Sahel’deki El Kaide, Taliban'ın peşinde

Iyad Ag Ghali, örgütün önde gelen liderlerinden biri ve ismi, ez- Zevahiri'nin yerini alacak adaylar arasında gösteriliyor.

Mali'nin kuzeyindeki Kidal'da, 2016’da Azavad güçleri. (AFP)
Mali'nin kuzeyindeki Kidal'da, 2016’da Azavad güçleri. (AFP)
TT

Sahel’deki El Kaide, Taliban'ın peşinde

Mali'nin kuzeyindeki Kidal'da, 2016’da Azavad güçleri. (AFP)
Mali'nin kuzeyindeki Kidal'da, 2016’da Azavad güçleri. (AFP)

El Kaide örgütü geçen ağustos ayının sonunda, Mali'nin kuzeyindeki tarihi şehir Timbuktu'yu kuşattığını duyurarak Afrika sahili bölgesinde dikkatleri üzerine çekti. Şehri kara, hava ve nehir yoluyla izole ederek, bölge sakinlerini günlük saldırılara ve bombardımanlarına maruz bıraktı. Bu durum, şehri insani bir felaketin eşiğine getirdi ve birçok kişinin komşu kırsal bölgelere kaçmasına neden oldu.

Aşırılık yanlısı örgüt, şehri kuşatmayı başardı ve Mali'nin kuzeyindeki Azavad bölgesinde şehirler ve köyler ele geçirdi. 2022'de Fransız güçlerinin ve bu yıl Birleşmiş Milletler güçlerinin de ayrılmasının ardından benzeri görülmemiş bir şekilde genişledi.

El Kaide, Afrika sahili bölgesindeki güvenlik koşulları ve istikrarsızlıklardan yararlanarak, komşu Burkina Faso'ya ve üç ülkenin sınırının kesiştiği ‘Ölüm Üçgeni’ olarak bilinen Nijer topraklarına nüfuzunu genişletti. Burada, Wagner grubu tarafından desteklenen Mali hükümeti güçleriyle ve rakibi DEAŞ ile savaşıyor.

Fotoğraf Altı: Azavad hareketlerinden Tuareg savaşçıları, 28 Eylül 2016'da Kuzey Mali'deki Kidal yakınlarında toplantı düzenledi. (AFP)
Azavad hareketlerinden Tuareg savaşçıları, 28 Eylül 2016'da Kuzey Mali'deki Kidal yakınlarında toplantı düzenledi. (AFP)

Nasıl bu kadar hızlı büyüyor?

El Kaide'nin Sahel’deki ilk belirtileri, 1990'ların başında Cezayir'de yaşanan ‘Kara On Yıl’ dan sonra başladı. 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra Afganistan'da Taliban hareketinin çöküşünden sonra, örgüt, Cezayir'deki ‘Cemaatu’l-Dava ve'l-Cihad’ hareketinden doğdu. Örgüt 2007 yılında kendini ilan etti. Daha sonra, terör için bir arka bahçe haline gelen bölgede, bağımsız olarak çalışan birkaç grup ve bazıları El Kaide’ye bağlılığını ilan eden gruplar da dahil olmak üzere gruplar çoğaldı.

Aralık 2011’de, Mali'nin kuzeyinde, Tuareglerin en ünlü liderlerinden biri olan İyad Ag Gali liderliğinde yeni bir hareket ortaya çıktı. Ag Gali, Ensar ed-Din adlı yeni hareketi duyurdu. Bu hareket 2012 yılında Mali'ye karşı savaştı.

Mali'de şiddet yanlısı gruplar arasındaki rekabet ve hedeflerin çeşitliliği nedeniyle durum karmaşık hale geldi. Turistleri, yabancıları ve devlet memurlarını kaçırarak milyonlarca euro fidye talep eden gruplar varken, hakimiyet kurmak ve halifelik projesini benimsediğini iddia eden gruplar da var.

Görüşmeler sayesinde, Mart 2017'de, çatışma ve anlaşmazlıklar sonrasında İyad Ag Gali tüm hareketleri tek bir çatı altında birleştirmeyi başardı. Ensar ed-Din, Macina Kurtuluş Cephesi, Murabitun örgütü ve El Kaide'nin Afrika Mağribi'ndeki kanadını ‘İslam ve Müslümanların Zaferi Cephesi’ adı altında bir ittifak altında topladı.

Fotoğraf Altı: İyad Ag Gali.
İyad Ag Gali.

