Birleşik Krallık’ın İsrail ve Filistin ikilemi

Filistinlilere yardımlarının yanı sıra Londra, son yıllarda İsrail’e de yakınlaştı

Reuters
Reuters
TT

Birleşik Krallık’ın İsrail ve Filistin ikilemi

Reuters
Reuters

Christopher Phillips

Birleşik Krallık’ın, İsrailli askerlerin ve sivillerin Hamas eliyle katledilmesine ve kaçırılmasına yönelik hızlı tepkisi, korku hissi ve hızlı destek sağlama telaşı ile şekillendi. Başbakan Rishi Sunak da “terörün kazanamayacağını” ve “İsrail’in kendini savunma ve daha fazla saldırıyı caydırma konusunda tartışmasız bir hakka sahip olduğunu” vurguladı.

Öte yandan İşçi Partisi (LP) lideri Keir Starmer ise “İsrail’de yaşanan hadiseler karşısında dehşete ve korkuya kapıldığını, Hamas’ın sergilediği bu davranışların Filistin halkına bir fayda sağlamadığını ve İsrail’in halkını savunma hakkını her zaman kullanması gerektiğini” ifade etti. Kamuoyu yoklamalarında büyük bir farkla öne çıktığı için Starmer’ın bir sonraki Birleşik Krallık başbakanı olacağı kanaati yaygın.

Ancak bu doğrudan destek sunumunun yanı sıra mevcut çatışma, Birleşik Krallık siyasetçileri için bir zorluk da oluşturuyor. Mesela uluslararası düzeyde Birleşik Krallık hükümeti, son yıllarda İsrail’e yakınlaştı. Bununla birlikte Birleşik Krallık’ın müttefikini etkileme ve Filistinlilerle daha geniş çatışmada gücü büyük oranda azaldı. Birleşik Krallık’ın yurt dışındaki seçeneklerinin sınırlılığıyla birlikte çatışma, yurt içinde daha etkili hale geldi. Ortadoğu’da yaşanan hadiselerle ilgili olarak Yahudi karşıtlığı (antisemitizm) yükselişe geçiyor. Nitekim yetkililer ile Filistin destekçisi büyük gruplar arasında çatışmalar yaşanıyor ve bu eylemciler, İsrail’in Gazze’deki intikam eylemlerini protesto ediyor. Hem iktidardaki Muhafazakârlar hem de muhalefetteki İşçi Partisi, çatışmada bir ölçüde uluslararası önem kazanma umuduyla birlikte İsrail’e verilen içgüdüsel desteğin ve muhtemel iç gerilimlerin nasıl yönetileceği ikilemiyle karşı karşıya.

İsrail’e ve barış sürecine destek

Birleşik Krallık’ın hem İsrail hem de Filistin’le uzun bir ilişkisi var. Bilindiği üzere Londra, 1917 yılında meşhur Balfour Deklarasyonu’nu yayınlayarak Filistin mandasını üstlendi. Bu da İsrail’in gelişiminin yolunu açtı. Soğuk Savaş döneminde Birleşik Krallık, İsrail’e karşı, Birleşik Krallık’ın 1948 yılında Filistin’den çekilmesine yol açan terör hamlesinden kaynaklanan eski düşmanlığını bir kenara bıraktı ve iki devlet sadık müttefikler haline geldi. Diğer Batılı ülkeler gibi Birleşik Krallık da 1990’lı yıllarda Oslo Barış Anlaşması’nın önerdiği ve sürekli desteklediği ‘iki devletli çözümü’ benimsedi.

Birleşik Krallık’ın katılımı, Tony Blair’in başbakanlığı döneminde Blair, ABD Başkanı George W. Bush’u, sekteye uğrayan barış sürecini canlandırmaya ikna etmeyi başardığında doruk noktasına ulaştı. Bununla birlikte Bush’un önerdiği ‘barış için yol haritası’ Oslo Anlaşması’nda karşılaşılanlara benzer engellerle karşı karşıya kaldı. Blair daha sonra (ABD’den, Birleşmiş Milletler’den, Avrupa Birliği’nden (AB) ve Rusya’dan oluşan) Ortadoğu Dörtlüsü’nün özel elçisi görevini üstlense de Birleşik Krallık’ın bu süreçte oynadığı doğrudan rol nispeten sınırlı kaldı.

