Kıbrıs nasıl jeopolitik bir ikilem haline geldi?

Çok karmaşık bir jeopolitik bölge: Kıbrıs

Kuzey Kıbrıs'taki Lefkoşa kenti ve Selimiye Camii (Shutterstock)
Kuzey Kıbrıs'taki Lefkoşa kenti ve Selimiye Camii (Shutterstock)
TT

Kıbrıs nasıl jeopolitik bir ikilem haline geldi?

Kuzey Kıbrıs'taki Lefkoşa kenti ve Selimiye Camii (Shutterstock)
Kuzey Kıbrıs'taki Lefkoşa kenti ve Selimiye Camii (Shutterstock)

Ömer Önhon

Ercan Havalimanı, uluslararası standartlara uygun olarak inşa edilmiş modern bir havalimanıdır ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne (KKTC) giriş kapısı olarak kabul edilir. Ancak, bu havalimanına yalnızca iki Türk şirketi iniş yapıyor. Bunlardan biri Türk Hava Yolları, diğeri ise Pegasus adlı özel bir Türk şirketidir. Bunun nedeni, KKTC'ye yönelik uluslararası yaptırımlar ve kısıtlamalar…

Öte yandan Larnaka Havalimanı'ndaki diğer tüm taşıyıcılar Kıbrıs'ın diğer tarafında yer alıyor.

Bu adada iki devlet var. Bunlardan biri de adanın güney kesiminde yer alan ve Kıbrıs Rumlarının anavatanı olan ve uluslararası alanda tanınmış yapı olan “Kıbrıs Cumhuriyeti” iken diğeri ise, yalnızca Türkiye tarafından tanınan KKTC.

Kıbrıslı Rumlar adanın kendi egemen oldukları kesimini “Kıbrıs Cumhuriyeti'nin etkin kontrolü altındaki bölgeler” ve KKTC’nin adada egemen olduğu kuzey kesimini ise “hükümetin etkin kontrolünden yoksun bölgeler” olarak tanımlıyor.

1974 Türk askeri müdahalesine yol açan tarihi gelişmeler

Osmanlı İmparatorluğu, 1571 yılında adayı Venedik'in elinden aldı. 300 yıl boyunca yönetti. 1878 yılında, Rusya'ya karşı desteğini garanti altına almak için siyasi bir jest olarak, geçici yönetimi İngiltere'ye bıraktı.

Ancak İngiltere, Birinci Dünya Savaşı sırasında adayı tek taraflı olarak ilhak etti ve sömürge yönetimi 1960 yılına kadar devam etti.

1960 yılında, Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan Zürih Anlaşması ile İngiltere ve adadaki cemaat liderleri ile imzalanan Londra Anlaşması uyarınca, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin garantörlüğünde Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu.

Kıbrıs Cumhuriyeti'nin temeli, Kıbrıslı Rumlar ve Türkler arasında siyasi haklar ve statüde eşitlik olarak kabul edildi ve bu, cumhuriyetin anayasasında da yer aldı. Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan, bu durumu memnuniyetle karşılamasalar da koşullar uygun olmadığı için, katılmayı ve adanın tamamını talep etmek için doğru zamanı beklemeyi tercih ettiler.

Kısa süre sonra, Kıbrıslı Rum milliyetçilerinin aşırılıkçı örgütü EOKA, silahlarını Kıbrıslı Türklere doğrulttu. Örgüt, 1955 yılında İngiliz sömürge yönetimine karşı kurulmuştu. Sloganı Enosis yani Yunanistan'a Birleşme idi.

Kıbrıslı Rumlar adanın kendi egemen oldukları kesimini “Kıbrıs Cumhuriyeti'nin etkin kontrolü altındaki bölgeler” ve KKTC’nin adada egemen olduğu kuzey kesimini ise “hükümetin etkin kontrolünden yoksun bölgeler” olarak tanımlıyor.

Bunu 1963'te toplumlararası şiddet izledi. Kıbrıslı Türk siviller köylerinden kaçtılar ve Kıbrıslı Rum milisler tarafından kuşatılmış yerleşim bölgeleri haline gelen kasaba ve şehirlerin belirli bölgelerinde toplandılar.

