ABD’nin Körfez politikalarındaki sabit ve değişkenler

ABD artık dünyanın tek süper gücü değil…

Eduardo Ramon
Eduardo Ramon
TT

ABD’nin Körfez politikalarındaki sabit ve değişkenler

Eduardo Ramon
Eduardo Ramon

Robrt Ford // ABD’nin Suriye ve Cezayir eski Büyükelçisi, Washington’da Middle East Institute araştırmacısı.

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) geçtiğimiz 31 Mayıs’ta, Körfez sularındaki ticari hareketliliği korumak için ABD liderliğindeki deniz gücüne ortaklığını durduracağını açıkladı. Körfez’deki Arap tarafının ABD’nin bölgeye yönelik güvenlik politikasından memnun olmadığının en son göstergesi olan bu adım dikkat çekici. Zira BAE, daha önce ABD’nin çok yakın bir ortağı idi. Bu kararın ABD basınında veya ABD’nin dış politikasıyla ilgilenen kurumlarda kayda değer bir yankı uyandırmaması da ayrıca dikkat çekti.

Körfez bölgesindeki gözlemciler, 33 yıl önce Kuveyt’i kurtarmak için başlatılan savaştan bu yana ABD politikasında meydana gelen değişikliğin boyutunu sorguluyor. Bu sorunun cevabı şu: ABD’nin yaklaşımlarında bazı gelişmeler oldu ve ABD, yaklaşımını geliştirmek zorunda kaldı. Zira artık dünyanın tek süper gücü değil; 2023 yılında Çin, ciddi bir rakip olarak ona meydan okuyor. Bununla beraber ABD, halen Körfez bölgesindeki enerji kaynaklarında hayati bir ulusal çıkarı olduğunu düşünüyor. Bu yüzden İran gibi düşman bir devletin bu kaynakları ele geçirme yönündeki herhangi girişimine karşı koyacaktır. Bundan hareketle denebilir ki ABD’nin politikaları, 1991 yılına göre pek de değişmedi. Washington’ın hedefi halen İran’ın düşmanlığını önlemek. Ancak karşı karşıya kaldığı jeopolitik zorlukların artmasıyla birlikte bölgenin güvenliğini temin etmek için Arap Körfez ülkelerinin desteğine muhtaç.

ABD liderliğinde yeni bir bölgesel güvenlik yapısının inşası uzun zaman alacak. Dolayısıyla şu an gördüğümüz şey, Körfez bölgesi, eski ABD güvenlik şemsiyesinden birden fazla sistem ve devleti içeren daha yeni bir bölgesel güvenlik yapısına geçişin başlangıcıdır.

BAE’nin hissettiği hayal kırıklığını ve daha geniş bir siyasi ve diplomatik ağ kurma arzusunu anlayabiliriz. Washington, çok kutuplu bir dünyada Körfez ülkelerinin birden fazla seçeneği olduğunu biliyor ve bu ülkelerin daha dinamik bir Çin’le ekonomik ilişkiler kurmasını kabulleniyor. Ama kırmızı çizgileri var. Mesela hem ABD hem de Çin’le yakın askerî ilişkilerden istifade etmeye çalışan ülkelere derin bir askerî iş birliği sunmayacaktır.

Ortadoğu’da artık kara savaşı yok

1991’in başında ABD güçleri, Irak’a ait hedefleri beş hafta boyunca hava saldırıları ve füzelerle bombaladıktan sonra sadece iki hafta içerisinde Irak ordusunu Kuveyt’ten çıkardı. Bu savaşta ölen Amerikan askerinin sayısı 300’ün altındaydı. 2001’de, yani savaştan on yıl sonra Amerika’da yapılan bir kamuoyu yoklaması, Amerikalıların yüzde 63’ünün ABD’nin çabalarına olumlu baktığını ortaya koydu. 2003 yılında patlak veren Irak savaşı sekiz hafta değil, sekiz yıl sürdü. Bu savaşta yaklaşık 5 bin Amerikalı öldü. Elbette ölen Iraklıların sayısı daha fazlaydı. 1991’deki savaşın aksine 2011’de son Amerikan askerleri Irak’tan döndüğünde zafer alayı yoktu.