“Hamas’ın saldırıları sırasında ve sonrasında 17 Birleşik Krallık vatandaşı öldürüldü ya da kayboldu. Bu sayının artmasından endişe duyuluyor, çünkü halihazırda İsrail’de ya da Gazze Şeridi’nde 60 binden fazla Birleşik Krallık vatandaşının bulunduğu tahmin ediliyor”

O zamandan bu yana Birleşik Krallık’ın katılım düzeyi düştü. Bununla birlikte halen Filistin Yönetimi’ne ve Gazze Şeridi’ne yardım sunuyor. Örneğin Birleşik Krallık, 2018’den 2023’e kadarki dönemde Batı Şeria’da ve Gazze Şeridi’ndeki ekonomik faaliyeti desteklemek amacıyla 38 milyon sterlin yardım sunma sözü verdi. Ayrıca sağlık ve eğitim çalışanlarının ücretlerini ödemesine yardımcı olmak için de Filistin Yönetimi’ne ek olarak 20 milyon sterlin gönderdi. ABD Başkanı Donald Trump, Washington’ın, işgal altındaki topraklarda hayati hizmetlerin masraflarını karşılayan UNRWA’ya katkısını durdurduğunda Birleşik Krallık, açığın kapatılmasına yardımcı olmak için 7 milyon sterlin değerinde ek fon sağlamak suretiyle müdahale edecek kadar ileri gitti.

Ancak Filistinlilere yardımlarının yanı sıra Londra, son yıllarda İsrail’e de yakınlaştı. Özellikle teknoloji alanında ticaretleri arttı. Nitekim halihazırda İsrail, Birleşik Krallık’ın mal ve hizmet ihracatı için Ortadoğu’da en büyük beşinci noktayı temsil ediyor. İktidardaki Muhafazakâr Parti’nin, Birleşik Krallık’ın AB’den çıkması (Brexit) için yapılan referandumdan sonra sağa doğru kaymasıyla partinin önde gelen pek çok ismi, İsrail’e daha fazla destek çağrısında bulundu.

2019 ila 2022 yıllarında İçişleri Bakanı olarak görev yapan Priti Patel, İsrail’e yaptığı gizli bir yolculuğun ardından eski bakanlık görevinden istifa etmek zorunda kaldıktan sonra tanınmış bir destekçi oldu. Aynı şekilde 2022 yılında kısa başbakanlık görevi sırasında Liz Truss da adım adım Donald Trump’ı taklit ederek Birleşik Krallık büyükelçiliğinin Tel Aviv’den Kudüs’e taşınmasını istedi. Ki bu, Birleşik Krallık’ın İsrail’in Doğu Kudüs’ü yasa dışı olarak ilhakına verdiği desteği etkili bir şekilde gösterecekti. 2019 yılında Birleşik Krallık, Hizbullah’ı bir terör örgütü olarak sınıflandırdı. Zaten İsrail bunun için uzun bir süredir baskı uyguluyordu.

Foto: 18 Ekim 2023’te Filistin’e destek mesajı veren pankartlar taşıyan göstericiler, 18 Ekim 2023’te Londra’daki Başbakanlık konutu önünde düzenlenen protestoya katıldı (AFP)
18 Ekim 2023’te Filistin’e destek mesajı veren pankartlar taşıyan göstericiler, 18 Ekim 2023’te Londra’daki Başbakanlık konutu önünde düzenlenen protestoya katıldı (AFP)

“Filistin’i destekleyen aktivistlerin çoğu kendisini Yahudi karşıtı olarak görmezken Birleşik Krallık’taki Yahudi cemaatinin üyeleri onların bazı eylemlerini Yahudiler için bir tehdit olarak görüyor”

