Arafat’ın Saddam’a desteğinin bugüne dek devam eden feci sonuçları…

Yaser Arafat ve Saddam Hüseyin. (AFP)
Yaser Arafat ve Saddam Hüseyin. (AFP)
TT

Arafat’ın Saddam’a desteğinin bugüne dek devam eden feci sonuçları…

Yaser Arafat ve Saddam Hüseyin. (AFP)
Yaser Arafat ve Saddam Hüseyin. (AFP)

Macid Kiyali

Irak’ın Kuveyt’i işgali (2 Ağustos 1990) ve bu işgalin sebep olduğu İkinci Körfez Savaşı veya Çöl Fırtınası Harekatı (17 Ocak-28 Şubat 1991) gibi önemli sonuçlar, Irak ve Arap dünyasının yanı sıra İsrail’e karşı mücadelede Arap boyutuyla ilgili olanlar da dahil olmak üzere Filistin meselesi için de sarsıcı bir olaydı.

Irak açısından bu olay, ülkenin teorik ve pratik olarak İsrail’e karşı mücadele denkleminden dışlanması veya çıkarılması ve o dönemde Suriye ordusuyla sınırlı hale gelen sözde ‘Doğu Cephesi’nin ağırlığından kurtulmasıyla sonuçlandı. Araplar açısından da tüm bunlar, Arap siyasi sisteminin çatlamasına ve birbiriyle çatışan odaklara dağılmasına yol açtı. Bu dönüşümün etkisini artıran şey, Irak ‘barajı’ önünden kalktıktan sonra İran’ın bu sisteme meydan okuma imkânı elde etmesi oldu. Halbuki İran ile Irak arasında sekiz yıl süren (1980-1988) kanlı ve yıkıcı savaşta bu barajı ortadan kaldıramamıştı. Bu olayın daha sonra tüm Arap Doğusu ülkeleri üzerinde, şimdiye kadar devam eden ciddi yansımaları olacaktı.

Filistin düzeyinde bu olay, dava, halk ve ulusal hareket için çok feci sonuçlar doğurdu. Nitekim Arapların Filistin davası etrafındaki birlikteliği sona erdi, Filistin meselesi Arapların öncelikler listesinden ya da (varsayılan) merkezî konumundan uzaklaştırıldı. Dolayısıyla Filistinliler İsrail’in izlediği politikalar ve meydan okumalar karşısında savunmasız kaldı. Üstelik Filistinliler, kaybedenler kampında yer alıyorken İsrail, eski Sovyetler Birliği’nin çökmesi ve dağılması sonucunda uluslararası ve bölgesel sisteme tek kutup olarak hâkim olmaya başlayan ABD’den destek alıyordu.

Filistin’in durumuna yönelik doğrudan sonuçlara gelince… Olayın yansımaları, 1987-1993 yılları arasındaki ilk Filistin halk ayaklanmasının (Birinci İntifada) oluşturduğu etkilerin zayıflatılmasına ve özellikle liderlerinin işgal karşısındaki muğlak tutumundan ötürü Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) dışlanmasına odaklandı. Buna ek olarak çoğunluğu, işgal edilen Filistin topraklarındaki ailelerine destek olan Filistinlilerin çoğunun işgal sırasında ve sonrasında Kuveyt’ten göç etmesi de ayrı bir felaket olarak tarihe geçti.

ABD’nin Irak ordusunu Kuveyt’ten çıkarmak için Arap ülkeleriyle birlikte başlattığı operasyon, İsrail’i endişelendirdi. Zira bu operasyon onun, bölgenin güvenliğini ve ABD’nin çıkarına olduğu bilinen istikrarı sağlama sürecine katılamayacağını gösterdi.

Sonuç olarak tüm bu zorlu uluslararası ve bölgesel koşullar, Madrid Konferansı (1991 yılı sonları) yoluyla Arap-İsrail barış sürecinin başlatılmasına katkı sağladı. Bu gelişme, Filistinlilerin söylemlerinde ve mücadele biçimlerinde görülen tüm değişikliklerle birlikte Oslo Anlaşması’nın (1993) yolunu açtı. Filistin ulusal hareketinin bir otoriteye dönüşmesi ve Filistin davası kavramının Filistin, Arap ve dünya düzeyinde değişmesi söz konusu değişikliklere örnek gösterilebilir.  

İsrail’in işgali istismar etmesi

İlk bakışta İsrail, Irak’ın Kuveyt’i işgaline şaşırmış göründü. Aynı şekilde daha sonra uluslararası koalisyonun (ağırlıklı olarak Batı’nın), özellikle onu dışarıda bırakarak Irak’a karşı yürüttüğü operasyona da şaşırmış görünüyordu. Bunun üzerine başlangıçta ABD’nin Irak ordusunu Kuveyt’ten çıkarmak için herhangi bir doğrudan askerî faaliyette bulunma ihtimalini dışlamaya dayalı seçenekleri benimsedi.

İşçi Partisi’nin lideri ve eski Başbakan İzak Rabin, bu tutumu şu ifadelerle dile getirmişti:

“Batı’nın Körfez’de meydana gelen durum için sömürgeci bir askerî seçeneği yok… ABD, Irak’a karşı kullanmak üzere askerî güçler gönderemez. Buna dahil olacağını sanmıyorum.” (Yediot Aharonot/3 Ağustos 1990).

Askerî strateji yorumcusu Ze’ev Schiff ise şunları söylemişti:

ABD, Irak petrolünün ihracını engelleyebilir ve Irak’a ambargo uygulayabilir. Ama bu, aşırı bir adımdır. Bu konuda Sovyetler Birliği ya da Avrupa ülkeleri tarafından bir destek göreceği şüpheli. Aynı şekilde Arap dünyası da böyle bir hamlede iş birliği yapmayı reddedecektir. Dolayısıyla ABD, ekonomik yaptırımlarla yetinecek. (Haaretz/3 Ağustos 1990)

Sonuç olarak ABD’nin Irak’ı Kuveyt’ten çıkarmak için Arap ülkeleriyle birlikte başlattığı operasyon İsrail’i endişelendirdi. Zira bu operasyon onun, bölge güvenliğini ve ABD’nin çıkarına olduğu bilinen istikrarı sağlama operasyonuna katılamadığını ortaya koydu. Ayrıca ABD ve Arap ülkeleri tarafından doğrudan askerî bir müdahaleyle, bu çıkarların savunulması uğrunda kendisinin gözden çıkarılabileceğini de gösterdi. Bununla beraber dönemin İsrail Savunma Bakanı Moşe Arens, bu değişimin etkisini ve stratejik sonuçlarını hafifletmeye çalışarak şöyle dedi:

Amerikalılar, Arap ülkelerini içine alan geniş bir cephe oluşturmaya çalışıyor. Bu durumda İsrail’in bu çabaya dahil edilmesinde bir çıkarlarının olmaması anlaşılır bir durum. Bu yüzden İsrail, buna dahil değil. (Yediot Aharonot/10 Ağustos 1990)