Daha sonra, Kıbrıslı Türkler, ‘Türk Mukavemet Teşkilatı’ (TMT) bayrağı altında kendi silahlı oluşumlarını kurarak karşılık verdiler. 2012 yılında vefat eden Kıbrıs Türk topluluğunun lideri ve KKTC’nin ilk Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, sık sık Kıbrıslı Türklerin kendilerine ya boyun eğmek ve kendilerine ne kadar küçük olursa olsun verilen haklar altında bir azınlık olarak yaşamak ya da adayı Türkiye'ye veya başka bir yere gitmek için terk etmek olmak üzere iki seçenek sunulduğunu ancak kendilerinin üçüncü bir seçeneği tercih ederek direndiklerini söylerdi.

Yunan milliyetçisi ve faşist EOKA-B, 1974 yılının Temmuz ayında hükümeti devirdi ve Yunan Kıbrıs Ulusal Muhafızları'nın desteğiyle askeri darbe gerçekleştirdi. O sırada Yunanistan'ı yöneten askeri cuntanın hazırladığı ve denetlediği plana göre, sonraki aşama, Türk direnişini bastırmak, Kıbrıs’ı tamamen Helen adası haline getirmek, son aşamada ise adayı Yunanistan'a ilhak etmekti.

1974 yılının Temmuz ayında, Türkiye, garantör devlet olarak Londra Anlaşması'ndan doğan haklarını kullanarak askeri müdahalede bulundu. 85 yaşındaki eski TMT Milisi ve Kıbrıslı Türk Gaziler Derneği Başkanı Celal Bayar, 1963'ten 1974'e kadar Kıbrıslı Rum milliyetçileri ve EOKA tarafından gerçekleştirilen soykırımlara karşı birlikte mücadele ettiklerini söyledi.

1963'teki toplumlararası şiddet, Kıbrıslı Türk sivillerin köylerini terk etmelerine ve Kıbrıslı Rum milisler tarafından kuşatılmış yerleşim bölgeleri haline gelen kasaba ve şehirlerin belirli bölgelerinde toplanmalarına yol açtı.

Ancak, 1974'te yapılan Türk askeri müdahalesi ve savaş, bu eğilimi tersine çevirdi. Yunanistan'ın Helen adası yaratma hayalleri tamamen suya düştü ve yeni bir gerçek ortaya çıktı.

Adanın güney kesiminde yaşayan Türkler, kuzey kesimine, kuzey kesiminde yaşayan Kıbrıslı Rumlar ise güney kesimine taşındı. O zamandan beri, yaklaşık 380 bin nüfuslu Türkler, adanın yüzde 35,04'ünü oluşturan 3 bin 241 kilometrekarelik bir alanda kuzeyde yaşıyor. Yaklaşık 800 bin nüfuslu Kıbrıslı Rumlar ise güneyde yaşıyor.

Kıbrıslı Türkler başlangıçta Kıbrıs Türk Federal Devleti olarak örgütlendiler ve 1983'te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni ilan ettiler.

Anlamsız ve umutsuz müzakereler ve AB’nin rolü

1974 savaşından bu yana, Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Rumlar ve garantör ülkeler arasında, çatışmaya çözüm bulmak ve adayı birleştirmek amacıyla, Birleşmiş Milletler (BM) gözetiminde sayısız girişim ve plan başlatılmış, sonuçsuz müzakereler yapıldı.

Tüm taraflardan ve partilerden diplomatlar ve devlet adamları yaşlandı, emekli oldu ve bazıları yaşlılıktan öldü. Bir çözüm bulmak için ellerinden geleni yaptılar, ancak Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar bir anlaşmaya varamadı.

Çözüme en çok yaklaştıkları dönem, Annan'ın planının adanın her iki tarafında referanduma sunulduğu 2004 yılıydı. Plan “İki Etnik, İki Bölgeli Birlik” çözümü ekseninde şekillenmişti.

Avrupa Birliği (AB) üyeliği beklentisinin ve ekonomik refah atmosferinde ileriye doğru atılacak bir adımın her iki tarafı da anlaşmaya varmaya yönelik güçlü bir teşvik sağlayacağı ümit ediliyordu ancak işler öyle gitmedi.

cdsfrg
Lefkoşa'daki turistik çarşı (Ömer Önhon)

Kıbrıslı Rumlar, plana yüzde 75,83'lük ezici bir çoğunlukla karşı oy kullandı, Kıbrıslı Türkler ise yüzde 64,91'lik çoğunlukla lehine oy kullandı. İlginç bir şekilde, planı bizzat müzakere eden Kıbrıslı Rumların Cumhurbaşkanı Tasos Papadopulos, halkını referandumda hayır demeye çağırdı.

