Çok kutuplu dünyanın nesi kötü?

Yeni dünya düzeni aramızda

Çok kutuplu dünyanın nesi kötü?
TT

Çok kutuplu dünyanın nesi kötü?

Çok kutuplu dünyanın nesi kötü?

Christopher Phillips

Çok kutuplu yeni dünya düzeni aramızda, fakat bilim adamları ve tarihçiler tam olarak ne zaman başladığını tartışmaya devam ediyorlar. Bazıları, 2022 yılında ABD’nin hegemonyasının sona erdiğinin ve büyük güçler arasında yeni bir rekabet döneminin başladığının ilanı olarak görülen Rusya'nın Ukrayna’ya açtığı savaşın çok kutuplu yeni dünya düzenin başlangıcı olduğuna inanırken bazıları, küresel ekonominin Batı'dan Doğu'ya kaymasının ve Çin'in ABD karşısında gerçek bir rakip olarak yükselişinin başladığı 2008 yılındaki mali krize işaret ediyorlar. Bazıları ise yeni dünya düzenin başlangıcını, ABD’nin gücünün sınırlarını ortaya çıkaran ve Soğuk Savaş'tan sonra küresel üstünlüğünün sonunun başlangıcı olan kibir dönemi olarak görülen 2003 yılında Irak’ın işgaline dayandırıyorlar. Çok kutuplu yeni dünya düzeni ne zaman başlamış olursa olsun, gözlemcilerin çoğu yeni bir dünya düzenine geçişin yolda olduğu konusunda hemfikirler.

Ancak ABD’li ve Batılı birçok politikacı ve yorumcu arasında yeni dünya düzeni genellikle olumsuz bir atmosferde tartışılıyor. Harvard Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Profesörü Stephen M. Walt, ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin, özellikle ABD'nin kendi dengi rakipleriyle karşı karşıya gelmediği kısa döneminin nostaljik bir havası olduğunu belirtti. Prof. Walt, Beyaz Saray'ın şu an Rusya ve Çin'e karşı izlediği katı politikanın, ABD'nin dünya lideri olduğunu gösterme girişimi olduğuna işaret etti.

Moskova ve Pekin’deki Washington muhalifleri uzun süredir ABD’nin hegemonyasına son verilmesi çağrısında bulunduğundan ABD’de ve Batı'nın başka yerlerinde çok sayıda kişinin günümüzün büyüyen dünya düzenine karşı duyduğu endişe hiç şaşırtıcı değil.

sdef
Saddam Hüseyin’in Firdevs Meydanı'ndaki heykelinin devrildiği o an, 9 Nisan 2003 (Reuters)

Öte yandan beğensek de beğenmesek de çok kutuplu dünya düzeni artık aramızda. Prof. Walt ve diğer uzman isimlerin işaret ettiği üzere ABD’li bir liderin, ülkesini 1990'lı ve 2000’li yıllarda hegemonyasının olduğu o günlere yeniden kavuşturduğunu görmek oldukça güç. Dahası, bazı Batılıların endişelerine rağmen çok kutuplu yeni düzen döneminin, ABD’nin hegemonyasının hakim olduğu dönemden daha istikrarsız olacağını da söyleyemeyiz. Aslında daha yakından baktığımızda öncelikle tek kutuplu dönemin amigo kızların düşündüğünden daha istikrarsız bir dönem olduğunu, ikinci olarak ise çok kutuplu düzenin özellikle Batılı olmayan ülkeler için birçok avantaj sağladığını görebiliriz.

