Hizbullah: ABD-İran mesajları ışığında ‘meydanların’ ayrılması…

Gazze’deki belirsizlik, Lübnan’ın güneyine de yansıyor

AP
AP
TT

Hizbullah: ABD-İran mesajları ışığında ‘meydanların’ ayrılması…

AP
AP

Elie el-Kusayfi

Özellikle İsrail’in Gazze Şeridi’ne ve sınırlarına kara saldırısının zamanına ilişkin belirsizlik hali, İsrail ile Hamas arasındaki savaşın genel tablosunun önemli bir parçasını oluşturmaya devam ediyor. Boyutuna ve sonuçlarına bağlı olarak böyle bir işgal, savaşın Lübnan-İsrail sınırındaki cephe başta olmak üzere başka cephelere sıçramasına yol açabilir.

Buna karşılık sahadaki manzaraya ve savaşın tarafları arasındaki siyasi ve diplomatik mesajlaşmalara bakarak denebilir ki savaşın gelişmeleri, belirli bir statükoya dayanıyor. Tabi bu, sahadaki ve diplomasi koridorlarındaki değişkenlere bağlı olarak her an düşebilecek ikinci dereceden bir statükodur.

O zaman Hizbullah ile İsrail arasındaki cepheye, kesinlikle ikinci bir cephe ya da İsrail ile Hamas arasındaki ana cephenin arka planı olarak bakılamaz. Yani Lübnan’ın güney sınırındaki cephede yaşanan gelişmeler, bu savaştaki ve özellikle de savaşın dolaylı tarafları olan ABD ile İran arasındaki güç dengelerine büyük oranda yansıyor.

Dolayısıyla sıklığı ve zamanlamaları itibarıyla Hizbullah ile İsrail ordusu arasındaki karşılıklı bombardımanlar ve çatışmalar, savaşın İran’ın müdahalesinin sınırlarıyla ilgili siyasi ve diplomatik haritasının bir yansımasıdır. Zira bu müdahaleye sadece askerî bir bakış açısıyla bakılamaz. Nitekim Tahran bu savaşı, ABD ile açık müzakereleri için diplomatik stratejisi kapsamında kullanmaya başladı.  

O halde Lübnan’ın güney sınırında konuşlanan Hizbullah ile savaşın genel bağlamında İran’ın diplomatik stratejisi arasında ayrım yapılamaz. Bu, belirli sınırlar içinde Güney Lübnan cephesi ile Gazze Şeridi cephesi arasında ayrım yapmayı gerektiriyor. Yani bu iki cephe arasında kesin bir ayrım yapmak mümkün değilse de tamamen birbirine bağlamak da mümkün değil.

Abdullahiyan’ın mesajları

Bu yönelime sevk eden iç içe geçmiş birçok etken var. Şöyle ki bir yandan İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın, Tahran’ın iki ana eksenden en az iki ABD mesajı aldığını açıklaması dikkat çekiciydi. Buna göre ABD, savaşın yayılmasını istemiyor ve İran’dan kendini tutmasını talep ediyor. Abdullahiyan ayrıca, Umman Sultanlığı’nın tüm tarafların nükleer anlaşmaya dönmesi yönündeki girişiminin halen ortada olduğuna da işaret etti.

Hiç şüphesiz Tahran’ın bu Amerikan mesajlarını alması ve Umman’ın arabuluculuğu sürdürdüğünü teyit etmesi, İran’ın krizi diplomatik olarak ‘kullanmaya’ hazır olduğunu gösteriyor. Bir diğer deyişle İran, kırmızı çizgilerini çizmek ve savaşın ‘ertesi günü’ düzenlemeleri için Washington’la müzakereye hazır. Bu pratikte Tahran’ın 7 Ekim’den sonra Gazze Şeridi’nde durumun eskisi gibi olmayacağını kabul ettiği anlamına gelir. Çarşamba günü ABD Başkanı Joe Biden da böyle söyledi.

