Kanalizasyon suyu arıtma teknolojisi, küresel çapta yaşanan zorluklarla mücadelede kullanılacak

Teknoloji, su güvenliği krizleri ve Kovid-19 salgını ile mücadeleye katkıda bulundu.

Kanalizasyon suyunun yüksek kalitede arıtılmasının, suyun ev içi tüketim ve sulama için uygun hale getirebileceği belirtiliyor.
Kanalizasyon suyunun yüksek kalitede arıtılmasının, suyun ev içi tüketim ve sulama için uygun hale getirebileceği belirtiliyor.
TT

Kanalizasyon suyu arıtma teknolojisi, küresel çapta yaşanan zorluklarla mücadelede kullanılacak

Kanalizasyon suyunun yüksek kalitede arıtılmasının, suyun ev içi tüketim ve sulama için uygun hale getirebileceği belirtiliyor.
Kanalizasyon suyunun yüksek kalitede arıtılmasının, suyun ev içi tüketim ve sulama için uygun hale getirebileceği belirtiliyor.

Suyun arıtılarak yeniden kullanılması planlarına ynelik destek giderek artıyor. Hafife alınmayacak derecede küresel bir tehdit oluşturan su kıtlığı sürerken iklim değişikliği bu olgunun daha da kötüleşeceğine işaret ediyor. Kral Abdullah Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’nin (KAUST) Su Arıtma ve Yeniden Kullanım Merkezi’ne bağlı Bilim, Mühendislik ve Çevre Bilimleri Bölümü’nde görev alan mikrobiyolog Dr. Peiying Hong’a göre kanalizasyon suyunun arıtılması, söz konusu krize gerçekçi bir çözüm olabilir.

Kanalizasyon suyunu arıtma
Dr. Hong An, kanalizasyon suyunun yüksek kalitede arıtılmasının, suyun ev içi tüketim, ekinlerin veya bahçe bitkilerinin sulanması gibi çeşitli kullanımlarda uygun hale gelmesini sağlayacağını açıkladı.
Dr. Hong An sözlerini şöyle sürdürdü:
“Deniz suyunun tuzdan arındırılması, Suudi Arabistan’ın ve bölgedeki diğer su kıtlığı çeken ülkelerin ulusal su güvenliğini sağlamasına yardımcı oldu. Ancak aslında işe yaramaz olarak görülmemesi gereken kanalizasyon suyun arıtılması da su güvenliğine katkıda bulunabilir.”
Dr. Hong An, bu suyun yüzey veya yeraltı sularından bile daha saf bir hale getirebilecek arıtma seçenekleri olduğunu belirttiği açıklamasını şöyle sürdürdü:
“Ters ozmoz membranlarının kullanıldığı membran ayırma süreçleri gibi teknolojiler, su molekülleri dışında neredeyse her şeyi arındırır. Ardından arıtılan su tekrar kullanılabilir ve hatta içme suyu olarak bile kullanılabilir.”
Dr. Hong An’ın kanalizasyon suyuna olan ilgisi Singapur’daki doktora çalışmaları sırasında başladı. Araştırmacı açıklamasında “İşim gereği hayvan ve insan dışkısı örnekleri kullandım. Sonra dışkıdaki mikroorganizmaları inceleyerek, konağın sağlığına dair şaşırtıcı sonuçlar elde ettim. Yıllardır, çoğu kanalizasyon suyunu oluşturan çeşitli dışkı maddeleriyle uğraştım” dedi. Dr. Hong An’ın araştırma ekibi, kanalizasyonun suyunun yeniden kullanımı için arıtma işlemlerini iyileştirmeye odaklandı. Araştırmacı süreci şöyle anlattı:
“Enerji açısından son derece verimli bir şekilde arıtma potansiyeline sahip teknolojiler geliştirmeye çalışıyoruz. Bu, yüksek kaliteli suya sürdürülebilir bir şekilde ulaşmamızı sağlayacak. Aynı zamanda, kanalizasyon suyunda bulunabilecek yeni ortaya çıkan mikrobiyal kirleticileri inceliyoruz ve suyun güvenli bir şekilde yeniden kullanılabilmesini sağlamak için bu kirleticileri ortadan kaldıracak teknolojileri araştırıyoruz.”

Mikrobiyal kirleticilerin arındırılması
Kovid-19 salgını dünyayı vurduğunda, sağlığa yönelik bu yeni tehdidi anlamak, Dr. Hong An’ın araştırmasının odak noktası haline geldi. Ekibi, mikroplar hakkında bilgi edinmek için geçtiğimiz yıllarda kanalizasyon suyundan örnekler almıştı. Dr. Hong An konuya dair şunları söyledi:
“Sanki bir dedektif gibi her zaman kanalizasyon suyundan elde edilen bilgilerde derine inmeye çalışıyorum. Gerek bakteriyel gerekse viral ne tür mikrobiyal kirleticiler içerebileceğini bulmaya çalışıyorum. Bunun başarılması halinde, yerel toplumda halk sağlığını tehdit eden bir sonraki salgını tahmin edebiliriz.”
Dr. Hong An’ın araştırma ekibi kısa süre sonra, 2020’nin başlarında SARS-CoV-2 virüsünün izlerini araştırmak için kanalizasyon suyu örnekleri toplamaya başladı.
Kral Abdullah Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’nin (KAUST) genel merkezinin yakınında topladıkları numuneler sayesinde, üniversite kampüsünde virüsle mücadele edebildiler. Dr. Hong An konuya dair yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
“Herhangi bir eğilimi izlemek ve yerel toplulukta enfeksiyon oranlarında önemli bir ani artış olup olmadığını belirlemek amacıyla, üniversitenin kanalizasyon suyunu test ettik ve çok miktarda SARS-CoV-2 RNA’larının olup olmadığına baktık. Bu, karar alma süreçlerini kolaylaştıracak şekilde, zamanında bilgi sağlayabildiğimiz anlamına geliyordu.”
Yerel toplulukları SARS-CoV-2 virüsünün RNA’sını izleyerek uyarı veren bir erken uyarı sistemine ilişkin, kanalizasyon suyunun gizli potansiyeline yönelik ilgi arttı. Zira herhangi bir topluluğun sağlık durumu ve yaşam tarzı, kanalizasyon sularına yansıyor. Dr. Hong An konuya dair şunları söyledi:
“Bu tür bir örneklerin bize verebileceği bilgiler beni hala şaşırtıyor. Şimdi ihtiyacımız olan şey, bu araştırmadaki faydaları daha iyi anlamak için, ilgili paydaşları dahil ederek erişimimizi genişletme ve buradan elde edilen sonuçların nasıl yorumlanacağını ve bunlardan nasıl yararlanılacağının mekanizmasının belirlenmesidir.”