Referandumun hemen ardından BM Genel Sekreteri Kofi Annan 28 Mayıs 2004'te bir rapor yayınladı ve bu raporda “Kıbrıslı Türklerin oylarının onlara baskı ve tecrit için her türlü gerekçeyi geçersiz kıldığını” açıkça belirtti.

Ancak en garip sonuç, Annan Planı'nı reddeden Kıbrıslı Rumların, adanın tamamını temsil ettikleri gerekçesiyle AB'ye kabul edilmesi, planı büyük çoğunlukla kabul eden Kıbrıslı Türklerin ise dışlanması, daha fazla izolasyon ve ambargoya maruz bırakılmasıydı.

“Umudu, Avrupa Birliği üyeliği olasılığının ve ekonomik refahın gölgesinde atılacak adımın, her iki tarafı da bir anlaşmaya varmaları için güçlü bir teşvik oluşturacağıydı. Ancak, işler bu şekilde gitmedi.”

KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, AB'nin 2004 yılında çözülmemiş bölgesel çatışmalardan mustarip bir ülkeye, nüfusunun dörtte birini görmezden gelip girişine izin vererek büyük bir hata yaptığına dikkat çekiyor.

AB'nin önde gelen bazı yetkilileri, kamuoyuna açıkça hata yaptıklarını itiraf ettiler. Ancak, bu itiraflar, görevlerinden emekli olduktan sonra yapılacaktı. Son olarak, Birleşik Krallık'ın eski Dışişleri Bakanı Jack Straw, yakın zamanda yayınlanan bir makalede benzer bir itirafta bulundu.

KKTC gerçek bir devlet mi değil mi?

Yunan tarafı, KKTC’yi var olmayan, yasadışı veya başka bir şey olarak görebilir, ancak bir devletin kurulmasını gerektiren tüm koşulları karşılanmış durumda: Sürekli bir nüfusa, belirli bir bölgeye, bir hükümete ve diğer devletlerle ilişki kurma yeteneğine sahip. Yani, 1933'te imzalanan Montevideo Konvansiyonu'nda belirtildiği gibi, uluslararası hukukta devletin standart tanımına uyuyor.

Ancak, KKTC, uluslararası alanda tanınmıyor. Ünlü İngiliz yazar Andrew Mango, 2004 yılında yayınlanan bir makalesinde şu ifadelere yer vermişti: “Ada’da, her biri etnik olarak homojen bir grup içeren ve kendi kendilerini istikrarlı ve demokratik bir şekilde yöneten iki bölge var, fiilen Kıbrıs'ta iki ayrı devlet oluşturuyorlar.”

Ancak, Kıbrıslı Türkler, uluslararası platformlara erişimleri kısıtlıdır. KKTC, yalnızca New York ve Cenevre'deki BM'de ve yaklaşık 20 ülkede ticari ofis olarak temsil edilmeyi başardı.

KKTC de İslam İşbirliği Teşkilatı'nın toplantılarına “Kıbrıs Türk Devleti” adı altında katılıyor ve yakın zamanda Türk Devletleri Teşkilatı'na gözlemci olarak katıldı.

Kıbrıslı Rumlar, KKTC ile yapılan herhangi bir uluslararası temasa tepki gösteriyor. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tezlerini güçlendirmek için kullandığı yöntemlerden biri de AB içinde ilgisiz konularla ilgili kararları engellemektir. ABD Temsilciler Meclisi üyesi Pete Sessions'ın birkaç hafta önce Ankara'dan doğrudan Ercan Havalimanı'na gitmesi ve bunu yapan ilk ABD'li yetkili olması Kıbrıslı Rumları öfkelendirmişti.

zxscd
Lefkoşa'daki halk meydanı (Ömer Önhon)

 KKTC, aralarında AB’nin de bulunduğu uluslararası kuruluşlardan, bazı yardımlar alıyor. Ancak, bu yardımlar, Kıbrıslı Rumlara ayrılan paralarla karşılaştırıldığında çok az. Öte yandan, Arkia, KKTC için önemli bir mali yardım sağlıyor. Bu yardım olmadan, bu cumhuriyette yaşamak çok zor olurdu.