Elbette İran’ın ‘Hamas’ı ezmek’ istediği veya böyle bir şeyi kabul ettiği düşünülemez. Ancak Gazze Şeridi’nde yeni bir gerçekliği kabul etmeye de hazır. Birleşmiş Milletler’in (BM) önemli bir role sahip olacağı siyasi ve diplomatik bir düzenlemeye göre bu gerçeklikte Hamas hareketinin Gazze Şeridi’ndeki askerî ve siyasi varlığı kısıtlanacak. Bu, 1701 sayılı kararın çıkarılması ve Lübnan’ın güneyinde, güvenli bölgeye benzer şekilde ‘teorik’ olarak Hizbullah için yasaklı bir coğrafi bölge kapsamında ek uluslararası güçlerin konuşlandırılması açısından, Hizbullah ile İsrail arasındaki Temmuz 2006 Savaşı’ndan sonraki düzenlemeleri anımsatıyor.

Ancak bu düzenlemeler, sonraki yıllarda Hizbullah’ı askerî ve siyasi olarak zayıflatmadı. Yeni bir gerçekliğe ayak uydurmak zorunda kalsa da Filistin sahnesindeki siyasi ve askerî varlığına bakıldığında Hamas için de aynı durum tekrarlanabilir.

Bununla birlikte şu an Gazze savaşını çevreleyen bölgesel ve uluslararası koşulların, Temmuz Savaşı’nı çevreleyen koşullardan daha karmaşık olduğu göz ardı edilemez. Ki bu, Hamas’ı, Hizbullah’ın 2006’dan sonra yüzleştiği durumdan daha büyük bir zorlukla karşı karşıya bırakıyor. Ancak İran, Hamas’ın askerî varlığını sınırlamayı kabul ederse de Filistin sahnesindeki siyasi rolünü zayıflatmayı asla kabul etmeyecektir. Zira Hamas, bir bütün olarak Filistin siyasi düzeyindeki bir geçiş anında elinde tuttuğu önemli bir kart.  

Nasrallah’ın mesajı

25 Ekim Çarşamba günü Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın, Hizbullah’ın 7 Ekim’den sonraki şehitlerinin Kudüs uğrunda şehitler olarak anılması için Hizbullah’ın medya kurumlarına ve birimlerine gönderdiği mektup yoluyla, yavaş yavaş kendini göstermeye başlaması dikkat çekiciydi. Hizbullah daha sonra Hasan Nasrallah’ın İslami Cihad örgütünün lideri Ziyad en-Nahhale ve Hamas’ın Siyasi Büro Başkan Yardımcısı Salih el-Aruri ile yaptığı görüşmenin haberini verdi.

Foto: Nasrallah, 25 Ekim’de Beyrut’ta Aruri ve Nahhale ile bir araya geldi (EPA)
Nasrallah, 25 Ekim’de Beyrut’ta Aruri ve Nahhale ile bir araya geldi (EPA)

Hizbullah’ın müttefikleri tarafından ve örgütün teşvikiyle ortaya konan siyasi bir harekete ek olarak Nasrallah tarafından atılan bu iki adım, güney sınırındaki çatışmada ve Hizbullah’ın bir bütün olarak savaştaki konumunda yeni bir aşamaya işaret ediyor. Sembolik ve duygusal bir anlam kazandırmak için Nasrallah’ın el yazısıyla dağıtılan mektupta Hamas’ın ve Gazze Şeridi’ndeki savaşın bahsi geçmedi. Parti literatüründe olduğu gibi ‘Gazze’ye destek’ veya ‘Filistinlilere destek’ gibi tabirler kullanılmadı ve daha ziyade ‘Lübnan sınırlarında Allah yolunda verilen kurbanlar’ anıldı. Bu, Hizbullah’ın, yukarıda anlatılanlar çerçevesinde iki cephe arasında ayrım yapma çabasına işaret ediyor ya da en azından bu ihtimalin önümüzdeki günlerde takip edileceği varsayılıyor. İran hareketine ve tutumlarına dair bir okumanın yanında bu ihtimali güçlendiren şey, Nasrallah’ın savaşın başlamasından bu yana ilk kez güney sınırında ve iç siyaset sahnesindeki gelişmelerin yaşandığı zamanda ortaya çıkmasıdır.