Gali, Tuareg etnik kökenini, ayrıca araziyi, kabileleri, çatışma taraflarını ve Mali'deki iktidar odaklarını iyi bilmesini kullandı. 1992'de barış anlaşmasının ardından bir süre diplomat olarak çalıştığı için, liderlik ettiği gruplar için kapsamlı bir strateji oluşturmayı, takipçilerini iki katına çıkarmayı ve daha fazla destekçi toplamayı başardı.

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre Gali, El Kaide'nin Afrika sahili bölgesindeki sınırlı hedeflerini aştı. El Kaide'nin hedefleri, turistleri kaçırma, kaçakçılık ve ayaklanma gibi sınırlı operasyonlara dayanıyordu. Gali, Taliban hareketinin Afganistan'daki üslerinde elde ettiği deneyimden ilham alarak, etki alanları ve takipçileri oluşturmaya başladı. Bu sayede, Azavad'daki devrimci hareketlerin pahasına, eşi görülmemiş bir liderlik pozisyonuna ulaştı.

El Kaide'nin lideri, Tuareg isyancılarıyla olan geçmişi ve Libya'daki faaliyetleri nedeniyle geniş çapta tanıyor. Libya'da Yeşil Tabur’un bir üyesiydi ve Lübnan'da Filistinlilere karşı savaşmak için savaşa gitti. Ayrıca, Muammer Kaddafi'nin ordusu için Çad'da görev yaptı. Birçok farklı yerde yaşadı ve daha sonra önce Sünni grupların, ardından Pakistan ve Afganistan'da Tebliğ Cemaati'nin, daha sonra da aşırılık yanlısı cihat gruplarının fikirlerini benimsedi. ABD istihbarat raporları, Gali'nin Mali ve dışındaki çok sayıda tarafla kurduğu karmaşık bir ilişki ağı sayesinde sahip olduğu nüfuzun kapsamını ortaya çıkardı. Bunu, son iki on yılda Sahra'da terörist unsurlar tarafından kaçırılan batılı ve Mali rehinelerin serbest bırakılması için arabuluculuk yaptığında kanıtladı.

Fotoğraf Altı: Nijer'in başkenti Niamey'deki kadınlar. (AFP)
Nijer'in başkenti Niamey'deki kadınlar. (AFP)

Gali, sahada kabile bağlarını kullandı ve kabile liderleriyle geniş ilişkiler kurdu. Bu liderlere, kendisinin veya bağlı olduğu grupların bir hedefi olmayacaklarını, aksine onları herhangi bir saldırı veya tecavüzden koruyacak bir ‘koruma unsuru’ olacaklarını garanti etti.

Son on yılda, Fransa ve Birleşmiş Milletler güçlerinin Mali'de bulunduğu dönemde, Gali, çok fazla saldırı düzenlemedi veya doğrudan hedef belirlemedi veya yabancı güçlere karşı savaş ilan etmedi. Bu güçler, onu yakalamak için milyonlarca dolar ödül koymuştu. Ayrıca Azavad’lı komşularıyla da herhangi bir çatışmaya girmedi. Bu komşularıyla, ‘herhangi bir tarafın diğerine saldırmayacağı’ konusunda dolaylı bir anlaşmaya varmıştı. Diğer yandan, çölde saklandı ve güçlü bir güç inşa etmeye odaklandı. Daha fazla aşırıcıyı kendine çekti. Silah, mühimmat ve para toplamak için mevcut kargaşadan ve Libya'nın çöküşünden ve ona yakın olan Kaddafi rejiminin düşüşünden yararlandı.

Halife olduğu iddia edilen devlet

İyad Ag Gali, DEAŞ gibi ‘Sahel'de Halifelik Devleti’ kurma projesini açıkça ilan etmedi. Ancak ‘El Kaide"nin medya kolu es-Sehab tarafından yayınlanan yayınları, ‘Sahel ülkelerinde İslami şeriatı uygulama’ projesine işaret ediyor. Örgüt, hakimiyet bölgelerinde valiler ve emirler atadı. Bu valiler, örgütünün yasalarını ve yönetimin nasıl olacağı konusundaki görüşlerini uygulamak için çalışıyor. Raporlara göre, El Kaide valileri, fakir halka karşı keyfi ve şiddetli uygulamalarda bulunuyor. Hayvanlarını, paralarını ve mallarını ellerinden alıyorlar ve ‘zekat’ adı altında ağır vergiler koyuyorlar.

