Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri: Sudan Ordu Komutanı’nın konuşması ‘hayal kırıklığı’ yarattı

Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı: Darfur'daki ihlallere ilişkin soruşturmalara Burhan da dahil olacak.

Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan (AFP)
Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan (AFP)
TT

Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri: Sudan Ordu Komutanı’nın konuşması ‘hayal kırıklığı’ yarattı

Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan (AFP)
Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan (AFP)

Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri (ÖDBG), Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Abdulfettah el-Burhan'ın Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu önünde yaptığı konuşmasını, savaşın nasıl sona erdirileceği, barışın nasıl sağlanacağı konularına değinmeden ve Sudan halkının savaşın bir sonucu olarak yaşadığı trajediyi ele alan net bir vaatte bulunmadığı için ‘hayal kırıklığı’ olarak nitelendirdi.

Sudan'daki en büyük siyasi koalisyon olan ÖDBG, 19 Aralık 2018 devriminden sonra ülkeyi yönetti ve Dr. Abdullah Hamduk hükümeti döneminde kayda değer başarılar elde etti. ÖDBG tarafından yapılan açıklamada, “Ordu Komutanı’nın BM'de yaptığı konuşma, Sudan’da binlerce kişinin ölümüne, 5 milyon kişinin yerinden edilerek iltica etmesine neden olan ve ülke nüfusunun yarısından fazlasını acil insani yardıma ihtiyaç duyanlar kategorisine sokan böylesine acımasız bir savaş yaşadığı dönemde geldi” ifadeleri yer aldı.

(foto altı) Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri (ÖDBG) liderlerinden Halid Ömer Yusuf (X platformu)
Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri (ÖDBG) liderlerinden Halid Ömer Yusuf (X platformu)

Açıklamada konuşmanın, savaşın nasıl sona erdirileceği ve barışın nasıl sağlanacağına odaklanmasının beklendiği, ancak konuşmanın ‘hayal kırıklığı’ yaratan bir şekilde gerçekleştiği ve Sudan halkının şu anda yaşadığı trajediden kurtulması için net bir vaat içermediği ifade edildi. Savaşın her iki tarafını da sağduyulu davranmaya ve silahlı çatışmalar yerine barışçıl, müzakere edilmiş çözümlere başvurmaya çağıran ÖDBG, bu savaşın uzamasının sadece iktidarı elinde tutmak isteyen eski rejim unsurlarının çıkarına olduğunu belirtti.

Görüşmelere geri dönüş

ÖDBG, Burhan’ın ülkenin doğusunda silahlı kuvvetlerin koruması altında dolaşan ve savaşı sürdürmek için harekete geçme ve seferber olma imkanlarını kullanan, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından aranan, feshedilmiş Ulusal Kongre Partisi rejiminin liderlerinin kaçışı konusuna değinmesinin dikkat çekici olduğunu ifade etti. ÖDBG, savaşan iki tarafı, krizin köklerine inen kapsamlı bir siyasi süreç yoluyla müzakere masasına dönmeye çağırdı.

Burhan, BM ve uluslararası toplumu, Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) ve onlarla ittifak halindeki milisleri ‘terörist gruplar’ olarak sınıflandırmaya ve aynı şekilde onları destekleyenlerle kararlı bir şekilde mücadele etmeye çağırdı. Burhan, sebep oldukları savaşın yıkıcı etkileri ve Sudan halkına karşı işledikleri suçlar nedeniyle kınanmaları çağrısında da bulundu.

Burhan, perşembe gecesi yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Kardeşlerimiz ve dostlarımız tarafından sunulan her girişime yanıt verdik. Suudi Arabistan ve ABD'nin girişimiyle Cidde'de görüştük. İsyancılar uzlaşmazlık çıkarıp yerleşim bölgelerini terk etmeyi reddetmeselerdi, daha iyi bir ilerleme kaydederdik.”

Burhan, “Türkiye ve Güney Sudan tarafından sunulan girişimlere ilave olarak Hükümetler Arası Kalkınma Otoritesi’nin (IGAD) girişimini ve Mısır'daki komşu ülkelerin girişimini kabul ettik. Ancak bunların hepsi isyancıların barışçıl çözümlerini reddetmesi, devleti yıkma, halkını yerinden etme konusundaki ısrarlarıyla karşı karşıya geldi” ifadelerini kullandı.

Burhan, Silahlı kuvvetlerin siyasi faaliyetlerden kalıcı olarak çekileceği geniş bir mutabakat ve ulusal rıza ile iktidarı Sudan halkına devretme sözünü yeniledi.

Hamideti, yangını durdurmak için hazır olduklarını söyledi

HDK Komutanı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu (Hamideti), Burhan'ın BM Genel Kurulu'na hitaben yaptığı konuşmasında, insani yardımların geçişine izin vermek ve güvenli koridorlar sağlamak için ülke genelinde ateşkese tam olarak hazır olduklarını ifade etmesini bekliyordu.