Ancak İsrail çok geçmeden bu endişenin üstesinden gelerek bu hadiseyi birkaç alanda istismar etmeye çalıştı. Mesela Arap dünyasına güvenilemeyeceğini ve onun sorununun İsrail’in varlığıyla değil, bizzat Arap gerçekliğiyle alakalı olduğunu öne sürdü. Bu durum da onun, herhangi bir çözüm süreciyle bağlantısı olmaksızın güvenliğini sağlama, istikrarını ve bölgedeki askerî üstünlüğünü güvence altına alma yaklaşımının isabetliliğini ve Batılı ülkelerin kendisine destek vermeye devam etmesi gerektiğini teyit ediyordu. Ariel Şaron da Irak’ın Kuveyt’i işgalini değerlendirirken şu ifadeleri kullandı:

İsrail topraklarındaki Arap-Yahudi çatışması, ikincil öneme sahip bir sorun olarak gerçek boyutunu kazanıyor. İsrail’in gerek varlığı gerekse güvenliği açısından yorulmak bilmeden güçlenmesi gerekiyor. (Yediot Aharonot/10 Ağustos 1990)

Çok açık ki İsrail, Batılı ülkelerin Irak ordusunu yıkıma uğratıp Irak’ı zayıflatmasından çok memnun oldu. Bu, kendisi hiçbir bedel ödemezken Doğu Cephesi’nin zayıflatılması demekti ki bu, İsrail’in stratejik ve uzun vadeli hedeflerinin merkezinde yer alıyor.

Barışa siyasi yatırım

Bununla birlikte bu savaşa yapılan asıl ve siyasi yatırım şudur: Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra tek kutup olarak küresel sistem ve Irak’ın Kuveyt’i işgalinin sonuçlarına bağlı olarak da bölgesel sistem üzerindeki hâkimiyetiyle ABD bu savaşı, Madrid Konferansı’nda (1991 sonları) varılan Filistinlilerle çözüm süreci kisvesi altında Arap-İsrail ilişkilerinde yeni bir sayfa açmak için uygun bir fırsat olarak gördü.

Burada kayda değer bir nokta şu ki Madrid’de başlatılan bu çözüm süreci, 1967 yılında işgal edilen Filistin veya Suriye topraklarını sahiplerine iade edecek bir çözüme, İsrail’in temel direği olacağı ve çeşitli alanlarda karşılıklı iş birliğine dayalı yeni bir bölgesel düzenin oluşturulmasına odaklandığı kadar odaklanmadı.

O dönemde bu müzakereler, İsrail ile ilgili tarafların her biri (Filistin, Suriye, Ürdün ve Lübnan) arasında ikili ve çoklu olmak üzere iki yönde başlamıştı. Amacı da İsrail ile Arap ülkeleri arasında, Avrupa ve ABD başta olmak üzere uluslararası tarafların da katılımıyla (ekonomide, sularda, altyapıda ve güvenlik düzenlemelerinde) ortak sistemler oluşturarak bölgesel iş birliğinin önünü açmaktı. Bu müzakereler, her yıl periyodik olarak düzenlenen Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Ekonomi Zirvesi konferansıyla taçlandı (1994-1997 yılları arasında Kazablanka, Amman, Kahire ve Doha’da dört konferans düzenlendi). Çoklu müzakerelerin ve bu konferansların teorik zemini, Ortadoğu’da yeni bir bölgesel düzen kurma bahanesiyle oluşturuluyordu. Eski İsrail Başbakanı Şimon Peres de Yeni Ortadoğu adlı kitabında buna açıklık getirmiş ve teşvik etmiştir.

Filistin’in tutumundaki hatalar

FKÖ yönetimi ve lideri Yaser Arafat tarafından temsil edilen sorunlu ve muğlak Filistin tutumu, Filistin ulusal hareketi ile Arap siyasi yapısı arasında önemli bir çarpışma anı oldu. Bu tutumun, harekete ve Filistin halkına uzaktan yakından olumlu bir getirisi olmadı. Hatta aksine her düzeyde Filistinlilere ve davalarına zarar verdi.

Bu aşamada Arap resmî sistemi iki eksene ayrılmış gibi görünüyordu. Bu eksenlerden ilki, işgale karşı çıkıp kınadı, Kuveyt’e destek verdi ve Irak’ı Kuveyt’ten çıkarmak için gösterilen her türlü askerî faaliyete yardımcı oldu. Diğerinin ise görünüşe göre olan bitene itirazı yoktu ya da Kuveyt’in işgaline yönelik herhangi bir girişime veya askerî çözüme çekimser yaklaşıyordu. İlk eksen, işgale karşı güçlü bir uluslararası hareketin merkezinde yer alıyordu. Bu hareket, 2 Ağustos 1990’da, yani işgal gününde alınan, Irak’ın Kuveyt’i işgalini kınayan ve Irak ordusunun genel olarak, derhal ve koşulsuz geri çekilmesini talep eden 660 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararında ifade edildi. İkinci eksen ise bu uluslararası denklemin dışındaydı ya da ondan kopmuştu. O kritik tarihî anda Filistin Yönetimi bunun farkında değildi. BM Güvenlik Konseyi tarafından daha sonra alınan (6 ve 9 Ağustos 1990) kararların (661 ve 662) içeriğinde bahsedilen ve Irak’a yaptırım uygulanmasını da içeren sonraki uluslararası adımların boyutunu da idrak edemedi. Aynı şekilde 10 Ağustos 1990’daki Arap Zirvesi konferansında alınan ve Irak’ın işgalinin kınanmasını ve Arap Körfez ülkelerinin Kuveyt’i geri alma yolunda attığı adımlara destek verilmesini içeren kararların boyutunun da farkına varamadı. Bu zirvenin kararları arasında Kuveyt’i geri almak için uluslararası güç talep etmek ve buna katkı sağlamak için Arap güçleri göndermek de yer alıyordu.

Filistinli akademisyen tarihçi Velid el-Halidi, ‘Körfez Krizi: Kökenler ve Sonuçlar’ başlıklı makalesinde (Filistin Araştırmaları Dergisi, Sayı: 5, Kış 1991) bu çarpışma anını acı bir şekilde gözlemliyor ve şöyle diyor:

“Bu zorlu durumda FKÖ, Libya ve Irak ile birlikte bu karara karşı oy kullandı.”

