için müdahale edene kadar. Suriye’nin mevcut Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, geçtiğimiz yılın sonlarında Esed rejimini devirerek Suriye'de iktidara geldi. Şara ve Trump, geçtiğimiz ay Suudi Arabistan'da doğrudan bir görüşme bile gerçekleştirdi.

Yeni bir çağ

Trump ile Şara arasında Suudi Arabistan'da, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın da katıldığı tarihi bir toplantı gerçekleşti. Bir sonraki durak, Şara'nın  Suriye'deki son gelişmeler hakkında konuşma yapacağı BM Genel Kurul görüşmeleri olacak. Bu gelişmeler, Trump'ın yakın dostu ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack'ı Suriye özel temsilcisi olarak atadığı bir dönemde gerçekleşti. Bununla birlikte ABD Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Sözcüsü Michael Mitchell, özellikle Şara ile Barrack’ın Şam'da yaptığı son görüşmeden sonra, Washington'ın Suriye ile ilişkilerde ‘yeni bir dönem başlatmak’ istediğini açıkladı.

Mitchell, düzenlediği basın toplantısında, “Bu olay gerçekten tarihi bir olaydı ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi, ABD Başkanı'nın taahhütlerini olağanüstü bir hızla yerine getiriyor. Bu durum, Beyaz Saray'ın, ABD yönetiminin Suriye ile ilişkilerinde ortaklığa ve ikili iş birliğine dayalı yeni bir dönem başlatmak istediğinin açık bir göstergesi” dedi. ABD Başkanı Trump'ın ‘Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra Suriye'nin gereksiz ekonomik yaptırımlardan mustarip olduğunu ve bu yaptırımlar nedeniyle Suriye halkının gerekli yatırımlardan mahrum kaldığını fark ettiğini’ söyleyen Mitchell, “Bu yeni dönem yatırımlara kapı açacak ve ekonomik koşulları iyileştirecek. Bu da Suriye halkına ve bölgeye bir bütün olarak fayda sağlayacak” ifadelerini kullandı.

Öte yandan ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Barrack, ABD’nin Suriye'ye yönelik mevcut politikasının ‘son 100 yıldaki politikalara benzemeyeceğini, çünkü bu politikaların işe yaramadığını’ söyledi. Barrack, ülkesinin önceki on yıllarda izlenen politikalardan farklı bir yönde ilerlediğini vurguladı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.


İsrail, hava saldırılarının yoğunlaşması ve tankların ilerlemesi üzerine Gazze şehrinden ayrılmak için ‘geçici bir koridor’ açtı

TT

İsrail, hava saldırılarının yoğunlaşması ve tankların ilerlemesi üzerine Gazze şehrinden ayrılmak için ‘geçici bir koridor’ açtı

İsrail, hava saldırılarının yoğunlaşması ve tankların ilerlemesi üzerine Gazze şehrinden ayrılmak için ‘geçici bir koridor’ açtı

İsrail ordusunun Gazze şehrindeki kara harekâtını genişletip Gazze Şeridi'ne yönelik hava saldırılarını yoğunlaştırmasıyla birlikte, bugün şafak vakti itibariyle 21’i Gazze şehrinde olmak üzere 33 Filistinli öldürüldü, çok sayıda kişi de yaralandı. İsrail ordusu, dün sabah saatlerinden bu yana Gazze şehrinde ‘150'den fazla hedefi’ bombaladığını duyurdu.

Filistin resmi haber ajansı WAFA, sağlıkçı kaynaklara dayanarak, Gazze Şeridi'nin güneyindeki el-Mevasi'de yerinden edilmiş kişiler için kurulan bir çadırın vurulması sonucu aynı aileden üç kişinin hayatını kaybettiğini bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın WAFA’dan aktardığına göre, bir vatandaş, hamile eşi ve kızı da Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda bir eve düzenlenen İsrail saldırısında öldürüldü. Gazze şehrinin güneyindeki Tel el-Heva mahallesindeki bir apartmana düzenlenen İsrail saldırısında ise iki vatandaş yaşamını yitirdi, çok sayıda kişi de yaralandı.

Haberin devamında şu ifadeler yer aldı: “Gazze şehrinin kuzeybatısındaki Şeyh Rıdvan mahallesinde, Acur Apartmanı’nı hedef alan İsrail saldırısında çok sayıda vatandaş hayatını kaybetti ve yaralandı. İsrail uçakları ayrıca, mahallenin birinci caddesindeki bir evi bombaladı.”

grt
Gazze şehrinde İsrail bombardımanı sonucu yıkılan bir binanın enkazını inceleyen Filistinliler (AP)

Bu arada İsrail ordusu bugün, kara harekâtını genişletip Gazze Şeridi'nin en büyük şehrine yönelik bombardımanı yoğunlaştırmasının ardından, Gazze şehrinde yaşayanların ayrılması için ‘geçici bir geçiş yolu (koridor)’ belirlediğini duyurdu.