Fotoğraf Altı: Askeri darbenin liderleri tarafından sınır dışı edilen Fransa Büyükelçis’inin ayrılmasının ardından pazar günü Niamey'de toplantı düzenlendi. (EPA)
Askeri darbenin liderleri tarafından sınır dışı edilen Fransa Büyükelçis’inin ayrılmasının ardından pazar günü Niamey'de toplantı düzenlendi. (EPA)

El Kaide"nin gücü ve hakimiyeti, binlerce işsiz gencin örgüte katılmasına neden oldu. Bu gençler, örgütten korktukları ve ‘benden olmayan benim düşmanımdır’ politikası uygulanacağından endişe ettikleri için örgüte katıldılar. Bu durum, DEAŞ gibi örgütlerin de uyguladığı bir politika. Zira bu örgütler, kendilerine katılmayanları öldürebiliyor.

Şu anda, El Kaide örgütünün Mali'nin kuzeyindeki çoğu bölgede hakimiyeti var. Bu hakimiyet, Moritanya sınırına kadar uzanıyor. Mali'nin güneyinde, Burkina Faso'nun derinliklerine ve Togo sınırına kadar uzanıyor. Ayrıca, Nijer sınırına da ulaşıyor. Örgütün, yayınladığı videolara göre, şu anda binlerce takipçisi ve tonlarca silahı bulunuyor.

Örgüt, hareketlerinde ‘pikap’ arabalarına güveniyor. Her bir araba, birkaç savaşçı, motosikletler, saldırı ve savunma silahları, bazen hava saldırılarına karşı olmak üzere, yiyecek, su ve yakıt taşıyabiliyor. Bu da örgüte haftalarca ihtiyaç duymadan hareket etme imkanı veriyor.

Bu tehlikeli strateji sayesinde, örgüt, inisiyatif ve sürprizi elinde tutuyor. Rakipleri, örgütten, baskın ve kaybolma hızında üstünlüğü nedeniyle acı çekiyor. Bölge orduları için bir korku kaynağı haline geldi, çünkü onlara ciddi insani ve maddi zararlar verdi.

ABD nerede?

Her zaman yöneltilen soru şu: El Kaide örgütünün ve onun benzerlerinden DEAŞ’ın bu kadar güçlü olmasına karşı, terörle mücadele gücü nerede? Bu örgütler, geniş bir coğrafi alanda hakimiyet kurarken, Amerikan ve Fransız askeri üslerinden yapılan hava saldırılarından etkilenmiyor.

Gözlemcilere göre, bölge ülkelerinin (Mali, Burkina Faso ve ardından Nijer) davranışları, bölgedeki terörle mücadele projesini baltaladı. Bu, bu ülkelerde yaşanan birbirini takip eden darbelerin istikrarı sarsmasının ardından gerçekleşti. Bu durum, Batı'nın, Sahra ve Batı Sahel boyunca dağılmış gruplara karşı savaşında uzun vadeli planlarını sürdürmesini engelledi. Mali, Fransa ve Birleşmiş Milletler'den gelen 20 binden fazla askerin bölgeden ayrılmasını istedi. Bu askerler, Mali'yi terörist grupların yanı sıra diğer muhalif gruplardan koruyordu. Bu garip olarak görülen talep, neredeyse fakir ülkeyi yerinden eden bir terör dalgasına yol açtı. Mali, Wagner grubundan milyonlarca dolar ve madencilik sözleşmeleri karşılığında uzmanlar getirdi. Ancak bu önlemler, muhtemelen devam eden terör dalgasına karşı etkisiz kalacak.

Komşu Nijer'de de durum aynı. Nijer'in sınırları, bu grupların hareketlerini izleyen Fransız birlikleri ve bu grupların toplanmaları ve hareketleri hakkında doğru bilgi sağlayan ABD birlikleri sayesinde terörden uzaktı. Nijer'deki darbenin baltaladığı bu yardımlar, uranyum açısından zengin ülkeyi, komşuları Mali ve Burkina Faso'nun maruz kaldığı tehditlerin altına sokuyor.

Fransız dergisi L'Express, edindiği çeşitli analizler ve senaryolar ışığında, Mali'nin başkenti Bamako'nun, 2024 yılı sonuna kadar ‘Cemaat-i Tevhid ve'l-Cihad’ (El Kaide-i Sahra) tarafından ele geçirileceğini öngördü. Fransız dergisi bu senaryoyu, 2013 yılında Fransızların, başkente 600 kilometre uzaklıktaki Kuna şehrinin kontrolünü ele geçirdikten sonra, aşırıcı grupların başkent Bamako'ya ilerlemesini engellemek için Mali'ye müdahale etmesiyle yaşananlar olarak resmetti. Artık örgüt için daha elverişli hale gelen koşullar altında, yine herhangi bir Fransız müdahalesine karşı güvende olduğuna inanılıyor.