FKÖ’nün tutumu, memnun edici değildi… Saddam’ın Kuveyt’i işgal ederek çiğnediği ilkeler, Filistin davasına manevi gücünü veren ilkelerin aynısı. Arafat’ın üzerinden atmaya çalıştığı terörist imajı, Kuveyt’in işgalinden sonra Saddam’la olan yakın ilişkisiyle güçlendi. Teorik olarak, ABD liderliğindeki BM’nin düşmanlığa ve işgale karşı sergilediği tutum, FKÖ’nün elde etmek için bıkmadan usanmadan peşinde koşması gereken olgunun ta kendisidir. Velid el-Halidi

Halidi’nin ifadesiyle; “FKÖ’nün tutumu, memnun edici değildi… Saddam’ın Kuveyt’i işgal ederek çiğnediği ilkeler, Filistin davasına manevi gücünü veren ilkelerin aynısıdır. Arafat’ın üzerinden atmaya çalıştığı terörist imajı, Kuveyt’in işgalinden sonra Saddam’la olan yakın ilişkisiyle güçlendi. Teorik olarak, ABD liderliğindeki BM’nin düşmanlığa ve işgale karşı sergilediği tutum, FKÖ’nün elde etmek için bıkmadan usanmadan peşinde koşması gereken olgunun ta kendisidir.” Halidi bu duruma ilişkin şunları söyledi:

Yaser Arafat’ın, Fetih hareketinin kuruluşundan sonraki siyasi hayatında yaptığı en büyük stratejik hataydı… Arafat, Fetih hareketinin kurulduğu günden bu yana benimsediği temel bir ilkeyi unuttu: Filistin davasına hizmet etmek, FKÖ’nün Araplar arasındaki anlaşmazlıklardan uzak tutulmasını gerektirir. BM kararlarına dayanarak işgali açıktan kınayamaması ve Irak’ın geri çekilmesini savunamaması, FKÖ’nün siyasi güvenilirliğine ve uluslararası konumuna ciddi şekilde zarar verdi.

Feci sonuçlar

Aslında işgalin ve savaşın yansımaları; uluslararası, Arap ve İsrail yansımaları bakımından Filistinlerin davası için bir felaketti. Bu yansımalardan ilki, o dönemde doruk noktasında olan Filistin halk ayaklanmasının zayıflatılması oldu. Zira önce savaş patlak vermiş ve sonra Kuveyt’te yaşayan ve çalışan yüz binlerce Filistinli, işgal esnasında ve sonrasında bu ülkeden ayrılmak zorunda kalmıştı. Bu, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki on binlerce aileyi, Kuveyt’teki akrabalarından elde ettikleri kaynaklardan mahrum etti ki bu kaynaklar, onların direnişini güçlendiriyordu.

Bu aynı zamanda FKÖ Yönetimi’nin mali kaynaklarının kurumasıyla beraber Arap dünyasındaki saygınlığının da eskisine nazaran azalmasına neden oldu. Öyle ki o Arap ve uluslararası koşullarda (Sovyet müttefikini kaybettikten sonra), ABD’nin Ortadoğu için düzenlediği siyasi yola girmeyi kabul etmek suretiyle gemisini tekrar yüzdürmeye ve Arap-İsrail çatışmasını bitirmeye mecbur görünüyordu. Zira onun gözünde, başka bir seçeneği yoktu. Üstelik İsrail’in Lübnan’ı işgal edip (1982) tüm güçleri, kurumları ve liderleri ile FKÖ’yü Lübnan’dan çıkarmasından sonra artık dışarıda ve Filistin sınırlarından uzakta kalmıştı.

Ancak tüm bu gelişmeler, Filistin Yönetimi’ni daha ileri gitmeye sevk etti ve Filistinlilerden bağımsız bir taraf olarak müzakere çerçevesinden dışlanmasının temsil ettiği eksikliği telafi etme çabasıyla, elverişsiz koşullarda gizli müzakerelere girdi. Bu doğrultuda ortak bir Ürdün-Filistin heyetiyle temsil edildi ve bu onun, İsrail’e (ve ABD’ye) ağır bedeller ödemesine sebep oldu. Zira bağlantılı uluslararası kararları müzakereler için bir referans olarak kabul etmemeyi ve iki taraf (Filistinliler ve İsrailliler) arasındaki müzakereleri herhangi bir anlaşmanın temeli olarak kabul etmeyi onaylamıştı ki bu elbette İsrail’in çıkarınaydı. Ayrıca (mülteciler, yerleşimler, Kudüs, sınırları, güvenlik düzenlemeleri gibi…) temel meselelerde, nihai çözümün ne olduğunu açıklamadan, kararın ertelenmesine de onay vermişti ki bu da Filistinlilerin otuz yıldır bedelini ödediği şey.

Böylece Oslo Anlaşması imzalandı. Bu, terminolojik bakımdan geçici bir anlaşma olsa da aslında bir idari özerklik anlaşmasıydı. Amacı ise yalnızca İsrail otoritesinin bir vekili olarak, işgal edilmiş topraklardaki Filistinlileri kontrol edecek bir Filistin otoritesi üretmekti. Bununla Filistinliler, en yüksek otoritenin İsrail’e ait olduğunu, Filistin otoritesinin ise topraklar, kaynaklar veya geçitler üzerinde değil, sadece kendi halkı üzerinde geçerli olduğunu akılda tutarak iki otoriteye tâbi hale geldi.  

Bunun yanı sıra otoriteyi kurmanın bedeli olarak Filistin davasının içi boşaltıldı. Filistin ulusal hareketi, sınırlı bir özyönetim otoritesinden ibaret hale getirilerek ulusal kurtuluş hareketi olma özelliğini terk etti ve davanın, halkın ve toprakların birliği dağıtıldı. Araplar ise Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde Filistin Yönetimi kurulmasını meşrulaştırdı. Varlığı Filistinliler tarafından kabul edilip de Filistin anlatısı, 1967’de işgal edilen topraklar üzerindeki çatışmayla sınırlı hale geldikten sonra da İsrail ile normalleşme süreçleri ve çeşitli biçimlerde ilişki kurulması normalleştirildi. Nekbe (1948) dosyası da Filistin ve Araplar için kapandı.    

Aslında tarihe müracaat edip incelediğimizde korkunç Filistin gerçeği, Irak’ın Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgalinin bir yansıması gibi görünüyor. Hem Araplar hem Filistinliler için feci kayıpların ve dönüşümlerin çoğunu sonuç veren o felaket veya tehlikeli macera olmasaydı Arap Doğusu ile Filistin davasının durumu nasıl olurdu, kimse biliyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Majalla’dan çevrildi.



Rusya'da hapse giren ABD askeri, kız arkadaşının peşindeymiş

Fotoğraf: Facebook
Fotoğraf: Facebook
TT

Rusya'da hapse giren ABD askeri, kız arkadaşının peşindeymiş

Fotoğraf: Facebook
Fotoğraf: Facebook

Geçen hafta Rusya'da tutuklanan ABD ordusunda görevli bir çavuş, yeni kız arkadaşını takip etmek üzere izinsiz olarak Rusya'ya gittiği sırada boşanma aşamasındaymış ve kadın daha sonra onu hırsızlıkla suçlayarak tutuklanmasına neden olmuş.

Gordon Black'in ailesinin Washington Post'a yaptığı açıklamalara dayanan bu ifşa, gelişen uluslararası olayın ayrıntılarını ortaya çıkarıyor.

Ordudan izin alan 34 yaşındaki Black'in Teksas'taki Fort Cavazos'a dönmesi gerekirken, Alexandra Vashchuk adlı kadını takip etmek üzere geçen ay Rusya'nın doğusundaki Vladivostok kentine gitti.

