Papa Franciscus: Çin halkına büyük bir hayranlığım var

Katoliklerin ruhani lideri Papa Franciscus, Çin ile ilişkilerinde bütün kanalların açık olduğunu belirterek, Çin halkına büyük bir hayranlık duyduğunu söyledi

Papa Franciscus (AA)
Papa Franciscus (AA)
TT

Papa Franciscus: Çin halkına büyük bir hayranlığım var

Papa Franciscus (AA)
Papa Franciscus (AA)

Papa, Asya ülkesi Moğolistan'a yaptığı 4 günlük ziyaretin ardından Ulanbator-Roma dönüş yolculuğunda uçakta, gezisini takip eden gazetecilere değerlendirmelerde bulundu.

Papa Franciscus, Moğolistan'a seyahat fikrinin buradaki az sayıdaki Katolik topluluğunu ziyaret etmek istemesinden kaynaklandığını belirterek "Benim için bu seyahat, Moğolistan halkını tanımak ve onlarla diyaloğa girmek, kültürlerini tanımak, onlara ve kültürlerine büyük saygı duyarak Kilise'ye yolculuğunda eşlik etmekti. Sonuçtan memnunum" dedi.

Çin yönetiminin, Çin'deki Katolik piskoposlara, komşu Moğolistan'a yaptığı ziyarette kendisine eşlik etmesine izin vermediği, buna karşılık kendisinin ise Çin'e "sıcak bir selam" göndererek bu ülkedeki Katoliklerden "iyi vatandaş" olmalarını istediği hatırlatılan Papa, şunları ifade etti:

Çin ile ilişkiler son derece saygılı. Şahsen, Çin halkına büyük bir hayranlığım var, kanallar gayet açık, piskoposların atanması konusunda Çin hükümeti ve Vatikan ile bir süredir çalışan bir komisyon var. Birbirimizi daha iyi anlamak ve Çin vatandaşlarının, Kilise'nin onların kültür ve değerlerini kabul etmediğini ve de Kilise'nin başka bir yabancı güce bağımlı olduğunu düşünmemesi için dini açıdan ilerlememiz gerektiğini düşünüyorum. Bu dostane yol, Kardinal (Pietro) Parolin başkanlığındaki Komisyon tarafından da iyi bir şekilde takip ediliyor. İyi bir iş çıkarıyorlar, Çin tarafında da ilişkiler ilerliyor. Çin halkına büyük saygım var.

Papa'dan "Büyük Rusya" tabiri açıklaması

Papa Franciscus, geçen hafta genç Ruslarla buluştuğu sırada kullandığı ve Ukrayna'nın da tepkisini çeken "Büyük Rusya" tabirini, coğrafi açıdan değil, kültürel anlamda kullandığını söyledi.

Bir grup genç Rus ile bir diyalog sırasında, her zamanki gibi "Mirasınıza sahip çıkın" dediğini aktaran Papa, "Her zaman tekrarlıyorum: Miraslarının sorumluluğunu üstlensinler. Mirastan kastettiğimi açıklarken 'Büyük Rusya' fikrinden söz ettim. Çünkü Rus mirası çok iyi ve çok güzel. Bize olgun hümanizmden bahseden (Fyodor) Dostoyevski'ye kadar uzanan edebiyat ve müziği düşünün. Üçüncü bir nokta olarak bahsettiğim belki de uygun değildi. 'Büyük Rusya'dan coğrafi anlamda değil, kültürel anlamda bahsederken, okulda bize öğretilenleri hatırladım: 1. Petro, 2. Katerina. Bu belki de pek doğru değildi. Bilmiyorum, tarihçiler anlatsın" ifadelerini kullandı.

"Benim için yolculuğa çıkmak, artık ilk zamanlardaki kadar kolay değil"

Vietnam'a gidip gitmeyeceği sorusu da yöneltilen Papa Franciscus, Vietnam ile diyaloglarında karşılıklı sempati olduğunu ve bu ülkeyi elbet bir Papa'nın ziyaret edeceğini belirterek şunları kaydetti:

Her iki taraf da birbirini anlama ve ilerlemenin yollarını arama konusunda iyi niyetliydi. Sorunlar oldu ama Vietnam'da bunların er ya da geç aşılacağını düşünüyorum. Vietnam seyahatine gelince, ben gitmezsem, (farazi bir örnekle) 24. John kesinlikle gidecektir. Mutlaka bir ziyaret olacaktır, çünkü ilerlemeyi hak eden, sempati duyduğum bir ülke.

Başka hangi yolculuklar yapmayı planladığı sorulan 86 yaşındaki Papa Franciscus, "Marsilya var, sonrasında Avrupa'da küçük bir ülke var. Bunu yapıp yapmayacağımıza bakıyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse benim için yolculuğa çıkmak, artık ilk zamanlardaki kadar kolay değil. Yürümemde kısıtlamalar var, bu da beni sınırlandırıyor ama bakacağız" yanıtını verdi.

 



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.