KKTC, içinde bulunduğu zor koşullara rağmen, Türkiye ile birlikte bölgesel bir bakış açısına ve uzun vadeli bir perspektife sahip olan birçok ‘devasa proje’ üzerinde çalışıyor. Bu projelerden biri, Türkiye'den Kıbrıs'a, denizin altında 80 kilometre uzunluğunda bir boru hattıyla 75 milyon metreküp su taşımaktır. Suyun, yakın zamanda inşa edilen Keçiköy Barajı'nda depolanacak ve dağıtılması planlanıyor.

İkinci proje ise geçen Temmuz ayında açılan Ercan Havalimanı'nın genişletilmesi. Havalimanının şu an 10 milyon yolcu kapasitesine sahip. Hazırlık aşamasında olan bir başka proje ise Türkiye ile elektrik bağlantısıdır. Projenin 2028 yılına kadar tamamlanması planlanıyor. Ortadoğu ve Avrupa arasındaki elektrik şebekelerini kısa mesafelerle birbirine bağlamada önemli bir katkı sağlayacak.

csdvgert
Lefkoşa'da bir üniversite (Ömer Önhon)

Kıbrıs Medya Grubu Başkanı ve Kıbrıslı Türkler arasında kamuoyunu şekillendiren en önde gelen gazetelerden biri olan Kıbrıs Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Özer Kanlı, “Bu yatırımlar, KKTC'nin kalıcı olduğunun ve Türkiye'nin onu desteklediğinin açık göstergeleridir" dedi. Bu projeler, yalnızca Türkleri değil, tüm adayı da faydalandırabilecek, hatta bölge dışındaki yerleri bile faydalandırabilecek projelerdir.

KKTC'nin gelir kaynakları nelerdir?

Turizm, üniversiteler, kumarhaneler ve yurt dışında yaşayan Kıbrıslı Türklerden yapılan para transferleri KKTC'nin sahip olduğu başlıca döviz kaynaklarını oluşturuyor.

KKTC'ye gelen yabancılar üç kategoriye ayrılıyor: Türkiye'den gelen turist kategorisi, Kıbrıslı Rum kategorisi ve üçüncü ülke vatandaşları kategorisi.

Kıbrıs'ın Yunan tarafına ait Larnaka Havaalanı'na gelen yabancı turistler, hayalet bir ülkeye girmenin heyecanını yaşamak için KKTC'ye geçiyor. Bu, güvenli bir ortamda vahşi yaşamı keşfetmeye benzeyen bir macera gibi!

Kıbrıslı Rumların KKTC’ye güçlü muhalefetine rağmen, onlar da bu ülkeyi ziyaret etmekten hoşlanıyorlar. Kıbrıslı Rumlar, 2003 yılında Kıbrıslı Türklerin geçişine izin verilmesinden bu yana, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne alışveriş yapmak, yemek yemek, şarap içmek ve orada bulunan yirmi kumarhanede kumar oynamak için ülkeye akın ediyorlar.

Gerçekten de kuzeyde benzin dahil her şey güneyde olduğundan daha ucuz. Ayrıca, Türk lirasının euro karşısındaki değer kaybı, KKTC'yi daha cazip bir yer haline getiriyor. Kıbrıslı Yunan polisinin verilerine göre, 2022 yılında 1 milyon 372 bin 564 Kıbrıslı Yunan, KKTC’ye geçti. Bu, önceki genel sayının iki katı.

2022 yılında, Güney Kıbrıs'tan KKTC'ye geçen ada sakini olmayan yabancı vatandaşların sayısı da 1 milyon 498 bin 649'a ulaştı. Bu, önceki yıl 471 bin 910 olan rakama kıyasla önemli bir artış. Geçişler, 2004 yılında tarafların üzerinde anlaştığı kontrollere tabi olarak, bölünme hattı boyunca yayılmış 9 noktadan yapılıyor.

“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin bir başka önemli varlığı, yaklaşık 23 üniversitedir. 2021-2022 akademik yılında, 108 bin öğrenci derslere katıldı. Bu öğrencilerden 13 bini KKTC vatandaşı, 43 bini Türkiye vatandaşı ve 51 bini üçüncü ülke vatandaşıydı. Üçüncü ülke vatandaşlarının çoğu Ortadoğu, Orta Asya ve Afrika'dan geliyordu.”

Öte yandan 2022 yılında Türkiye'den gelen ziyaretçi sayısı da yüzde 70'i Türkiye'den olmak üzere 1 milyona yakın yabancı uyrukluya ulaştı ve bu ziyaretçiler ya uçakla ya da feribotla ulaştı.