ABD liderliğinde yeni bir bölgesel güvenlik yapısının inşası uzun bir zaman alacak. Dolayısıyla şu an gördüğümüz şey, Körfez bölgesi, eski ABD güvenlik şemsiyesinden birden fazla sistem ve devleti içeren daha yeni bir bölgesel güvenlik yapısına geçişin başlangıcıdır

Gallup şirketinin geçen yıl yaptığı bir ankete göre Amerikalıların yalnızca yüzde 16’sı Irak’taki savaşa olumlu bakıyor. Ağustos 2021 sonlarında, yani ABD güçlerinin yirmi yıl süren bir savaşın ardından Afganistan’dan çekilmesinden sonra yapılan bir başka ankete göre de Amerikalıların yüzde 54’ü, her ne kadar düzensiz olsa da çekilmenin doğru bir karar olduğunu düşünüyor.

John Bolton gibi güvenilirliğini kaybeden bazı savaş şahinlerini bir kenara bırakırsak, büyük Irak ve daha az ölçüde Afganistan başarısızlığıyla yaşanan hayal kırıklığının, ABD’nin bölgedeki politik tercihlerini değiştirdiğini söylemek gerekir. Soldan sağa tüm siyasi çevreler, Amerikan kamuoyu ile siyasetçilerin Ortadoğu’da başka uzun ve maliyetli bir kara savaşı istemediğini ifade etti.

devr
6 Aralık 2015’te Amerikalı askerler, Irak ordusunun mühendislerine Bağdat’ta portatif duba köprülerin nasıl kullanılacağını gösteriyor (Getty Images)

Biden, John Bolton’a kulak verip de İran’a saldırmak istese bile, özellikle partinin sol cenahından çok sayıda Demokrat ve özellikle partideki Trump destekçilerinden olmak üzere çok sayıda Cumhuriyetçi buna hemen karşı çıkacaktır. Bugün 1991 yılındaki kolay zaferin getirdiği kibir ve kendini beğenmişliğin yıllar geçtikçe aşınmaya başladığını söyleyebiliriz.

İkinci değişiklik: ortaklara duyulan ihtiyaç

ABD hükümeti 1991 yılında Kuveyt’i kurtarmak için bir operasyon planladı ve bunu yönetti. General Norman Schwarzkopf, yarım milyon Amerikan askerine komuta ederken, Başkan Bush ve Dışişleri Bakanı James Baker ise uluslararası diplomatik çabalara öncülük etti. Bu çabalara Suudi Arabistan Krallığı ve Mısır başta olmak üzere az sayıda Arap ülkesi de katıldı.

Kasım 1990’da Başkan Bush, Schwarzkopf komutasında görev yapacak iki zırhlı birlik göndermesi için Cumhurbaşkanı Mübarek’in onayını almak üzere Mısır’ın başkentini ziyaret ettiğinde, ben, Kahire’deki ABD Büyükelçiliği’nde çalışıyordum. Daha sonra Başkan Bush, bir ekip göndermeye ikna etmek için Cenevre’de Esed’le de bir araya geldi. Bush Arap güçlerinin varlığını, Schwarzkopf’un Iraklılarla karşı karşıya gelirken onlara ihtiyaç duyacağından ötürü istemiyordu. Nitekim Schwarzkopf’un vurucu bir Amerikan ateş gücü vardı. Bush ve Baker Arap güçleriyle, ABD’nin askeri operasyonunun meşruiyetini dünyanın geri kalanına göstermek istedi. Mısır ve Suriye güçleri bu savaşta çok katkı sağlamadı. Washington’ın Çöl Fırtınası adını verdiği askerî harekât, esasında ABD’nin ortaya koyduğu bir çabaydı. 1991 yılını takip eden senelerde Amerikalılar, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Bahreyn’de ve işin sonunda Katar ve BAE’de askerî güçler konuşlandırdı. Bundan kısa bir süre sonra Sovyetler Birliği çöktü. Çin de henüz uluslararası bir güç değildi. Bu yüzden ABD güçleri kolaylıkla Körfez güvenliğinin sorumluğunu üstlenmişti.