“İran’ın ‘Hamas’ı ezmek’ istediği veya bunu kabul ettiği düşünülemez. Ancak Gazze Şeridi’nde yeni bir gerçekliği kabul etmeye de hazır. BM’nin önemli bir role sahip olacağı siyasi ve diplomatik bir düzenlemeye göre bu gerçeklikte Hamas hareketinin Gazze Şeridi’ndeki askerî ve siyasi varlığı kısıtlanacak”

Güney Lübnan’daki Filistinli örgütlerin İsrail hedeflerine yönelik saldırı sıklığının yok denecek kadar azalması dikkat çekiciydi. Buna karşılık Lübnan’daki Cemaat-i İslami’ye bağlı Fecr güçlerinin sınırlara bir füze saldırısında bulunduğu duyuruldu. Aynı şekilde Beyrut’ta Sünni çoğunluğa sahip Tarık el-Cedide bölgesinden kovulan Şakir el-Bercavi’nin liderlik ettiği Arap Hareketi Partisi’nin (Hizbu’t-Teyyari’l-Arabi) askerî bürosu da savaşa müdahaleye hazırlık için bir askerî tatbikatın yapılacağını açıkladı. Arap Hareketi’nin tatbikatı gülünç olsa da bu tür Sünni grupların ortaya çıkışındaki hedef, güneydeki çatışmalara buradaki Filistin etkisinden uzak olarak genel bir Sünni-Şii ve Lübnanlı şeklinde bir İslami özellik kazandırmaktır.

Bu, Hizbullah müttefiklerinin söylemlerindeki şu yeni sihirli cümleyle ifade ediliyor: “Direniş”, Lübnan’ın çıkarı için çalışıyor ve onu kapsamlı bir savaştan uzak tutmak istiyor. Hatta Nasrallah, ilişkilerindeki gelgitlere rağmen müttefiki (Maruni Hristiyan) Özgür Yurtsever Hareket (ÖYH) Lideri Cibran Basil’le şahsi olarak iletişime geçti. Daha sonra Basil de ezeli rakibi Marada Hareketi Lideri Süleyman Franciyye’yi ziyaret etti. Tüm bunlar, Direniş Ekseni’ne dahil olmasına karşılık (ya da bununla eşzamanlı olarak) Hizbullah’ın ‘Lübnanlılığını’ takdir eden bir siyasi hava oluşturmak için.

Foto: 25 Ekim’de bir İsrail bombardımanına maruz kaldıktan sonra Lübnan’ın Marun er-Ras kasabasındaki evlerden yükselen duman (AFP)
25 Ekim’de bir İsrail bombardımanına maruz kaldıktan sonra Lübnan’ın Marun er-Ras kasabasındaki evlerden yükselen duman (AFP)

Hizbullah’ın hem Nahhale hem de Aruri ile görüşmesi hakkında dağıttığı açıklamada bile ifadeler, Hizbullah’ın savaşa katılımı tekrar değerlendirme aşamasında olduğu anlaşılacak şekilde özenle seçilmişti. Aruri daha sonra ‘Hizbullah’taki kardeşlerin bu savaşa her düzeyde katıldıklarını’ açıkladı. Bu, özellikle Hamas hareketinin yurtdışındaki siyasi bürosunun eski başkanı Halid Meşal’in, “Hizbullah’ın yaptığı şeyler kayda değer, ama yeterli değil” sözlerinden sonra Hizbullah’ı, savaş meydanlarının birliği ilkesini ihlal etme suçlamalarından temize çıkarma çabasıdır. Bütün bunlar Hizbullah’ın, savaşın genel bağlamına göre, Güney Lübnan ile Gazze cepheleri arasında belirli bir ayrım yapılması şeklinde yeni bir gerçeklik oluşturma çabasına işaret ediyor.

Hizbullah 45 militanını kaybetti

Tüm bunlar yaşanırken, 7 Ekim’den 26 Ekim Perşembe sabahına kadar Hizbullah’ın verdiği ölü sayısı 45’e yükseldi. Yine de bu nispeten yüksek rakamın, Hizbullah üzerinde büyük bir siyasi ve halk baskısı oluşturmaya başlamadığı görülüyor. Hizbullah bu rakamı iki yönde olumlu şekilde kullanmaya çalışıyor. Şöyle ki bir yandan kendi edebiyatı ve müttefiklerinin söylemleri üzerinden bunu tamamen Lübnanlı bir çerçeveye yerleştirmeye çalışıyor. Diğer yandan da Direniş Ekseni’ndeki önemli bir taraf olarak savaşa katılım boyutunun bir delili olarak göstermeye çalışıyor. Hizbullah’a yakın olanlar da diyor ki: Bu kadar Hizbullah militanının ölmesinin nedeni, Hizbullah’ın İsrail bombalamasın ve siviller tehlikeye düşmesin diye meskûn köylerden füze fırlatmaktan kaçınarak sınıra yakın bir mesafeden fırlatması ve böylece İsrail’in savaşçıları hedef alma imkânının artmasıdır. Hizbullah ayrıca, medyasında sınır boyu operasyonlarındaki başarısına ve İsrail ordusu saflarında doğrudan neden olduğu kayıplara odaklanıyor ve bu propaganda ile kayıpları üzerinden kahramanlık anlatısı üretmeye çalışıyor.