İkilinin ilişkisini sosyal medya üzerinden takip eden Özgür Avrupa Radyosu muhabiri Mark Krutov'a göre, çiftin Black'in görev yaptığı Güney Kore'de tanıştığı anlaşılıyor.

TikTok'ta Vashchuck, Black'ten sevgiyle "eşi" ve Amerikalılar için kullanılan bir hakaret olan pindos'u diye bahsetmiş.

Daha sonraki videolarda Black'in Joe Biden ve Rus-Amerikan ilişkileri gibi siyasi konular hakkında konuştuğu görülüyor.

Black'in daha sonra askeri amirlerine ya da Vashchuck'a haber vermeden Rusya'ya gittiği iddia ediliyor.

Vashchuck, sosyal medyadaki bir videoda "Eve geldim ve bu pindos vardı" diyor.

Bu çok komik. Kimsin sen? Kimsin sen, dostum?

Rus medyasına göre ikili Rusya'ya vardıktan sonra Vashchuck, kendisini dövdüğü ve yaklaşık 2 bin dolar çaldığı iddiasıyla, ordudan izinsiz ayrılan çavuşu ihbar etti.

ABD'li yetkililer vakadan haberdar olduklarını ve mümkün olan her türlü yardımı sunduklarını söyledi.

Rusya'daki ABD Büyükelçiliği, The Independent'a "Ordu ailesini bilgilendirdi ve ABD Dışişleri Bakanlığı, Rusya'daki askere uygun konsolosluk desteğini sağlıyor. Konunun hassasiyeti nedeniyle an itibarıyla daha fazla ayrıntı veremiyoruz" açıklamasını yaptı.

Bir Dışişleri Bakanlığı sözcüsü de "Yabancı ülkelerdeki ABD yurttaşlarının emniyet ve güvenliğinden daha yüksek bir önceliğimiz yoktur" diye ekledi. 

Bir ABD yurttaşı yurtdışında gözaltına alındığında, konsolosluk görevlileri kendisine uygun olan her türlü yardımı sağlamaya çalışır.

Son yıllarda Rusya'da, bir dizi Amerikalı tutuklanıyor. ABD'li yetkililer Amerikan yurttaşlarını pazarlık kozu olarak kullanmak amacıyla onlara abartılı suçlar isnat edildiğini söylüyor.

WNBA yıldızı Brittney Griner, 2022'de uyuşturucu suçlamasıyla yaklaşık bir yıl boyunca bir Rus hapishanesinde tutulurken, Wall Street Journal muhabiri Evan Gershkovich de kendisi, işvereni ve ABD hükümetinin asılsız olduğunu iddia ettiği casusluk suçlamasıyla ülkede tutuklu kalmaya devam ediyor.

Devlet haber ajansı TASS'a göre Rusya Dışişleri Bakanlığı, Black'in tutuklanmasının siyasetle hiçbir ilgisi olmadığını iddia ediyor:

Bu vakanın siyasetle ya da casuslukla hiçbir ilişkisi yoktur. Anladığımız kadarıyla bu vakada bir hane suçundan [şüpheleniliyor]. Bu nedenle Rusya Dışişleri Bakanlığı'nın Vladivostok'taki misyonu ABD yurttaşının davasını yakından takip etmiyor.

Bu habere Martha McHardy de katkıda bulunmuştur.

Independent Türkçe


Nikaragua, 50 milyar dolarlık çılgın kanal projesini iptal etti

Kanal projesi büyük protestolara yol açmıştı (AP)
Kanal projesi büyük protestolara yol açmıştı (AP)
TT

Nikaragua, 50 milyar dolarlık çılgın kanal projesini iptal etti

Kanal projesi büyük protestolara yol açmıştı (AP)
Kanal projesi büyük protestolara yol açmıştı (AP)

Nikaragua, Pasifik Okyanusu ve Atlantik Okyanusu'nu bağlaması öngörülen Çin destekli kanal projesini iptal etti.

Nikaragua Ulusal Meclisi'nde dün yapılan oturumda, Hong Kong merkezli HK Nikaragua Kanal Geliştirme Yatırımı adlı firmanın sahibi Çinli iş insanı Wang Jing'e verilen izinler iptal edildi. 

50 milyar dolarlık proje kapsamında Nikaragua'yı boydan boya kat eden bir kanal açılması ve okyanuslararası ticaretin bu hat üzerinden gerçekleştirilmesi planlanıyordu.

Firma sahibi Wang'a proje izni 2013'te verilmişti. İlk etapta iznin 50 yıl daha uzatılabileceği belirtilmişti. 2014'te kanalın inşası için temel atma töreni düzenlenmiş fakat projede herhangi bir ilerleme kaydedilmemişti. 

İzinlerin iptaline yönelik teklifin Nikaragua Devlet Başkanı Daniel Ortega tarafından meclise sunulduğu aktarıldı. Ulusal Meclis Başkan Yardımcısı Raquel Dixon, "sürekli değişen ulusal ve uluslararası ortamı göz önünde bulundurarak böyle bir karar aldıklarını" belirtti.

278 kilometre uzunluğundaki kanal, özellikle ülkenin temel temiz su kaynaklarından Nikaragua Gölü'ne zarar verebileceği endişesiyle çevrecilerden ve bilim insanlarından tepki toplamıştı. 

Aktivistler, gölü ortadan ikiye bölen kanal rotasının, aralarında çiftçilerin ve yerel halktan grupların yer aldığı yaklaşık 120 bin kişinin topraklarını kaybetmesine yol açacağını da savunmuştu. 

2014'te binlerce kişi, Ortega yönetiminin hukuksuz şekilde topraklara el koyduğunu savunarak geniş çaplı protestolar düzenlemişti. Projenin başındaki Çinli iş insanı Wang, kanal rotası üzerinde arazisi bulunan herkese toprakları karşılığında gerekli ödemelerin yapılacağını vaat etmişti. 

Ortega yönetimi protestolara sert karşılık vermiş, çiftçi eylemlerini örgütleyen üç kişi hakkında "darbe girişimi" suçundan toplamda 585 yıl hapis cezası verilmişti.

Independent Türkçe, Guardian, AP, Tico Times


Donald Trump'ın Meksika kartellerine karşı planı ortaya çıktı

Trump, kasımda yapılacak seçimlerde ABD Başkanı Joe Biden'a karşı yarışacak (Reuters)
Trump, kasımda yapılacak seçimlerde ABD Başkanı Joe Biden'a karşı yarışacak (Reuters)
TT

Donald Trump'ın Meksika kartellerine karşı planı ortaya çıktı

Trump, kasımda yapılacak seçimlerde ABD Başkanı Joe Biden'a karşı yarışacak (Reuters)
Trump, kasımda yapılacak seçimlerde ABD Başkanı Joe Biden'a karşı yarışacak (Reuters)

Eski ABD Başkanı Donald Trump'ın Meksika'daki uyuşturucu çetelerinin liderlerini öldürmek için ülkeye özel harekatçı göndermeyi planladığı iddia edildi.