İsrail Ordu Sözcüsü Avichay Adraee, X platformu üzerinden yaptığı açıklamada, “Güneye hareketin kolaylaştırılması için Selahaddin Caddesi üzerinden geçici bir koridor açılıyor” dedi. Adraee, koridorun bugün öğlen saatlerinden cuma günü öğlen saatlerine kadar ‘48 saat’ boyunca açık olacağını belirtti.

Selahaddin Caddesi, kuzeyden güneye kıyı şeridine paralel uzanır. Son haftalarda ordu, Gazze Şeridi'nin kuzeyinde bulunan Gazze şehri sakinlerine, şehri ele geçirmeyi amaçlayan bir saldırı başlatmaya hazırlanırken, şehri terk edip Gazze Şeridi'nin güneyinde kurduğu ‘insani yardım bölgesine’ taşınmaları gerektiği konusunda uyarılarını yoğunlaştırdı.

Ordu dün, yoğun ve sürekli bombardımana maruz kalan Gazze şehrinde kara operasyonlarını genişletmeye başladığını doğruladı. Bu açıklama, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından görevlendirilen bağımsız bir uluslararası soruşturma komisyonunun, İsrail'i savaş sırasında Gazze Şeridi’nde ‘soykırım’ yapmakla suçladığı gün yapıldı.

Geçtiğimiz ağustos sonunda BM, Gazze şehri ve çevresinde yaşayanların sayısını yaklaşık bir milyon olarak tahmin etmişti. AFP muhabirlerine göre, son günlerde şehirden yürüyerek, araba, kamyon ve traktörle yoğun bir göç yaşanıyor.

ghyju
Sahil yolunu kullanarak Gazze Şeridi'nin kuzeyinden güneye doğru giden Filistinliler (AP)

İsrail ordusu bugün, Gazze şehrini terk etmek zorunda kalanların sayısının 350 bini aştığını belirterek, birçok Filistinlinin orada kalmaya direndiğini, ancak bölgede sığınacak güvenli bir yer olmadığını vurguladı. Bu bilgi, son günlerde AFP'ye konuşan bölge sakinlerinden alındı.

Saldırıdan önce İsrail ordusu, Gazze şehrinin tüm bölgelerindeki Filistinlilere, İsrail'in Gazze Şeridi’nin güneyinde ‘insani yardım bölgesi’ olarak belirlediği alana gitmelerini emretti. İsrail ordusunun tahminlerine göre, son günlerdeki tahliye hızı günde on binlere çıktı.

Gazze Şeridi'ndeki sağlıkçı kaynaklar, dün şafak vakti itibarıyla İsrail hava saldırıları sonucu 108 kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı.

WAFA, İsrail'in evleri ve konutları hedef alan saldırıları sonucunda Gazze Şeridi'nin kuzeyinde 93, orta kesiminde 9 ve güneyinde 6 kişinin yaşamını yitirdiğini bildirdi.

İsrail'in şehre yönelik bombardımanı bugün erken saatlerde de devam etti. Gazze Şeridi’ndeki Sivil Savunma Müdürlüğü Sözcüsü Mahmud Basal, AFP'ye verdiği demeçte, “Dün gece ile bu sabah arasında işgal güçlerinin Gazze Şeridi'ne düzenlediği bombardımanlarda 12 kişi hayatını kaybetti” dedi. Gazze şehrine düzenlenen saldırı, kuşatma altında bulunan Gazze Şeridi'ndeki felaket niteliğindeki insani durum göz önüne alındığında, uluslararası alanda geniş çapta kınama yarattı. Söz konusu insani durum, BM'nin geçtiğimiz ağustos ayında Gazze'de resmi olarak ‘kıtlık’ ilan etmesine yol açmıştı.

Uluslararası muhalefet

Pekin bugün, İsrail'in operasyonlarının genişletilmesine karşı olduğunu açıkladı. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Lin Jian, “Çin, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki askeri operasyonlarını yoğunlaştırmasına şiddetle karşı çıkıyor ve sivillere zarar veren ve uluslararası hukuku ihlal eden tüm eylemleri kınıyor” dedi.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres dün, İsrail'in Gazze'deki askerî harekâtında ‘sonuna kadar gitmeye’ kararlı olduğunu ve ciddi barış görüşmelerine açık olmadığını söyledi. Bir İsrail askeri yetkilisi dün, ordunun başlattığı harekâtın ‘Gazze şehrine doğru atılan temel adım’ olduğunu söyledi ve şehirde 2 bin ila 3 bin Hamas savaşçısı olduğu yönündeki askeri tahminlere atıfta bulundu. Yetkili, “Güney Komutanlığı, Hamas'ın Gazze Şeridi'ndeki ana kalesi olan Gazze şehrinde kara operasyonunu genişletti” ifadesini kullandı.

