İsrail arşivlerinde Ekim Savaşı'na ilişkin neler var?

İsrail arşivleri savaşın 50’inci yıl dönümünde açıldı.

Suriye ordusuna destek için Golan Tepeleri'ne doğru yola çıkan Ürdün tankları. (Getty İmages)
Suriye ordusuna destek için Golan Tepeleri'ne doğru yola çıkan Ürdün tankları. (Getty İmages)
TT

İsrail arşivlerinde Ekim Savaşı'na ilişkin neler var?

Suriye ordusuna destek için Golan Tepeleri'ne doğru yola çıkan Ürdün tankları. (Getty İmages)
Suriye ordusuna destek için Golan Tepeleri'ne doğru yola çıkan Ürdün tankları. (Getty İmages)

Sami Mubayyad

Uzun yıllar boyunca Arap milliyetçileri, kanıt veya delil olmaksızın, merhum Ürdün Kralı Hüseyin bin Talal'ın, 1973'teki meşhur 6 Ekim Savaşı'ndan birkaç gün önce İsrail'e oldukça doğru bilgiler verdiğini söylediler.

Bu, 1948'deki ilk Filistin Savaşı, 1956'daki Süveyş Savaşı ve 1967'deki Haziran Savaşı'ndan sonra Ortadoğu çatışma tarihindeki dördüncü savaştı. İsrail, 1967 savaşını ‘Altı Gün Savaşı’ olarak adlandırdı ve bu savaşta Golan Tepeleri, Sina Yarımadası, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'ü işgal etti. Ekim Savaşı (İsrail'de Yevm el-Gufran Savaşı veya ‘Yom Kippur’ olarak bilinen) yaklaşık 3 bin İsrail askerinin ölümüyle sonuçlandı. Arap tarafından ise 3 bin ila 3 bin 500 Suriyeli ve 5 binden fazla Mısırlı askerin öldüğü tahmin ediliyor.

Fotoğraf Altı: Ürdün Kralı Hüseyin bin Talal. (AFP)
Ürdün Kralı Hüseyin bin Talal. (AFP)

Bu savaş, Arap liderleri, Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed ve Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat için kariyerlerinde büyük bir dönüm noktasıydı. Her ikisi de 1970'te iktidara geldi ve savaşta önemli rol oynadılar. Savaş hakkında çok şey yazıldı. Kahire'de Sedat, savaştaki başarısından dolayı ‘Barlev Hattını Aşan Kahraman’ olarak anıldı. Esed ise Şam'da ‘İki Kasım Kahramanı’ olarak anıldı. (1970 Kasım ayındaki askeri darbeyle iktidara geldi ve 1973 Ekim ayındaki savaşta önemli bir rol oynadı.)

İsrail arşivlerinde adı geçen Kral Hüseyin

Al-Jazeera kanalında ve ‘Çok Gizli’ (Sırri Lil Gaye) adlı tanınmış programında anlatılan hikâyeye göre Kral Hüseyin, 1967'deki acı deneyiminden sonra Suriye ve Mısır’ının yanında savaşa girmedi. Bu deneyim, Kral Hüseyin'e Batı Şeria ve Doğu Kudüs'ü kaybettirdi. Kanala göre Hüseyin, dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir'e telefon ederek onu Suriye-Mısır'ın Yıpratma Savaşı'ndan sonra gerçek bir savaşa girme planı konusunda uyardı. Bazı insanlar, Kral Hüseyin ve Golda Meir arasındaki hikâyeyi, daha önce tarih kitaplarında yer alan ve kesin olarak kanıtlanmış olan bir olaya dayandırıyorlar. Kral Hüseyin'in büyükbabası Ürdün'ün kurucusu Kral I. Abdullah, 1947'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun Filistin'i taksim etme kararının ardından Golda Meir ile bir araya gelerek, İsrail'e tahsis edilen bölgelerde savaşmaktan kaçınacağını söylemişti.

6 Ekim 2023'te savaşın ellinci yıl dönümü yaklaşırken Başbakanlığa bağlı İsrail Arşiv Merkezi bugün, 1973 savaşına ilişkin binlerce belgeyi yayınladı. Aralarında bu tarihsel iddianın kanıtı, Golda Meir'in Ofis Müdürü Elie Mizrahi'nin not defteri de bulunuyor.

6 Ekim 2023'te, savaşın 50’inci yıl dönümü yaklaşırken Başbakanlığa bağlı İsrail Arşiv Merkezi bugün, 1973 savaşına ilişkin binlerce belgeyi yayınladı.

