Savaşlar ve zafer sloganlarıyla yaşanan trajedimiz

Sonuçları açıkça görülen anlamsız savaşlar: iktidara yerleşen diktatörlükler, çöken ekonomiler, iç barışın olmayışı ve siyasi mafyaların ülkelerin kaderi üzerindeki hakimiyeti.

8 Kasım 2019'da Bağdat'ın Tahrir Meydanı'nda bir duvar resmi
8 Kasım 2019'da Bağdat'ın Tahrir Meydanı'nda bir duvar resmi
TT

Savaşlar ve zafer sloganlarıyla yaşanan trajedimiz

8 Kasım 2019'da Bağdat'ın Tahrir Meydanı'nda bir duvar resmi
8 Kasım 2019'da Bağdat'ın Tahrir Meydanı'nda bir duvar resmi

İyad el-Anber

25 yıldan kısa bir süre içinde üç savaşa tanıklık etmiş Irak kuşağından biriyim. Irak 2003'ten sonra iç savaşı andıran bir süreç yaşadı. Ülkemdeki son savaş, terör örgütü DEAŞ'a karşı verilen savaştı ve öyle görünüyor ki, aşırıcılık ve terör güçlerine karşı haklı olduğumuz tek savaş bu oldu. Avantajlarından biri Irak toplumunun birleşmesiydi. Ancak bu, Iraklıların savaşta elde ettiği gerçek zaferden yararlanmayı başaramayan hükümetlerin ve siyasi sınıfın kaçırdığı bir fırsat olarak kaldı.

Iraklılar savaşı ve trajediyi en çok yaşayan, mağdur olan, kayıplarını deneyimleyen ve yaşayan bölge halkları arasında yer alıyor. Tek liderin sloganları ve coşkulu konuşmaları dışında zaferin anlamını bilmiyorlar. Totaliter rejimler veya lider toplulukların anlayışında zafer, tek bir anlamla sınırlıdır; o da, bu liderin iktidarda veya hayatta kalmasıdır. Şehitler, dullar, yetimler gibi savaş mağdurları ya da toplumun militarizasyonunun önemi yoktur. Toplumlarımızın şu her iki durumdan da canı yandı: “Savaş ve savaşın kaybedilmesi kaygısı ve savaşın yararlılığı konusundaki kafa karışıklığı.” Savaşın kurbanları kimsenin umurunda değil ve savaşın sonuçlarına ilişkin bir yargılama da yok.

Sokaklarımız bile artık ne ölü pankartlarını ne de siyasi liderlerin düşmana karşı zafer işareti minvalindeki slogan ve rozetleriyle asılan resimlerini barındıramıyor. Buradaki ironi, kendilerine tahsis edilen büyük fonlara rağmen altyapının tahrip edilmesinden muzdarip olan bu alanların gerçekliğinde yatmaktadır. Yolsuzluk ve kötü yönetim, Irak'ın birçok bölgesinde hizmet durumunun iyileştirilmesinin önünde engel teşkil ediyor. Sonuç olarak yolsuzluk ve savaş Irak'ın yıkılmasına katkıda bulundu. Ancak en büyük hata, savaştaki zaferi, terörizmi ve şiddeti reddetme konusunda ulusal uzlaşmaya varmak için bir başlangıç noktası haline getirme fırsatını kaçırmak ve egemen sınıfın zaferin sonucunu vatandaş ile devlet arasındaki güveni yeniden tesis etmek için kullanamamasıydı. Tam tersi oldu, zafer asalak bir sosyal mafya sınıfının ve savaş tüccarlarının ortaya çıkması için bir fırsata dönüştü.

Irak ve Lübnan'da da durum benzer. Kötü yönetim ve yolsuzluklarla savaşı yaratanlar, devlete karşı kışkırtıcı mezhepçi söylem taşıyanların da katılımıyla siyasi blokların liderlerine dönüştüler. Toplum onları siyasi aptallıklarından dolayı cezalandırmadı, yargı kurumları da onları ihmallerinden sorumlu tutmadı. Irak burada Lübnan senaryosunu tekrarlıyor. Çoğu siyasi lider olan iç savaşın liderleri dün savaş cephelerinde buluşuyordu. Bugün siyasi diyalog masasında oturuyorlar. Mezhep mensuplarının mağdur olduğu anlamsız savaşlarda değişmediler ve kayıplarının tarihi sorumluluğunu üstlenmediler.