“Hasan Nasrallah, ilişkilerindeki dalgalanmalara rağmen müttefiki Ulusal Hareket Lideri Cibran Basil’le bizzat iletişime geçti. Ardından Basil, ezeli rakibi Merede Hareketi Lideri Süleyman Franciye’yi ziyaret etti. Tüm bunlar, Direniş Ekseni’ne dahil olmasına karşılık (ya da bununla birlikte) Hizbullah’ın ‘Lübnanlılığını’ takdir eden siyasi bir iklim oluşturmak için”

Ancak kesin olan şu ki özellikle yürürlükteki angajman kuralları her geçen gün tamamen çökme noktasına doğru ilerlerken Hizbullah’ın sürekli dillendirdiği ‘korku dengesi’ düştü ya da düşmek üzere. Halbuki 2019 yılında Nasrallah, İsrail’in öldürdüğü her bir Hizbullah üyesi karşılığında bir İsrail askerinin öldürüleceği yönünde bir denklem kurmuştu. Bu denklem mevcut savaş için geçerli olmasa bile, 2006 yılındaki savaşa kıyasla bu savaşta Hizbullah tarafında bir halk seferberliğinin olmaması dikkate değer. Güneyli çevrelerin, genel halk izlenimi hakkında söylediklerine bakılırsa insanlar sanki bu savaşla ilgilenmiyormuş gibi. Bu, bir bakıma Lübnan’daki ekonomik krizin dayattığı dönüşümlerden kaynaklanıyor. Aynı şekilde Suriye savaşından ve hem Hizbullah’ın hem de Hamas’ın bu savaştaki muhalif rolünden sonra henüz sona ermeyen Sünni-Şii geriliminin gölgesinde Hamas’a ve genel olarak Filistinlilere yönelik sempati, sorunlu biçimlere bürünüyor. Dahası şu anki Gazze savaşı, bu gerilimin derinleştiğini gözler önüne serdi. Bu, Beyrut’tan Tahran’a varana kadar halkın savaştaki gelişmelerle etkileşimi bağlamında da gözlemlenebilir.

Foto: 24 Ekim’de Lübnan’ın güneyinde öldürülen bir Hizbullah unsurunun cenazesi
24 Ekim’de Lübnan’ın güneyinde öldürülen bir Hizbullah unsurunun cenazesi

Bununla birlikte olayların siyasi sonucuna bakınca denebilir ki ABD’nin Gazze Şeridi’ne karadan saldırıyı frenlemesine karşılık İran da Hizbullah’ın İsrail’e karşı kapsamlı bir savaşa girişini frenliyor. Tek farkla: İran bu frenlerin bedelini tahsil etmek istiyor. Bu da Lübnan’ın güneyindeki çatışmaları, Washington ile Tahran arasındaki diplomatik mesajlaşmalar bağlamında bir baskı aracına dönüştürüyor. İran yanlısı grupların Irak ve Suriye’deki Amerikan hedeflerini bombalaması da bir yandan hedefin bakışlarını Gazze cephesinden ve özellikle de Güney Lübnan cephesinden uzaklaştırmak ve diğer yandan İran’ın diplomatik baskısına hizmet etmek içindir.

* Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Güney Lübnan'da büyükelçilere yönelik tur ve silahların devletin elinde toplanmasına yönelik planın saha incelemesi

Suudi Arabistan'ın Beyrut Büyükelçisi Velid Buhari, büyükelçilere yönelik tura katıldı. (Lübnan Ordu Komutanlığı)
Suudi Arabistan'ın Beyrut Büyükelçisi Velid Buhari, büyükelçilere yönelik tura katıldı. (Lübnan Ordu Komutanlığı)
TT

Güney Lübnan'da büyükelçilere yönelik tur ve silahların devletin elinde toplanmasına yönelik planın saha incelemesi

Suudi Arabistan'ın Beyrut Büyükelçisi Velid Buhari, büyükelçilere yönelik tura katıldı. (Lübnan Ordu Komutanlığı)
Suudi Arabistan'ın Beyrut Büyükelçisi Velid Buhari, büyükelçilere yönelik tura katıldı. (Lübnan Ordu Komutanlığı)

Lübnan Ordu Komutanlığı, siyasi otoritenin kararı doğrultusunda ordunun Litani Nehri’nin güneyindeki bölgede uygulamaya koyduğu planın birinci aşamasını ve ülke genelindeki görevlerini yerinde göstermek amacıyla, çok sayıda büyükelçi, maslahatgüzar ve askerî ataşenin katılımıyla bir saha turu düzenledi.

Pazar günü yaşanan İsrail kaynaklı gerilimin ardından dün sınır hattında büyükelçilerin ziyareti sırasında sakinlik hâkim oldu. Büyükelçilere eşlik eden Ordu Komutanı Rudolf Heykel, ordunun temel hedefinin istikrarı sağlamak olduğunu vurguladı.

dcfg
Büyükelçiler ve maslahatgüzarlar, Ordu Komutanı Rudolf Heykel'in silahların devletin elinde toplanmasına yönelik plana dair açıklamasını dinliyorlar. (Lübnan Ordu Komutanlığı)

Güney Litani Bölge Komutanlığı’ndaki toplantı, Lübnan milli marşının okunması ve ordu mensuplarından hayatını kaybedenler için yapılan bir dakikalık saygı duruşuyla başladı. Ardından Ordu Komutanı Rudolf Heykel bir konuşma yaparak katılımcıları selamladı ve temsil ettikleri kardeş ve dost ülkelerin Lübnan’a gösterdiği ilgiden duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Heykel, İsrail’in Lübnan topraklarındaki işgalinin ve süregelen saldırılarının devam ettiğine dikkat çekerek, askerî kurumun temel hedefinin istikrarı sağlamak olduğunu vurguladı. Turun amacının ise sınırlı imkânlara rağmen ordunun 1701 sayılı Birleşmiş Milletler (BM) kararı ve çatışmaların durdurulmasına ilişkin anlaşmayı uygulama konusundaki kararlılığını ve kendisine verilen görevleri yerine getirdiğini göstermek olduğunu ifade etti.

Heykel ayrıca, Lübnan toplumunun tüm kesimleri gibi bölge halkının da orduya güvendiğini belirtti.

Lübnan Ordu Komutanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre toplantı kapsamında, ordunun Lübnan’ın farklı bölgelerindeki görevlerine, Güney Litani’deki genel duruma, Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü (UNIFIL) ile yürütülen iş birliğine ve ateşkesin denetlenmesine ilişkin mekanizma ile koordinasyon içinde ordunun planının birinci aşamasının uygulanmasına dair bir bilgilendirme sunumu yapıldı.

Açıklamada, katılımcıların ordunun görevini yerine getirirken sergilediği profesyonellik ve disipline övgüde bulunduğu, görev uğruna canlarını ortaya koyan askerlerin fedakârlıklarını takdir ettiği belirtildi. Toplantının ardından heyet, bazı subayların eşliğinde, ordunun planı kapsamında yer alan kimi merkez ve mevzileri kapsayan bir saha turu gerçekleştirdi.

Bu tur, ordunun kısa süre önce medya mensupları için düzenlediği benzer bir ziyaretin ardından gerçekleştirildi. Söz konusu medya turunun, hükümetin silahların tek elde toplanmasına ilişkin kararı doğrultusunda yürütülen tüm faaliyetleri kamuoyuna göstermek amacı taşıdığı, özellikle ordunun güvenlik kontrolünü devralma ve durumu yönetme kapasitesini sorgulayan eleştiriler ve şüpheci yaklaşımlar karşısında bu adımın atıldığı belirtildi.