‘Tek kutuplu dönem’ efsaneleri

‘Tek kutuplu dönem’ (tek kutuplu an / unipolar moment) kavramı ilk olarak 1990 yılında gazeteci Charles Krauthammer tarafından kullanıldı. Krauthammer, bu tanımlayla, Soğuk Savaş'ın sona ermesi ve Sovyetler Birliği'nin çöküşün eşiğine gelmesiyle, iki küresel süper gücün var olduğu son kırk beş yılda hüküm süren ‘iki kutuplu sistemin’ artık sona erdiğine ve yerine dünyanın çevresinde toplanacağı ABD’nin tek kutup olduğu ‘tek kutuplu düzenin’ geldiğine işaret etti. Bu düşünce 1990'larda art arta göreve gelen ABD yönetimleri odak noktası haline geldi. Bu durum, eski başkanlar George H. W. Bush (baba Bush), Bill Clinton ve George W. Bush (oğul Bush) dönemlerinde ABD’nin dünyadaki hegemonyasından bahsedilen ulusal güvenlik stratejisi belgelerinde açıkça görülüyor. ABD’nin dünyadaki hegemonyasının yalnızca ABD için değil, tüm dünya için de iyi olduğuna inanıyorlardı, çünkü onlara göre ABD, ‘özgürlüğün’ yayılmasının ve korunmasının garantörüydü.

Yine de bu muzafferlik yaklaşımı, tek kutupluluğun Soğuk Savaş dönemindeki iki kutupluluktan daha istikrarlı olmadığı gerçeğini gizledi. Küba Füze Krizi, Yom Kippur Savaşı (Arap-İsrail Savaşı) ve 1983 yılında Sovyetler Birliği’nin NATO'nun manevralarının bir nükleer savaşın başlangıcı olduğuna inandığı Able Archer 83 olayında olduğu gibi nükleer savaş endişelerini ve tehditlerini azalttığı doğru olsa da ve ABD’liler kendilerini daha güvende hissetseler de tek kutupluluk, modern zamanların en korkunç çatışmalarından bazılarının yaşanmasını engelleyemedi. 1990'lı yıllarda, Yugoslavya’da, eski Sovyetler Birliği’nde ve Ruanda soykırımında olduğu gibi, etnik temizlik katliamlarında bir artış görüldü.

Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü’nden (PRIO) siyaset bilimci Ariel I. Ahram, Uppsala Çatışma Veri Programı’nın (UCDP) verilerine göre 1990-2015 yılları arasındaki tek kutuplu dönem boyunca uluslararası çatışmaların sayısında önemli bir azalma olmadığını aksine Soğuk Savaş'ın en kanlı dönemi olan 1980'lerle hemen hemen aynı sayıda savaşa ve iki kutuplu dönemin büyük bölümündekinden çok daha fazla çatışmaya tanık olduğunu belirtti.

ABD’nin dünya liderliğini savunanlar, 1990'lardaki Kuveyt'in Irak işgalinden kurtarılması, Güney Kürdistan'da uçuşa yasak bölge ilan edilmesi ve Bosna Hersek, Kosova ve Somali'de istikrar çabaları gibi ABD’nin olumlu müdahalelerine işaret ediyorlar.

Bunda ABD'nin hegemonyasının, özellikle de 2003 yılında Irak'ı işgalinin etkili olduğu söylenebilir. ABD’nin dünya liderliğini savunanlar, 1990'lı yıllarda Kuveyt'in Irak işgalinden kurtarılması, Güney Kürdistan'da uçuşa yasak bölge ilan edilmesi ve Bosna Hersek, Kosova ve Somali'de istikrar çabaları gibi ABD’nin olumlu müdahalelerine işaret ediyorlar. Fakat ABD’nin dünya liderliğine karşı olanlar, İngiltere merkezli The Lancet dergisine göre ilk üç yılda 600 binden fazla insanın ölümüne yol açan, Irak ve çevresini istikrarsızlaştırmada muazzam bir etkisi olan ve mezhep kökenli şiddet olaylarının artmasına, İran'ın bölgesel olarak güçlenmesine ve İslam Devleti gibi cihatçı teröristlerin gelişmesine katkıda bulunan savaşın fitilini ateşleyen Saddam Hüseyin rejimin düşürülmesi kararı karşısında tüm bunların değerini yitirdiğine inanıyorlar. Irak’ın işgali birçok yönden tek kutupluluğun bir ürünüydü. ABD'nin, Sovyetler Birliği’nin tepkisinden korktuğu için Soğuk Savaş sırasında benzer bir işgal başlatma konusunda bu kadar kibirli bir özgüvene sahip olduğunu hayal etmek zor olduğu gibi bugünün çok kutuplu dünyasında da Irak işgaline benzer bir adım atmaya cesaret edemeyecektir.