“Irak ve Lübnan'da da durum benzer. Kötü yönetim ve yolsuzluklarla savaşı yaratanlar, devlete karşı kışkırtıcı mezhepçi söylem taşıyanların da katılımıyla siyasi blokların liderlerine dönüştüler. Toplum onları siyasi aptallıklarından dolayı cezalandırmadı, yargı kurumları da onları ihmallerinden sorumlu tutmadı.”

Savaş yeni bir başlangıçtır ve trajedisine rağmen çatışmanın sona ermesi ihtimalini taşıyabilir. Ancak Orta Doğu'daki savaşlar hariç; bunlar anlamsız savaşlar! Başladığınız yere dönüyorsunuz ve kimse savaşın neden olduğunu ve neden tekrarlandığını sormuyor? Bunun yerine, hayali zaferlerimizi yüceltmekle meşgulüz. Zaferler, liderlerimizin anlayışına göre, şehirlerimiz yıkılsa ve savaşların ardından harabe haline gelse bile, iktidarda kalmaları anlamını taşır. Savaş oyunu iktidardakilere hitap ediyor. Çünkü hayatta kalmalarının ve milli kahramanlara dönüşmelerinin tek yolu budur. Kurbanlar sadece rakamlardan ibarettir. Yıkıma gelince, savaşta yıkılanların yeniden inşası için yurt dışından gelecek paralar için yarışa girenler var. Bu, savaş baronlarının zenginliğini artırmak için bir fırsat!

Filistinliler, 12 Ekim 2023'te güney Gazze Şeridi'ndeki Refah'ta İsrail'in hava saldırısında yıkılan binaların enkazının üzerinden arabalarıyla geçiyor.
Filistinliler, 12 Ekim 2023'te güney Gazze Şeridi'ndeki Refah'ta İsrail'in hava saldırısında yıkılan binaların enkazının üzerinden arabalarıyla geçiyor. (AFP)

Görünüşe göre savaş oyunu hâlâ birçok Orta Doğulu liderin ilgisini çekiyor. Savaşın davulları henüz Avrupalılardaki gibi tarih müzesine dönüştürülmedi. Bölgenin ufkunda “yıpratma” ya da “vekil” başlıklı savaşlar beliriyor. Suriye'deki savaş henüz rejimin lehine sonuçlanmış değil ve Esad cumhurbaşkanı olarak kaldığı sürece rejimin kesinlikle galip gelmesi bekleniyor! Yıkımın ve can kayıplarının boyutu ve Suriye'nin uluslararası ve bölgesel iradelerin mücadele alanına dönüşmesinin hiçbir önemi yok. Lübnanlılar, ilk kurbanın Lübnan ekonomisi olacağı yeni bir savaştan korkuyor. Yemen'de savaşan taraflar arasındaki çatışmanın çözümsüz geçmesi, daha fazla can kaybı anlamına geliyor. Bu can kayıpları uluslararası raporlarda rakamlara dönüşüyor. Ufukta hiçbir çözüm yok. Irak'ta savaş tüccarları, Irak'ı düşman bölgesel güçler için bir savaş alanı haline getirmeye çalışıyor. Şu söze inanırlar: “Savaş sesinden daha yüksek ses yoktur. Savaş olduğu sürece sorumlu tutulma konusunda güvendeler.”

Bütün bu başlıklar sonuçları açıkça görülen anlamsız savaşlar içindir. Bu savaşların sonuçları: iktidara yerleşen diktatörlükler, çöken ekonomiler, iç barışın olmayışı, siyasi mafyaların ülkelerin kaderi üzerindeki hakimiyeti ve hukukun üstünlüğünün olmadığı kırılgan devletler. Ama biz hala zaferlerin şarkısını söylüyoruz, önemli olan savaşın bitmesi ve siyasi liderliğimizin kalması ve genişlemesidir.

