İsrailli emekli subay: 1973 savaşı Tel Aviv’i uyandıran bir tokattı

İsrailli emekli subay Avigdor Kahalani (AFP)
İsrailli emekli subay Avigdor Kahalani (AFP)
TT

İsrailli emekli subay: 1973 savaşı Tel Aviv’i uyandıran bir tokattı

İsrailli emekli subay Avigdor Kahalani (AFP)
İsrailli emekli subay Avigdor Kahalani (AFP)

1973 yılında yaşanan Arap-İsrail savaşında (Yom Kippur Savaşı) Suriye cephesinde görev alan İsrailli emekli subay Avigdor Kahalani, bu savaşı ‘ağır bedeline rağmen’ İsrail’in şiddetle ihtiyaç duyduğu ‘bir tokat’ olarak nitelendirdi.

scrgeg
Suriye ordusu askerleri, 1973’teki Arap-İsrail savaşı sırasında Suriye’deki İsrail mevzilerine saldırdı (AFP)

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığı habere göre Kahalani, 1967 Arap-İsrail çatışmasında aldığı ciddi yanıkların tedavisi için hastanede bir yıl geçirdikten sonra aktif görevine yeni dönmüştü.

6 Ekim 1973’te İsrail ile Mısır ve Suriye arasında savaşın patlak verdiğinde, Golan Tepeleri’nde Suriye’ye bakan 77. tank taburuna komuta eden 29 yaşında bir yarbaydı.

sdef
İsrail kuvvetleri 1 Mart 1974’te Süveyş Kanalı’nın batısındaki mevzilerden çekildi (AFP)

Mısır ve Suriye’nin 6 Ekim’de, Yahudilerin en kutsal bayramlarından biri olan ve devlet hareketinin neredeyse durma noktasına geldiği Yom Kippur’da düzenlediği çifte saldırıları İsrail’i şaşırttı.

Kahalani (79), Tel Aviv’deki evinde AFP’ye verdiği röportajda, o süreçte Suriye’nin İsrail’den 8 ila 10 kat daha fazla tankı olduğunu ve ‘bu tankların İsrail’in tanklarından daha iyi olduğunu’ söyledi.

İsrailli emekli subay şu ifadelerle devam etti;

“Birdenbire bunun topyekün bir savaş içerisinde olduğumuzu anladık. 24 saat içinde Golan Tepeleri’nin neredeyse tamamı Suriyelilerin eline geçti.”

xscd
İsrail güçleri 1973’te Golan Tepeleri’nde uçaksavar silahıyla mevzi alıyor (AFP)

Savaşın ilk günlerindeki zorluğa işaret eden Kahalani, “Dışarıdan bakan birinin ‘hiç şansımızın olmadığını’ söylediği anlar oldu. Ama biz kazandık” dedi.

İsrail güçleri, üç gün içinde yenilginin eşiğinde görünüyordu ve Suriye güçleri doğrudan İsrail’in ana topraklarını tehdit ediyordu.

Ancak savaş alanında gelişen ani olaylar sonucunda Kahalani’nin birliği ve 77. Zırhlı Tugay'ın taburları Suriye’nin ilerlemesini durdurmayı başardı.

zxc
İsrailli General Ariel Şaron (solda), Süveyş Kanalı Batı Cephesi komutanı, 28 Kasım 1973 (AFP)

Kahalani, söz konusu savaşta yaşadıklarını şu ifadelerle anlattı;

“Neredeyse hiç yemek yemediğimiz, uyumadığımız ve tankımızda sadece birkaç mühimmatın kaldığı dört gün süren bir savaşın ardından vücudumuzdaki her kasın gerildiği kritik bir andı. Onlardan daha iyi olmak ve kazanmak için her kasınızı, her düşüncenizi kullanırsınız.”

Kahalani, İsrail’de bir savaş kahramanı olarak görülüyor ve düzenli olarak genç askerlerle konuşuyor.

1975’te Kahalani, İsrail’in en yüksek askeri nişanı olan Cesaret Madalyası’nı aldı.