Öte yandan, 2022 yılında da 1,9 milyon Kıbrıslı Türk Güney Kıbrıs'a geçti. Ancak, oradaki Müslümanlara (Suriyeliler ve diğerleri) yönelik son saldırılar, bazı endişeleri uyandırmış olabilir ve Kıbrıslı Türk ziyaretçi sayısını etkileyebilir.

KKTC, yabancılara yönelik gayrimenkul satışlarında ve orada yerleşen yabancıların sayısında bir patlama yaşadı. Kötü haber ise, konut fiyatları neredeyse iki katına çıktı. 1974'ten bu yana, yaklaşık 10 bin İngiliz vatandaşı emekli Kuzey Kıbrıs'a yerleşti.

Bu yeni yabancı göç dalgasında, mülkler satın alan ve kuzeyde yerleşen Ruslar listenin başında geliyor. Hatta bu durum, Rusya Büyükelçiliği'nin Kuzey Kıbrıs'ta konsolosluk ofisi açma planlarını duyurmasına neden oldu.

Diğer önemli gayrimenkul alıcılar arasında Ukraynalılar ve İranlılar bulunuyor. Güneyde çalışan birçok üçüncü ülke vatandaşı, daha ucuz ve daha sakin olduğu için kuzeyde yaşamayı tercih ediyor.

cdv
Lefkoşa'nın havadan görünümü (Ömer Önhon)

KKTC'nin bir başka önemli varlığı, yaklaşık 23 üniversitedir. 2021-2022 akademik yılında, 108 bin öğrenci derslere katıldı. Bu öğrencilerden 13 bini KKTC vatandaşı, 43 bini Türkiye vatandaşı ve 51 bini üçüncü ülke vatandaşıydı. Üçüncü ülke vatandaşlarının çoğu Ortadoğu, Orta Asya ve Afrika'dan geliyordu.

Kıbrıslı Rumlar, KKTC’ye önemli bir konum kazandıran, onun kârını ve zenginliğini artıran bu kadar hareketli faaliyetten memnun değil.

Bazı Afrikalılar ve diğerleri, AB'ye girmek için bir başlangıç noktası olarak KKTC'ye gidiyor. AB'nin uyarılarına yanıt olarak, Kıbrıs Türk Polisi gerekli önlemleri aldı ve öğrenci vizelerini kötüye kullananlara karşı harekete geçti. Bazı Afrikalılar sınır dışı edildi ve KKTC'ye giriş noktalarında kontroller daha sıkı hale geldi.

İç politika ve Türkiye ile ilişkiler

KKTC'nin cumhurbaşkanı ve başbakanı, her ikisi de kendi sorumluluklarını üstleniyor ve her ikisi de her beş yılda bir yapılan çok partili seçimlerde seçiliyor. Cumhurbaşkanı, Kıbrıs müzakerelerinden ve genel olarak uluslararası ilişkilerden sorumlu iken Başbakan ise diğer dosyaları üstleniyor.

KKTC'de son genel seçimler 23 Ocak 2022'de yapıldı. 8 siyasi partiden 400 aday, parlamentodaki 50 sandalye için yarıştı. Son cumhurbaşkanlığı seçimleri ise Ekim 2020'de yapıldı. 11 adaydan biri olan Ersin Tatar, seçimleri kazanarak KKTC'nin beşinci cumhurbaşkanı oldu.

Kuzeydeki siyasi tartışmanın Kıbrıslı Türklerin geleceği etrafında dönmesi, muhalefet partilerinin ekonominin kötüleşen durumu, kötü yönetim ve kötü yönetişim nedeniyle hükümete saldırması şaşırtıcı değil.

Türkiye ile ilişkiler, KKTC iç siyasetinin özünü oluşturuyor. Türkiye'nin siyaseti, bu cumhuriyetin siyasetini de etkiliyor. KKTC, Türkiye'ye olan bağımlılığı ve Türk lirasını ulusal para birimi olarak kullanması nedeniyle Türkiye'deki son ekonomik dalgalanmalardan da etkilendi.

Ancak, tüm Kıbrıs Türkleri, ayrı bir Kıbrıs Türk devleti kurma fikrinden, Türkiye'ye olan bağımlılığından veya varlığından memnun değil. Bu siyasal kesim KKTC Türkiye’den bağımsızlaşırsa Kıbrıslı Rumlarla iyi ilişkiler kurulabileceğini düşünüyor. Ayrıca, ada topraklarında Yunan veya Türk olsun, herhangi bir yabancı askeri gücün bulunmasına karşı çıkıyorlar.