Kimliğinin açıklanmasını istemeyen üç kişi, Amerikan dergisi Rolling Stone'a Trump'ın seçimleri kazanması halinde Meksika'ya gizlice suikast timi göndermeyi planladığını söyledi. 

Kaynaklar, Meksika devletinin onayı olsun olmasın, Trump'ın ABD Ordusu Özel Harekat Kuvvetleri'nden bazı birlikleri ülkeye göndermeye yönelik planlarını yakın çevresindeki isimlerle paylaştığını savundu. Bu kişiler arasında Cumhuriyetçi Parti'den bir Temsilciler Meclisi üyesinin de yer aldığı ileri sürüldü.

77 yaşındaki Trump'ın, "Bizim onlardan daha acımasız katillerimiz var" diyerek, Meksika'daki kartel liderlerine yönelik önceden böyle gizli operasyonlar yapılmamasına şaşırdığını söylediği iddia edildi.

Trump'ın bu yöntemle Meksika'daki uyuşturucu çetelerinin faaliyetlerine büyük darbe vurulacağına inandığı savunuldu. 

Buna ek olarak kaynaklar, Trump'ın Meksika'ya düzenlenecek operasyonlarda, IŞİD lideri Ebubekir Bağdadi'ye 2019'da yapılan suikastın örnek alınmasını önerdiğini öne sürdü.

Washington, Ekim 2019'da Suriye'de düzenlenen operasyonda Bağdadi'nin öldürüldüğünü bildirmişti. Trump, Bağdadi'nin saldırı sırasında kaçarken üstündeki patlayıcıları inflak ettirerek öldüğünü söylemişti.

Kaynaklardan biri de Trump'ın öldürülecek kartel liderlerinin bir listesinin çıkarılmasını ve operasyonların buna göre planlanmasını istediğini iddia etti.

Trump'ın seçim kampanyası sözcüleri, Rolling Stone'un yorum taleplerine yanıt vermedi.

Amerikan gazetesi New York Times'da çalışan Maggie Haberman’ın geçen yıl Trump'la ilgili yayımladığı Confidence Man (Güven Adamı) kitabında, eski ABD Başkanı'nın bir dönem Meksika'daki uyuşturucu laboratuvarlarını füzeyle vurmayı planladığı da öne sürülmüştü.

Independent Türkçe, Rolling Stone, RT


Biden, Trump'ın seçim mağlubiyetini kabul etmeyeceğini öne sürdü

Fotoğraf: AP
Fotoğraf: AP
TT

Biden, Trump'ın seçim mağlubiyetini kabul etmeyeceğini öne sürdü

Fotoğraf: AP
Fotoğraf: AP

Başkan Biden, kendisinin yeniden seçilmesi halinde Donald Trump'ın 2024 başkanlık yarışının sonuçlarını kabul etmeyeceğinden emin.

Çarşamba günü CNN'e verdiği demeçte "Size garanti veriyorum kabul etmeyecek" diyen Başkan, bu tutumun ülke için "tehlikeli" olacağını savundu.

Başkan Biden, "Ülkenizi sadece kazandığınız zaman sevemezsiniz" diye ekledi.

Başkan ayrıca dünya liderleriyle yaptığı görüşmelerde devlet başkanlarının Donald Trump'ın 4 yıl daha görev yapmasından duyduğu korkuyu kapalı kapılar ardında dile getirdiğini söyledi ve kendisine "Kazanmak zorundasın" dediklerini iddia etti.

The Independent yorum için Trump'ın kampanyasıyla temasa geçti ancak yanıt alamadı.

Trump, 2020'de yaptığı gibi başkanlık seçim sonuçlarına bir kez daha asılsız biçimde itiraz edebileceğini yakın zamanda öne sürmüştü.

Trump geçen hafta Milwaukee Journal Sentinel'e şöyle konuşmuştu

Eğer her şey hilesizse, sonuçları memnuniyetle kabul ederim. Bu konuda değişmem. Eğer değilse, ülkenin hakları için savaşmak zorundasınız.

Ancak aynı röportajda eski başkan, 2020 seçiminde Wisconsin eyaletinde kazandığına dair yanlış iddiasını tekrarlayarak, "aslında kazandığını" ve "ortaya çıkan her şeyin" iddiasını doğruladığını öne sürmüştü.

Sentinel'e göre, eyalette ilçe düzeyinde yeniden sayımlar, mahkeme kararları, tarafsız bir eyalet denetimi ve muhafazakar bir hukuk firmasının yaptığı araştırmada yaygın seçmen usulsüzlüklerine dair inandırıcı bir sonuç bulunamadı.

Biden, Milwaukee'de verdiği röportajın başka bir bölümünde de ABD'nin İsrail'e askeri yardım sağlama politikasındaki değişikliğe ilişkin yeni detaylar verdi.

Başkan, Birleşik Devletler'in İsrail'e, sınır kenti Refah'a sığınan Filistinli sivilleri tehlikeye atacak bir kara saldırısında kullanması için saldırı silahları tedarik etmeyeceğini söyledi.

Biden, Refah'ta devam eden İsrail operasyonunun ABD'nin askeri yardım hakkındaki kırmızı çizgisini aşacak şekilde yerleşim merkezlerine odaklanmadığında ısrar etti.

Biden yönetimi, İsrail Savunma Kuvvetleri'nin bölgede daha önce gerçekleştirdiği operasyonlar sonucunda tahliye edilmek zorunda kalan bir milyondan fazla Gazzeliye ev sahipliği yapan Refah'ta İsrail'in çok sayıda sivili öldüreceği endişesiyle ABD'nin müttefikine gidecek binlerce bombanın sevkıyatını geçen hafta durdurmuştu. 

Independent Türkçe


Japonya'da ekmeklerden sıçan çıkınca 100 bin paket geri çağrıldı

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash
TT

Japonya'da ekmeklerden sıçan çıkınca 100 bin paket geri çağrıldı

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash

Japonya'da üreticinin iki paketin içinde siyah sıçan kalıntılarına rastladığını açıklamasının ardından 100 binden fazla paket dilimlenmiş ekmek geri çağrıldı.

Pasco Shikishima adlı şirket çarşamba günü yaptığı açıklamada, sıçan kalıntılarının iki dilimlenmiş ekmek paketine nasıl girdiğini araştırdıklarını söyledi.

Japonya yüksek sanitasyon ve hijyen standartlarıyla tanınıyor.

Şirket şu ana kadar dilimlenmiş beyaz Chojuku ekmeğini tükettikten sonra hastalanan kimseye rastlamadıklarını belirtti.

Şirketten yapılan açıklamada "Tüketicilerimize ve müşterilerimize sıkıntı yaşattığımız için özür dileriz" dendi.

Ekmeğin üretildiği Tokyo'daki fabrika şimdilik faaliyetlerini askıya aldı. Bir soruşturma emri verildiği bildirildi.

Şirketten yapılan açıklamada, "Bir daha tekrarlanmaması için kalite yönetim sistemimizi güçlendireceğiz" dendi.