Rejimlerle sorunumuz halen devam ediyor, diktatör iç krizlerini dış düşmana ihraç etmek için savaşlara başlamadan önce ne bizi ne de barışı ve güvenliği sağlayabilecek yönetici olmalarını meşrulaştırdığımız kişileri düşünmüyor. Her durumda savaşlar kaçınılmaz bir kader haline geldi. Yöneticilerimiz, savaş ilan etme cesaretinden daha fazla cesaret gerektiren barış yapma mantığıyla düşünmüyorlar. Çünkü savaşlarının kendi konumlarını etkilemeyeceğini, çocuklarının veya ailelerinin mağdur olmayacağını çok iyi biliyorlar. Onlara zafer konuşması hazırlayıp kutlayanlar var ama kimse onları hatalarından sorumlu tutmuyor.

“Haklı savaşlar olabilir ama büyük acılarla sonuçlanmayan bir savaşa hiç tanık olmadım.” Eric Dortschmid'in "Tarihin Akışını Değiştirmede Tesadüf ve Aptallığın Rolü... Belirleyici Faktör" adlı kitabında söylediği gibi.

“Bütün bu başlıklar sonuçları açıkça görülen anlamsız savaşlar içindir. Bu savaşların sonuçları: iktidara yerleşen diktatörlükler, çöken ekonomiler, iç barışın olmayışı, siyasi mafyaların ülkelerin kaderi üzerindeki hakimiyeti ve hukukun üstünlüğünün olmadığı kırılgan devletler. Ama biz hala zaferlerin şarkısını söylüyoruz, önemli olan savaşın bitmesi ve siyasi liderliğimizin kalması ve genişlemesidir.”

Öyle görünüyor ki, Arap nesillerinin savaşlarla, savaşları yapanlarla ve sloganlarını pazarlayanlarla olan durumu, zaman geçmesine ve koşullar değişmesine rağmen değişmedi. Bu savaşlar binlerce ölü, yaralı ve yerinden edilmiş kişi meydana getirse bile. Yöneticiler ve liderler hâlâ zaferin şarkısını söylüyor. Savaş, insan haklarına saygılı, insan onurunu ve güvenliğini koruyan değerleri tehlikeye atıyor ve bu değerlere inananlar, ticaretini yapanlar, hatta onlarla tek gözle ilgilenenler için gerçek bir sınav istasyonu haline geliyor. Savaşları ve yıkımlarını reddeden insani değerler bölünmemeli, toplumlar üzerindeki egemenliklerini tarihi ve dini sloganlarla meşrulaştıran ideolojik sloganların ticaretine konu edilmemelidir. Bu ideolojik sloganların sonu ulusların ve insanların yok edilmesidir. Bu, sefil Arap dünyamızdaki hakim düşüncenin gerçek durumudur. Savaşların sonuçlarını ve yapılabilirliğini incelemek yerine şiddete ve yıkıma karşı ilkeli bir duruş sergilemenin gerekliliğini vurgulayanlar ile konuyu siyasileşmeden önce dinler arası bir çatışma meselesi olarak görmek isteyenler arasındaki ihanet tartışmalarına kaçmayı tercih ediyoruz.

Savaşlar ve zafer sloganlarıyla yaşanan trajedimiz, Alman yazar Erich Maria Remarque'ın "Batı Sahasında Her Şey Sessiz" adlı romanında dile getirildi: “Savaşa girenlerin umudu yok, öyle ya da böyle hastalanıyorlar. Birey savaştan sağ çıkarsa insan olarak varlığı azalır. Savaş, insanlığımızı ve vicdanımızı yozlaştırdığı için tüm insanlar ve doğa için ölüm cezasıdır.”