Tek kutupluluğun zararlı etkisi, Irak işgalinden birkaç yıl sonra Ortadoğu ülkelerinde Arap Baharı ayaklanmalarının başlamasının ardından yeniden görüldü. Örneğin Suriye'de Beşar Esed ile savaşan muhalifler ve onları destekleyen çok sayıda yabancı ülke, ABD'nin kendi saflarında yer almasını bekliyordu. Çünkü ABD, geçmişte Ortadoğu'ya çok kez müdahalede bulunmuş, George W. Bush ve babası gibi eski ABD başkanlarının Suriye'deki isyancıların uğruna savaştıkları ‘özgürlüğün’ savunucuları olduklarında ısrar etmişlerdi.

zaxscd
Eski ABD Başkanı Barack Obama (İllüstrasyon: Eduardo Ramon)

Bu yüzden ABD’nin Suriye’ye müdahale etmesi beklentisi, sonunda Suriyeli muhalifleri ve onları destekleyen tarafları aşırılık yanlısı bir yaklaşım benimsemeye itti. Suriyeli muhaliflerin oluşturduğu Yüksek Müzakere Komitesi (MYK) Üyesi ve Sözcüsü Basma Kodmani’nin de hatırlattığı üzere bölgesel güçler Esed'in muhaliflerine ‘müdahale yakında geliyor, kesinlikle gelecek’ garantisi verdiler. Ancak ABD Başkanı Barack Obama, ABD güçlerini doğrudan Şam'a göndermeyi reddetti. Bu da Esed'in Rusya ve İran'ın yardımıyla, hava saldırıları düzenlemesine ve sonunda muhalif güçlerin çoğunu dağıtmasına imkân verdi. ABD’nin hegemonyası ve onunla ilgili beklentiler, Suriyeli muhalifleri ve onların bölgesel müttefiklerinin davranışlarını etkileyerek yıkıcı sonuçlara yol açtı.

En nihayetinde bazı çevrelerin de dillendirdiği üzere tek kutupluluk Washington'ın rakipleri için caydırıcı olmadı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 2022 yılında Ukrayna'ya savaş ilan ettiğinde ABD’li bazı yorumcular, Moskova'nın Kiev'e saldırmaya cüret etmesinin tek nedeninin ABD'den geçmiştekinden daha az çekinmesi olduğunu öne sürdüler. Fakat Moskova, 2008 yılında tek kutuplu dönemde bile Gürcistan'a savaş başlatmaktan çekinmemişti. Bunun yanında 2014 yılında Kırım'ı ilhak etti ve Ukrayna'nın doğusundaki Rusya yanlısı ayrılıkçıları destekledi. Bazıları, ABD’nin bu olaylar karşısında eylemsiz kalmasını, hegemonyasının zayıflamasının bir göstergesi olarak görebilir. Bu aynı zamanda, tek kutupluluğun bazı savunucularının iddia ettiği gibi istikrarlı bir dönemden uzaklaşıldığının bir başka kanıtıdır.

Çok kutupluluğun avantajları

Tek kutupluluk dönemindeki istikrarsızlığa karşı çok kutupluluğun ABD’ye odaklanan gözlemcilerin gözden kaçırabileceği avantajları da vardır. Örneğin, Washington’ın rakibi olan Rusya ve Çin gibi büyük güçlerin, ABD’nin hegemonya sahibi bir süper güç olduğu zamana göre daha az kuşatılmış ve daha fazla hareket özgürlüğüne sahip olduklarına inandıkları açık. Ama bu durum sadece Rusya ve Çin ile sınırlı değil. Batılı olmayan ‘orta ölçekli güçler’ de değişen bölgesel dengelerden yararlanabilirler. ABD’nin yanı sıra Rusya ve Çin ile dostluklarını sürdüren bu orta ölçekli güçler, çıkarlarını en üst düzeye çıkarmak için bu ilişkilerden faydalanabilirler. Bu nedenle, büyük güçler genellikle hammadde, ticaret ya da askeri ittifaklar gibi konularda orta ölçekli güçlere şu ya da bu şekilde ihtiyaç duyarlar. Soğuk Savaş'ın iki kutuplu döneminde ve sonrasında tek kutuplu dönemde, küresel güç dinamikleri orta ölçekli güçlerin yapabilecekleri manevralar ve alabilecekleri tavizler sınırlıydı.

