Arap zirveleri... Kararlar ve dönüşümler tarihi

80 yılda ‘normal ve acil durumlar ortasında’ 46 toplantı yapıldı.

Kral Faysal ve Cezayir Devlet Başkanı Huari Bumedyen, 1974’te düzenlenen Rabat Zirvesi’nde bir araya geldiler. (Getty)
Kral Faysal ve Cezayir Devlet Başkanı Huari Bumedyen, 1974’te düzenlenen Rabat Zirvesi’nde bir araya geldiler. (Getty)
TT

Arap zirveleri... Kararlar ve dönüşümler tarihi

Kral Faysal ve Cezayir Devlet Başkanı Huari Bumedyen, 1974’te düzenlenen Rabat Zirvesi’nde bir araya geldiler. (Getty)
Kral Faysal ve Cezayir Devlet Başkanı Huari Bumedyen, 1974’te düzenlenen Rabat Zirvesi’nde bir araya geldiler. (Getty)

Bazıları tarihlerini ortak Arap eyleminin sayfalarına kazımış olan Arap zirveleri, uzun bir istişareler, müzakereler ve dönüşümler tarihine damgasını vururken, bazı zirveler de fark edilmeden Arap hafızasından geçti. 80 yıl boyunca Arap liderler, dört Arap ekonomi ve kalkınma zirvesine ek olarak 31 normal ve 15 acil durum zirvesi dahil olmak üzere 46 zirve düzenlediler.

Kurulduğu ilk on yılda Arap zirvelerinin çarkı yavaş döndü. Arap Birliği kayıtları, Mayıs 1946’da Arap Birliği’nin yedi kurucu devleti olan Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Yemen, Irak, Lübnan ve Suriye’nin katılımıyla, Mısır Kralı 1. Faruk’un daveti üzerine yapılan İskenderiye zirvesini ilk zirve olarak tanımıyor. Aksine Arap zirvelerinin sayımı tam on yıl sonra, ‘Mısır’ı üçlü saldırganlığa karşı desteklemek, bu saldırganlığa karşı Mısır’ın yanında durma çağrısı yapmak ve Süveyş Kanalı üzerindeki egemenliğini teyit etmek’ amacıyla Lübnan’ın başkenti Beyrut’un ev sahipliği yaptığı 1956 zirvesinden sonra başlıyor.

Arap atmosferini temizlemek

Arap liderler, sonraki altı yıl boyunca 1964’te Kahire’de bir sonraki zirvelerini yapmak için beklediler. Tarihçiler bunu ‘Arap ortak eyleminin gidişatında tarihi bir değişiklik’ olarak nitelendiriyor. O yıl, ilki acil durum çerçevesinde ocak ayında Kahire’nin ev sahipliğinde ve ikincisi aynı yılın Eylül ayında İskenderiye şehrinde olmak üzere iki zirve düzenlenmesi dikkat çekici.

Siyaset bilimi profesörü ve Arap Birliği Arap Araştırmaları Enstitüsü eski dekanı Dr. Ahmed Yusuf Ahmed, Arap atmosferinin temizlenmesine ilişkin yorumunda en etkili Arap zirvelerinden biri olan 1964 Kahire Zirvesi’ne odaklandı. Profesör, o dönemin benzeri görülmemiş düzeyde Arap- Arap çatışmalarıyla dolu olduğunu hatırlatarak şunları söyledi:

“1961’deki ayrılığın ardından Mısır-Suriye tıkanıklığına ek olarak, Kuveyt’i ilhak etmek isteyen Irak rejiminin politikalarına karşı bir Arap tıkanıklığı, Yemen devrimi olaylarının arka planında bir Mısır- Suudi Arabistan ayrışması vardı. Ayrıca sınır anlaşmazlıkları nedeniyle Cezayir- Fas silahlı çatışması yaşanıyordu. Aynı zamanda, İsrail’in Ürdün Nehri’nin yönünü değiştirme projeleri hız kazanmıştı.”

Ahmed, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamasını şöyle sürdürdü:

“O zirvenin seyri, liderlerinin o dönemde İsrail projeleriyle başa çıkamamasının bir sonucu olarak Arap ordularının genelkurmay başkanlarının ayağa kalkmalarına tanık oldu. Bu da Veliaht Prensi gönderen Libya Kralı dışında tüm Arap liderlerin katıldığı bir acil durum zirvesinin toplanmasına neden oldu.”