Turun, Paris’in 18 Aralık’ta Lübnan ordusuna destek amacıyla bir hazırlık konferansına ev sahipliği yapmasından üç gün önce gelmesi dikkat çekti. Konferansa, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Lübnan Özel Temsilcisi Jean-Yves Le Drian, Macron’un siyasi danışmanı Anne-Claire Legendre, Lübnan Ordu Komutanı Rudolf Heykel ile ateşkes denetim mekanizmasına ABD adına katılan Morgan Ortagus’un katılması bekleniyor.


Libya: ‘Yapılandırılmış diyalog toplantısı’ güvenlik dosyasını açıyor

BM Genel Sekreteri'nin Libya Özel Temsilcisi Hanna Tetteh, Libya'nın başkenti Trablus'ta düzenlenen yapılandırılmış diyalog toplantısına katıldı. (UNSMIL)
BM Genel Sekreteri'nin Libya Özel Temsilcisi Hanna Tetteh, Libya'nın başkenti Trablus'ta düzenlenen yapılandırılmış diyalog toplantısına katıldı. (UNSMIL)
TT

Libya: ‘Yapılandırılmış diyalog toplantısı’ güvenlik dosyasını açıyor

BM Genel Sekreteri'nin Libya Özel Temsilcisi Hanna Tetteh, Libya'nın başkenti Trablus'ta düzenlenen yapılandırılmış diyalog toplantısına katıldı. (UNSMIL)
BM Genel Sekreteri'nin Libya Özel Temsilcisi Hanna Tetteh, Libya'nın başkenti Trablus'ta düzenlenen yapılandırılmış diyalog toplantısına katıldı. (UNSMIL)

Libya’nın başkenti Trablus’ta, Birleşmiş Milletler Libya Destek Misyonu’nun (UNSMIL) himayesinde yürütülen ‘yapılandırılmış diyalog’ sürecinin ikinci gün çalışmaları dün başladı. Oturumların bir bölümü güvenlik ve yönetim dosyalarına ayrıldı. Görüşmeler, 2011’den bu yana ülkede süren güvenlik kaosu ve siyasi bölünmüşlük ortamında yapılırken, Tobruk kentinde bir sufi zaviyesine yönelik saldırı ve türbede defnedilmiş bir şeyhin naaşının çalınmasının ardından yükselen geniş çaplı öfke dalgasıyla da eş zamanlı olarak gerçekleşti.

UNSMIL, Trablus’taki yapılandırılmış diyalogun üst üste ikinci gününde, yönetişim ve güvenlik başlıklarından sorumlu ekipler için eş zamanlı iki sabah oturumu düzenlendiğini açıkladı. Ekonomi, ulusal uzlaşı ve insan hakları ekiplerinin ise iki ayrı oturum daha yapması öngörülüyor.

Bu başlıklara ilişkin tartışmaların gündemi, özellikle de güvenlik dosyası, henüz netlik kazanmadı. Pazar günü başlayan yapılandırılmış diyalog, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri'nin Libya Özel Temsilcisi Hanna Tetteh’in dört ay önce BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu siyasi çözüm yol haritasındaki ana süreçlerden biri olarak değerlendiriliyor.

sdfrgt
Libya'nın başkenti Trablus'ta düzenlenen yapılandırılmış diyalog toplantısından (UNSMIL)

BM himayesinde düzenlenen diyalog, Libyalı siyasetçiler arasında faydasına ilişkin süregelen tartışmaların gölgesinde yapılıyor. Daha önce Siyasi Diyalog Forumu üyesi olan Fadıl el-Emini, sürecin ülkenin geleceği açısından kritik bir eşik olduğunu belirterek, tüm Libyalı kurum ve liderlerin tereddüt etmeden sorumluluk üstlenmesi ve bu dönüm noktasının başarıya ulaşmasına samimiyetle katkı sunması gerektiğini ifade etti.

Buna karşılık Temsilciler Meclisi (TM) üyesi Ali et-Tikbali ise ‘muhalif seslerin dışlanmasının’ diyaloğu içeriğinden arındırdığını ve süreci Libya’daki siyasi gerçekliği yansıtmayan biçimsel bir girişime dönüştürdüğünü savundu.

Bu gelişmeler, ülkenin doğusundaki Tobruk kentinde Zaviye el-Arusiye’ye yönelik bir saldırının ardından yükselen geniş çaplı öfke dalgasıyla eş zamanlı yaşandı. Kimliği belirsiz kişiler, zaviyeye bağlı mescidi ateşe verdi, Şeyh Muhammed el-Kindi’nin türbesini açarak naaşını çaldı.