İsrail’in dostu olan Muhafazakârlar, aynı zamanda onu eleştirmekten de geri durmadı. Mesela Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt, Trump’ın 2019 yılında İsrail’in Suriye’deki Golan Tepeleri’ni yasa dışı olarak ilhakını tanımasını kınadı. Birleşik Krallık da İsrail’in Gazze’ye yönelik önceki saldırılarında sivillerin korunması çağrısında bulundu. Tarihî açıdan Birleşik Krallık, uzun bir süredir İsrail’in destekçisi. Ancak bugünkü çatışma, İsrail’i öncekilerden daha çok destekleyen bir hükümetin başta olduğu bir dönemde patlak verdi.

Çatışmanın patlak vermesinin ardından Rishi Sunak’ın aldığı ilk tedbirlerden birinin İsrail’e asker, istihbarat ve güvenlik desteği sunmak olması dikkat çekici. Bu, İsrail’in bu unsurlardan herhangi birinden yoksun olmadığı ve herkesin imkânlarından çok daha büyük ABD kaynaklarına dayanma imkânına sahip olduğu göz önünde bulundurulunca garip bir teklif gibi görünebilir. Ancak Brexit sonrası bir dünyada güvenlik ve askerî kaynaklar, Birleşik Krallık’ın sunabileceği az sayıda araçlar arasında yer alıyor. Zira AB’den çıktıktan sonra Birleşik Krallık, büyük ekonomik ve diplomatik ağırlığı kaybetti.

İsrail, başka herhangi bir yerden gideremeyeceği bir eksikliğin veya ihtiyacın işareti olarak değil de Birleşik Krallık’la dostluğunun bir işareti olarak bu teklifi kabul edebilir. O zamandan sonra Sunak ayrıca, Gazze Şeridi’nin bombalanmasının ardından Refah sınır kapısının insani yardımlar için açık tutulmasına yardımcı olmak üzere Mısır’a da askeri bir destek sağlamayı teklif etti ve başka seçeneği olmadığı için yine güvenlik tekliflerine dayandı.

İsrail karşıtı gösteriler ve Yahudi karşıtlığı konusunda uzun süredir bir gerilim söz konusu. Bazıları, İsrail dünyadaki tek Yahudi devlet olduğu için İsrail’e yönelik protestonun Yahudi karşıtlığı olduğunda ısrar ediyor. Bu görüşün muhalifleri ise İsrail devletini eleştirmek ile genel olarak Yahudileri hedef almak arasında bir fark olduğunu savunuyor. Bununla birlikte Filistinlileri destekleyen eylemcilerin birçoğu kendilerini Yahudi karşıtı olarak görmezken, Birleşik Krallık’taki Yahudi toplumunun üyeleri, onların bazı eylemlerini Yahudiler için bir tehdit olarak görüyor. Londra’da Yahudi nüfusun yoğun olarak yaşadığı bölgelerin duvarlarına ‘Filistin özgürdür’ sloganının yazılması buna bir örnek. Toplum Güvenliği Vakfı (Community Security Trust/CST) da bazılarının ‘Yahudi halkı tehdit ve rahatsız etmek için Filistin yanlısı siyasetin sembollerini ve dilini söylem silahı olarak kullandığına’ işaret etti.

Muhafazakâr İçişleri Bakanı Suella Braverman, Yahudi karşıtlığına dair endişelerini dile getirerek, Birleşik Krallık polisine daha sert önlemleri almayı düşünmesini tavsiye etti. Ayrıca Filistin bayrağı dalgalandırmak gibi, bazı koşullarda meşru olabilecek bazı davranışların, maksat terör eylemlerini yüceltmek olduğunda yasaklanmasından bahsetti. Braverman, araba sürerek Yahudi mahallelerinden geçmenin, Yahudi halkını düşmanca tezahüratlarla hedef almanın ya da Filistinlileri destekleyen semboller kullanmanın kabul edilemez olduğunu da vurguladı.