Hamideti, perşembe gecesi sosyal medya platformlarında yayınlanan bir video kaydında, devrik Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir rejiminin yöneticileriyle ittifak halinde olan silahlı kuvvetler liderliğini, savaşı ateşlemek ve ülkedeki değişim ve demokratik dönüşüme düşman olmakla suçladı. Hamideti, “Silahlı kuvvetlerin liderleri ve devrik rejim tarafından bize dayatılan savaşı sona erdirmek için siyasi sürece olan bağlılığımızı yineliyoruz” dedi.

Sudan'ın Afrika kıtasında uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden terörist grupların faaliyetleri için yeni bir tiyatroya dönüşeceği uyarısında bulunan Hamideti, silahlı kuvvetlerin sivillere savaşa katılma çağrısı yapmasının Sudan'daki aşırılık yanlısı DEAŞ ve El Nusra Cephesi ile bağlantılı el-Bera bin Malik Tugayı destekçileri için bir kılıf haline geldiğini de belirtti.

Burhan'ın New York görüşmeleri

Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan, dün (Cuma) New York'ta Orta Afrika Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Faustin Archange Touadera ile bir araya geldi. Burhan ayrıca, Suudi Arabistan ve Rusya Dışişleri Bakanları ile ayrı ayrı görüştü. Sudan Egemenlik Konseyi medya ofisine göre BM Genel Kurul toplantıları çerçevesinde gerçekleştirilen görüşmelerde Sudan ile bu ülkeler arasındaki ikili ilişkiler, iş birliği meseleleri ve bunları geliştirme yolları ele alındı.

Burhan, Orta Afrika Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na, kardeş ve dost ülkelerin Sudan'daki krizin çözümüne yönelik çabalarını memnuniyetle karşıladığını ifade etti. Burhan, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan ile görüşmesi sırasında, HDK isyanı nedeniyle patlak veren Sudan krizinin çözümlenmesinde Suudi Arabistan tarafından sarf edilen çabalara değindi.

Burhan, iki kutsal caminin hamisi Kral Selman bin Abdulaziz ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın Sudan'ı destekleme çabalarını, Sudan'da emniyet ve istikrarın tekrardan tesis edilmesine gösterdikleri ilgiyi övdü. Yapılan açıklamada toplantıda, Sudan-Suudi Arabistan arasındaki ikili ilişkilerin ve bu ilişkilerin iki ülke halklarının ortak yararına hizmet edecek şekilde desteklenmesi ile geliştirilmesinin yollarının ele alındığı belirtildi. Burhan, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile ikili ilişkileri ve iki ülke arasındaki ortak iş birliğinin yeniden canlandırılmasını ele aldı. Egemenlik Konseyi tarafından yapılan açıklamada, Burhan'ın Lavrov'a, HDK’nin devlete karşı başlattığı isyan ve sivillere karşı işlediği ihlaller karşısında Sudan'daki durumla ilgili gelişmeler hakkında bilgi verdiği belirtildi.

UCM soruşturmaları

Öte yandan UCM Başsavcısı Kerim Han, Darfur olaylarındaki ihlallerle ilgili soruşturmaların Burhan'ı da kapsayacağını açıkladı. Han, Al Arabiyya kanalına yaptığı açıklamada, kanıt bulunmadığı sürece herhangi bir tarafa karşı suçlamada bulunulmayacağını belirtti. “Darfur'daki olayları Burhan da dahil olmak üzere tüm taraflarla birlikte soruşturma yetkisine sahibiz” diyen Han, BM Güvenlik Konseyi'nin kendilerine “Darfur'daki olayları soruşturma hakkı verdiğine” dikkat çekti.

(foto altı) Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Kerim Han (Reuters)
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Kerim Han (Reuters)

Han'ın 13 Temmuz tarihli açıklamasına göre UCM, Sudan'ın Darfur bölgesinde Nisan ayının ortalarından beri devam eden çatışmalarla ilgili olarak cinayet, tecavüz, kundaklama, sivillerin yerlerinden edilmesi ve çocuklara yönelik suçlar da dahil olmak üzere soruşturma başlattı.



Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
TT

Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP

Mustafa Feki

Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Arap Körfezi, son zamanlarda karşılaştıkları krizlerin büyüklüğünü önemli ölçüde vurgulayan benzeri görülmemiş ve zor koşullar yaşadı. Bu krizler, yalnızca sınırlı bir bölgesel sorun olmaktan çıkıp büyük bir uluslararası sorun haline geldiler.