Onur belgesinde, Kahalani’nin ‘Golan Tepeleri harekatının gidişatını değiştiren zor ve karmaşık bir savaşta muhteşem liderliği ve kişisel kahramanlığına’ dikkat çekildi.

İlk bocalamanın ardından İsrail, tüm yedek birimleri seferber ederek, ABD’nin de hava ikmaliyle verdiği destekle savaş alanındaki durumu düzeltmeyi başardı.

İsrail güçleri Mısır’a karşı saldırı düzenledi ve Süveyş Kanalı’nı geçerken, kuzeyde İsrail askerleri Golan’ı geri aldı.

Çatışmalar, 25 Ekim’de Birleşmiş Milletler (BM) tarafından onaylanan ateşkesle sona erdi.

Üç hafta süren çatışmalarda her iki taraf da ağır kayıplar verdi. 2 bin 600’den fazla İsrail askeri öldü ve 9 bin 500’den fazla Arap askeri öldü ve kayboldu.

zx
Cumhurbaşkanı Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ve İsrail Başbakanı Menahem Begin, 17 Eylül 1978’de ABD Başkanı Jimmy Carter’ın gözetiminde Beyaz Saray’da barış anlaşmasını imzaladıktan sonra birbirlerine sarılıyorlar (AFP)

Kahalani, kardeşi de dahil olmak üzere yaşanan insani kayıplara rağmen, 1973 savaşının ‘yüzlerine atılan bir tokat olduğunu söyleyerek, bunun ‘akıl sağlıklarını bir dereceye kadar geri getirdiğini’ vurguladı.

Pek çok tarihçi, İsrail’in 1967’deki zaferinin, siyasi ve askeri liderlik arasında bir dokunulmazlık duygusu uyandırdığını ileri sürüyor.

Kahalani ise, “Yedek kuvvetler iki gün önce seferber edilmiş olsaydı, savaş muhtemelen önlenebilirdi” şeklinde bir yorum yaptı.

Ancak Kahalani, dönemin Başbakanı Golda Meir hükümetinin ‘savaşın çıkmak üzere olduğuna dair tüm belirtilere sahip olmalarına rağmen tereddütlü’ olduğunu vurguladı.

İsrail’in hazırlıksız yakalanmasının yarattığı şokun her şeyi değiştirdiğini, ardından gelen derin iç sorgulamalar ve yüksek profilli istifalar olduğunu dile getiren Kahalani, “Artık kutsal inekler yoktu” diye ekledi.

Savaştan bir yıl sonra, İsrail’in askeri hazırlık düzeyini ve savaşın başlamasına verdiği tepkiyi araştırmak üzere bir komisyon kuruldu.

Genelkurmay Başkanı David Elazar ve askeri istihbarat başkanı Eli Zeira istifa etti.

Meir, komisyon tarafından doğrudan suçlanmasa da 1974’te başbakanlıktan istifa etti.

zxscdf
İsrail Genelkurmay Başkanı David Elazer (sağdan ikinci) ve İsrail eski Başbakanı İzak Rabin (solda) Ekim 1973’te Golan Tepeleri’nde ön cephe mevzilerinin yakınında (AFP)

Kahalani ise orduda kaldı ve tuğgeneral rütbesine ulaştıktan sonra istifa edip 1992’de İşçi Partisi’ne katıldı.

Daha sonra merkezci bir parti kurmak üzere ayrıldı ve 1996-1999 yılları arasında Binyamin Netanyahu’nun ilk hükümetinde Kamu Güvenliği Bakanı olarak görev yaptı.

Kahalani’ye göre 1973 savaşı, İsrail’i Demir Kubbe füze savunma sistemi gibi daha karmaşık silahlar geliştirmeye ve bugün sahip olduğu askeri teknolojik üstünlüğe ulaşmaya iten bir kıvılcım oldu.

Ancak her şeyden önce bu savaş, Kahalani’ye göre İsrail’i çevreleyen -İran gibi- ‘varoluşsal tehlikeler’ konusunda bir uyarı işlevi de gördü.



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.