Biden, John Bolton’a kulak verip de İran’a saldırmak istese bile, özellikle partinin sol cenahından çok sayıda Demokrat ve özellikle partideki Trump destekçilerinden olmak üzere çok sayıda Cumhuriyetçi buna hemen karşı çıkacaktır. Bugün 1991 yılındaki kolay zaferin getirdiği kibir ve kendini beğenmişliğin yıllar geçtikçe aşınmaya başladığını söyleyebiliriz

Washington 2023 yılında, sadece bölgede başka büyük bir kara savaşının yürütülmesine karşı çıkan iç politika zorluğuyla karşı karşıya değil. ABD’nin Çin’in büyüyen askerî gücü karşısında askerî dengeyi korumak için kuvvet konuşlandırmaya da ihtiyacı var. Çin donanması, ABD donanmasının sahip olduğu tecrübeden yoksun olsa da daha fazla gemiye sahip. 1991 yılındaki savaşın, hatta 2003-2010 Irak savaşının aksine ABD gemileri ve piyadelerine artık Körfez bölgesinin dışında da ihtiyaç duyuluyor.

Bu durum bize, Başkan Richard Nixon ile Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger’ın 1971 yılından önce yüzleştiği durumu hatırlatıyor. Bu iki isim de Vietnam Savaşı’na devam ettikleri ve Avrupa’da Sovyetler Birliği tehdidiyle yüzleştikleri bir zamanda Körfez’in güvenliğiyle ilgileniyorlardı. Birleşik Krallık’ın, ABD’nin kayda değer bir rolü olmadan Körfez’deki güvenlik meselelerini idare etmesine izin verdikleri için mutluydular. Birleşik Krallık, 1971 yılında güçlerini Körfez’den çektiğinde Nixon yönetimi, Körfez’de sınırlı bir rol üstlenmeye çalıştı. Henry Kissinger ve Nixon, Sovyetler Birliği’nin boşluğu doldurmasına ya da bölgesel sıkıntıdan faydalanmasına izin vermeme konusunda anlaştı. Bu nedenle Bahreyn’deki eski Birleşik Krallık donanma üssünde iki küçük savaş gemisi bulundurmaya karar verdiler. Ağustos 1972’de Beyaz Saray’daki ABD Ulusal Güvenlik Konseyi tarafından Dışişleri ve Savunma bakanlıklarına gönderilen gizli talimatta, Nixon’ın Körfez politikası şu ilkeleri vurguluyordu:

-Bölge ülkelerinin güvenliğinin sorumluluğu, öncelikle o ülkelere aittir.

-ABD, o ülkeleri iş birliğine teşvik edecektir.

-ABD, bölgede aktif ve yapıcı bir rol oynayacaktır.

Nixon Doktrini ortaya çıktığında bu doktrin, bölgesel istikrarı sağlamak ve Sovyet nüfuzunu önlemek adına Amerikalılarla çalışmaları için bir yanda İran ve Şah’a, diğer yanda Suudi Arabistan hükümetine güveniyordu. Amerikalılar o dönemde Kuveyt’ten başlayarak, Körfez’e askerî ekipmanlarını satmak için ilk anlaşmalarına başladı. Daha sonra bu satışlar, kısmen ticari bir kâr elde etme amacıyla devam etti. Ama Washington için tüm bunlardan daha önemli olan şey, bölge ülkelerinin yeteneklerini geliştirmeye çalışmaktı.

2023 yılında bugün İran, onun potansiyel bir ortak olması ihtimalini tamamen dışlayan ABD için en büyük tehdit sayılıyor. Bununla birlikte bugün hem Trump hem de Biden, Nixon ile Kissinger’ın, Körfez ülkelerinin bölgesel güvenliği ve istikrarı sağlamaya yardım etme sorumluluğunu vurgulayan politikasını kopyalıyor.