Zirve, Arap ülkeleri arasındaki atmosferi kayda değer bir şekilde temizlemeye ve ortak bir Arap askeri komutanlığı oluşturmaya ek olarak İsrail projelerine karşı alternatif Arap projeleri geliştirmede rol oynadı. İstisnasız tüm Arap ülkeleri bu liderliği oluşturmak için üzerine düşeni yaptı. Aynı şekilde zirve, Filistin halkının ‘meşru temsilcisi’ olmaya devam eden Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) de temellerini attı.

Ürdün Kralı Hüseyin, 1967’de Hartum’da düzenlenen ‘Üç Hayır’ zirvesine katıldı. (Getty)
Ürdün Kralı Hüseyin, 1967’de Hartum’da düzenlenen ‘Üç Hayır’ zirvesine katıldı. (Getty)

‘Üç hayır’ zirvesi

Arap zirveleri her yıl yapılırken Arap hafızalarında Ağustos 1967’deki Hartum zirvesinin, yani ‘Üç Hayır; Uzlaşmaya hayır, tanımaya hazır ve müzakereye hayır’ zirvesinin özel bir yeri var.

Dr. Ahmed, bu zirveye eşlik eden atmosfere değinerek, zirvenin çok kesin bir zamanda, Arap ordularının Haziran 1967’deki ‘ölümcül yenilgisini’ takiben yapıldığını belirtti. Profesöre göre bu zirve, Yemen’deki çatışmanın çözümü konusunda bir Mısır- Suudi Arabistan mutabakatına tanık oldu.

Söz konusu zirvede dikkat çeken kararlar arasında, İsrail’le karşı karşıya gelen ülkelere Suudi Arabistan, Libya ve Kuveyt tarafından önemli mali destek sağlanması kararı da vardı. Dr. Ahmed, bu durumu ‘Arap ulusal güvenlik sistemi için son derece önemli bir olay’ olarak nitelendirdi. Ayrıca Arap çekişmeleri azaldı ve saldırganlığın etkilerini ortadan kaldırmak için ortak ulusal hedef ortaya koyuldu. Çatışan devletlerin ilk destekçileri, başta Mısır ve Suriye olmak üzere, bazılarının uzun süredir çatışma devletlerine aykırı olarak öne sürdüğü monarşik rejimler tarafından yönetilen devletlerdi.

Üç sene sonra Araplar, Kahire Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörünün ‘tarihteki en hızlı Arap zirvesi’ olarak tanımladığı bir toplantıdaydı. Davet ile toplantı arasındaki zaman farkı 24 saati geçmiyor. Kahire zirvesi, Ürdün makamları ile Filistin direnişi arasındaki çatışmanın bir sonucu olarak son derece tehlikeli koşullar altında Eylül 1970’te yapıldı. Bu zirve, ‘herhangi bir Arap ülkesi ile direniş arasındaki çatışmaya ilişkin bir kırmızı çizginin çizilmesine’ katkıda bulundu. Ateşkes kararıyla sona erdi ve sonunda dönemin Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdünnâsır’ın ölümüne tanık oldu.

Bunu Arap zirvesi takip etti. Filistin sorunu, Arap liderlerin en büyük endişesi ve İsrail’in Kudüs dahil işgal altındaki tüm Arap topraklarından çekilmesi çağrısında bulunan Kasım 1973’teki Cezayir zirvesi ve aynı şekilde Ekim 1974’teki Rabat Zirvesi de dahil olmak üzere sonraki zirvelerin eylemlerinin odak noktası olmaya devam etti. Rabat zirvesinde, 1967 saldırısında işgal edilen tüm Arap topraklarının geri verilmesi ve Kudüs şehri üzerindeki Arap egemenliğine halel getirecek hiçbir durumu kabul etmeme gerekliliği vurgulandı. Söz konusu zirve, FKÖ’yü Filistin halkının tek meşru temsilcisi olarak kabul etti.

sz

Dramatik dönüşümler

Ancak dökülen Arap kanı, Filistin cephesiyle sınırlı kalmadı. Uzun süren bir iç savaşla Lübnan’a sıçradı. Arap zirvesi de krizden uzak değildi. Lübnan’da akan kanı durdurmak, normal hayatı geri getirmek, Lübnan’ın egemenliğine saygı duymak, onu bölmeyi reddetmek ve yeniden inşa etmek amacıyla Suudi Arabistan Krallığı’nın daveti üzerine, Ekim 1976’da Riyad’da 6 ülkeyi kapsayan mini bir Arap zirvesi düzenlendi.