ABD’nin hegemonyası ve onunla ilgili beklentiler, Suriyeli muhalifleri ve onların bölgesel müttefiklerinin davranışlarını etkileyerek yıkıcı sonuçlara yol açtı.

Türkiye, çok kutupluluğu iyi değerlendiren bir orta ölçekli güç için harika bir örnektir. Türkiye’nin Soğuk Savaş sırasında, Sovyetler Birliği tarafından doğrudan tehdit edildiğini hissettiği için ABD'ye katılmaktan başka seçeneği yoktu. Soğuk Savaş'tan sonra ise 1991 yılında Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin karşıtı koalisyona katılan Türkiye, 1990'lı yıllarda ABD'nin bölgesel müttefiki İsrail'le yakınlaşarak büyük ölçüde ABD'nin uluslararası liderliğinin peşinden gitmeyi tercih etti. Ancak son yıllarda ABD'nin gerilemesiyle özellikle Suriye'de olmak üzere kendi gündemini takip etme konusunda daha fazla özgürleşen Türkiye, ABD'nin yakın müttefiki ve NATO üyesi olmaya devam ederken Suriye’nin kuzeyinde elini güçlendirmek için ABD’nin ezeli düşmanı Rusya ile iş birliği yaptı. İki kutuplu ya da tek kutuplu dönemlerde böyle bir durum hayal dahi edilemezdi. ABD artık dünyadaki birkaç süper güçten yalnızca biri olurken Türkiye'yi Rusya’ya yakınlığından dolayı cezalandırması halinde Türkiye’nin iki alternatif müttefiki (Rusya ve Çin) olduğunun çok iyi farkında.

Sonuç olarak Türkiye, bir yandan Rusya ile arasındaki iyi ilişkilerini sürdürürken diğer yandan ABD’den daha büyük tavizler alabilecek konumda. Türkiye, Ukrayna savaşına yaklaşımında da bu dinamiği ortaya koydu. NATO'dan atılma gibi bir olumsuzlukla karşılaşmadan tarafsız kalmayı başardı. Hatta NATO’daki yerini, Finlandiya ve İsveç'in NATO’ya üyelikleri konusunda Batılı müttefiklerine tavizler verdirmek için kullandı.

İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya ve Kanada gibi ABD'ye son derece bağlı ve ABD'nin yörüngesinde olan, ancak benzer sonuçlara ulaşamayacak başka orta ölçekli güçler de daha var. Batılı olmayan diğer güçlerin de bildiği gibi Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), ABD'nin petrol üretimini artırma taleplerini reddederek ve Ukrayna savaşı konusunda ustaca tarafsız kalmayı sürdürerek konumlarını korudular. İki ülke de Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne katılarak Pekin ile yakınlaştılar. Ancak bu yakınlaşma, Riyad ve Abu Dabi'nin Washington ile aralarındaki güçlü ilişkilere zarar vermedi. Afrika Kıtası’nda ise Etiyopya ve Güney Afrika da bu yeni durumdan yararlanıyor. Etiyopya halen ABD'nin yakın bir müttefiki olmaya ve ondan askeri destek almaya devam ederken, altyapısına yatırım yapan Çin ile kapsamlı ekonomik ilişkilerini de sürdürüyor. Biden yönetimi geçtiğimiz günlerde ABD Kongresi'ne Etiyopya'nın Tigray bölgesinde başlayan bir iç savaş sırasında insan hakları ihlalleri yapanlar arasında ilan ettiği Addis Ababa'nın artık bu listede yer almadığını bildirerek ABD yardımlarının yeniden başlamasının önünü açtı.

Addis Ababa hükümetinin insan hakları ihlallerine devam ettiğine dair kanıtlara rağmen Biden yönetimine bu kararı belki de büyük bir orduya sahip bir Afrika ülkesindeki büyük rakiplerinin önünde nüfuzunu kaybetme korkusu aldırdı.  Bu örnek, Türkiye gibi Etiyopya'nın da yeni dünya düzeninden yararlandığını gösteriyor. Benzer şekilde Güney Afrika da ABD'nin müttefiki olmasına rağmen, geçtiğimiz günlerde Rusya ve Çin donanmalarıyla Hint Okyanusu'nda yapılan askeri tatbikata katıldı. Washington, buna tepki gösterdiyse de daha ileri gitmedi.