Şu an El Kaide’nin lideri, uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmeye başladı. Örgütün iç ve dış liderleri arasında bir yıldız haline geldi. Hatta, örgütün lideri Eymen ez-Zevahiri'nin yerini alabileceğine dair güçlü spekülasyonlar var. Bu, örgütün Afrika Sahilleri'nde bir devlet kurmak üzere olduğu gerçeğinden kaynaklanıyor. Örgüt, halen daha rakipleri olan DEAŞ’den daha fazla destekçi toplamaya devam ediyor.



Lübnan: Cumhuriyetin sancıları

Lübnan: Cumhuriyetin sancıları
TT

Lübnan: Cumhuriyetin sancıları

Lübnan: Cumhuriyetin sancıları

İbrahim Hamidi

ABD ve Fransa'nın sponsorluğunda İsrail ile Hizbullah arasında imzalanan ateşkes anlaşmasının metnine göre Lübnan bir dönüm noktasının eşiğinde. Bu doğum sancıları cumhuriyetin kanının tazelenmesine mi, yoksa yeni üçüncü ya da dördüncü bir cumhuriyetin doğuşuna mı yol açacak?

Bu, el-Mecelle'nin Aralık ayı sayısının kapak haberi ve ateşkesten senaryolar, ordunun rolü, Hizbullah yenilgisinden sonra Şiilerin geleceği, mültecilerin geri dönüşü ve toplum mühendisliğine kadar konuyu her yönüyle ele alıyoruz.

Lübnan, 60 günlük ateşkes, Hizbullah ile İsrail'in güneyden çekilmesi, boşluğu Lübnan ordusu ile BM’ye bağlı UNIFIL güçlerinin doldurması, her iki taraftan da yerinden edilenlerin geri dönmesi, Meclis'in cumhurbaşkanını seçmek için toplanması, başbakanın atanması, hükümetin kurulması ve yeniden imar ile karşı karşıya bulunuyor.

Aylarca süren müzakereler ve bir yılı aşkın süredir Gazze için sürdürülen “destek savaşı”nın ardından gelen anlaşma uygulanırsa, ülke, cumhuriyetin temellerine dönüşe ya da yeni bir doğuşa tanık olacak. Lübnan Cumhuriyeti, şu anda bildiğimiz mezhepçi kotaların öncesinde, Fransız Mandası döneminde doğmuştu. İlk anayasa hazırlanıp 1926 yılında Katolik hukukçu Şarl Debbas cumhurbaşkanı seçildiğinde doğdu. O dönemde başbakanlık da Maruni Hıristiyanların elindeydi.

Bazıları, Birinci Cumhuriyet'in 1926'da doğduğuna ve 1943'te cumhurbaşkanı seçilen Şeyh Bişara el-Huri’ye kadar bir dizi Hıristiyan cumhurbaşkanı tarafından yönetildiğine inanıyor. Huri Sünni olan başbakanı Riyad el-Sulh ile ittifak kurdu ve ikisi birlikte, cumhurbaşkanlığını Marunilere, başbakanlığı Sünnilere ve meclis başkanlığını Şiilere tahsis eden sözlü bir ulusal uzlaşının temelini attılar. Saib Selam'ın anılarında, 1943'te Sabri Hamada’nın Şii olduğu için değil, en yaşlı milletvekili olduğu için yasama organının başına getirildiğini söylediğine de dikkat çekelim.

Bu nedenle pek çok kişi Birinci Cumhuriyet'in ulusal sözleşme ile doğduğuna inanıyor ve kendisi 21 Kasım 1943'teki bağımsızlık ilanına da tanıklık etti. Birinci Cumhuriyetin 1926 Anayasası ile değil de 1943 yılında doğduğunu düşünürsek, bu cumhuriyet 1975 yılında iç savaşın başlamasıyla mı yıkıldı yoksa savaşın sonuna ve 1989'daki İkinci Cumhuriyet'in başlangıcı olan Taif Konferansı’na kadar mı devam etti?

Birinci cumhuriyet 1943'ten 1975'e, ikincisi 1975'ten 1989'a ve üçüncüsü o zamandan bu yana mı?