1978’de Araplar, İsrail ile çatışmanın seyrinde dramatik bir dönüşümle karşılaştı. Dönemin Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat barış girişimi başlattı ve Kudüs’ü ziyaret etti. Ardından ABD’nin arabuluculuğunda İsrail ile, o zamanlar tüm standartlara göre bir ‘siyasi deprem’ olarak nitelendirilen doğrudan müzakereler başladı.

Dokuzuncu olağan Arap zirvesi konferansı Irak’ın başkenti Bağdat’ta düzenlendi. Katılımcılar, Mısır ile İsrail arasında imzalanan Camp David Anlaşmaları’nı Arap zirve konferanslarının kararlarıyla çeliştiği için onaylamama kararı aldı. Bu konferansta Arap Birliği’nin karargahı Mısır’dan Tunus’a taşındı, Mısır boykot edildi ve sebepler ortadan kalkana kadar birlik üyeliği geçici olarak askıya alındı.

Dr. Ahmed Yusuf, İsrail ile uzlaşma yaklaşımının reddedilmesine ek olarak, bu zirvenin boykota dayalı Arap anlaşmazlıklarını ele almak için yeni bir yaklaşım ürettiğine dikkati çekti. Bu yaklaşımın sonradan işe yaramadığını, zararının faydalarından daha fazla olduğunu ve Arap evi içindeki anlaşmazlıkları çözmenin, kendisiyle aynı fikirde olmayanı tecrit etmekten daha etkili olduğunu belirten Profesör, “Bu, son zamanlarda Suriye örneğinde Arap kararının faydalandığı bir durum” dedi.

Arap Araştırmaları Enstitüsü’nün eski dekanı, bu zirvenin Arap zirvelerinin hatırasında sonraki büyük gelişmelerin habercisi olarak görüldüğünü söylerken, ‘Arap rejiminin, Camp David’den daha iyi koşullarda çözüm yaklaşımını benimsediğine dair kanıt sağlayan’ 1982 yılındaki Fas Zirvesi’ni hatırlattı. Söz konusu zirvede, Kral Fahd’ın (o zamanlar Suudi Arabistan’ın veliaht prensiydi) Ortadoğu’da barış projesi sunuldu. Bu, Arap barışı için bir proje olarak onaylandı.

Yirmi yıl geriye, İki Kutsal Caminin Hizmetkârı Kral Abdullah bin Abdülaziz el-Suud’un Ortadoğu’da barış girişimini benimseyen ve ‘Arap Barış Girişimi’ olarak bilinen 2002 Beyrut Zirvesi’ne geçelim. Dr. Ahmed, bu girişimin ‘barış konusunda hala ilan edilen resmi Arap tavrı’ olduğuna dikkat çekti.

Derin Arap çatlakları

20’inci yüzyılın son on yılına dönersek; Arap zirveleri treni, bir ayrım istasyonundaydı. Bunların başında Irak’ın Kuveyt’i işgalini takip eden zirve olan Ağustos 1990’daki Kahire Zirvesi geliyor. Ahmet Yusuf’ın belirttiğine göre bu zirvenin kararları, Arap Birliği içindeki iki taraf arasında büyük bir anlaşmazlık konusu oldu. Bir taraf Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmek üzere gönderdiği işgal güçlerini kovmak için yabancı güçlerin kullanılması gerektiğine inanırken, diğer taraf bir Arap anlaşmazlığını çözmek için Arap olmayan güçlerden yardım isteme konusunda isteksizdi. Nihayetinde karar, Kuveyt’in Arap olmayan güçlerin yardımıyla özgürleştirilmesi lehine alındı.