Bölgedeki kanlı diziyle başlarsak, ki bu nihayetinde Filistin topraklarının İsrail tarafından vahşice işgal edilmesinin beklenen bir sonucu gibi görünüyor, 7 Ekim 2023 tarihinin işgalin dirençli Filistin halkına her düzeyde uyguladığı baskının otomatik ve doğal bir sonucu olduğunu hemen fark ederiz. Söz konusu baskı, şiddet döngüsünün genişlemesine ve Gazze'nin mevcut koşulları altında yaşanmaz bir alana dönüşmesine yol açtı. Öldürülmemesi gereken on binlerce çocuk, kadın ve sivili içeren şehit kafileleri her gün birbirini takip ediyor. Karşı karşıya kaldıkları katliamlar hem kardeşlerinden hem de dostlarından hiçbir insani yardım veya destek alamadan katlandıkları zor yaşam koşulları unutulamaz.

Son İran-İsrail çatışmasındaki ateşkesin, Gazze'deki acı verici duruma olumlu bir yansıması olabilir, ne var ki İsrail'in uzlaşmazlığı ve Netanyahu modelinin sabah akşam yaydığı nefret dolu söylemlerin temsil ettiği güç despotluğu, acıların devam edeceğinin, güven ve barış kıyısından hâlâ uzak olunduğunun en iyi kanıtı.

Belki okuyucuyla birlikte ülkelerin ağırlıklarını, gerçekleşen dönüşümlerin doğasını ve bazı tarafların ağırlıkları açısından bölgesel borsa üzerindeki etkilerini düşünebilir ve aşağıdaki kanıtları gözlemleyebiliriz:

İlk olarak, bir yandan Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere, diğer yandan Suriye'de yaşananlara bakıldığında, İran toplamda kaybeden gibi görünüyor. Tahran, Esed ailesinin yönetimi boyunca sadakatini sürdüren itaatkar bir müttefikini kaybetti. Buna ilaveten, ABD'nin tam desteğiyle İsrail, İran'ın nükleer projesinin temellerini büyük ölçüde yok etti. İran ayrıca siyasi yaşamının, askeri mevkilerinin ve bilimsel uzmanlıklarının en ön saflarından onlarca şehit verdi.

Burada, İran'ın direndiğini ve inkar edilmesi zor birçok güçlü karşılık verdiğini dolaylı olarak kabul etmeliyiz. İsrail'e gönderdiği füze ve insansız hava araçlarının, on binlerce sakinini İran saldırılarından kaçmak için sığınaklara yönelmeye zorladığını itiraf etmeliyiz. Ancak, bu elbette, İsrail Hava Kuvvetleri'nin İran'ın kalelerini vurması, İran içindeki bir dizi önemli ekonomik ve askeri konumda hayati öneme sahip arterleri hedef almasıyla kıyaslanamaz.

ABD Başkanı Donald Trump, başlangıcından itibaren İran-İsrail çatışmasının baş vaftiz babası rolünü oynadı. Gelişmelerin ayrıntılarına doğrudan kişisel olarak müdahale etti. Öyle ki hem İran hem de İsrail tarafı kazandıklarını iddia ettikleri bir zafer veya rakiplerine karşı sağladıklarını iddia ettikleri bir üstünlükle gururlanarak savaştan çıktılar. Her halükarda durum ve medyatik gelişmeler alanı yorumlara açık, tüm tarafların bakış açılarının kabul edilmesine olanak tanıyor. Zira silahlı çatışmalar geride bir kazanan bırakmaz, aksine kayıp ve zararları tüm taraflara dağıtır.

Burada, İran nükleer programının geçici bir süreliğine de olsa çökertilmesinin, Netanyahu için gurur duyacağı yanıltıcı bir zafer olduğuna dikkat etmeliyiz. Bu zafer, onu siyasi durumunu ve İsrail hükümetinin başkanı olarak konumunu güçlendirebilecek bir erken genel seçim çağrısında bulunmaya itebilir. Tahran ve Tel Aviv arasında yaklaşık iki hafta süren bu askeri çatışma hakkında ne söylenirse söylensin, İsrail'in imajına bir çizik atıldığını, her koşulda etkilendiğini dürüstçe belirtmeliyiz. İran, bölgedeki en büyük askeri cephaneliğe karşı mücadelede kahramanlıktan veya cesaretten yoksun olmayan bir duruş sergiledi. İsrail'e verilen Amerikan desteği, o savaşta gerçek belirleyici faktördü, kimsenin itiraz edemeyeceği ve olaylar tarafından gölgede bırakılmış gibi görünen bir kriterdi. Zira İsrail ilk kez içeride derin bir darbe aldı, iç hedefler benzeri görülmemiş bir şekilde vuruldu. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu da yenilmez ordu efsanesinin ve son on yıllarda yarattığımız büyük putun ne sandığımız kadar sağlam ne de hayal ettiğimiz kadar güçlü olmadığını teyit etti.