Öncelikler listesinin başında, çeşitli ülkelerin Şam ve Arap Yarımadası’ndaki hava ve deniz operasyonlarına entegre olacak bölgesel bir hava ve deniz savunma sistemi inşa etmek yer alıyor. Amerikalılar tüm bu çabalara öncülük edip, bazı askerî varlıkları bu iş için ayırıyor. Aynı şekilde bilgi teknoloji sistemlerinin entegrasyonu da büyük bir zorluk. Bununla beraber bu askerî çaba, Amerikalıların yirmi yıl önce Irak ve Afganistan savaşlarının kızıştığı zamanda Körfez’de yaptıklarından çok daha az. Bilal Saab’ın yakın zamanda Amerikan dergisi The National Review’de yayınladığı makaleye göre bu eylem, bölge ülkelerinden Körfez bölgesinde daha fazla şey yapmalarını isteyen ABD Kongresi’nde güçlü bir destek görüyor. NATO nasıl bir günde kurulmadıysa, Körfez güvenlik yapısının oluşması da yıllar sürecek. Ama çalışmalar çoktan başladı.  

Nixon Doktrini ortaya çıktığında bu doktrin, bölgesel istikrarı sağlamak ve Sovyet nüfuzunu önlemek adına Amerikalılarla çalışmaları için bir yanda İran ve Şah’a, diğer yanda Suudi Arabistan hükümetine dayanıyordu. Amerikalılar o dönemde Kuveyt’ten başlayarak Körfez’e askerî ekipmanlarını satmak için ilk anlaşmalarına başladı

Saddam Hüseyin, İsrail’i intikam için kışkırtmak ve Washington’ın Kuveyt savaşı için oluşturduğu uluslararası koalisyon üzerinde baskı kurmak için İsrail’i birkaç kez Scud füzeleriyle bombaladı. Bush ve Baker, itidal çağrısında bulunmak için Başbakan İzak Şamir hükümetiyle sürekli temas halindeydi. Ayrıca Kuveyt savaşından sonra Arap ülkelerine verdikleri sözü yerine getirerek, Ekim 1991’deki Madrid zirvesinin bir sonucu olan geniş kapsamlı barış sürecini başlattılar.

csdevr
1991 Körfez Savaşı’nda Amerikan uçakları (Getty Images)

2023 yılında Biden yönetimi, herhangi bir barış sürecinden vazgeçmekle kalmıyor, aynı zamanda Körfez ülkelerinin kapsamlı bir barış anlaşması olmaksızın yeni bir bölgesel güvenlik yapısı oluşturmada İsrail’in yeteneklerinden ve tecrübesinden faydalanma yollarını bulmalarını tercih ettiğini de gizlemiyor. Amerikalılar bunu, kasıtlı olarak planlamamış olabilir. Ancak Obama ve sonra da Trump’ın Körfez’deki güvenlik varlığını aşamalı olarak azaltmasıyla birlikte bazı bölge ülkeleri, İsrail ile ilişkileri normalleştirmenin, İran’ın onlara uyguladığı baskı karşısında bir denge oluşturmaya (ve Washington’ın bölgeyi savunma taahhüdünün sürmesi için İsrail desteğini kullanmaya) yardımcı olabileceğini düşündü.

2023 yılında Biden yönetimi, herhangi bir barış sürecinden vazgeçmekle kalmıyor, aynı zamanda Körfez ülkelerinin, kapsamlı bir barış anlaşması olmaksızın yeni bir bölgesel güvenlik yapısı oluşturmada İsrail’in yeteneklerinden ve tecrübesinden faydalanma yollarını bulmalarını tercih ettiğini de gizlemiyor

Biden, Trump’ın Abraham Anlaşmaları konusundaki çalışmalarını hemen övdü. Biden’ın Suudi Arabistan Krallığı’nı da İsrail’le bir anlaşmaya ikna etmek istediğine dair haberler mevcut. Ancak Bush ve Baker’in aksine, anlaşmanın bir parçası olarak yeni ve kapsamlı barış sürecine dair herhangi bir işaret yok.

Değişmezlerden biri: Körfez’in güvenliği ve ABD’nin çıkarları

Biden yönetiminin ulusal güvenlik stratejilerine göre “ABD, yabancı veya bölgesel güçlerin, Hürmüz Boğazı ve Babülmendeb dahil olmak üzere Ortadoğu’daki su yollarında seyrüsefer özgürlüğünü tehdit etmesine izin vermeyecek. Aynı şekilde herhangi bir ülkenin askerî yığınaklar, sızmalar ya da tehditler yoluyla başka bir ülkeyi -yahut bölgeyi- kontrol etme çabalarına da müsamaha göstermeyecek.” Bu taahhüt, Reagan yönetiminin Hürmüz Boğazı’ndaki ticari hareketliliği koruma taahhüdünü aklımıza getiriyor. Nitekim Reagan yönetimi, 1987-1988 yıllarında İran-Irak arasındaki Tanker Savaşı esnasında Kuveyt gemilerini himaye etmişti. Bir ülkenin bir başka ülke üzerindeki ya da bölge üzerindeki hegemonyasını durdurma taahhüdü tekrarlanıyor. Halbuki bu kontrol, 43 yıl önce Başkan Carter’dan beri ABD’nin izlediği politikadır.