Arap zirvesi, Dr. Ahmed’in ‘Irak’ın Kuveyt’i işgalinin neden olduğu derin Arap çatlaklarının vücut bulmuş hali’ olarak gördüğü Kahire’deki 1996 zirvesinden altı yıl sonrasına kadar toplanmadı. Ancak Profesör, Suudi Arabistan ve Mısır’ın Arap ülkeleri arasındaki uçurumu kapatmada ve tüm Arap sistemine yeniden hayat vermede oynadığı liderlik rolünü de takdir etti.

Kahire Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü, Arap tarihi boyunca önemli gördüğü olaylarda Arap zirvesinin toplanmadığına da dikkat çekti. Öyle ki ABD’nin Irak’ı işgaline tanık olan 2003’te veya İsrail’in Güney Lübnan’a saldırısına tanık olan 2006’da Arap zirvesi yapılmadı. ‘Arap Baharı’ olarak bilinen olayların ve o dönemde ev sahibi ülke olan Irak’ın Arap liderleri kabul etme konusundaki isteksizliğinin bir sonucu olarak aynı durum, 2011 yılında da yaşandı.

Bu ertelenen zirve, ertesi yıl Mart 2012’de Bağdat’ta yapıldı. Arap liderler, Suriyeli yetkililer ile muhalefet arasında diyalog çağrısı yaparak, Şam’a Birleşmiş Milletler ve Arap Birliği’nin Suriye özel temsilcisi Kofi Annan’ın planını derhal uygulaması çağrısında bulundu.

Belki de Muammer Kaddafi’nin devrilmesinden bir yıl önce 2010’da ev sahipliği yaptığı Sirte zirvesi ve Yemen’de Suudi Arabistan liderliğindeki ‘Kararlılık Fırtınası’ operasyonuna yönelik Arap desteğine tanık olan 2015’teki Şarm eş-Şeyh zirvesi de öne çıkabilir. Dr. Ahmed Yusuf’a göre bu zirve, İran’ın Yemen’de yayılmasını durdurdu.

Cezayir’deki Arap zirvesi 2022’de düzenlendi. (DPA)
Cezayir’deki Arap zirvesi 2022’de düzenlendi. (DPA)

Mayıs 2019’da düzenlenen Mekke zirvesi, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) karasularında ticari gemileri hedef alan saldırı ve Suudi Arabistan’daki petrol pompa istasyonlarına yönelik Husi saldırısının ardından İran’ın bölgedeki müdahalesini ele almak üzere toplanan istisnai Arap zirvelerinin sonuncusuydu. Arap ülkeleri, İran’ın müdahalesi karşısında dayanışmalarını yinelediler ve İran’ın Bahreyn’in içişlerine müdahalesini, Suriye’nin birliğine etkisini, BAE adalarını işgalini ve terörist gruplara desteğini kınadılar.

Arap zirveleri, 2019’dan itibaren koronavirüs pandemisi nedeniyle duraklasa da 2022’de ‘yeniden birleşme’ sloganının yükseldiği Cezayir zirvesiyle tekrar geri döndü. Önceki müzakereler, Suriye’nin Arap Birliği’ndeki koltuğunu yeniden işgal etmesi yönünde çabalara tanık oldu. Ancak o dönemde başarıya ulaşılamadı. ‘Yeniden birleşme’, 12 yıl sonra ilk ‘tam sayılı’ Arap zirvesi olacak olan Cidde Zirvesi’ne ertelenmiş oldu.



Yeni Suriye: Kişisel hesaplaşmaların kara haritası

Suriyeliler ülkede güvenliğin olmaması nedeniyle geniş çaplı bir kaos yaşanmasından endişe ediyor (AFP)
Suriyeliler ülkede güvenliğin olmaması nedeniyle geniş çaplı bir kaos yaşanmasından endişe ediyor (AFP)
TT

Yeni Suriye: Kişisel hesaplaşmaların kara haritası

Suriyeliler ülkede güvenliğin olmaması nedeniyle geniş çaplı bir kaos yaşanmasından endişe ediyor (AFP)
Suriyeliler ülkede güvenliğin olmaması nedeniyle geniş çaplı bir kaos yaşanmasından endişe ediyor (AFP)

İsmail Derviş

Beşşar Esed rejiminin devrilmesinden üç ay sonra Ramazan Bayramı'nın üçüncü gününün akşamı, Suriyeliler bayram tatili sebebiyle, Suriye'nin en ünlü eğlence parkı olan ve Şam Uluslararası Havalimanı'nın yakınında bulunan “Mutlu Dünya”yı doldurmuşlardı. Ancak iki genç, yetişkinlere ait bir oyun için sıra kavgasına giriştiler. Olay, birinin diğerini “Kamu Güvenliği’nde” çalıştığını söyleyerek tehdit etmesi, “intikam alabileceğini” söylemesiyle tırmandı.