Pasco, Tokyo'daki bir fabrikada üretim sürecine sıçan veya sıçanların girmiş olabileceğine dair haberlerin ardından Chojuku Yamagata ekmeğinin 5 dilimli ve 6 dilimli paketlerini geri çağırıyor. Son kullanma tarihlerinin 7'yle 11 arasında Mayıs olup olmadığına ve aşağıdaki fabrika koduna bakınız.

Japonya'da gıda nadiren geri çağrılıyor. Ancak geçen yıl, 7-Eleven market zinciri bir pirinç topunda hamamböceği bulunmasının ardından özür dilemiş ve geri çağırma işlemi başlatmıştı.

Japonya'da sağlığa ilişkin yakın zamanlı bir endişe, Kobayashi Pharmaceutical'ın kolesterolü düşürmek için tasarlanan diyet takviyelerini geri çağırması üzerine oluşmuştu. Şirket, kırmızı maya pirinci içeren bu ürünlerle bağlantılı olması muhtemel 5 ölüm vakasını araştırdığını açıklamıştı.

Independent Türkçe


Hamaney'in danışmanı: İsrail varlığını tehdit ederse Tahran nükleer doktrinini değiştirecek

Buşehr Nükleer Santrali’nin bir modeli, İsfahan kentinde düzenlenen bir nükleer sergi sırasında sergilendi. (AFP)
Buşehr Nükleer Santrali’nin bir modeli, İsfahan kentinde düzenlenen bir nükleer sergi sırasında sergilendi. (AFP)
TT

Hamaney'in danışmanı: İsrail varlığını tehdit ederse Tahran nükleer doktrinini değiştirecek

Buşehr Nükleer Santrali’nin bir modeli, İsfahan kentinde düzenlenen bir nükleer sergi sırasında sergilendi. (AFP)
Buşehr Nükleer Santrali’nin bir modeli, İsfahan kentinde düzenlenen bir nükleer sergi sırasında sergilendi. (AFP)

İran Dini Lideri Ali Hamaney’in danışmanlarından Kemal Harrazi, ‘İsrail'in varlığını tehdit etmesi halinde Tahran'ın nükleer doktrinini değiştirmek zorunda kalacağını’ söyledi. Harrazi’nin açıklamaları, İran'ın nükleer silahına ilişkin endişeleri arttırdı.

Şarku’l Avsat’ın İranlı Öğrenciler Haber Ajansı’ndan (ISNA) aktardığına göre Harrazi bugün (Perşembe) yaptığı açıklamada, İran'ın nükleer silaha sahip olma kabiliyetine atıfta bulunarak, “Henüz nükleer bomba yapma kararı almadık, ancak İran'ın varlığı tehdit altına girerse askeri doktrinimizi değiştirmekten başka çaremiz kalmaz” dedi. İran Dini Lideri Ali Hamaney milenyumun başında verdiği bir fetvayla nükleer silah yapımını yasaklamış ve 2019 yılında da nükleer silah yapımını yasaklayan bir fetva yayımlayarak, “Nükleer bomba yapmak ve depolamak yanlıştır ve bunların kullanımı yasaktır. Nükleer teknolojiye sahip olmamıza rağmen İran bunu yapmaktan tamamen kaçınmıştır” ifadelerini kullanmıştı.

Ancak İran'ın o dönemki İstihbarat Bakanı 2021 yılında, Batı baskısının Tahran'ı nükleer silah arayışına itebileceğini söyledi. Harrazi, “İsrail nükleer tesislerimize saldırırsa caydırıcılığımız değişecektir” dedi.

Nisan ayında İran ve İsrail arasındaki gerilim, İsrail'in Şam'daki İran büyükelçiliği yerleşkesine yönelik saldırısına yanıt olarak İran'ın İsrail'e 300 kadar füze ve insansız hava aracı (İHA) fırlatmasıyla en üst düzeye ulaştı.


İsrailli yetkili: ABD'nin silah sevkiyatını askıya alması Gazze'deki planlarımıza zarar verecek

Gazze Şeridi sınırında toplanan İsrail askerleri (EPA)
Gazze Şeridi sınırında toplanan İsrail askerleri (EPA)
TT

İsrailli yetkili: ABD'nin silah sevkiyatını askıya alması Gazze'deki planlarımıza zarar verecek

Gazze Şeridi sınırında toplanan İsrail askerleri (EPA)
Gazze Şeridi sınırında toplanan İsrail askerleri (EPA)

İsrailli bir yetkili bugün (Perşembe) yaptığı açıklamada, İsrail'e ulaşması beklenen ve aralarında 3 bin bombanın da bulunduğu ABD silah sevkiyatının askıya alınmasının, İsrail ordusunun Gazze Şeridi'ndeki operasyonel planlarına zarar vereceğini ve silah kullanımında tasarrufa gitmeye zorlayacağını söyledi.

Şarku’l Avsat’ın İsrail Yayın Kurumu’ndan aktardığına göre ismi açıklanmayan yetkili, “ABD Başkanı Joe Biden'ın İsrail'e silah sevkiyatının askıya alınmasına ilişkin açıklaması savaştaki operasyonel planlara zarar verecek ve hatta İsrail'in silah kullanımında tasarrufa gitmesine yol açacaktır” ifadelerini kullandı.

ABD Başkanı dün akşam (Çarşamba) CNN'e verdiği demeçte, İsrail'in Refah'ı işgal etmesi halinde silah sevkiyatının durdurulacağını belirtti.

Biden, “Gazze Şeridi'ndeki siviller yerleşim bölgelerinde bomba ve diğer araçların kullanılmasıyla öldürüldü. Refah'a girerlerse, ki şu ana kadar böyle bir şey olmadı, daha önce Refah'a karşı kullanılmış silahları teslim etmeyeceğimi açıkça söyledim” şeklinde konuştu.

Bu sözler İsrail'de eleştiri fırtınasına yol açarken, İsrail'in Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilcisi Gilad Erdan, ABD Başkanı Joe Biden'ın sözlerini ‘hayal kırıklığı’ olarak değerlendirdi. Erdan, “Savaşın başından beri minnettarlığımızı ifade ettiğimiz Biden'dan gelen bu açıklama hayal kırıklığı yarattı” dedi.

İsrail’in aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, bugün X platformundaki kişisel hesabından şu gönderiyi paylaştı: “Hamas Biden'ı seviyor.”


Putin: Rusya kimsenin kendisini tehdit etmesine izin vermeyecektir

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (Reuters)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (Reuters)
TT

Putin: Rusya kimsenin kendisini tehdit etmesine izin vermeyecektir

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (Reuters)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (Reuters)

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Nazilere karşı kazanılan zaferin 79’uncu yıldönümü münasebetiyle yaptığı konuşmada, Rusya'nın kimsenin kendisini tehdit etmesine izin vermeyeceğini vurguladı.

Şarku’l Avsat’ın Rus resmi haber ajansı Sputnik'ten aktardığı habere göre Putin, “Rusya küresel bir çatışmayı önlemek için elinden geleni yapacaktır. Ancak aynı zamanda kimsenin bizi tehdit etmesine de izin vermeyeceğiz. Stratejik güçlerimiz sürekli savaşa hazır durumda” ifadelerini kullandı.