Mizrahi'nin evraklarında, Hüseyin'in 25 Eylül 1973'te Meir ile acil bir randevu talep ettiği ve bunun için İsrail'e geldiği yazıyor. İsrail İstihbarat Servisi (Mossad), Kral Hüseyin'e ‘LIFT’ veya ‘Kaldırmak’ olarak kodlanmış bir takma ad veriyordu. Buluşma, Tel Aviv yakınlarındaki bir Mossad merkezinde düzenlendi. Hüseyin, konuşmasına Suriye'nin askeri hazırlıklarından bahsederek başladı, Mısır'dan hiç bahsetmedi. Şarku’l Avsat’ın Al-Majalla’dan aktardığına göre Mizrahi'nin defterinde şu ifadelere yer veriliyor:

"(LIFT) bize, çok hassas kaynaklardan öğrendiğine göre Suriye'nin hazırlıklarının tamamlandığını ve Suriye kuvvetlerinin hava kuvvetleri de dahil olmak üzere, iki gündür tam teçhizatla hazır olduklarını söyledi."

Meir, Suriyelilerin Mısır ordusunun aktif katılımı olmadan savaşa girip giremeyeceğini sordu. Kral, buna şüpheyle baktığını ve tarafların iş birliği yapacağını söyledi. O sırada İsrail Askeri İstihbaratının Başkanı olan Eli Zeira, Kral Hüseyin'in bilgilerinin ‘yetersiz’ olduğunu ve bu değerlendirme nedeniyle ciddiye alınamayacağını belirtti.

Cemal Abdunnasır'ın damadının rolü

7 Eylül 2023'te yayınlanan belgelere göre İsrail'e ikinci bir uyarı, bu kez Mısır'ın Eski Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'ın damadı olan Eşref Mervan'dan geldi. Eşref Mervan hakkında uzun zamandır şüpheler vardı ve birçok Mısırlı yazar, onun gerçekte Mossad ile çalıştığını ancak aynı zamanda kendi istihbarat teşkilatı lehine iki taraf için çalışan ajan olduğunu belirtti. Eşref Mervan, 1973'te Cumhurbaşkanı Enver Sedat'ın ofisinde çalışıyordu ve ona en yakın isimlerden biriydi. Birkaç yıl önce ‘Melek/ The Angel’ (İsrail'in onunla olan ilişkilerinde kullandığı takma ad) adlı bir kitap yayınlandı ve daha sonra Netflix tarafından aynı isimle filme dönüştürüldü.

Fotoğraf Altı: Eşref Mervan. (Getty Images)
Eşref Mervan. (Getty Images)

Yeni belgeler, Melek’in Yom Kippur Savaşı'ndan saatler önce Mossad Başkanı Zvi Zamir ile buluştuğunu ve "Savaş yüzde 99 ihtimalle yarın başlayacak" dediğini ortaya koyuyor. Zamir, askeri istihbarat başkanından daha bilinçli görünüyordu ve Eşref Mervan'ın sözlerini ciddiye aldı. Savaşın başlamasından altı saat önce, Golda Meir'e şifreli bir telgraf göndererek savaşın ‘saatler içinde’ başlayacağını söyledi. Bilindiği üzere Eşref Mervan, 27 Haziran 2007'de Londra'daki evinin balkonundan düşerek gizemli bir şekilde öldü. Bazıları intihar ettiğini, diğerleri ise öldürüldüğünü iddia etti.

Elie Mizrahi'nin not defteri

Araştırmacılar, yayınlanan belgeleri tasnif ve analiz etmeyi henüz tamamlayamadı. Arap okuyucular, belgeler İbranice olduğu için henüz okuyamadılar. Meir'in ofis müdürü ve özel sekreteri olan Eli Mizrahi'nin not defteri bin sayfadan oluşuyor. Okuyucu, sahibinin yazısının belirgin şekilde kötüleşmesi ile yorulduğunu ve bazen farklı bir renkte yeni bir kaleme geçmesiyle mürekkebinin ne zaman kuruduğunu anlayabiliyor.

Araştırmacılar, yayımlanan belgeleri tasnif ve analiz etmeyi henüz tamamlamadı ve Arap okuyucular, İbranice oldukları için bunları okuyamadı.