Basit bir anlaşmazlık sonucu ortaya çıkan bu olay, Suriye'de yaklaşık 15 yıldır yaygın olan şiddet sırasında gerçekleşen sayısız intikam ve misilleme olayı ve dökülen kan yanında önemsiz kalıyor. Bütün bunlar sebebiyle ülke, bu yüzyılda dünyanın en şiddet dolu ve güvensiz ülkesi olarak sınıflandırıldı.

Esed rejiminin devrilmesinin arifesinde Suriyeliler, çoğunluğu Esed rejimine sadık olanlara veya rejimin işlediği suçlara iştirak edenlere yönelik misilleme eylemleri olan kitlesel katliamlardan korkuyorlardı. Ancak tepkiler beklenenden çok daha hafif oldu ve Suriye’nin kıyı bölgesinde mart ayı başında patlak veren olaylardan önce intikam davaları bireysel vakalarla sınırlı kaldı. Eski rejime bağlı yandaşların yeni hükümetin kamu güvenlik güçlerine yönelik saldırısıyla başlayan olaylar, büyük çoğunluğu sivil olan yüzlerce kişinin ölümü ve yaralanmasıyla sonuçlandı.

Uluslararası toplum, eski rejime bağlı grupların gerçekleştirdiği saldırıyı hemen kınadı ancak yeni Suriye hükümetinden de yaşanan ihlalleri soruşturmasını istedi. Hükümet de olup biten her şeyi araştırmak ve olaya karışanlardan hesap sormak için bir “bağımsız soruşturma komitesi"  kurdu ama komite bu yazı yazılırken hâlâ çalışmalarını sürdürüyordu.

Humus'ta köylerin etrafındaki barikatlar

Suriye'nin merkezindeki Humus, büyük mezhepsel çeşitliliğe sahip bir şehir. Görgü tanıkları Independent Arabia'ya, güvenlik güçlerinin olası misillemelerden sakinlerini korumak için bazı Alevi köylerinin etrafına barikat kurduklarını söylediler.

Esed rejiminin döktüğü kanın intikamını almak isteyenlerin arasında kişisel intikamlarını almak isteyenler de var. Bazıları da İçişleri Bakanlığı devleti tam anlamıyla denetim altına almadan ve hukuk diğer ülkelerdeki gibi işlemeden önce hesaplarını görmek istiyorlar.

 Bazı Suriyeliler de, kanundan kaçanların veya yasadışı eylemlerde yahut da hâlâ hukuksuz eylemlerde bulunanların, bunun için hâlâ imkânları olduğuna inanıyor. Güçsüz olan ve aygıtları hâlâ yeniden yapılandırılan hükümete danışmadan, başkaları ile hesaplarını görebileceklerini düşünüyorlar.

Ciddi hukuki adımlar bekleniyor

Suriyeli avukat Fadi Kardus şunları söylüyor: “Bilhassa Suriye çatışması gibi uzun süreli ve kanlı çatışma ile devrim bağlamında, herhangi bir geçiş sürecinde, kişisel hesaplaşmalar gerçek bir tehlikeyi temsil eder. Oysa uluslararası alanda kabul gören kavramıyla geçiş dönemi adaleti, adalet ve uzlaşmayı sağlayacak yasal ve kurumsal bir çerçeve sunarak bu tür intikamların önüne geçmeyi amaçlamaktadır. Aynı şekilde, 2025 Suriye Anayasa Bildirgesi doğrultusunda en kısa sürede kurulmasını umduğumuz geçiş dönemi organı da bu hedefe ulaşılmasında önemli rol oynayacaktır. Bunun için suçluların ve faillerin hesap vermesini, mağdurların tazmin edilmesini ve ihlallerin tekrarlanmamasını sağlamak için bireylerin ve kurumların reform edilmesini garantiye almalıdır.” Şunu da ekliyor: “Geçiş dönemi adaleti ilkelerinin etkin bir şekilde uygulanmasıyla Suriye'nin kişisel hesaplaşmaların açık arenasına dönüşmesini engelleme fırsatına sahip olduğu söylenebilir. Bu nedenle, adaletin sağlanması için hükümet ve Suriye'de ulusal düzeyde faaliyet gösteren sivil toplumun sürecin kapsayıcı, oluşumu, yetkileri ve görevleri belli, mağdur merkezli olmasını sağlamak amacıyla güçlü bir kararlılık göstermesi gerekiyor. Bu da bireyler ile devlet arasındaki güveni artırıp, en azından öngörülebilir gelecek için istikrarı sağlayacaktır.”