cdfvgt

Bu yeni aşamanın duyurusu, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun İsrail ziyaretinin hemen ardından, Yahudi devletinin Hamas liderlerini ve Doha'daki müzakere heyetini hedef almasından birkaç gün sonra geldi. ABD Dışişleri Bakanı, ülkesinin İsrail'in savaşta belirlediği hedefleri, özellikle Hamas'ın ortadan kaldırılması ve rehinelerin kurtarılması konusunda İsrail'e desteğini yineledi. İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir dün yaptığı açıklamada, “Hedefimiz, Hamas'ı kesin olarak yenilgiye uğratana kadar saldırıları yoğunlaştırmak” dedi.

Hamas ise İsrail'in Gazze şehrinde askeri operasyonlarını genişletmesini ‘Gazze'deki Filistin halkına karşı yürütülen soykırım ve sistematik etnik temizlik savaşının yeni bir bölümü’ olarak değerlendirdi.

Gazze şehrinin büyük bir kısmı, İsrail'in aralıksız saldırıları sonucu enkaza dönüştü. AFP'nin dün yayınladığı görüntülerde, gece bombardımanına maruz kalan Gazze'nin kuzeyindeki bir binanın devasa bir enkaz yığınına dönüştüğü görüldü. Genç bir adam, enkaz altında hayatta kalanları bulmak için çaresizce koşturuyordu. Şarku’l Avsat’a konuşan genç adam, “İçeride kadınlar ve çocuklar da dahil olmak üzere yaklaşık 50 kişi vardı. Neden bombaladıklarını bilmiyorum... Neden huzur içinde uyuyan çocukları öldürüp bedenlerini parçalıyorlar? Çocukları parçalar halinde çıkardık” ifadelerini kullandı.

BM'nin güvenilir kabul ettiği Hamas’a bağlı Sağlık Bakanlığı'nın verilerine göre, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik savaşında çoğu sivil olmak üzere en az 64 bin 964 kişi hayatını kaybetti.


Kaynaklar: Suriye ve İsrail, ABD baskısı altında bir güvenlik anlaşmasına varmaya yakın

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, geçen hafta ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Brad Cooper'ı ağırladı. (Suriye Cumhurbaşkanlığı)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, geçen hafta ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Brad Cooper'ı ağırladı. (Suriye Cumhurbaşkanlığı)
TT

Kaynaklar: Suriye ve İsrail, ABD baskısı altında bir güvenlik anlaşmasına varmaya yakın

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, geçen hafta ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Brad Cooper'ı ağırladı. (Suriye Cumhurbaşkanlığı)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, geçen hafta ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Brad Cooper'ı ağırladı. (Suriye Cumhurbaşkanlığı)

Bilgi sahibi kaynaklar, Suriye'nin ABD'nin baskısı altında İsrail ile görüşmeleri hızlandırdığını ve İsrail'in yakın zamanda ele geçirdiği toprakların iadesine yol açmasını umduğu bir güvenlik anlaşmasına varmayı hedeflediğini, ancak bunun kapsamlı bir barış antlaşması anlamına gelmeyeceğini belirtti.

Reuters'a konuşan dört kaynak, Washington'un dünya liderlerinin ay sonunda New York'ta Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu için bir araya gelene kadar yeterli ilerleme sağlanması için baskı yaptığını ve bunun ABD Başkanı Donald Trump'ın bir atılım duyurmasına olanak tanıyacağını söyledi.

Kaynaklar, aylar süren görüşmelerde İsrail'in sert tutumuna ve ülkede bölünme çağrılarına yol açan güneydeki mezhepsel şiddetin ardından Suriye'nin zayıflamış konumuna işaret ederek, mütevazı bir anlaşmanın bile bir başarı olacağını ifade etti.

dfgty
Suriye Dışişleri Bakanı Esad Hasan eş-Şeybani, Şam'da düzenlenen basın toplantısında ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ı dinliyor. (AFP)

Reuters, görüşmeler ve İsrail'in güney Suriye'deki operasyonları hakkında bilgi sahibi dokuz kaynakla görüştü. Kaynaklar arasında Suriyeli askeri ve siyasi yetkililer, iki istihbarat kaynağı ve bir İsrailli yetkili bulunuyor.