Batılı olmayan ülkelerin liderliğinde bir dünya düzeni mi?

Kısacası, şu an ortaya çıkan çok kutuplu dünya düzeni, bazı Batılı, özellikle de ABD yanlısı yorumcuların tasvir etmeye çalıştıkları gibi olumsuz bir gelişme değil. Evet, Ukrayna savaşı çok pahalıya mal oldu, ama ABD’nin hegemonyası döneminde de aynı derecede tatsız sonuçları olan savaşlar patlak verdi. ABD’de ve Batı'da yaşayanlar kendilerini daha fazla güvende hissetseler bile belki de tek kutuplu döneme dair bu uluslararası farkındalık, bu dönemin Soğuk Savaş'ın iki kutuplu dönemden daha barışçıl ve istikrarlı olmadığını gösteriyor. Yeni çok kutuplu düzenin nasıl gelişeceği henüz net değil. Bu da doğal olarak, özellikle eski hegemonyalarının silinmekte olduğunu gören Batılıların kendilerini tehlikede hissetmelerine yol açıyor. Öte yandan çok kutuplu dönemin tek kutuplu dönemden daha kötü, daha çalkantılı ve daha fazla şiddetin olacağına dair kesin bir işaret de yok. Aksine dünyanın dört bir yanında daha fazla fayda sağlayabilir. Batılı olmayan birçok orta ölçeli güç, uluslararası meselelerde daha fazla söz sahibi olmak için yeni dünya düzeninden yararlanmaya başladılar bile. Hatta daha da devam edecek gibi görünüyor. Söz konusu ülkelerin yeni dünya düzenine daha hızlı adapte oldukları, artık tek kutuplu dönemin bittiğini kabul ettikleri ve beklentilerini ve davranışlarını değiştirmesi gerekenin Batılı müttefikleri olduğu söylenebilir.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından  Majalla'dan çevrilmiştir.



Trump: Nobel Ödülü ve uzak barış

ABD Başkanı seçilen Donald Trump (AP)
ABD Başkanı seçilen Donald Trump (AP)
TT

Trump: Nobel Ödülü ve uzak barış

ABD Başkanı seçilen Donald Trump (AP)
ABD Başkanı seçilen Donald Trump (AP)

İbrahim Hamidi

ABD Başkanı seçilen Donald Trump, Nobel Barış Ödülü'nü istiyor. Peki, kim istemiyor ki? Trump, Ortadoğu'da İbrahim Anlaşmaları’nın imzalanmasını sağlamadaki rolü nedeniyle ilk başkanlık dönemi sırasında ödülü almayı istemişti. Bu sefer dünya barışını sağlamadaki rolü nedeniyle ödülü almayı daha çok istiyor.

Trump ödülü almak istiyor ve bunun görev süresinin ilk yılında, Ekim 2009'da, “uluslararası diplomasiyi ve halklar arasındaki iş birliğini güçlendirme çabaları" nedeniyle ödül alan eski ABD başkanı Barack Obama gibi, erken bir dönemde gerçekleşmesini istiyor. ABD'nin eski büyükelçisi ve ABD iç işlerinde uzman Robert Ford'un meslektaşı Conn Coughlin'in moderatörlüğünde düzenlenen sempozyumda söylediğine göre bu, Trump'ın Nobel Ödülü'nü alma tutkusunda kilit bir etken. Bahsi geçen sempozyum ise bir grup meslektaşın, diplomatın, uluslararası ilişkiler ve Ortadoğu bölgesi uzmanının katılımıyla, Suudi Arabistan Araştırma ve Pazarlama Grubu (SRMG) bünyesinde yer alan Mecelle ve THINK Merkezi tarafından Londra'daki Frontline Gazeteciler Kulübü'nde düzenlendi.