Kardus, şöyle devam etti: “Geçiş Adaleti Komisyonu için gerekli yasama ortamını oluşturacak geçici yasama konseyi kurulmadan, yukarıda belirtilenler hiçbir işe yaramayacaktır. Bu yapılırken ulusal mevzuat, Geçici Anayasa Bildirgesi, insan hakları ve geçiş adaletine ilişkin uluslararası standartlar esas alınmalı, Geçiş Adaleti Komisyonu'na ulusal ve uluslararası destek sağlanmalı ve böylece kararlarının güvenilirliğinin artırılması hedeflenmelidir. Zira Geçici Anayasa Bildirgesine göre geçiş adaletinin kazananların adaleti olmasından korkuluyor. Dolayısıyla Geçiş Adaleti Komitesi’nin öncelikle mağdurların kim olduğunu tespit etmesi, geçmişteki ihlallerin mağdurlarını hak sahibi olarak tanımaya çalışması gerekiyor. Daha sonra komiteler aracılığıyla gerçeklerin araştırılmasına başlanmalı. Ardından Adalet Komitesinin görev alanına giren suçların faillerinin kimliğine bakılmaksızın yasal işlem ve takip başlatılmalı. Mağdurlar veya aileleri için hesap sorma, tazminat ve düzeltme mekanizmasının net bir şekilde oluşturulması ve şu anda yaşandığı gibi ihlallerin tekrarlanmasını önlemek için gerekli tüm tedbirlerin alınması gerekiyor.”

Eski rejimin geride bıraktığı miras

Suriyeli yazar ve insan hakları aktivisti Samar Aştar’a gelince şunları söylüyor: “2011 yılında Suriye devrimini izleyen çatışmanın patlak vermesinden itibaren devlet kurumları bozulmaya başladı. Ülkede suçları bir nebze olsun kontrol altında tutan birleşik güvenlik otoritesi kayboldu. Ülke kompleks çatışmaların açık arenası haline geldi. Çatışmalar siyasetin ve militarizmin sınırlarını aştı, kaos ve yargı sisteminin zaafları örtüsü altında kişisel intikam ve tasfiyeler şeklinde daha tehlikeli bir karaktere büründü. O zamandan beri öldürme, adam kaçırma ve uydurma suçlamalar, hiçbir yasal veya toplumsal caydırıcılık olmaksızın, tüm taraflar için hesaplaşmanın yaygın bir yolu haline geldi.

Aştar şunu da ekliyor: “Esed rejimindeki subay ve yetkililerin, isyan eden halka karşı kullanmak için intikam almak isteyen ve suç kaydı bulunan kişileri askere alma politikasını unutamayız. Bu onların halka sempati duymamalarını, yemek ve içmek gibi öldürmeye alışana kadar acımasızca ve hiç ara vermeden öldüren bir demir yumruktan ibaret olmalarını garanti altına alacaktı ve öyle de oldu. Daha sonra Aralık 2024'te rejim değiştiğinde Suriyeliler suçluların yasal olarak hesap vereceğini umuyordu. Kontrol dışı silahların kontrol altına alınması, fraksiyonların ortadan kaldırılması, güvenlik güçlerinin rolünün etkinleştirilmesi yoluyla güvenliğin yeniden sağlanacağını ümit ediyorlardı. Ancak bu umut, gerçek bir reform belirtisi göstermeyen yeni bir gerçeklikle hızla suya düştü. Silahların, hizipçiliğin ve mezhepçi söylemlerin yaygınlaşması, yeni hükümetin etkili ve net bir geçiş dönemi adaleti politikasının olmaması sorunu daha da derinleştirdi. Vatandaşlar ise, kendilerine insan aklının kavrayamayacağı acılar yaşatanlardan hesap sorulmasını, hükümet kurumlarından defalarca talep ettiler. Ancak gerçek bir yargılamanın olmaması nedeniyle birçok kişi “Şebbiha” ve suçluların isimlerini belgelemek için sosyal medyaya yöneldi ve “siyasi”, bazen de mezhepsel bir doğa taşıyan bireysel intikam kampanyaları başladı.