Foto: 18 Ekim 2023’te Birleşik Krallık Başbakanı Rishi Sunak, Londra’daki Avam Kamarası’nda Başbakana Sorular oturumunda konuşuyor (AFP)
18 Ekim 2023’te Birleşik Krallık Başbakanı Rishi Sunak, Londra’daki Avam Kamarası’nda Başbakana Sorular oturumunda konuşuyor (AFP)

Bu açıklamalar, Filistin destekçileri ve ifade özgürlüğü eylemcileri arasında endişelere yol açtı. Şöyle ki bazıları İsrail’e güçlü desteğiyle tanınan Braverman’ın Filistin bayrağına yasak getirilmesi için etkili bir çağrıda bulunduğundan çekiniyor. Buna cevaben polis teşkilâtı, Filistin davasını desteklemeyi otomatik olarak Hamas’ı desteklemekle eşit görmeyeceğini açıkladı ve ‘dinî güdülerle yapılan herhangi bir tacize veya korkutmaya müsamaha gösterilmeyeceğini’ de belirterek memurların gerektiğinde harekete geçeceğinin sözünü verdi.

“Mevcut çatışma, Birleşik Krallık siyasetçileri için bir zorluk oluşturuyor. Mesela uluslararası düzeyde Birleşik Krallık hükümeti son yıllarda İsrail’e yaklaştı. Bununla birlikte Birleşik Krallık’ın, müttefikini etkileme ve Filistinlilerle daha geniş çatışmada gücü büyük oranda azaldı”

İşçi Partisi’nin dengeli tavrı

İşçi Partisi, devam eden çatışmaya tepki verme konusunda zorlu bir dengeleme süreciyle karşı karşıya. Filistinlilerin güçlü bir destekçisi olan Jeremy Corbyn’in liderliğinde parti, Yahudi karşıtlığı suçlamalarına maruz kaldı. Bu da çok sayıda Yahudi üyenin ve pek çok milletvekilinin ayrılmasına yol açtı. Keir Starmer, partinin başına geçtiği andan itibaren partiyi eski konumuna getirmek, Yahudi karşıtlığı konusunda iç soruşturmalar başlatmak ve Jeremy Corbyn’in de aralarında bulunduğu bazı üyeleri ihraç etmek üzere ciddiyetle çalışmaya başladı.

Starmer’ın İşçi Partisi konferansındaki açılış konuşmasına İsrail’e desteğini ifade etmekle başlaması şaşırtıcı değildi. Zira bu, Corbyn geleneğinden açık bir şekilde uzaklaşmayı temsil etse de İşçi Partisi’nin, İsrail’deki sosyalist Siyonizm’in kurucularıyla ortak ideolojik bağlantılardan ötürü tarihî olarak İsrail’le yakın ilişkiyi sürdüren daha geniş geleneğiyle örtüşüyor.

Bununla birlikte Starmer, hassas bir dengeleme süreciyle karşı karşıya. Şöyle ki bir yandan İsrail’in kendini savunma hakkına yönelik açık desteğiyle Birleşik Krallık Yahudilerine, İsrail destekçilerine ve kamuoyuna, kendisinin Corbyn’den farklı bir lider olduğunu göstermeyi hedefliyor, kendisini Yahudi karşıtlığı ve Filistinlilere verilen içgüdüsel sol destek hakkındaki tartışmadan uzak tutuyor ve İşçi Partisi ile daha geniş seçmen kitlesi arasında İsrail destekçisi eylemcilerden oluşan özel bir grubun desteğinin korunmasına duyulan ihtiyacı da kabul ediyor.