Trump yönetiminin, Eylül 2019’da Suudi Arabistan’ın Abkayk şehrindeki enerji tesislerine yönelik İran saldırısına karşılık verememesi, ABD’nin güvenilirliğine zarar verdi. Benzer şekilde Biden yönetiminin 2022’de Abu Dabi’ye yönelik saldırılara karşılık vermekte geç kalması da aynı etkiyi doğurdu. İran’a ait sürat teknesinin bir ticari gemiyi sıkıştırdığı ya da ele geçirdiği her durumda İran’ı vuramaması da ABD’nin Körfez’i koruma taahhüdüne dair yeni sorgulamalara sebep oluyor. ABD açısından iki önemli husus var. Öncelikle İran’ın, Ukrayna’daki duruma benzer şekilde Körfez’in Arap tarafına yönelik geniş çaplı bir işgali ile Panama bandıralı gemilere küçük sürat tekneleriyle yapılan baskınları ayrı değerlendirmemiz lazım.

2023 yılında ABD, özellikle Çin’in temsil ettiği zorlukları ve ABD askerî kaynaklarının Ukrayna’da büyük ölçüde konuşlandırıldığını göz önüne alarak, İran’la geniş kapsamlı ve uzun vadeli bir savaşa girmekten kaçınmayı hedefliyor.

ABD, İran’la karşı karşıya gelen Körfez ülkelerinde personelini ve askerî varlıklarını konuşlandırdı. Bu, gerekirse monte edilmiş geleneksel silahları kullanmak da dahil olmak üzere ev sahibi ülkeleri, işgale karşı savunmaya yönelik zımni ama açık bir taahhüdün kanıtıdır. Ancak İran’ı ticari taşımacılığa yönelik tacizlerden caydırmak ayrı bir mesele. Nitekim Tanker Savaşı sırasında ABD, İran saldırılarını engellemedi ve çatışmayı İran’la büyük bir savaşa dönüştürebilecek askerî eylemlerden kaçındı. Asıl amaç, fiyatlarda büyük artışlar olmadan deniz seyrüseferinin kesintisiz olarak akışını temin etmekti ki, bu sonunda gerçekleştirildi.

2023 yılında ABD, özellikle Çin’in oluşturduğu zorlukları ve ABD askerî kaynaklarının Ukrayna’da büyük ölçüde konuşlandırıldığını göz önüne alarak, İran’la geniş kapsamlı ve uzun vadeli bir savaşa girmekten kaçınmayı hedefliyor. Bununla beraber Körfez yoluyla deniz taşımacılığının sürekliliğinin korunması önemli. Bu bizi Kissinger ile Nixon tarafından benimsenen ve ABD’nin, bölgenin istikrarını desteklemek için Körfez ülkelerinden daha fazla çaba talep ettiği ilkelere geri götürüyor.

Bu, Washington’ın Körfez ülkelerinin Çin’le ticari ilişkiler kurmasına ya da Çin’in İran ile Suudi Arabistan arasında arabuluculuk yapmasına neden itiraz etmediğini açıklıyor. Çin’in Suudi Arabistan Krallığı ile İran arasındaki gerilimi düşürme girişimi -pek mümkün olmasa da- başarılı olursa ABD’nin, Körfez’in istikrarındaki çıkarlarına hizmet edecek. Bununla birlikte Washington, Körfez ülkeleri ile Çin arasındaki askerî ilişkiler konusunda daha katı olacaktır.