Bilim doğruladı: Kalbin kırılması insanları gerçekten öldürebilir

Yakınını kaybedip yasını sürekli yüksek seviyelerde yaşayanların ölme olasılığı, düşük düzeylerde yas tutanlara göre yüzde 88 daha fazla (Unsplash)
Yakınını kaybedip yasını sürekli yüksek seviyelerde yaşayanların ölme olasılığı, düşük düzeylerde yas tutanlara göre yüzde 88 daha fazla (Unsplash)
TT

Bilim doğruladı: Kalbin kırılması insanları gerçekten öldürebilir

Yakınını kaybedip yasını sürekli yüksek seviyelerde yaşayanların ölme olasılığı, düşük düzeylerde yas tutanlara göre yüzde 88 daha fazla (Unsplash)
Yakınını kaybedip yasını sürekli yüksek seviyelerde yaşayanların ölme olasılığı, düşük düzeylerde yas tutanlara göre yüzde 88 daha fazla (Unsplash)

Harriette Boucher 

Yeni bir araştırma, yakınını kaybedip yoğun ve uzun süreli yas semptomlarından muzdarip olan kişilerin, sevdiklerinin ölümünden sonraki 10 yıl içinde ölme ihtimalinin, neredeyse iki kata ulaştığını ortaya koydu.

Danimarka'daki araştırmacılar, yakınını kaybedip sürekli yüksek düzeylerde yas tutanların, yasını daha düşük seviyelerde yaşayanlarla kıyasla, sağlık hizmetlerini daha fazla kullandığını ve ölme olasılığının yüzde 88 daha fazla olduğunu buldu.

Araştırmacılar, sevdiklerini kaybedenlerin yaşadığı 5 yas güzergahını tanımladı ve en ciddi şekilde etkilenenlerin daha erken ölme olasılığının daha yüksek olduğunu tespit etti.

Araştırma makalesinin yazarlarından Dr. Mette Kjærgaard Nielsen şu ifadeleri kullandı:

Yüksek yas semptomu seviyeleriyle; kalp damar hastalıkları, akıl sağlığı sorunları ve hatta intiharda görülen daha yüksek oranlar arasında bir bağlantı olduğunu daha önce bulmuştuk. Ancak ölümle ilişkisi daha fazla araştırılmalı.

Bilim insanı, "yüksek" bir yas güzergahına dair risk altında olan kişilerin erken fark edilebileceğini de söyledi:

Bir pratisyen hekim akıl sağlığına dair diğer ciddi rahatsızlıklar ve depresyonun eski belirtilerini arayabilir. Daha sonra bu hastalara kendileri özel takip sunabilir veya onları psikologların özel muayenehanelerine ya da ikinci basamak sağlık kuruluşlarına yönlendirebilirler.

Dr. Nielsen, "Pratisyen hekimler ayrıca yakınını kaybedenlerin ruh sağlığına odaklanılacak bir takip randevusu da önerebilir" dedi.

Bilim insanları, 2012'den bu yana yakınlarını kaybetmiş, yaş ortalaması 62 olan 1735 adet kadın ve erkeği 10 yıl boyunca Danimarka'da izledi. Bu süre zarfında bu kişilere, semptomlarını ve deneyimlerini değerlendiren bir dizi anket gönderildi ve araştırmacılar bunlarla katılımcıların sürekli olarak hangi düzeyde keder yaşadığını belirledi.

Grubun yüzde 66'sı yakın zamanda partnerini, yüzde 27'si bir ebeveynini ve yüzde 7'si de çok sevdiği bir başka kişiyi kaybetmişti.

Sürekli olarak yüksek düzeylerde yas belirtileri yaşayan yüzde 6'lık kesimin 10 yıl içinde ölme olasılığı, sürekli olarak düşük yas belirtileri gösterdiğini bildiren yüzde 38'e kıyasla yüzde 88 daha yüksekti.

Yüksek güzergahta olanların, yakınlarını kaybetmesinin üzerinden üç yıl geçtikten sonra sağlık hizmeti alma olasılıkları da daha yüksek çıktı.

Bu grubun konuşma terapisi veya diğer akıl sağlığı hizmetlerini alma ihtimalleri yüzde 186, antidepresan reçetesi yazılma olasılıkları yüzde 463, yatıştırıcı ya da kaygı giderici ilaç reçetesi alma ihtimalleri de yüzde 160 daha fazla.

 Independent Türkçe,independent.co.uk/news