Putin, “İntikam, tarihle alay etme ve mevcut Nazilerin takipçilerini haklı çıkarma arzusu, Batılı elitlerin, küresel kalkınmanın egemen ve bağımsız merkezlerini kontrol altına almak için giderek daha fazla bölgesel çatışmayı, etnik ve dinler arası düşmanlığı kışkırtma yönündeki genel politikasının bir parçasıdır” dedi.

Sovyetler Birliği İkinci Dünya Savaşı'nda, Ukrayna'daki milyonlar da dahil olmak üzere 27 milyon insanını kaybetti ama sonunda Nazi güçlerini Hitler'in intihar ettiği Berlin'e kadar geri püskürttü. Kırmızı Sovyet zafer bayrağı 1945 yılında Reichstag olarak bilinen parlamento binasının üzerine çekildi. Nazi Almanyası 8 Mayıs 1945'te Berlin saatiyle 11:01'de teslim oldu. Fransa, İngiltere ve ABD bu olayı ‘Avrupa Zafer Günü’ olarak kutlarken, Moskova saat farkı nedeniyle bu özel günü 9 Mayıs'ta kutluyor. Rusların 1941-1945 yılları arasındaki ‘Büyük Vatanseverlik Savaşı’ olarak adlandırdıkları bu gün Sovyetler Birliği için ‘Zafer Günü’ oldu.

Kısa bir askerî geçit töreninde Rusya sadece bir T-34 tankı sergiledi. Savaş uçakları havalanarak Rus bayrağının üç rengini dumanla gökyüzüne işledi. Geçit töreninde ayrıca, ‘dünyanın herhangi bir noktasındaki herhangi bir hedefi vurma garantili’ olduğu söylenen Rus stratejik kıtalararası füzesi Yars da yer aldı. Geçit törenine Belarus, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan, Küba, Laos ve Gine-Bissau liderleri katıldı.


Ben-Gvir, ABD'nin İsrail'e silah sevkiyatını durdurmasını yorumladı: Hamas Biden'ı seviyor

Güney Kaliforniya Üniversitesi önünde dün (çarşamba) düzenlenen İsrail yanlısı mitingin ardından İsrail ve ABD bayrağı taşıyan insanlar (EPA)
Güney Kaliforniya Üniversitesi önünde dün (çarşamba) düzenlenen İsrail yanlısı mitingin ardından İsrail ve ABD bayrağı taşıyan insanlar (EPA)
TT

Ben-Gvir, ABD'nin İsrail'e silah sevkiyatını durdurmasını yorumladı: Hamas Biden'ı seviyor

Güney Kaliforniya Üniversitesi önünde dün (çarşamba) düzenlenen İsrail yanlısı mitingin ardından İsrail ve ABD bayrağı taşıyan insanlar (EPA)
Güney Kaliforniya Üniversitesi önünde dün (çarşamba) düzenlenen İsrail yanlısı mitingin ardından İsrail ve ABD bayrağı taşıyan insanlar (EPA)

ABD'nin İsrail'e silah sevkiyatını durdurma kararının ve ABD Başkanı Joe Biden'ın, İsrail güçlerinin Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah kentine büyük bir saldırı başlatması halinde silah sevkiyatını durdurma sözü vermesinin ardından aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, bugün (Perşembe) X platformundaki kişisel hesabından, Biden'ın Tel Aviv'e ABD bombaları göndermeyi durdurma kararına bir gönderme yaparak şu gönderiyi paylaştı: “Hamas Biden'ı seviyor.”

İsrail'den Refah'taki sivilleri korumak için bir plan geliştirmesini isteyen ABD Başkanı, dün (Çarşamba) CNN'e verdiği demeçte, “Refah'a girerlerse onlara silah sağlamayacağımı açıkça belirttim” dedi. Biden, ülkesi tarafından İsrail'e sağlanan bombaların, Hamas'ı ortadan kaldırmayı amaçlayan yedi aylık saldırı sırasında Gazze Şeridi'ndeki sivilleri öldürmek için kullanıldığını kabul etti.

Biden'ın şimdiye kadarki en sert açıklamaları, Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki bombardıman ve çatışmalardan kaçan yüz binlerce Filistinlinin sığındığı Refah'a geniş çaplı bir saldırı başlatmaktan kaçınması için İsrail üzerindeki baskıyı arttırıyor.

Şarku’l Avsat’ın Reuters'tan aktardığı habere göre İsrail Kamu Yayın Kuruluşu KAN, İsrail savunma üretimi ve tedarikinin eski başkanının bugün, İsrail'in ABD silahları olmadan Hamas’la başa çıkabileceği iddiasını reddettiğini ve İsrail'in başka yerlerden silah almak zorunda olduğunu söylediğini bildirdi.

İsrail'in Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilcisi Gilad Erdan, ABD Başkanı Joe Biden'ın yoğun nüfuslu Refah kentini işgal etmesi halinde İsrail'e bazı silah yardımlarını kesme tehdidini ‘hayal kırıklığı’ olarak değerlendirdi.

Biden'ın uyarısına İsrail'den gelen ilk tepki olarak Erdan, “Savaşın başından beri minnettarlığımızı ifade ettiğimiz Biden'dan gelen bu açıklama hayal kırıklığı yarattı” dedi.

Times of Israel, Erdan’ın Yahudilerin ABD seçimlerinde Biden'ın Demokrat Partisi lehine oy kullanma konusunda artık ‘isteksiz’ olduklarını söylediğini aktardı.

CNN'e verdiği röportaj sırasında Biden, Gazze Şeridi'nde sivillerin yerleşim bölgelerinde bomba ve diğer araçların kullanılmasıyla öldürüldüğünü açıklayarak, yönetiminin geçen hafta İsrail'e sevkiyatı askıya alma kararı aldığı 907 kiloluk bombalara atıfta bulundu.

Biden, “Refah'a girerlerse, ki şu ana kadar böyle bir şey olmadı, daha önce Refah'a karşı kullanılmış silahları teslim etmeyeceğimi açıkça söyledim” dedi.

ABD Başkanı, İsrail'in Refah'ı işgal etmesi halinde silah sevkiyatının durdurulacağını da belirtti.

Biden, “İsrail'in Demir Kubbe konusunda güvenliğinin ve son dönemde Ortadoğu'dan gelen saldırılara cevap verme yeteneğinin sağlanması için çalışmaya devam ediyoruz. Ancak silah ve topçu mühimmatı sağlamayacağız” ifadelerini kullandı.

Biden, İsrail'in Refah'taki askeri operasyonlarının “henüz yoğun nüfuslu bölgelere girerek kırmızı çizgiyi aşma seviyesine yükselmediğini” de belirtti.

ABD Başkanı, Gazze Şeridi'ni yeniden inşa etmek ve savaş sonrasında iki devletli çözüme geçişte yardımcı olmak isteyen Arap ülkeleriyle birlikte çalıştıklarını açıkladı.