2013'te Obama'nın ödülünün iptal edilmesi çağrısında bulunan bir tweet atan Trump, anlaşma ve uzlaşılara imza atarak Oslo yolunun taşlarını döşemek istiyor. Ukrayna, Gazze ve Lübnan'daki savaşları sona erdirmek, Tahran'ı yaptırımlar ve azami baskı ile Pekin'i ise ticaret savaşıyla yorma planlarına rağmen, Tayvan ve İran'da askeri savaşlardan kaçınmayı amaçlıyor.

İkinci Trump’ı Birinci Trump’tan ayıran iki nitelik var; sadakat ve kişisel ilişkiler. İlk yönetiminde uzun deneyime sahip üst düzey yetkilileri atamış, ancak sürpriz bir tweet ile onları hızla kovmuştu. Ancak şimdi atadığı veya aday gösterdiği kişilerin çoğu, hatta belki de tamamı ona veya Trumpizm’e sadık. Bazıları, kanaatleri ne olursa olsun “Sayın Başkan”ın isteklerini yerine getireceklerini açıkça ifade ettiler. Dünya liderleri ise Trump ile kişisel ilişki kurma konusunda hızlı davrandılar. Ekibin sadakati karşısında liderle ilişki çok önemlidir.

Bu iki niteliğe ilave olarak iki faktör daha var; birincisi, Trump'ın bu sefer halk oyları ile Seçiciler Kurulu oylarının çoğunu elde ederek kazanması, Cumhuriyetçi Parti’nin Kongre'nin iki kanadı Senato ve Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğa sahip olmasıdır.  İkincisi, Trump ekibini oluşturmakta acele ediyor ve bir an önce dünyayı ve ABD'yi hayal ettiği gibi şekillendirmeye başlamak istiyor. Cumhuriyetçi Parti içindeki bazı eğilimlerin çekincelerini önlemek için bazı adayların Senato'da oylamaya sunulmasını engellemeye çalışıyor.

Ortadoğu, sadece Filistin meselesi ve sağcı İsrail hükümeti ve planları açısından değil, bölgesel ilişkiler açısından da İbrahim Anlaşmaları’nın imzalandığı dönemden farklı.

Dünya Trump’ın saf özünü yudumlamaya ve önümüzdeki iki ayın sancılarını yaşamaya hazırlanıyor. Tüm taraflar müzakere pozisyonlarını iyileştirmek veya Trump'ın tercihlerini zorlaştıracak oldu bittiler yaratmak istiyor.

Lübnan'da müzakerelerle karşılıklı darbeler arasında bir yarış yaşanıyor. Netanyahu ya en iyi anlaşmayı elde etmek ya da Hizbullah'a müzakere pozisyonunu zayıflatacak güçlü askeri darbeler indirmek istiyor. İran da Tahran’a “azami baskı” uygulamak isteyen Trump ile ilişkilerini iyileştirmek için İsrail'i Hizbullah füzeleriyle hedef almaya devam etmek istiyor. Biden ise Lübnan'da 60 günlük ateşkesi sağlayarak görev süresini tamamlayıp, adını tarihe yazdırmayı ve büyük anlaşmanın unsurlarını tamamlama işini Trump'a bırakmayı hedefliyor.

Ateşkes ve rehineler takası müzakerelerinin yeniden başlatılması yönünde çağrıların yenilendiği Gazze'de de durum aynı. Ancak buradaki anlaşmanın unsurları daha karmaşık ve geniş kapsamlı, çünkü Filistin meselesine dokunuyor. Trump'ı beklerken düzenlenen Riyad zirvesinde “iki devletli çözüm”ü ve Filistin devletinin tanınmasını gündeme getirmeye yönelik Arap-İslam çabalarının önemi de buradan kaynaklanıyor.

Ortadoğu, yalnızca Filistin meselesi ve sağcı İsrail hükümetinin yapısı ve planları açısından değil, bölgesel ilişkiler açısından da birkaç yıl önce İbrahim Anlaşmaları’nın imzalandığı dönemden farklı. Çin himayesinde gerçekleşen Suudi Arabistan-İran yakınlaşması ve bunu sürdürmeye bağlılık, İkinci Trump’ın karşısında bulacağı sahnenin temel direğidir.

Batı'nın silahlanması Beyaz Saray'dan gelen rüzgarlara ilişkin korkuları yansıtıyor ve hiç şüphe yok ki bu korkular, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte'nin iki gün önce Trump ile yaptığı görüşmenin merkezinde de yer alıyordu.