Washington, Çin istihbaratının ABD güçlerinin hareketlerini dikkatle izlemek için kendisine sunulan kolaylıklardan ya da ABD yapımı askerî teçhizat ve sistemlerin yetenekleri ve bütünlüğüne sızmasından faydalanmasını istemeyecektir. Çin’le güçlü bir askerî ilişki kurarken, aynı zamanda ABD’den yakın askerî iş birliği ve koruma isteyen ülkeler, Washington’ın kendileriyle askerî ilişkileri sınırlandırdığını görecekler. Rusya’dan S-400 sistemi satın alan Türkiye örneğinde gördüğümüz gibi...

* Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Batı Şeria'da öldürülen Türk asıllı ABD vatandaşı aktivistin ailesi İsrail'i suçluyor ve bağımsız soruşturma talep ediyor

Aktivist Ayşe Nur Ezgi Eygi'nin Uluslararası Dayanışma Hareketi  tarafından sağlanan fotoğrafı (AP)
Aktivist Ayşe Nur Ezgi Eygi'nin Uluslararası Dayanışma Hareketi tarafından sağlanan fotoğrafı (AP)
TT

Batı Şeria'da öldürülen Türk asıllı ABD vatandaşı aktivistin ailesi İsrail'i suçluyor ve bağımsız soruşturma talep ediyor

Aktivist Ayşe Nur Ezgi Eygi'nin Uluslararası Dayanışma Hareketi  tarafından sağlanan fotoğrafı (AP)
Aktivist Ayşe Nur Ezgi Eygi'nin Uluslararası Dayanışma Hareketi tarafından sağlanan fotoğrafı (AP)

İşgal altındaki Batı Şeria'da İsrail yerleşimlerine karşı düzenlenen bir protesto gösterisi sırasında vurularak öldürülen Türk asıllı ABD vatandaşı aktivistin ailesi, İsrail ordusunu bir sivili ‘vahşice’ öldürmekle suçlayarak, kızlarının ölümüyle ilgili bağımsız bir soruşturma başlatılmasını talep etti. 26 yaşındaki Ayşenur Ezgi Eygi, dün (Cuma) işgal altındaki Batı Şeria'nın Beyta beldesinde düzenlenen gösteride ‘başından bir kurşunla’ vuruldu. İşgal karşıtı Uluslararası Dayanışma Hareketi'nde gönüllü barış aktivisti olan kurbanın ailesi yaptığı açıklamada şunları söyledi: “O, İsrail ordusu tarafından hukuka aykırı bir şekilde hayatımızdan koparıldı. ABD vatandaşı olan Ayşenur, İsrail askeri tarafından öldürüldüğünde barışçıl bir şekilde adaleti savunuyordu.”

Kurbanın ailesi bağımsız bir soruşturma talep etti. Aile tarafından yapılan açıklamada, “Ayşenur'un ölüm koşulları göz önüne alındığında, bir İsrail soruşturması uygunsuz olacaktır. Başkan Joe Biden, Başkan Yardımcısı Kamala Harris ve Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ı bir Amerikan vatandaşının hukuksuz bir şekilde öldürülmesine ilişkin bağımsız bir soruşturma talimatı vermeye ve sorumluların tam olarak hesap vermesini sağlamaya çağırıyoruz” denildi.

Beyaz Saray bugün (Cumartesi) erken saatlerde, Filistinli yetkililere göre ABD vatandaşı aktivistin öldürülmesinden ‘derin rahatsızlık’ duyduğunu belirterek, İsrail'e uluslararası toplumda büyük tepkilere neden olan cinayeti soruşturması çağrısında bulundu.

Beyaz Saray Sözcüsü Karine Jean-Pierre, Washington'un ‘daha fazla bilgi için İsrail hükümetine ulaştığını ve olayla ilgili bir soruşturma talep ettiğini’ belirterek, trajik ölüm karşısında derin bir şok yaşadıklarını ifade etti.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, “Bu trajik kayıptan dolayı büyük üzüntü duyuyoruz. Yapılması gereken en önemli şey, gerçek bilgileri toplamaktır” diyerek, eylemlerin ve sonuçların ‘gerçeklere dayanacağını’ kaydetti.