ABD İsrail'e yapılan bazı bomba sevkiyatlarını neden askıya aldı?

İsrail'in Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah kentinde bir eve düzenlediği saldırının gerçekleştiği yeri inceleyen Filistinliler (Reuters)
İsrail'in Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah kentinde bir eve düzenlediği saldırının gerçekleştiği yeri inceleyen Filistinliler (Reuters)
TT

ABD İsrail'e yapılan bazı bomba sevkiyatlarını neden askıya aldı?

İsrail'in Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah kentinde bir eve düzenlediği saldırının gerçekleştiği yeri inceleyen Filistinliler (Reuters)
İsrail'in Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah kentinde bir eve düzenlediği saldırının gerçekleştiği yeri inceleyen Filistinliler (Reuters)

ABD, Gazze'deki Hamas güçlerine karşı yürütülen ve bugüne kadar 34 bin 800'den fazla Filistinlinin ölümüne neden olan operasyonda kullanılan ağır bombalar da dahil olmak üzere İsrail'e yapılan silah sevkiyatını askıya aldı.

Sevkiyatın askıya alınması, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun ABD Başkanı Joe Biden'ın itirazlarına rağmen Filistin'in Refah kentine yönelik askeri saldırıyı sürdürdüğü dönemde gerçekleşti.

Şarku’l Avsat, Reuters’ın aktardığı bazı detayları inceledi:

- Hangi bombaların sevkiyatı askıya alındı?

ABD'li yetkililer, Washington'un her biri 907 kilogram ağırlığında bin 800 bomba ve her biri 227 kilogram ağırlığında bin 700 bomba sevkiyatını askıya aldığını bildirdi.

Dört kaynak, en az iki hafta ertelenen sevkiyatların, normal bombaları hassas güdümlü bombalara dönüştüren Boeing mühimmatlarının yanı sıra küçük çaplı bombaları (SDB-1) içerdiğini söyledi.

SDB-1, yaklaşık 113 kilogram patlayıcı içeren hassas güdümlü bir süzülme bombasıdır.

Söz konusu sevkiyatlar daha önce onaylanan bir sevkiyatın parçasıydı; Nisan ayında ABD Kongresi tarafından onaylanan 95 milyar dolarlık ek yardım paketinin bir parçası değildi.

* ABD bu bombaların gönderilmesini neden engelliyor?

ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin dün (Çarşamba) Senato'daki bir oturumda yaptığı açıklamada, “ABD'nin Refah'ta devam eden olaylar ışığında yakın vadeli güvenlik yardımını gözden geçirdiğini” söyledi.

Austin, “Başından beri şu konuda çok açık olduk: İsrail, savaş alanındaki sivilleri dikkate almadan ve korumadan Refah'ta büyük bir saldırı başlatmamalı” ifadelerini kullandı.

Refah'ta bir milyondan fazla Filistinli sivil barınıyor ve bunların çoğu daha önce İsrail'in tahliye emirleri üzerine Gazze Şeridi'nin diğer bölgelerinde yerlerinden edilmişti.

Adının açıklanmaması kaydıyla konuşan ABD'li bir yetkili, ABD'nin kararının “907 kilogramlık bombaların kullanımı ve Gazze Şeridi'nin diğer bölgelerinde gördüğümüz gibi yoğun nüfuslu kentsel alanlarda yaratabileceği etki” konusundaki endişeler nedeniyle alındığını söyledi.

Yetkili, ABD'nin Refah'ta kullanılabilecek silahların teslimatını dikkatle incelediğini de sözlerine ekledi.

- Karar ne zaman alındı? Biden sürece dahil oldu mu?

ABD'li yetkililer kararın geçen hafta alındığını ve Biden’ın doğrudan işin içinde olduğunu aktardı. Biden'ın kendisi de dün CNN'e verdiği röportaj sırasında bunu doğruladı.

İsrail'e gönderilen 907 kilogramlık bombalar sorulduğunda Biden şu cevabı verdi: “Bu bombalar ve nüfus merkezlerini hedef alan diğer yöntemler sonucunda Gazze Şeridi'nde siviller öldürüldü.”

- 907 kilogramlık bombalar nasıl bir hasara yol açabilir?

907 kilogram ağırlığında olan bombalar gibi büyük bombalar, geniş bir etki alanına sahiptir. Birleşmiş Milletler (BM), “Patlamadan kaynaklanan basınç akciğerleri parçalayabilir, sinüs boşluklarını patlatabilir ve patlama alanından yüzlerce metre uzakta bulunanların uzuvlarını koparabilir” diyor.

Uluslararası Kızıl Haç Komitesi'nin (ICRC) 2022 tarihli bir raporunda, yoğun nüfuslu bir bölgede büyük ölçekli patlayıcıların kullanılmasının ‘ayrım gözetmeyen etkilere yol açma ya da orantılılık ilkesini ihlal etme olasılığının yüksek olduğu’ belirtiliyor.

- İsrail'in tepkisi ne oldu?

İsrail Filistinli sivilleri hedef aldığını reddederek, Hamas'ı ortadan kaldırmaya odaklandığını ve gereksiz ölümlerden kaçınmak için gerekli tüm önlemleri aldığını söylüyor.

Washington'dan yapılan açıklamanın ardından üst düzey bir İsrailli yetkili ABD raporunu doğrulamayı reddederek, “Tırnaklarımızla savaşmak zorunda kalırsak, yapmamız gerekeni yaparız” dedi. Bir askeri sözcü ise “Her türlü anlaşmazlık kapalı oturumlarda çözülür” ifadesini kullandı.

- İsrail'in Gazze Şeridi'nde bu bombaları kullanması yasal mıydı?

Bu çok tartışılan bir konu. Uluslararası insancıl hukuk, nüfusun yoğun olduğu bölgelerde hava bombardımanını açıkça yasaklamaz; ancak siviller hedef olamaz ve belirli askeri hedef, olası sivil kayıplar veya hasarla orantılı olmalıdır.

- Uluslararası Ceza Mahkemesi ne diyor?

İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki savaşını soruşturan Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (UCM) tüzüğüne göre, sivil ölümlerin ya da zararın herhangi bir doğrudan askeri avantaja kıyasla ‘açıkça aşırı’ olacağı biliniyorsa, kasıtlı bir saldırı ‘savaş suçu’ olarak sınıflandırılır.

- Washington daha önce İsrail'e askeri yardımı engelledi mi?

Evet, 1982 yılında engelledi. Dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan, bir kongre soruşturmasının İsrail'in 1982'de Lübnan'ı işgali sırasında bu silahları nüfusun yoğun olduğu bölgelerde kullandığı sonucuna varmasının ardından İsrail'e misket bombası satışına altı yıllık bir yasak getirmişti.

İsrail'in ABD yapımı misket bombalarını kullanımı, 2006 yılında Lübnan'da Hizbullah militanlarıyla yapılan savaşta kullanıldığına dair endişeler nedeniyle eski ABD Başkanı George W. Bush döneminde de incelenmişti.