* Şarku’l Avşar tarafından Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir



Kürt heyeti başkanı Şarku’l Avsat'a konuştu: Şam’daki toplantıda parlamentoya katılım sağlamayı teklif ettik… Ayrıca anayasal bildirgeye yönelik çekincemizi gündeme getirdik

Şam’a giden Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi heyetinin baş müzakerecisi Fevze Yusuf (Şarku’l Avsat)
Şam’a giden Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi heyetinin baş müzakerecisi Fevze Yusuf (Şarku’l Avsat)
TT

Kürt heyeti başkanı Şarku’l Avsat'a konuştu: Şam’daki toplantıda parlamentoya katılım sağlamayı teklif ettik… Ayrıca anayasal bildirgeye yönelik çekincemizi gündeme getirdik

Şam’a giden Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi heyetinin baş müzakerecisi Fevze Yusuf (Şarku’l Avsat)
Şam’a giden Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi heyetinin baş müzakerecisi Fevze Yusuf (Şarku’l Avsat)

Suriye'nin başkenti Şam'da bu ayın başında uzun zamandır beklenen ve tarihi olarak nitelenen bir toplantı yapıldı. Bu toplantı, Suriye hükümetinden yetkililer ile Fevze Yusuf başkanlığındaki Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi heyetini bir araya getirdi. Toplantıda, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi arasında, Amerikan himayesinde imzalanan anlaşmanın uygulanması için alt komitelerin oluşturulması ve ihtilaflı meselelerin çözümüne yönelik müzakereler için ortak bir zemin bulunması konuları ele alındı.

Fevze Yusuf Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte, görüşmelerin olumlu geçtiğini ve DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu (DMUK), ABD ve bölgesel güçlerin bilgisi ve desteğiyle yapıldığını belirtti. Ayrıca Kurban Bayramı tatilinden sonra alt komitelerin kurulmasına karar verildiğini ifade etti.

Yusuf, “Her iki taraf arasında, merkezi komite denetiminde tüm alanlarda uzmanlaşmış komitelerin oluşturulması konusunda bir uzlaşı sağlandı. Zira birçok konu ve dosya, her iki tarafın uzmanlarına ihtiyaç duyuyor. Böylece Özerk Yönetim’in Suriye devlet yapılarıyla bütünleştirilmesi için ortak bir vizyona ulaşmak hedefleniyor” ifadelerini kullandı.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi, geçtiğimiz mart ayında Şam’da hükümet ile SDG arasında yapılan anlaşmayı imzalarken (Arşiv – SANA)Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi, geçtiğimiz mart ayında Şam’da hükümet ile SDG arasında yapılan anlaşmayı imzalarken (Arşiv – SANA)

Birleşmeye dair farklı yaklaşımlar

Geçtiğimiz mart ayında Şara ile Mazlum Abdi arasında imzalanan anlaşma, kuzeydoğu Suriye’deki tüm sivil ve askerî kurumların yeni devlet yapısına dâhil edilmesini öngörüyor. Bu kurumlar arasında sınır kapıları, havaalanları, petrol ve gaz sahaları da yer alıyor. Anlaşma kapsamında kurulması planlanan komitelerden biri, Özerk Yönetim’deki kurumların ve bu kurumlarda çalışan personelin devletin resmî kurum ve dairelerine nasıl entegre edileceğini ele alacak ‘idari komite’ olacak. Bir diğer komite, öğrencilerin, okulların ve eğitim kurumlarının Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlanması ile diplomalarının ve eğitim kademelerinin tanınmasını sağlayacak. Ayrıca güvenlik ve askerî güçlerle ilgili bir komite de oluşturulacak ve bu komite, söz konusu güçlerin Savunma ve İçişleri Bakanlığı yapısına nasıl entegre edileceğini belirleyecek. İhtiyaca göre daha sonra başka komiteler de kurulacak.

Özerk Yönetim bölgeleri, Suriye’nin kuzeydoğusunda yer alan dört vilayete dağılmış durumda: Halep’in doğu kırsalı, Deyrizor’un kuzey ve doğu kırsalı, Rakka şehir merkezi ve Tabka. Bunlara ilave olarak Haseke vilayeti ve Kamışlı şehri. Bu bölgeler, yedi sivil yerel meclis tarafından yönetiliyor.