Kaynaklar, Suriye'nin önerisinin İsrail güçlerinin son aylarda ele geçirdikleri topraklardan çekilmesini, 1974 ateşkesinde kararlaştırılan tampon bölgenin silahsızlandırılmış haliyle yeniden kurulmasını ve İsrail'in Suriye'ye yönelik hava saldırıları ve kara harekatlarının durdurulmasını amaçladığını bildirdi.

Kaynaklar, görüşmelerde İsrail'in 1967 savaşında işgal ettiği Golan Tepeleri'nin statüsünün ele alınmadığını belirtti. Şam'ın tutumuna aşina bir Suriyeli kaynak, bu konunun ‘ileri bir tarihe’ bırakılacağını söyledi. Tel Aviv'deki bir kaynak ise “İsrail fazla bir şey teklif etmiyor” yorumunda bulundu.

dfghyju
Suriye'nin Şam kırsalındaki savaşın yıkıma uğrattığı Duma kasabasında eski lastiklerle oynayan Suriyeli çocuklar (AP)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve müzakereleri yürüten Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer'in ofisleri Reuters'ın sorularına yanıt vermedi.

ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkili, Washington'un ‘İsrail, Suriye ve komşuları arasında kalıcı istikrar ve barış getirecek her türlü çabayı desteklemeye devam ettiğini’ söyledi. Yetkili, ABD'nin BM Genel Kurulu sırasında bir atılım açıklamayı düşünüp düşünmediğine ilişkin soruları yanıtsız bıraktı.

h
25 Temmuz'da Süveyda şehrinde Dürzi savaşçılar, Bedevi kabileler ve hükümet güçleri arasında çıkan kanlı çatışmaların ardından imha edilmiş bir tank (Reuters)

Diğer yandan Suriyeli bir askeri yetkili dün AFP'ye yaptığı açıklamada, Suriye güçlerinin İsrail'in silahsızlandırılmasını talep ettiği ülkenin güneyinden ağır silahlarını çektiğini söyledi.

İsmini vermek istemeyen yetkili, “Suriye güçleri ağır silahlarını Suriye'nin güneyinden çekti” dedi. Yetkili, operasyonun Süveyda'daki şiddet olaylarının ardından ‘iki ay önce başladığını’ açıkladı. Bu olaylar sırasında İsrail, Dürzilerin çoğunlukta olduğu bölgeye konuşlandırılan hükümet güçlerinin araçlarını hedef almıştı.

Şam'daki bir diplomatik kaynak, ağır silahların geri çekilmesinin ülkenin güney bölgesini kapsadığını ve ‘Şam'ın yaklaşık 10 kilometre güneyine kadar uzandığını’ bildirdi.

İsrail, Suriye'deki askeri tesislere yüzlerce hava saldırısı düzenleyerek, amacının yeni yetkililerin eski ordunun silahlarını ele geçirmesini önlemek olduğunu iddia etti. Ayrıca, Suriye'nin güneyinde ‘terörist’ faaliyetlerde bulunan şüphelilerin yakalandığını ve kara operasyonları düzenlendiğini defalarca duyurdu.

sdfrgt
Suriye ve İsrail arasında bulunan Golan Tepeleri'ndeki askerden arındırılmış bölge (Arşiv – Reuters)

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara geçtiğimiz hafta devlet televizyonuna yaptığı açıklamada, Şam'ın İsrail ile Beşşar Esed'in devrilmesinden sonra işgal ettiği bölgelerden çekilmesi için bir anlaşma imzalamak üzere müzakere halinde olduğunu söyledi.

“Şu anda müzakere ve görüşme sürecindeyiz” diyen eş-Şara, ‘Şam'ın başından beri anlaşmaya bağlı kalacağını açıklamasına rağmen’, İsrail'in eski rejimin devrilmesini Suriye'nin 1974 anlaşmasından çekilmesi olarak gördüğünü ifade etti. Şarku’l Avsat’ın Suriye devlet televizyonundan aktardığına göre eş-Şara, “İsrail'in 8 Aralık öncesindeki durumuna geri dönebilmesi için güvenlik anlaşması konusunda müzakereler devam ediyor” dedi.

İsrail ve Suriye arasında diplomatik ilişkiler bulunmuyor ve iki ülke 1948'den beri savaş halinde. Ancak, son aylarda iki taraf ABD'nin arabuluculuğunda görüşmeler gerçekleştirdi.

Suriye devlet medyası, geçtiğimiz ağustos ayında Dışişleri Bakanı Esad Hasan eş-Şeybani'nin Paris'te İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer ile bir araya gelerek kanlı şiddet olaylarının ardından Süveyda'daki gerginliğin yatıştırılması konusunu görüştüğünü bildirdi. Şam'daki bir diplomatik kaynak, “19 Eylül'de Bakü'de İsrail-Suriye toplantısının yapılacağını” ifade etti.