Adı ne olursa olsun, mevcut cumhuriyetin belki de en belirgin özelliği, Taif Anlaşması’nın Hıristiyan cumhurbaşkanı pahasına Sünni başbakanı güçlendirmesiydi. Başbakan Refik Hariri'nin 2005'te suikasta kurban gitmesiyle sona eren Suriye varlığını kabul etmesiydi. Temmuz 2006 savaşı ve Hizbullah’ın İran'ın nüfuzunu genişletmek için ülke içinde ve bölgesel olarak artan rolü ile sonuçlanmasıydı.

Hizbullah ve İran'ın baskın rolünün gerilemesi ve muhaliflerinin beklentileri karşısında Lübnan yeni bir doğuşla mı karşı karşıya?

Zafer sloganları bir yana, Hizbullah'ın büyük bir yenilgiye uğradığı tartışılamaz. Zira Lübnan süreci Gazze sürecinden ayrıldı. İsrail, aralarında Hasan Nasrallah'ın da bulunduğu askeri ve sembolik liderlerini öldürdü, iletişim ve liderlik yapısını dağıttı. 1701 sayılı kararın uygulanmasını, Litani Nehri'nin arkasına çekilmeyi, dahası belki de bir İsrail tampon bölgesinin oluşturulmasını, silah tedarikinin kesilmesini ve füze üretiminin engellenmesini kabul etmek zorunda kaldı. Bunlara bir de Hizbullah’ın kuluçka ortamının ödediği muazzam insani ve ekonomik bedel ekleniyor.

Hizbullah ve İran'ın baskın rolünün gerilemesi ve muhaliflerinin beklentileri karşısında Lübnan yeni bir doğuşla mı karşı karşıya? Netanyahu, (bu sayımızda ona da özel bir dosya ayırdığımız) ABD başkanı seçilen Trump ile olan ilişkisinden ve Beyaz Saray'ın başına geçmeden önce “savaşları bitirmesi” için ona verdiği “armağan”dan destek alarak şunlarda ısrar ediyor; Hizbullah'ın kendisini yeniden silahlandırmamasını veya askeri yapısını yeniden inşa etmemesini garanti altına almak için Lübnan'da bir gözetim mekanizması kurulması, en büyük düşman olan İran'ın denetim ve “maksimum baskı” altında tutulması. Odağını özellikle Gazze Şeridi'ne kaydıran İsrail, Lübnan’da herhangi bir ihlal ile başa çıkılmaması durumunda Lübnan'a müdahale etme olanağına sahip olmak istiyor. Tel Aviv bu “haktan” vazgeçmezken, Hizbullah ve Lübnan da bunu kabul edemez.

Milisler ve rejimler bir noktada buluşmaktadır, o da dışarıda yenildikleri zaman içeride zafer aramaları, uzaktaki bir düşman tarafından yaralandıklarında ise yakın komşularından intikam almalarıdır

Burada şu sorular ortaya çıkıyor; bu durum Lübnan'da siyasi olarak nasıl ifade bulacak? Eski siyasi sözleşmenin yeniden canlandırılmasında veya yenisinin formüle edilmesinde bölgesel ve uluslararası güçlerin rolü nedir? Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır'ın Haziran 1967 savaşından sonra çıkıp “yenilgiyi” kabul etmesi gibi, Hizbullah'ın yeni Genel Sekreteri Naim Kasım da neden çıkıp yenilgiyi kabul etmekte gecikti? Neden Hizbullah ve İran'a sadık olanlar yaşananları bir “zafer” veya “direniş” olarak değerlendirmekte ısrar ediyor?

Herhangi bir savaşın insani ve ekonomik maliyeti konusunda devlet ile milislerin farklı davrandıkları doğru, ancak devletler ile örgütlerin zaman ve tarihle ilişkilerinde farklı oldukları da doğrudur. En tehlikelisi ise milislerin ve rejimlerin bir noktada buluşmasıdır, o da dışarıda yenildikleri zaman içeride zafer aramaları, uzaktaki bir düşman tarafından yaralandıklarında ise yakın komşularından intikam almalarıdır.

Kapak konusu olan Lübnan dosyası ve Başkan Donald Trump'ın seçilmesi ve bunun Ortadoğu ve dünyadaki yansımalarına ilişkin özel dosyaya ek olarak, Aralık sayısında siyaset, ekonomi, bilim ve kültür üzerine yazılar, analizler ve röportajlar da yer alıyor.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.