Örneğin, Mizrahi, 7 Ekim 1973'te Golda Meir'in Suriye cephesindeki durumun ne kadar tehlikeli olduğunu tam olarak anladığını ve 1967'den beri işgal altındaki Golan köylerinden çekilmeye karar verdiğini söylüyor. Ayrıca Meir’in komutanların görüşünü almak için 6:15'te askeri harekat odasına girdiği ve 8:05'e kadar ofisine dönmediğini belirtiyor. Yirmi dakika sonra İsrail ordusunun savaşın ilk günündeki kayıplarını telafi etmek için ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger'ı aradı ve askeri komutanların raporunu ondan sakladı ve kendisine çekilme niyeti hakkında hiçbir şey söylemedi, böylece bu durum Başkan Richard Nixon yönetiminin askeri takviye gönderme kararını etkilemeyecekti.

2017'de yayımlanan belgelerle karşılaştırma

İsrail Ulusal Arşivi, 400 milyon belgeden oluşuyor. Bu belgeleri kopyalamak, analiz etmek ve tasnif etmek için 17 araştırmacı görev yapıyor. Bu araştırmacılar, hepsi Başbakanlık'a bağlı olan memurlar. Şimdiye kadar sadece 30 bin belge kopyalandı. Bunların arasında, 3 bin 500 sayfadan oluşan (bin 400 dosya, bin fotoğraf, 750 ses kaydı ve sekiz video) Ekim 1973 Savaşı ile ilgili belgeler de var. ‘Gizli’ olarak sınıflandırılan bazı belgeler, Ekim 1973 Savaşı'nın 90’ıncı yıl dönümü olan 2063 yılına kadar açılmayacak. Dünyanın çoğu ülkesi, hükümet belgelerini 30 ila 50 yıl arasında saklar. İsrail, yıllar önce Filistin'in Birinci Savaşı ile ilgili belgeleri yayınlamıştı, ancak deneyimli tarihçiler, Benny Morris, Avi Shlaim ve Ilan Pappé tarafından incelendikten sonra bunları hızla geri çekilp tekrar gizledi. Çünkü bu belgeler, o günlerde Filistin halkına karşı işlenen suçların boyutunu ortaya koyuyordu. Bu suçlar arasında, infazlar, Arapların evlerinden zorla tahliye edilmesi ve evlerinin dinamitle yıkılması yer alıyordu.

Fotoğraf Altı: Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Enver Sedat. (Shutterstock)
Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Enver Sedat. (Shutterstock)

Binyamin Netanyahu yönetimi, o gün hükümet belgelerinin gizlilik süresini 70 yıla çıkarmaya karar verdi. Bu, Nekbe’nin (Filistinlilerin 1948'de evlerinden sürülmesi) tam dosyalarının ancak 2038'de ve Nekse’nin (1973 Arap-İsrail Savaşı) dosyalarının 2057'ye kadar açılmayacağı anlamına geliyor. Bu nedenle, Ekim 1973 Savaşı arşivlerinin açılması, bir gelenek değil, bir kuralın ihlali olarak kabul edilebilir.

İsrail, 2017 yılında da benzer bir adım atmıştı. İsrail, o zaman 1967 Altı Gün Savaşı'nın 50. yıldönümünde 150 bin belge yayınladı. Bu belgelerde, İsrail'i suçlayacak herhangi bir yeni bilgi veya ayrıntı yoktu. Sadece Başbakan Levi Eşkol hükümetinin 36 oturumunun tutanaklarından oluşuyordu. Bu tutanaklara göre bu kapalı oturumlardan birinde, Eşkol, Mısır ordusu tarafından askerler üzerinde ‘gerçek bir katliam’ yapılabileceğinden endişesini dile getirdi. İsrail Genelkurmay Başkanı İzak Rabin, İsrail'in ilk ateşi açması gerektiğini söyleyerek sözünü kesti. Savunma Bakanı Moşe Dayan da ona katıldı ve "Saatler içinde Beyrut'ta olacağız" dedi. Ancak Dışişleri Bakanı Abba Eban, bunun ülkeyi ‘dinamit fıçısına’ çevireceğini söyleyerek karşı çıktı. Eşkol gülümseyerek "Bana kalsa, tüm Arapları Brezilya'ya gönderirdim" ifadelerini kullandı.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.