Ancak Filistin destekçilerinden oluşan kararlı bir grup da var ve Starmer’ın iktidara gelmeyi umuyorsa bu kişileri de kaçırmaması gerekiyor. Örneğin Birleşik Krallık Müslüman İşçi Partisi üyelerinden oluşan İşçi Partisi Müslüman Ağı (Labour Muslim Network/LMN), Starmer’ın, İsrail’in Gazze’ye enerji ve su tedarikini kesme ‘hakkı’ olduğu yönündeki açıklamasını eleştirerek, bu tür eylemlerin ‘toplu bir cezalandırma’ teşkil ettiğini, bunun da uluslararası hukuka aykırı olduğunu vurguladı. Çatışma devam ederse Starmer, partisinin bazı üyeleri ve destekçileri tarafından daha fazla zorlukla karşılaşabilir. Hele de İsrail’in Gazze’de öngörülen misilleme eylemleri büyük kayıplara yol açarsa…

Birleşik Krallık’ın sınırlı uluslararası nüfuzuna bakıldığında hem Keir Starmer hem de Rishi Sunak, Birleşik Krallık’ın çatışmanın gidişatı üzerinde büyük bir etkiye sahip olmasının mümkün olmadığını görüyor. Muhtemelen katkıları; destek ifade etmeyi, kınama yayınlamayı ve daha geniş uluslararası toplum içinde gerilimi bitirme çağrısında bulunmayı kapsıyor. Ayrıca Birleşik Krallık, çatışmalarla ilgili mevcut yardımlara ve güvenlik operasyonlarına da destek veriyor.

Çatışmanın doğrudan ve somut sonuçları, Birleşik Krallık toplumunda da hissedilebilir. Bu bağlamda esas odak noktası, kendilerini çatışmanın ortasında bulabilecek Birleşik Krallık vatandaşlarının korunması ve tahliye edilmesi olacaktır. Ayrıca devam eden çatışmanın Birleşik Krallık toplumu üzerindeki olumsuz etkilerini veya yansımalarını azaltmak için de çaba gösterilecektir. Bu, Birleşik Krallık’ta güvenliğe, genel duyarlılığa ve toplumsal ilişkilere ilişkin endişelerin ele alınmasını da içine alabilir.

* Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Mücteba Hamaney, babasının izinden giden dini lider Ali Hamaney’in oğlu

Orta düzey bir din adamı olan Mücteba Hamaney, Kum'daki muhafazakâr din adamlarından eğitim aldı (Reuters)
Orta düzey bir din adamı olan Mücteba Hamaney, Kum'daki muhafazakâr din adamlarından eğitim aldı (Reuters)
TT

Mücteba Hamaney, babasının izinden giden dini lider Ali Hamaney’in oğlu

Orta düzey bir din adamı olan Mücteba Hamaney, Kum'daki muhafazakâr din adamlarından eğitim aldı (Reuters)
Orta düzey bir din adamı olan Mücteba Hamaney, Kum'daki muhafazakâr din adamlarından eğitim aldı (Reuters)

İran’ın Dini Lideri (Rehber)Ayetullah Ali Hamaney'in oğlu olan Mücteba Hamaney, babasının başkanlık ettiği dini kurumlarda en etkili şahsiyetlerden biri ve ülkenin liderliğini devralması muhtemel adaylar arasında gösteriliyor.

Orta düzey bir din adamı olan Mücteba, Kum'daki muhafazakâr din adamlarından eğitim aldı. Hamaney'in 1989 yılından beri liderliğini yaptığı, İran'ı korumakla görevli Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) ile yakın ilişkileri olan muhafazakâr bir isim.

Huccetu’l-İslam unvanına sahip olan Mücteba (55), İran hükümetinde hiçbir resmi görevde bulunmadı. İranlı gözlemcilere göre babasının muhafızı olarak perde arkasında nüfuzunu kullandı.1979'da ABD destekli Şah'ı deviren bir ülkede, aile siyasetine herhangi bir atıfta bulunulmasını reddeden eleştirmenler ve Hamaney'in kendisinin aile veraseti fikrine karşı olduğunu ifade etmesi nedeniyle, rolü İran içinde tartışmalara neden oldu.