Uluslararası sahne de daha az karmaşık değil. Trump, Putin ile kişisel ilişkisi sayesinde Ukrayna'daki “savaşı hızla sonlandırabileceğini” söyledi. Trump'ın sunmayı planladığı planlar sızdırıldı ve bunlar arasında oldu bittinin, yani Rusya'nın doğu Ukrayna bölgeleri üzerindeki kontrolünün tanınması, bir tampon bölgenin kurulması ve Ukrayna'nın 20 yıl boyunca Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) girmeme taahhüdü yer alıyor.

Zelenskiy ve Avrupa ülkeleri Trump'ın niyetini biliyorlar, bu nedenle Rusya'ya karşı Amerikan ve Avrupa füzelerinin kullanılmasına ilişkin vetoyu kaldırmakta acele ettiler. Dahası Fransa Dışişleri Bakanı, Kiev'in silahlandırılması düzeyinde “kırmızı çizgilerin” olmadığını söyledi. Amaç Rusya'yı yenmek değil, Trump’ın müzakere zamanı geldiğinde Kiev'in müzakere koşullarını iyileştirmek. Şarku’l Avsat’ın Majalla'dan aktardığı analize göre Batı'nın silahlanması, Beyaz Saray'dan gelen rüzgarlara ilişkin korkuları yansıtıyor ve hiç şüphe yok ki bu korkular NATO Genel Sekreteri Mark Rutte'nin iki gün önce Trump ile yaptığı görüşmenin ve Avrupalı ​​liderlerin daha yeni başkan göreve gelmeden önce yapmakta acele ettikleri temasların da merkezinde yer alıyordu. Avrupa ve Arap ülkeleri Trump'ın izolasyoncu olduğunu biliyor. Hızlı ve ani saldırıları, cesur suikastları, büyük ticari ve askeri anlaşmaları kabul edebilir, ancak askeri taahhütlerden ve uzun savaşlardan oldukça uzaktır.

Trump'ın geride bıraktığı 2021 dünyası, öncülük edeceği ve Nobel Barış Ödülü'nü almak istediği 2025 dünyasından farklı. Uluslararası çatışmalar daha şiddetli, barış ise daha uzakta.

Çin’e gelince sahne iç içe geçmiş görünüyor. Trump ve ekibinin Pekin'e yönelik düşmanca tutumu net. Amerikan endüstrilerini canlandırmak için Çin mallarına yüzde 60'a varan vergiler getirme niyetleri var. Ancak bu, Tayvan uğruna askeri bir çatışmaya girileceği anlamına gelmiyor. Bu denklemi uygulamak, Çin mallarına ve özellikle de hassas askeri bileşenler içeren mallara bağımlı olan veya Pekin ile büyük bir ticaret dengesine sahip olan birçok Arap ve Avrupa ülkesi için zor ve yorucu olacak.

Biden döneminde Çin ile ilişki üç yönlüydü; ticari rekabet, iklim konusunda ortaklık ve jeopolitik çatışma. Biden da Brezilya'daki G20 Zirvesi oturum aralarında Başkan Şi Cinping ile yaptığı veda görüşmesinde bunu dile getirdi. Ancak büyük ihtimalle Trump ile ilişkiler ikili veya tek yönlü olacak; iki ülke için maliyetli, iki kutbun müttefikleri için ise yorucu bir rekabet.

Trump'ın geride bıraktığı 2021 dünyası, öncülük edeceği ve Nobel Barış Ödülü'nü almak istediği 2025 dünyasından farklı. Uluslararası çatışmalar daha şiddetli, barış ise daha uzakta.

Trump, Roosevelt, Wilson, Carter ve Obama'dan sonra Nobel Ödülü alan beşinci Amerikan başkanı olacak mı? Obama gibi erken mi, yoksa Carter gibi geç bir dönemde mi ödülü alacak? Yahut kaderi, İkinci Dünya Savaşı'nı sona erdirme çabaları nedeniyle 1945'te ve 1948'de iki kez ödüle aday gösterilen ama alamayan Sovyet lideri Joseph Stalin gibi mi olacak?

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.