Yeni Suriye: Kişisel hesaplaşmaların kara haritası

Suriyeliler ülkede güvenliğin olmaması nedeniyle geniş çaplı bir kaos yaşanmasından endişe ediyor (AFP)
Suriyeliler ülkede güvenliğin olmaması nedeniyle geniş çaplı bir kaos yaşanmasından endişe ediyor (AFP)
TT

Yeni Suriye: Kişisel hesaplaşmaların kara haritası

Suriyeliler ülkede güvenliğin olmaması nedeniyle geniş çaplı bir kaos yaşanmasından endişe ediyor (AFP)
Suriyeliler ülkede güvenliğin olmaması nedeniyle geniş çaplı bir kaos yaşanmasından endişe ediyor (AFP)

İsmail Derviş

Beşşar Esed rejiminin devrilmesinden üç ay sonra Ramazan Bayramı'nın üçüncü gününün akşamı, Suriyeliler bayram tatili sebebiyle, Suriye'nin en ünlü eğlence parkı olan ve Şam Uluslararası Havalimanı'nın yakınında bulunan “Mutlu Dünya”yı doldurmuşlardı. Ancak iki genç, yetişkinlere ait bir oyun için sıra kavgasına giriştiler. Olay, birinin diğerini “Kamu Güvenliği’nde” çalıştığını söyleyerek tehdit etmesi, “intikam alabileceğini” söylemesiyle tırmandı.

Basit bir anlaşmazlık sonucu ortaya çıkan bu olay, Suriye'de yaklaşık 15 yıldır yaygın olan şiddet sırasında gerçekleşen sayısız intikam ve misilleme olayı ve dökülen kan yanında önemsiz kalıyor. Bütün bunlar sebebiyle ülke, bu yüzyılda dünyanın en şiddet dolu ve güvensiz ülkesi olarak sınıflandırıldı.

Esed rejiminin devrilmesinin arifesinde Suriyeliler, çoğunluğu Esed rejimine sadık olanlara veya rejimin işlediği suçlara iştirak edenlere yönelik misilleme eylemleri olan kitlesel katliamlardan korkuyorlardı. Ancak tepkiler beklenenden çok daha hafif oldu ve Suriye’nin kıyı bölgesinde mart ayı başında patlak veren olaylardan önce intikam davaları bireysel vakalarla sınırlı kaldı. Eski rejime bağlı yandaşların yeni hükümetin kamu güvenlik güçlerine yönelik saldırısıyla başlayan olaylar, büyük çoğunluğu sivil olan yüzlerce kişinin ölümü ve yaralanmasıyla sonuçlandı.

Uluslararası toplum, eski rejime bağlı grupların gerçekleştirdiği saldırıyı hemen kınadı ancak yeni Suriye hükümetinden de yaşanan ihlalleri soruşturmasını istedi. Hükümet de olup biten her şeyi araştırmak ve olaya karışanlardan hesap sormak için bir “bağımsız soruşturma komitesi"  kurdu ama komite bu yazı yazılırken hâlâ çalışmalarını sürdürüyordu.

Humus'ta köylerin etrafındaki barikatlar

Suriye'nin merkezindeki Humus, büyük mezhepsel çeşitliliğe sahip bir şehir. Görgü tanıkları Independent Arabia'ya, güvenlik güçlerinin olası misillemelerden sakinlerini korumak için bazı Alevi köylerinin etrafına barikat kurduklarını söylediler.

Esed rejiminin döktüğü kanın intikamını almak isteyenlerin arasında kişisel intikamlarını almak isteyenler de var. Bazıları da İçişleri Bakanlığı devleti tam anlamıyla denetim altına almadan ve hukuk diğer ülkelerdeki gibi işlemeden önce hesaplarını görmek istiyorlar.

 Bazı Suriyeliler de, kanundan kaçanların veya yasadışı eylemlerde yahut da hâlâ hukuksuz eylemlerde bulunanların, bunun için hâlâ imkânları olduğuna inanıyor. Güçsüz olan ve aygıtları hâlâ yeniden yapılandırılan hükümete danışmadan, başkaları ile hesaplarını görebileceklerini düşünüyorlar.