Filistin yanlısı Uluslararası Dayanışma Hareketi'nin üyesi olan Eygi'nin dün İsrail yerleşimlerine karşı düzenlenen haftalık gösterinin bir parçası olarak Beyta beldesinde bulunduğu belirtildi. Filistin topraklarında yabancı gönüllüleri organize eden Uluslararası Dayanışma Hareketi, İsrail güçlerinin dün sabah haftalık protesto sırasında uluslararası insan hakları aktivistini ‘kasten vurarak öldürdüğünü’ bildirdi. Şarku’l Avsat’ın The Guardian'dan aktardığı habere göre hareket gönüllünün ismini vermedi.

 Filistinli sağlık görevlileri, Batı Şeria'da yerleşim karşıtı protesto gösterisinde İsrail askerleri tarafından vurularak öldürülen 26 yaşındaki Ayşenur Ezgi Eygi'nin cesedini taşıyor. (AP)Filistinli sağlık görevlileri, Batı Şeria'da yerleşim karşıtı protesto gösterisinde İsrail askerleri tarafından vurularak öldürülen 26 yaşındaki Ayşenur Ezgi Eygi'nin cesedini taşıyor. (AP)

Uluslararası Dayanışma Hareketi’nden yapılan açıklamada şöyle denildi: “Çoğunlukla erkek ve çocukların namaz kıldığı gösteri, bir tepede konuşlanmış İsrail ordusu tarafından şiddetle karşılandı. Gönüllü, Nablus'taki yerel bir hastaneye kaldırıldıktan kısa bir süre sonra hayatını kaybetti.”

Türkiye ve Katar, Türk asıllı ABD vatandaşı aktivistin Batı Şeria'da Nablus'un güneyindeki Beyta beldesinde ‘yerleşimlere karşı barışçıl bir gösteriye’ katıldığı sırada öldürülmesini kınadı. Filistin resmi haber ajansı WAFA, bir ABD vatandaşının Batı Şeria'nın kuzeyinde yerleşim karşıtı yürüyüşe katıldığı sırada İsrail güçleri tarafından vurularak öldürüldüğünü bildirdi. Türkiye, aktivistin ‘İsrail işgal askerleri’ tarafından öldürüldüğünü söylerken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu ‘vahşi’ eylemi kınadı.

WAFA’nın tıbbi kaynaklara dayandırdığı haberinde, Eygi’nin kritik kafa travmasıyla hastaneye kaldırıldıktan sonra hayatını kaybettiği belirtildi.

Nablus Valisi Gassan Daglas, işgal altındaki Batı Şeria'nın Nablus kentinde bulunan bir hastane morgunda, Türk asıllı ABD vatandaşı Ayşenur Ezgi Eygi ve 13 yaşındaki Filistinli Bana Bekr’in cesetleri önünde konuşuyor. (AFP)Nablus Valisi Gassan Daglas, işgal altındaki Batı Şeria'nın Nablus kentinde bulunan bir hastane morgunda, Türk asıllı ABD vatandaşı Ayşenur Ezgi Eygi ve 13 yaşındaki Filistinli Bana Bekr’in cesetleri önünde konuşuyor. (AFP)

Şarku’l Avsat’ın AFP'den aktardığına göre İsrail ordusu, güçlerinin ‘askerlere taş atan ve onlara tehdit oluşturan şiddet kışkırtıcısına ateş ederek karşılık verdiğini’ belirtti.

Son yıllarda Filistin yanlısı göstericiler, Beyta beldesine bakan ve aşırı sağcı İsrailli bakanlar tarafından desteklenen Eviatar yerleşimine karşı haftalık protestolar düzenliyor. Birleşmiş Milletler (BM), Eygi'nin dünkü gösteri sırasında başından vurulduğunu ve Rafidiya Hastanesi de aldığı yaralar nedeniyle öldüğünü doğruladı.

İsrail 1967'den bu yana Batı Şeria'yı işgal altında tutuyor ve Gazze Şeridi'ndeki savaşın patlak vermesinden bu yana bölgedeki operasyonlarını yoğunlaştırdı. Filistin Sağlık Bakanlığı'na göre İsrail güçleri ya da yerleşimciler 7 Ekim'den bu yana, Batı Şeria'da en az 660 Filistinliyi öldürdü. İsrailli yetkililere göre aynı dönemde bölgedeki Filistinlilerin saldırılarında aralarında güvenlik personelinin de bulunduğu en az 23 İsrailli öldürüldü.