ABD yaptırımları

ABD Hazine Bakanlığı, 2019 yılında Mücteba Hameney’i yaptırımlar uygulanan kişiler listesine ekledi ve onun, babasının ofisinde çalıştığı dönem dışında hiçbir zaman seçilmediği veya atanmadığı halde resmi olarak en üst düzey isim olduğunu vurguladı.

Bakanlığın internet sitesinde, Hamaney'in bazı sorumluluklarını, DMO’nun yurtdışı kolu Kudüs Gücü ve Besic Güçleri komutanlarıyla yakın iş birliği içinde çalıştığı belirtilen Mücteba'ya devrettiği bildirildi.

Kaynaklar, 20 yıl boyunca Devrim Muhafızları ile yakın ilişkiler kurduğunu ve bu sayede siyasi ve güvenlik kurumlarında ilave nüfuz kazandığını belirtti. Mücteba, 2009 yılından bu yana, özellikle 2022 yılında ülkedeki katı kıyafet kurallarını ihlal ettiği iddiasıyla gözaltına alınan bir genç kızın polis nezaretindeyken ölmesi üzerine İran'ın dört bir yanında başlayan ayaklanmalar sırasında, protestocuların öfkesinin hedefi olmuştu.

Mücteba, rejimi destekleyen toplantılarda boy gösterdi, ancak kalabalığın önünde nadiren konuştu. 2024 yılında, Kum'da verdiği İslam hukuku derslerini askıya aldığını duyurduğu birçok kez paylaşılırken, bu açıklamanın nedenleri hakkında spekülasyonlar başladı.

Dini niteliklerin eksikliği

Babasına çok benzeyen Mücteba, siyah takke takıyor, bu da onun seyyidlerden olduğunu, yani ailesinin Hz. Muhammed'in soyundan geldiğini gösteriyor. Mücteba’yı eleştirenler, onun en yüksek liderlik pozisyonu için gerekli dini niteliklerden yoksun olduğunu söylüyorlar, çünkü Huccetu’l-İslam rütbesi, babasının ve İran İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu Ruhullah Humeyni'nin ulaştığı Ayetullah rütbesinden daha düşük bir rütbedir.

Liderliğe giden yol

2007 yılında yazılan ve WikiLeaks tarafından yayınlanan bir Amerikan diplomatik telgrafında, üç İranlı kaynağın Mücteba'yı Hamaney'e ulaşmanın yolu olarak tanımladığı ve Mücteba'nın Batı ile iş birliğini tercih eden ve eski cumhurbaşkanları Muhammed Hatemi ve Hasan Ruhani gibi isimlerin temsil ettiği İranlı reformistlere karşı çıktığı belirtildi. Mücteba Hamaney’in 2005 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhafazakâr aday Mahmud Ahmedinejad'ın ani yükselişinin arkasında olduğu düşünülüyordu. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre 2005 seçimlerinde aday olan reformist din adamı Mehdi Kerrubi, o dönemde Hamaney'e bir mektup yazarak Mücteba’nın Ahmedinejad'ı desteklediğini iddia etti, ancak Hamaney bu iddiayı reddetti.

frgtyhu7
İran Dini Lideri Ali Hamaney (Reuters)

Mücteba, 2009 yılında yeniden aday olan ve tartışmalı seçimlerde ikinci kez göreve gelen Ahmedinejad’ı bir kez daha destekledi. Seçim sonuçlarının duyurulmasıyla hükümet karşıtı protestolar başladı. Protesto gösterileri, Besic ve diğer güvenlik güçleri tarafından şiddetle bastırıldı.

Bir diğer detay olarak Mücteba’nın eşi, eski parlamento başkanı ve en önde gelen muhafazakârlardan biri olan Gulam Ali Haddad Adil'in kızıdır.

Mücteba Hameney, 1969 yılında Meşhed şehrinde doğdu ve Şah'a karşı muhalefet hareketini yöneten babasının yanında büyüdü. Gençliğinde de İran-Irak savaşına katıldı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.