Suriye hükümetinden resmî bir heyet ile Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi'ni bir araya getiren tarihi toplantıdan (sosyal medyada paylaşıldı)Suriye hükümetinden resmî bir heyet ile Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi'ni bir araya getiren tarihi toplantıdan (sosyal medyada paylaşıldı)

Söz konusu kurumların ve çalışanlarının geleceği hakkında konuşan Fevze Yusuf, bu yapıların birleşme süreci boyunca geçiş dönemini yöneteceğini açıkladı. Yusuf, “Anlaşılan o ki, bizim birleşme ve bütünleşme anlayışımız Şam’ın bakış açısından farklılık gösteriyor. Hükümet, birleşme meselesini Özerk Yönetim’in lağvedilmesi ve askerî güçlerinin tasfiyesi olarak anlıyor. Oysa biz, bütünleşmeyi mevcut kurumlarımızın bu aşamayı yönetmeye devam etmesi ve ileride devletin bir parçası hâline gelmesi olarak görüyoruz” şeklinde konuştu.

Yerel yönetimlerin, onları yöneten halkın bir parçası olan kişiler aracılığıyla yürütülen bir yönetişim sistemi olduğunu vurgulayan Yusuf, bu kişilerin bölgenin sorunlarını çok iyi bildiklerini belirtti. Yusuf, “Başka bir ifadeyle, bu yönetimlerin gelişme ve Şam’la anayasal düzenlemelere dayalı olarak koordinasyon kurma hakkını korumak ve varlıklarını hukuken ve meşru biçimde sürdürmelerini teminat altına almak istiyoruz” dedi.

Askerî ve güvenlik güçlerinin, Savunma Bakanlığı bünyesinde tek bir yapı olarak birleştirilmesi, ancak özgünlüklerinin ve coğrafi dağılımlarının korunması hakkında ise Yusuf şu yorumu yaptı: “SDG’yi diğer silahlı gruplarla sayı, nitelik, silah ve savaş tecrübesi bakımından karşılaştırmak mümkün değil. SDG güçleri, ABD öncülüğündeki DMUK güçleri tarafından eğitildi. Bu güçler, geleceğin Suriye ordusunun çekirdeğini oluşturacak. Çünkü bu güçler disiplinli, örgütlü ve yıllar boyunca bölgelerini ve Suriye sınırlarını koruma noktasında yeterliliklerini ispatladılar.”

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi bölgelerini gösteren bir trafik levhası (Şarku’l Avsat)Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi bölgelerini gösteren bir trafik levhası (Şarku’l Avsat)

Yusuf, hükümet tarafının anlaşma maddelerini uygulama konusunda ciddiyet gösterdiğini ve askerî seçenekler ile güvenlikçi çözümleri dışladığını belirtti. Her iki taraf da Savunma Bakanlığı’na bağlı güçlerle SDG arasında askerî bir çatışma yaşanmamasının, uzlaşıların ve tüm Suriye topraklarında egemen ve güçlü bir devlet inşasının önünü açacak stratejik bir tercih olduğunu ve bu tercihin korunması gerektiğini vurguladı.

Zaman çizelgesine dair anlaşmazlık noktası

Ancak Şara ile Abdi arasında imzalanan anlaşma, yıl sonuna kadar uygulanması gereken bir takvim öngörüyor. Peki, bu takvim hakkında durum ne? Yusuf, birçok mesele ve dosyanın hâlâ karmaşık olduğunu ve daha fazla zamana ihtiyaç duyulduğunu, örneğin, askerî ve güvenlik güçlerinin nasıl entegre edileceği meselesinin zamana yayıldığını kaydetti. Yusuf'a göre bu güçler, Suriye topraklarının üçte biri büyüklüğündeki bir alana dağılmış durumda. Hapishanelerin boşaltılması ve kampların tasfiye edilmesi meseleleri ise daha da uzun bir zamana ihtiyaç duyuyor.

Şarku'l Avsat'a konuşan Yusuf, Şara ile Abdi’nin anlaşmayı ilan etmesinin ardından Özerk Yönetim’in hükümet heyetiyle ilk toplantısını Haseke’de gerçekleştirdiğini, burada görüş alışverişinde bulunulduğunu aktardı. En acil çözüm gerektiren meselelerden birinin ortaokul ve lise diplomalarına ilişkin bitirme sınavları meselesi olduğunu ve hükümet heyetinin bunu çözmeye istekli olduğunu, ancak bugüne kadar, yani üç ay geçmesine rağmen, sınav sürecinin Özerk Yönetim bölgelerinde nasıl yürütüleceğine dair hiçbir resmî kararın çıkmadığını ve binlerce öğrencinin geleceğinin tehlikede olduğunu söyledi.