Söz konusu olay, Şubat 2011’de başlayan devrimden bu yana tekrarlanan türbe ve mezarlara yönelik saldırılar dosyasını yeniden gündeme taşıdı.

Sosyal medyada yayımlanan bir videoda, Zaviye el-Arusiye mensupları, saldırıdan ismini vermedikleri ve DEAŞ’a yakın aşırı bir ideolojiyi benimseyen bir grubu sorumlu tuttuklarını açıkladı. Açıklamada, Tobruk’taki güvenlik birimleri ile Mareşal Halife Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu’na (LUO) sorumluluklarını yerine getirme çağrısı yapıldı.

Sünni İslam Tasavvuf Yüksek Konseyi ise olayı, 14 yılı aşkın süredir devam ettiğini belirttiği ve Ehl-i Beyt, sahabe ve evliyaya ait kabirlerin açılmasını, cami ve zaviyelerin yakılıp yıkılmasını, ölülerin kemiklerine yönelik saldırıları ve bunların bilinmeyen yerlere gömülmesini kapsayan ‘uğursuz bir kampanyanın’ parçası olarak niteledi.

Öte yandan geçtiğimiz ağustos ayında Zliten kentinde, Kur’an-ı Kerim ezberi yapılan bir zaviyeyi de barındıran önemli dini yapılardan biri olan Miftah es-Sıfrani türbesi bombalanmış, saldırı sonucunda türbe tamamen yıkılmış, ancak can kaybı yaşanmamıştı.

5th
Tobruk'ta bir Sufi şeyhinin medfun olduğu zaviyenin mescidinde vandalizm izleri (Facebook)

Doğu Libya’daki yetkililerin sessizliği sürerken, Sünni İslam Tasavvuf Yüksek Konseyi, yaşananların sorumluluğunun yetkililere ait olduğunu belirterek, farklı kentlerdeki zaviye ve türbelerin sorumlularını ‘acil önlemler almaya’ çağırdı. Konsey, olayı mezar soygunculuğu olgusunun geri dönüşüne işaret eden bir ‘alarm zili’ olarak nitelendirdi.

Şeyh Ahmed Muhammed İmran el-Kindi, 1917 yılında Zliten kentinde doğdu. Tobruk’ta yaşamış önde gelen mutasavvıflardan biri olan el-Kindi, buradaki Zaviye el-Arusiye’nin yenilenmesine katkı sundu ve 2007 yılında hayatını kaybetti.

Siyasi aktivist Usame eş-Şuhumi ise saldırının zamanlamasına dikkat çekerek, olayın kentin belediye seçimleriyle meşgul olduğu bir dönemde, sabah namazı öncesinde gerçekleştirilmesi ve mezarın açılmasının ardından dini miras eserleri barındıran bir kütüphanenin yakılmasının, bunun rastlantısal değil organize bir eylem olduğuna işaret ettiğini söyledi. Şuhumi, yaşananların ‘dini sembolizme olduğu kadar ilme ve bilgiye yönelik çifte bir düşmanlığı yansıttığını’ ifade etti.

Şuhumi, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, hedef alınan zaviyenin herhangi bir kışkırtıcı ya da siyasi faaliyette bulunmadığını, nefret ya da tekfir söylemi benimsemediğini, aksine zikir ve Kur’an eğitimi verilen bir mekân olduğunu ve ziyaretçilerinin barışçıl, sade vatandaşlar olduğunu dile getirdi.

Öte yandan güvenlik alanında da gelişmeler yaşandı. Cenzur’da Yolsuzlukla Mücadele Kurumu’nun binasına RPG’lerle düzenlenen saldırı maddi hasara yol açtı ancak can kaybı yaşanmadı. Kurum, olayı ‘kendilerini sindirmeye ve reform sürecini baltalamaya yönelik bir girişim’ olarak niteleyerek acil soruşturma ve binalarının korunmasını talep etti. Saldırı, resmi makamlar ve insan hakları çevreleri tarafından kınanırken, faillerin takibine yönelik taahhütler de yinelendi.