Ciddi hukuki adımlar bekleniyor

Suriyeli avukat Fadi Kardus şunları söylüyor: “Bilhassa Suriye çatışması gibi uzun süreli ve kanlı çatışma ile devrim bağlamında, herhangi bir geçiş sürecinde, kişisel hesaplaşmalar gerçek bir tehlikeyi temsil eder. Oysa uluslararası alanda kabul gören kavramıyla geçiş dönemi adaleti, adalet ve uzlaşmayı sağlayacak yasal ve kurumsal bir çerçeve sunarak bu tür intikamların önüne geçmeyi amaçlamaktadır. Aynı şekilde, 2025 Suriye Anayasa Bildirgesi doğrultusunda en kısa sürede kurulmasını umduğumuz geçiş dönemi organı da bu hedefe ulaşılmasında önemli rol oynayacaktır. Bunun için suçluların ve faillerin hesap vermesini, mağdurların tazmin edilmesini ve ihlallerin tekrarlanmamasını sağlamak için bireylerin ve kurumların reform edilmesini garantiye almalıdır.” Şunu da ekliyor: “Geçiş dönemi adaleti ilkelerinin etkin bir şekilde uygulanmasıyla Suriye'nin kişisel hesaplaşmaların açık arenasına dönüşmesini engelleme fırsatına sahip olduğu söylenebilir. Bu nedenle, adaletin sağlanması için hükümet ve Suriye'de ulusal düzeyde faaliyet gösteren sivil toplumun sürecin kapsayıcı, oluşumu, yetkileri ve görevleri belli, mağdur merkezli olmasını sağlamak amacıyla güçlü bir kararlılık göstermesi gerekiyor. Bu da bireyler ile devlet arasındaki güveni artırıp, en azından öngörülebilir gelecek için istikrarı sağlayacaktır.”

Kardus, şöyle devam etti: “Geçiş Adaleti Komisyonu için gerekli yasama ortamını oluşturacak geçici yasama konseyi kurulmadan, yukarıda belirtilenler hiçbir işe yaramayacaktır. Bu yapılırken ulusal mevzuat, Geçici Anayasa Bildirgesi, insan hakları ve geçiş adaletine ilişkin uluslararası standartlar esas alınmalı, Geçiş Adaleti Komisyonu'na ulusal ve uluslararası destek sağlanmalı ve böylece kararlarının güvenilirliğinin artırılması hedeflenmelidir. Zira Geçici Anayasa Bildirgesine göre geçiş adaletinin kazananların adaleti olmasından korkuluyor. Dolayısıyla Geçiş Adaleti Komitesi’nin öncelikle mağdurların kim olduğunu tespit etmesi, geçmişteki ihlallerin mağdurlarını hak sahibi olarak tanımaya çalışması gerekiyor. Daha sonra komiteler aracılığıyla gerçeklerin araştırılmasına başlanmalı. Ardından Adalet Komitesinin görev alanına giren suçların faillerinin kimliğine bakılmaksızın yasal işlem ve takip başlatılmalı. Mağdurlar veya aileleri için hesap sorma, tazminat ve düzeltme mekanizmasının net bir şekilde oluşturulması ve şu anda yaşandığı gibi ihlallerin tekrarlanmasını önlemek için gerekli tüm tedbirlerin alınması gerekiyor.”

Eski rejimin geride bıraktığı miras

Suriyeli yazar ve insan hakları aktivisti Samar Aştar’a gelince şunları söylüyor: “2011 yılında Suriye devrimini izleyen çatışmanın patlak vermesinden itibaren devlet kurumları bozulmaya başladı. Ülkede suçları bir nebze olsun kontrol altında tutan birleşik güvenlik otoritesi kayboldu. Ülke kompleks çatışmaların açık arenası haline geldi. Çatışmalar siyasetin ve militarizmin sınırlarını aştı, kaos ve yargı sisteminin zaafları örtüsü altında kişisel intikam ve tasfiyeler şeklinde daha tehlikeli bir karaktere büründü. O zamandan beri öldürme, adam kaçırma ve uydurma suçlamalar, hiçbir yasal veya toplumsal caydırıcılık olmaksızın, tüm taraflar için hesaplaşmanın yaygın bir yolu haline geldi.

Aştar şunu da ekliyor: “Esed rejimindeki subay ve yetkililerin, isyan eden halka karşı kullanmak için intikam almak isteyen ve suç kaydı bulunan kişileri askere alma politikasını unutamayız. Bu onların halka sempati duymamalarını, yemek ve içmek gibi öldürmeye alışana kadar acımasızca ve hiç ara vermeden öldüren bir demir yumruktan ibaret olmalarını garanti altına alacaktı ve öyle de oldu. Daha sonra Aralık 2024'te rejim değiştiğinde Suriyeliler suçluların yasal olarak hesap vereceğini umuyordu. Kontrol dışı silahların kontrol altına alınması, fraksiyonların ortadan kaldırılması, güvenlik güçlerinin rolünün etkinleştirilmesi yoluyla güvenliğin yeniden sağlanacağını ümit ediyorlardı. Ancak bu umut, gerçek bir reform belirtisi göstermeyen yeni bir gerçeklikle hızla suya düştü. Silahların, hizipçiliğin ve mezhepçi söylemlerin yaygınlaşması, yeni hükümetin etkili ve net bir geçiş dönemi adaleti politikasının olmaması sorunu daha da derinleştirdi. Vatandaşlar ise, kendilerine insan aklının kavrayamayacağı acılar yaşatanlardan hesap sorulmasını, hükümet kurumlarından defalarca talep ettiler. Ancak gerçek bir yargılamanın olmaması nedeniyle birçok kişi “Şebbiha” ve suçluların isimlerini belgelemek için sosyal medyaya yöneldi ve “siyasi”, bazen de mezhepsel bir doğa taşıyan bireysel intikam kampanyaları başladı.