Kronolojik sıralama:

1571: Osmanlılar Kıbrıs'ı ele geçirdi.

1878: İngiltere, adanın geçici yönetimini Osmanlılardan devraldı.

1914: İngiltere tek taraflı olarak adayı ilhak etti.

1960: İngiliz yönetiminin sonu ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin ilanı.

1963: Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türkler arasında toplumsal şiddet başladı.

1974: Türk askeri müdahalesi.

1983: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ilan edilmesi.

2003: Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar savaştan sonra ilk kez adanın ‘yeşil hattını’ geçtiler.

2004: Annan Planı'na ilişkin referandum yapıldı.

2004: Kıbrıs, Avrupa Birliği üyesi oldu.

2017: Crans Montana müzakereleri başarısız oldu.

2020: Türkler iki devletli çözüme işaret etmeye başladı

* Türkiye’nin son Şam ve eski Madrid Büyükelçisi olan Önhon’un makalesi Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Trump ve Netanyahu… ‘Kişisel anlaşmazlıktan’ daha fazlası

Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu Beyaz Saray'da ağırladı, 7 Nisan 2025 (AFP)
Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu Beyaz Saray'da ağırladı, 7 Nisan 2025 (AFP)
TT

Trump ve Netanyahu… ‘Kişisel anlaşmazlıktan’ daha fazlası

Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu Beyaz Saray'da ağırladı, 7 Nisan 2025 (AFP)
Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu Beyaz Saray'da ağırladı, 7 Nisan 2025 (AFP)

Michael Horowitz

ABD Başkanı Donald Trump, geçtiğimiz iki hafta boyunca İsrail'i diken üstünde durmak zorunda bıraktı. Başkan Trump’ın İsrail hükümetini defalarca kez şaşırtması, ülkenin liderleri arasında perde arkasında belki sessizce ama açıkça hissedilir bir endişenin artmasına yol açtı.

İlk şok, Trump'ın İran destekli Husilerle beklenmedik bir ateşkes ilan etmesiyle yaşandı. Ateşkesin duyurulması, Husilerin İsrail'in Ben Gurion Uluslararası Havaalanı'na düzenlediği füze saldırısına karşılık olarak İsrail'in Sana Havaalanı'na büyük bir saldırı düzenlemesinden sadece birkaç dakika sonraydı. Basında yer alan birçok habere göre İsrail, açıklanmasından önce ateşkesten haberdar edilmedi. Kısa süre sonra anlaşmanın, Husilerin İsrail'e yönelik bugün de devam eden saldırılarının durdurulmasına ilişkin herhangi bir atıfta bulunmadığı anlaşıldı.

Ama bu sadece bir başlangıçtı.

ABD Başkanı’nın Körfez ülkelerine yaptığı ziyaretle birlikte, İsrail'e yönelik sürprizleri de devam etti. Bu sürprizler, İsrail'in uzun süredir güvenliğine tehdit ve Türkiye'nin adamı olarak gördüğü Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile yapılan görüşme ile doruğa ulaştı. Daha da kötüsü Trump, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı bir kez daha överken, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio da Ukrayna konusunu görüşmek üzere Türkiye'yi ziyaret etti. Fakat muhtemelen görüşmeler bunun ötesine geçti.

Trump, Ahmed eş-Şera’yı ‘oldukça çekici biri’ olarak tanımlamakla kalmadı, İsrail tarafının şaşkınlığı arasında Suriye'ye uygulanan yaptırımların kaldırılmasına ilişkin sürpriz bir açıklamada bulundu. Bu kararın öncesinde, açıklamadan önceki günlerde bile ABD yönetiminin böyle bir adım atmaya niyetli olduğuna dair herhangi bir işaret yoktu.

Şara’ya karşı katı bir tutum sergileyen İsrail hükümeti, yaptırımları kaldırmak bir yana, bunu Şam'a karşı bir koz olarak kullanmak için sürdürülmesi gereken hayati bir araç olarak görüyordu. Ancak bu karar, ABD Başkanı'nın İsrail ile Suriye arasında normalleşme sürecini zorlamaya niyetli olduğunu açıkça yansıtıyordu.