Hükümetin çekingen müdahalesi

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Suriyeli insan hakları aktivisti, “yeni hükümetin müdahalesinin çekingen olduğunu ve kontrolsüz yayılan silahların kontrol altına alınmasının önceliğine inanmadığını, çeşitli silahlı grupları Suriye Ordusu adı altında tek bir çatı altında etkili bir şekilde birleştiremediğini” düşünüyor. Ardından şöyle devam ediyor: “Hatta bazen rastgele işlenen intikam suçlarını örtbas ederek sanki katillere gizli bir koruma sağlıyormuş gibi davranıyor. Bu da şiddetin ve bireysel intikamın çemberini genişletti ve asırlardır korkuya alışmış olanların yüreklerine kaygı geri döndü. Herhangi birini “Esed rejiminin kalıntısı” olmakla suçlamak kolaylaştı, böylece peşine düşmek, tutuklamak ve hatta öldürmek meşru ve onaylanan bir eyleme dönüştü. Suriye sahillerinde kendilerinde hesap sorma hakkı ve öldürme yetkisi gören gruplar tarafından yeni tasfiye eylemleri başlatıldı. Silah sesleri yeniden yükseldi ve mahkemeler, hakimler ve tanıklar aracılığıyla örgütlü geçiş dönemi adaletinin son özellikleri de ortadan kalktı. Bunun yerini, genellikle kişinin geçmişine dayalı bireysel ve kolektif intikam eylemleri aldı. Bir yerde Esed yönetimine sessiz kalan bir dini gruba karşı savaş açıldığını, diğer bir yerde malların geri alınması, önceki rejim döneminde uğranan zararın intikamının alınması, hatta sadece ailevi problemlerden dolayı intikam alma durumları görülmeye başlandı.”

Silahlar tekrar konuşacak mı?

Aştar sözlerini şöyle bitirdi: “Suriye halkının yorgun zihni bugün acaba tekrar silahlar konuşacak mı, orman kanunu tarzı hayat devam edecek mi, bireyin güvenliği ve onuru arasında aşılmaz bir duvar oluşturan öldürme ve işkencenin geri dönme olasılığı var mı diye düşünüyor. Bu soruların cevabı evettir; eğer mevcut hükümet yasaları uygulayamazsa, gerçekten hesap soramazsa, kontrolsüz silahı ve hizipçiliği kontrol edemezse, geçiş adaleti için derhal çalışmaya başlamak yerine, sokağın öfkesini dindirmek çabasıyla sadece medya ve kameraların önünde bir suçluyu tutuklarsa kaos ve korku geri dönecek. Adalet kamerayla değil, adil bir yargıçla ve halka hukuk temelleri üzerine kurulmuş bir devletin güvenini veren dürüst bir soruşturmacıyla sağlanır.”

Öte yandan gözlemciler, kişisel hesaplaşma vakalarının da yaşandığını, bu vakaların rejimin yıkılmasından önce de var olduğunu, ancak günümüzde farklı bir karakter kazandığını düşünüyorlar. Zira güç dengeleri değişse de, bazıları kaos, intikam ve kişisel tasfiyeler açısından Suriye'de yaşananların büyük Suriye destanından sonra yaşanması beklenenlerden çok daha az ve hafif olduğunu düşünüyorlar. Ancak hükümet, isteyerek veya istemeyerek de olsa, birincisi, güvenliği ve kontrolü sağlamak, ikincisi de ülkeye destek konusunda ileriye yönelik adımlar atmadan önce daha fazla adım atılmasını bekleyen uluslararası toplumun güvenini kazanmak için, yasaları mümkün olduğunca uygulamaya çalışıyor.