Bu çerçevede, merkezi Bingazi’de bulunan Usame Hammad başkanlığındaki Libya İstikrar Hükümeti (LİH), 2013 yılında verilen uluslararası tahkim kararıyla bağlantılı Kuveytli el-Harafi şirketi dosyasıyla ilgili olarak acil bir dizi hukuki ve yargısal işlem başlattığını duyurdu.

Hükümetten yapılan açıklamada, 2006 yılında imzalanan yatırım sözleşmesinin feshi için dava açılmasının yanı sıra, tahkim sürecinde devlet güvenliğini ve kamu maliyesini ilgilendiren, dolandırıcılık ve danışıklılık boyutuna varan ağır ihlaller ile usul hatalarını ortaya koyan yeni belgelere dayanarak tahkim kararına itiraz edilmesinin de bu kapsamda yer aldığı belirtildi.

Açıklamada, ulusal egemenliğin ve kamu malının korunması konusundaki kararlılık vurgulanırken, dün Bingazi Kuzey Mahkemesi’nin ihtiyati ve acele işler dairesi tarafından verilen ve ulusal yargı nezdindeki dava sonuçlanana kadar tahkim kararına ilişkin tüm işlemlerin durdurulmasını öngören kararın ardından, iç ve dış bağlantılı tüm sorumluların takibinin sürdürüleceği ifade edildi.

Söz konusu dava, 2006 yılında Libya Turizm Kurumu ile el-Harafi şirketi arasında, Tacura’da bir turizm projesinin hayata geçirilmesi amacıyla imzalanan yatırım sözleşmesine dayanıyor. Libya makamlarının 2010 yılında sözleşmeyi iptal etmesi üzerine şirket uluslararası tahkime başvurmuş, 2013 yılında Kahire’de verilen tahkim kararıyla Libya’nın yaklaşık 937 milyon dolar tutarında, doğrudan zararlar, yoksun kalınan kârlar ve faizleri kapsayan bir tazminat ödemesine hükmedilmişti.

Bunun ardından, kararın uygulanması ve geçersizliği konusunda Mısır ve Avrupa’daki mahkemeler nezdinde uzun süren hukuki mücadeleler yaşanmış, taraflar karşılıklı olarak hukuki ihlallerin bulunduğu yönünde suçlamalarda bulunmuştu.


Irak’ta Koordinasyon Çerçevesi eski bir başbakanı hükümete liderlik etmesi için görevlendirmeyi değerlendiriyor

Koordinasyon Çerçevesi liderleri, kendilerini yeni Irak parlamentosundaki "en büyük blok" olarak ilan eden bir bildiri imzaladılar, (INA)
Koordinasyon Çerçevesi liderleri, kendilerini yeni Irak parlamentosundaki "en büyük blok" olarak ilan eden bir bildiri imzaladılar, (INA)
TT

Irak’ta Koordinasyon Çerçevesi eski bir başbakanı hükümete liderlik etmesi için görevlendirmeyi değerlendiriyor

Koordinasyon Çerçevesi liderleri, kendilerini yeni Irak parlamentosundaki "en büyük blok" olarak ilan eden bir bildiri imzaladılar, (INA)
Koordinasyon Çerçevesi liderleri, kendilerini yeni Irak parlamentosundaki "en büyük blok" olarak ilan eden bir bildiri imzaladılar, (INA)

Şii Koordinasyon Çerçevesi’nin anayasal sınırlar içinde, en fazla üç ay içinde yeni hükümeti kurma sürecinde karşılaştığı karmaşıklıklar göz önüne alındığında, "çerçeve" güçlerine yakın üst düzey bir yetkili, yeni hükümete eski bir başbakanın liderlik etmesi olasılığını dışlamıyor.

Yetkili, Şarku’l Avsat'a verdiği demeçte, Şii güçlerin "özellikle mevcut ve beklenen yerel ve bölgesel zorluklar göz önüne alındığında, ülkenin en üst düzey yürütme pozisyonunu üstlenecek deneyimli bir isim istediklerini" söyledi. Yetkili, "Koordinasyon Çerçevesi içindeki güçlerin, daha önce başbakanlık yapmış olan Nuri el-Maliki, Muhammed es-Sudani, Haydar el-İbadi veya Mustafa el-Kazımi gibi isimlerden birini ve daha az ölçüde, Ekim protestolarının ardından görevinden alınan Adil Abdul-Mehdi'yi seçebileceği" olasılığını da dışlamadı.