Yusuf ayrıca, Özerk Yönetim’in adem-i merkeziyet talebinin ayrılıkçılık ve bölünme anlamına geldiği yönündeki suçlamalara yanıt vererek, ‘Özerk Yönetim’in Şam’da bulunmasının ve Özerk Yönetim heyetinin orada yer almasının, Suriye devletine bağlılığın en büyük kanıtı ve delili olduğunu’ belirtti.

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim liderleri, Suriye'nin kuzeyindeki Rakka kentinde yer alan yönetim binası önünde düzenlenen basın açıklaması sırasında (Şarku’l Avsat)Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim liderleri, Suriye'nin kuzeyindeki Rakka kentinde yer alan yönetim binası önünde düzenlenen basın açıklaması sırasında (Şarku’l Avsat)

Yusuf, “Biz Suriye’nin bir parçasıyız ve bu bizim için ilkesel bir duruş. Adem-i merkeziyetçilik birlikle çelişmez. Hepimiz Suriyeliyiz. Ancak her bölgenin kendine has etnik ve dini çeşitliliğe dayalı özellikleri var” dedi. Yusuf, bu farklılıkların göz önünde bulundurulması gerektiğini, birçok gelişmiş ülkede adem-i merkeziyetçi sistemlerin uygulandığını ve bu ülkelerin güçlü devletler olduğunu söyledi. Adem-i merkeziyetçilik kavramının, sanki bölünme ve ayrılık anlamına geliyormuş gibi çarpıtıldığını ifade etti.

Askerî ve idarî dosyaların yanı sıra bu komiteler, ekonomik meseleleri ve petrol ile enerji sahalarının devrini de ele alacak. SDG, ülkenin petrol zenginliğinin yaklaşık yüzde 85’ini, ayrıca doğal gaz sahalarının ve üretiminin yüzde 45’ini kontrol ediyor. Bu sahalar arasında doğu Suriye’de Deyrizor kırsalında yer alan el-Ömer ve et-Tank sahaları da bulunuyor.

Yusuf, hükümet tarafıyla, hazırlanmakta olan Suriye parlamentosunun yapısına katılımları konusunu görüştüklerini açıkladı. Görüşmelerin, Kurban Bayramı tatilinden sonra başlamasının muhtemel olduğunu belirten Yusuf, Özerk Yönetim heyetinin anayasal bildiri konusundaki çekincelerini hükümet tarafına ilettiğini söyledi.

Yusuf, “Adem-i merkeziyetçilik, parlamentoya katılım ve anayasal bildiri meselelerine bazı satırlarda değindik. Ancak bu toplantı türünün ilkiydi. Bu nedenle genel çerçeveyi ele aldık. Bu oturum bir hazırlık niteliğindeydi. Sonraki toplantılarda daha derin tartışmalara gireceğiz” ifadelerini kullandı.

 Özerk Yönetim ve askeri güçlerinin kontrolü altındaki başlıca kentlerden biri olan Kamışlı'nın girişi (Şarku’l Avsat)Özerk Yönetim ve askeri güçlerinin kontrolü altındaki başlıca kentlerden biri olan Kamışlı'nın girişi (Şarku’l Avsat)

Fevze Yusuf, Özerk Yönetim’in, sunulan anayasal bildiri taslağından memnun olmadığını ve bu konuda itirazları olduğunu söyledi. Zira Özerk Yönetim bu bildirinin, merkeziyetçi bir yönetimi dayattığını düşünüyor. Onlara göre anayasa, yetki ve sorumlulukların adil biçimde paylaşılmasını sağlamalı, farklı siyasi görüşlerin özgürce ifade edilmesine izin vermeli, Suriye’deki tüm etnik ve dini toplulukların haklarını tanımalı ve demokratik, adem-i merkeziyetçi bir yönetim sistemini benimsemeli.

Yusuf sözlerini şöyle tamamladı: “Biz diyaloğa hazırız. Hükümet tarafının müzakerelerin yeniden başlatılması için yeni bir tarih belirlemesini ve komitelerin çalışmalara başlamasını bekliyoruz.”