Böyle bir gelişme uzun vadede geniş çaplı faydalar sağlayabilir ve büyük bir diplomatik başarı olur. Ancak İsrail’in mevcut hükümeti, İbrahim Anlaşmaları’nı Suriye'yi de kapsayacak şekilde genişletmeye hiçbir zaman ilgi göstermedi.

Böyle bir gelişme uzun vadede geniş çaplı faydalar sağlayabilir ve büyük bir diplomatik başarı olur. Ancak İsrail’in mevcut hükümeti, İbrahim Anlaşmaları’nı Suriye'yi de kapsayacak şekilde genişletmeye hiçbir zaman ilgi göstermedi.

Trump'ın Katar ziyaretiyle birlikte, İsrail'de Doha'nın ABD Başkanı üzerindeki potansiyel etkisine ilişkin endişeler arttı. Bu endişeler, Amerikan basınında Katar'ın Başkan'a lüks bir uçak hediye ettiğine dair haberler çıktıktan ve özellikle de Trump'ın “Sadece bir aptal böyle bir hediyeyi reddeder” sözlerinden sonra daha da arttı. Bu durum, Katar'ın Trump yönetimindeki karar alma mekanizmalarında yeniden yer edindiğine dair İsrail'in şüphelerini artırdı.

Amerikan basınında, Trump'ın Netanyahu'yu, hükümeti Gazze'deki savaşı sona erdirmezse artık İsrail'in yanında yer almayacağı yönünde tehdit ettiğine dair haberler de yer aldı.

Bu gelişmeler, Gazze Şeridi’ndeki savaşta çok hassas bir döneme denk geldi. Beklenmedik bir başka gelişmeyle ABD yönetimi, savaşı sona erdirmek ve kalan rehineleri kurtarmak için yürütülen müzakerelerin çıkmaza girdiği bir dönemde, ABD vatandaşı İsrailli asker Edan Alexander'ı serbest bırakması için Hamas'a baskı yapmayı başardı. Kısa süre sonra ABD yönetiminin bir kez daha İsrail'i saf dışı bırakarak, Hamas'la doğrudan görüşmeler yaptığı ve yaklaşan ziyaret öncesinde bir iyi niyet jestine ihtiyaç duyduğuna ikna ettiği anlaşıldı.

Ancak iki durumu birbirinden ayırmak önemli. Bunlardan birincisi anlaşma, İsrail hükümetini şaşırtmış ve stratejik çıkarlar arasında büyüyen bir uçurumun altını çizmiş olsa da İsrail halkı tarafından geniş çapta memnuniyetle karşılandı. Ateşkese varılması talebiyle düzenlenen halk protestoları, İsrail'in çıkarlarını Netanyahu'nun değil, Trump'ın daha iyi temsil ettiğine dair sinyaller vermeye başladı. Bu durum, protesto hareketi ve rehinelerin aileleri arasında, çoğu İsraillinin arzuladığı şeyi gerçekleştireceği umuduyla ABD Başkanı’na doğru artan bir eğilim olduğunu da teyit etti.

Kişisel kriz mi?

ABD ile İsrail arasında kamuoyu önünde yaşanan bir dizi gerilim ve Trump'ın İsrail'i seyahat programından çıkarma kararı, Başkan Trump ile Başbakan Binyamin Netanyahu arasında kişisel bir kriz olduğuna dair spekülasyonları körükledi. Her iki lider de ‘şahsi’ diplomasi tarzlarıyla tanınıyor ve bu tarzlarında önemli politikalardan ziyade ‘kişiler arasındaki kimyaya’ önem veriyor ya da en azından ilişkilerini böyle göstermeye çalışıyorlar.

Ancak gerçekte durum muhtemelen daha da karmaşık. Trump ve Netanyahu arasındaki ilişkiyi güçlü bir kişisel ilişki olarak tasvir etmek, her ne kadar kamuoyu önünde öyleymiş gibi davranma konusunda şüphesiz iyi olsalar da birbirleriyle gerçekten dost olmadıklarını gösteren -bu yazarın daha önce belgelediği- birçok göstergeyi göz ardı etmek olur.

Böyle bir tasvir Donald Trump'ı motive eden şeyin özünü gözden kaçırıyor. Trump'ın dış politikaya yaklaşımı geleneksel jeopolitik çıkarlara, köklü ittifaklara ve tutarlı bölgesel dinamiklere değil, ister ‘anlaşmalar’ ister ABD ekonomisine yatırım akışı şeklinde olsun, medya etkisi yüksek ikili ‘kazanımlar’ arayışına dayanıyor.