İkincisi; eğer şimdi uzun bir geçmişe ve geniş topraklara sahip bir İslam devleti olarak İran'dan bahsedeceksek, kendisinin üstünden atlanması zor birkaç hatasını kaydetmeliyiz. Bunların ilki, arenalar birliği dediğimiz şey ve son kırk yıldır komşu ülkelerde onlar aracılığıyla savaştığı çeşitli kollardır. Lübnan'daki Hizbullah ile başlayıp Suriye ve Irak'tan geçerek Yemen'deki Ensarullah-Husi grubuna kadar uzanan bu kollar, kanlı çatışmaların ve tekrarlanan çekişmelerin bir tarafı olarak kendini dayattı. Böylece İran Batı'nın, Batı Asya, Arap Yarımadası, Arap Körfez bölgesi ve hatta Kuzey Afrika'daki Araplar, Türkler, Kürtler ve diğer etnik gruplara karşı kullandığı bir korkuluğa dönüştü.

İran'ın benimsediği kollar inşa etme politikası, İran'da İslam Devrimi'nin patlak vermesi ve Şah'ın Şubat 1979'da devrilmesi ile başlayan geniş çaplı bir kaosa yol açtı. Ama iş bununla bitmedi. İran, Arap Körfez bölgesindeki Amerikan hedeflerini vurmaya çalışarak ve Katar hava sahasını ihlal ederek de büyük bir hata yaptı. İlave olarak, İran'ın hatalarına sık sık tahammül eden, işlerine karışmasını ve yanlışlarını görmezden gelen Körfez'de de tahribat yaratmaya çalıştı. İşleri daha da kötüleştiren ise İran parlamentosunun, bu hayati bölgede dünya petrol nakliyatının yüzde 20'sinin geçtiği, büyük öneme sahip bir ticaret ve deniz yolu olan Hürmüz Boğazı'nı kapatma kararı almasıydı.

İran'ın son eylemleriyle Körfez’in duygularını geçici de olsa kendisine karşı yabancılaştırarak kaybettiğine şüphe yok. Oysa Körfez ülkeleri, Maşrık (Levant) ülkeleri, Mısır ve diğerleri, İsrail'in İran'a yönelik saldırganlığını en başından kınadılar. Tahran, düşman listesine geçici de olsa başka ülkeler eklemek yerine dostlarının desteğini almaya çalışmalıydı.

Bu nedenle, İran'ın çok şey kaybettiğine, yalnızca Beyaz Saray'daki güçlü adamın, Tahran ve Tel Aviv arasındaki savaşı sona erdirme başarısını kendisine nispet etmeye çalışan Donald Trump'ın göreceli, geçici memnuniyetini elde ettiğine inanıyorum. Trump daha önce de Pakistan ve Hindistan arasındaki ateşkesi kendisine mal etmişti. Buna bir de ABD’nin Tahran'daki rejimi devirmeye çalışmadığını, bunun yerine yalnızca İran nükleer projesini yok etmeyi ve onu en azından gelecekte aciz hale getirmeyi amaçladığını defalarca dile getirenin de o olduğunu eklemeliyiz.

Üçüncüsü; nükleer programını kaybeden İran'ın, siyasi rejiminin devamı ve onu zayıflatma girişimlerini durdurma konusunda geçici bir kabul kazandığı açıkça ortaya çıktı. İran’ın artık sona eren bu çatışmada en önemli ve en öne çıkan devlet olduğuna şüphe yok. Ancak, Trump'ın gözdesi Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türk tarafını da göz ardı etmemeliyiz. Türkiye'nin bir Avrupa-Asya, Akdeniz ve Ortadoğu ülkesi, NATO'nun aktif bir üyesi, bölgede ve genel olarak güç denkleminde hem İsrail hem de İran ile birlikte hesaba katılması gereken bir güç olduğunu aklımızda tutmalıyız. Türkiye de Suriye'de yaptıkları ve Körfez'de elde ettikleri sayesinde ve ayrıca ABD’nin bölgedeki politikalarından duyduğu memnuniyet sayesinde yaşananlardan kazançlı çıktı.

Güç dengesinin, Körfez ülkelerinin de şu ana kadar kazandığını gösterdiğine inanıyorum, çünkü İran tarihsel olarak dost bir ülke ancak onlarla ilişkileri varlığı inkar edilemez veya görmezden gelinemez endişelerden yoksun değil. Biz Araplar olarak, İranlı ve Türk komşularımızın, akıllardan hiç çıkmayan adil Arap davası, yani tüm sonuçları, tarihsel gelişmeleri ve onu çevreleyen koşullarıyla Filistin davası için kalıcı bir çözüme ulaşmada aktif oyuncular olmalarını umut ediyoruz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.