Hükümetin çekingen müdahalesi

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Suriyeli insan hakları aktivisti, “yeni hükümetin müdahalesinin çekingen olduğunu ve kontrolsüz yayılan silahların kontrol altına alınmasının önceliğine inanmadığını, çeşitli silahlı grupları Suriye Ordusu adı altında tek bir çatı altında etkili bir şekilde birleştiremediğini” düşünüyor. Ardından şöyle devam ediyor: “Hatta bazen rastgele işlenen intikam suçlarını örtbas ederek sanki katillere gizli bir koruma sağlıyormuş gibi davranıyor. Bu da şiddetin ve bireysel intikamın çemberini genişletti ve asırlardır korkuya alışmış olanların yüreklerine kaygı geri döndü. Herhangi birini “Esed rejiminin kalıntısı” olmakla suçlamak kolaylaştı, böylece peşine düşmek, tutuklamak ve hatta öldürmek meşru ve onaylanan bir eyleme dönüştü. Suriye sahillerinde kendilerinde hesap sorma hakkı ve öldürme yetkisi gören gruplar tarafından yeni tasfiye eylemleri başlatıldı. Silah sesleri yeniden yükseldi ve mahkemeler, hakimler ve tanıklar aracılığıyla örgütlü geçiş dönemi adaletinin son özellikleri de ortadan kalktı. Bunun yerini, genellikle kişinin geçmişine dayalı bireysel ve kolektif intikam eylemleri aldı. Bir yerde Esed yönetimine sessiz kalan bir dini gruba karşı savaş açıldığını, diğer bir yerde malların geri alınması, önceki rejim döneminde uğranan zararın intikamının alınması, hatta sadece ailevi problemlerden dolayı intikam alma durumları görülmeye başlandı.”

Silahlar tekrar konuşacak mı?

Aştar sözlerini şöyle bitirdi: “Suriye halkının yorgun zihni bugün acaba tekrar silahlar konuşacak mı, orman kanunu tarzı hayat devam edecek mi, bireyin güvenliği ve onuru arasında aşılmaz bir duvar oluşturan öldürme ve işkencenin geri dönme olasılığı var mı diye düşünüyor. Bu soruların cevabı evettir; eğer mevcut hükümet yasaları uygulayamazsa, gerçekten hesap soramazsa, kontrolsüz silahı ve hizipçiliği kontrol edemezse, geçiş adaleti için derhal çalışmaya başlamak yerine, sokağın öfkesini dindirmek çabasıyla sadece medya ve kameraların önünde bir suçluyu tutuklarsa kaos ve korku geri dönecek. Adalet kamerayla değil, adil bir yargıçla ve halka hukuk temelleri üzerine kurulmuş bir devletin güvenini veren dürüst bir soruşturmacıyla sağlanır.”

Öte yandan gözlemciler, kişisel hesaplaşma vakalarının da yaşandığını, bu vakaların rejimin yıkılmasından önce de var olduğunu, ancak günümüzde farklı bir karakter kazandığını düşünüyorlar. Zira güç dengeleri değişse de, bazıları kaos, intikam ve kişisel tasfiyeler açısından Suriye'de yaşananların büyük Suriye destanından sonra yaşanması beklenenlerden çok daha az ve hafif olduğunu düşünüyorlar. Ancak hükümet, isteyerek veya istemeyerek de olsa, birincisi, güvenliği ve kontrolü sağlamak, ikincisi de ülkeye destek konusunda ileriye yönelik adımlar atmadan önce daha fazla adım atılmasını bekleyen uluslararası toplumun güvenini kazanmak için, yasaları mümkün olduğunca uygulamaya çalışıyor.