Trump, Ahmed eş-Şara’yı ‘oldukça çekici biri’ olarak tanımlamakla kalmadı, İsrail tarafının şaşkınlığı arasında, Suriye'ye uygulanan yaptırımların kaldırılmasına ilişkin sürpriz bir açıklamada bulundu.

Trump, Ortadoğu turunun sonunda Abu Dabi'den ayrıldıktan sonra Air Force One uçağında gazetecilere açıklamalarda bulunurken, 16 Mayıs 2025 (AFP)Trump, Ortadoğu turunun sonunda Abu Dabi'den ayrıldıktan sonra Air Force One uçağında gazetecilere açıklamalarda bulunurken, 16 Mayıs 2025 (AFP)

Aslında Başkan Trump'ın, uluslararası ilişkiler uzmanlarının uzun vadede hayati önem taşıdığını düşündüğü birçok konuda belirli bir ideolojisi yok. Eğer somut bir ‘sonuç’ elde etme olasılığı varsa ister Husiler ister Taliban ister Hamas isterse İran ya da Rusya olsun, herhangi bir tarafla diyalog kurmaya hazır. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre Trump için önemli olan, niteliği ne olursa olsun ve nereden gelirse gelsin ‘anlaşmalar’ ve ‘zaferler’ elde etmektir.

Bu anlayışla Trump ve Netanyahu arasındaki anlaşmazlık, -yakın ilişkileri aslında medya tüketimi için olduğundan- şahsi hayal kırıklığından değil, Netanyahu'nun Trump'a istediğini, yani ‘kazanımlar’ ve ‘anlaşmalar’ sunamamasından kaynaklanıyor. ABD Başkanı, İsrail'in Gazze Şeridi ve Suriye ile ilgili anlaşmaları reddettiğini, İran ile bir anlaşma ihtimaline karşı çıktığını ve Suudi Arabistan ile normalleşme şansını azaltan tutumlar sergilediğini düşünüyor. Dolayısıyla Trump'ın Ortadoğu turunda İsrail'i görmezden gelmesi şaşırtıcı değildi. Bunun sebebi rekabet değil, daha ziyade orada ‘zafer’ olarak sayılabilecek bir şey bulamamış olmasıydı.

Tavizler vermek

Trump yönetimi, mevcut İsrail hükümetini memnun eden konuların ötesinde bile fırsatlar aramaya istekli olduğunu gösterdi. Diplomatik açıdan, ideolojik olmayan yaklaşımı ona başkalarının düşünmeye bile cesaret edemeyeceği inisiyatifler sunma ve anlaşmalar yapma esnekliği veriyor. Ancak Trump'ın dış politikasının temel sorunu başka bir yerde, yani açıklamalara, sembolizme ve medya manşetlerine odaklanıyor olmasında yatıyor ve genellikle içerik, tutarlılık ve süreklilik eksikliğiyle öne çıkıyor.

Netanyahu muhtemelen bunun farkında ve bunu kendi lehine kullanmaya çalışabilir. Gazze konusunda Trump'ın, özellikle de Ortadoğu turunun sona ermesinin ardından, başka bir haber başlığına geçmesini beklemekle yetinebilir. İran konusunda ise ABD'nin İran'ın nükleer programının azaltılması mı yoksa ortadan kaldırılması mı gerektiği konusundaki kararsızlığı, her iki taraf da bir anlaşmayı tercih etse bile müzakereleri rayından çıkarabilir. Bu tam da Netanyahu'nun o bilindik; ‘baskılara hemen yanıt vermek yerine zaman kazanmak, değişen koşullar üzerine bahis oynamak’ stratejisiyle örtüşüyor.

Ancak bu yaklaşımın risksiz olduğu söylenemez. Trump yönetiminin beklenenden daha hedef odaklı olduğu ortaya çıkarsa, Netanyahu kendisini taviz vermek, sadece bir engelden ibaret olmadığını ve yeni ABD yönetiminin alışılmadık düşünce ve yaklaşımına uymaya istekli bir ortak olduğunu kanıtlamak zorunluluğuyla karşı karşıya bulabilir. Bu durumda İsrail hükümeti, nerede esneklik gösterebileceğini ve nerede dokunulmaz kırmızı çizgiler çizmesi gerektiğini belirleyerek önceliklerini yeniden tespit etmek zorunda kalabilir.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.