Savaş meydanlarında yitip giden "savaş ahlakı", artık sadece kitaplarda kaldı

Eski Mısırlılar, onurlu bir şekilde savaşıp esirlerinin haklarına saygı duydular. Sümerler, insan haklarına değer verdiler. Çinliler, düşmanlarının şerefini korudular. Tüm bunlar modern çağ savaşlarına birer rehber niteliğinde

Francisco Goya tarafından 3 Mayıs 1808 tarihinde Madrid'i savunan direnişçilerin idamını konu eden tablosu, 1814 (Görsel: Goya Museum)
Francisco Goya tarafından 3 Mayıs 1808 tarihinde Madrid'i savunan direnişçilerin idamını konu eden tablosu, 1814 (Görsel: Goya Museum)
TT

Savaş meydanlarında yitip giden "savaş ahlakı", artık sadece kitaplarda kaldı

Francisco Goya tarafından 3 Mayıs 1808 tarihinde Madrid'i savunan direnişçilerin idamını konu eden tablosu, 1814 (Görsel: Goya Museum)
Francisco Goya tarafından 3 Mayıs 1808 tarihinde Madrid'i savunan direnişçilerin idamını konu eden tablosu, 1814 (Görsel: Goya Museum)

Dalia Muhammed 

Savaş için kurallar koymak bana saçma geliyor. Bu bir oyun değil. Medeni savaşla medeni olmayan savaş arasında ne fark var?

Bu sözler, Meksikalı devrimci lider Francisco "Pancho" Villa'ya ait

Savaş tarihi ve uluslararası ilişkiler uzmanı Kanadalı tarihçi Margaret MacMillan, 2020 yılında yayımlanan "War: How Conflict Shaped Us" (Savaş Bizi Nasıl Şekillendirdi) adlı kitabının, "Kontrol Edilemezi Kontrol Etmek" başlıklı bölümünde Pancho Villa'nın bu ifadeleri üzerine derinlemesine bir okuma yapıyor.

MacMillan'ın bu okumada sorduğu soruların başında ise şu geliyor:

Temelde şiddetin en önemli araç olduğu ve düşmanı tamamen yok etmese de yenmenin asıl amacı olduğu bir şeyi yönetmekten ve kontrol etmekten nasıl bahsedebiliriz?

Bu faktörler hiçbir zaman insanlığın binlerce yıldır yapılan savaşların kurallarını ve temellerini oluşturma çabası önünde engel oluşturmadı.

Ukrayna'nın batısındaki bir kampta öğle yemeğini yiyen Rus esirler (AFP)
Ukrayna'nın batısındaki bir kampta öğle yemeğini yiyen Rus esirler (AFP)

Antik çağda savaş kuralları

Antik Mısır'da savaşlarla ilgili kuralları ve savaş ahlakı ilkelerini ele alan başlı başına bir kaynak olmasa da pek çok metin, o çağda Mısır değerlerine, geleneklerine ve dini inançlarına, özellikle de bireye ve komutana saygıya dayanan sisteminden bahsediliyor.

Bu metinlere göre Antik Mısır'daki askerlerin ve komutanların birbirlerine saygı duymaları ve itaat etmeleri gerekiyordu.

Antik çağda Mısırlı askerler, savaş sırasında tanrılara ve tapınaklara saygı duymaya ve onlara saygısızlık etmemeye büyük önem verirken dini konuların savaşlarla yakından bağlantılı olduğunu belirtmek gerekiyor.

Buna göre esirlere saygı duymuş ve onlarla insanca davranmışlardı.

Antik Mısır'daki savaş gelenekleri arasında vatanı savunmak için fedakârlık yapan kahramanların ve komutanların yüceltilmesinin yanı sıra, savaşta adalete ve şerefe büyük değer verilmesi ve askerlerin ve komutanların ahlaki değerlere bağlı kalmaları yer alıyor. 

Antik dünyanın kalbinde, Hammurabi Kanunları'ndan 300 yıl öncesine dayanan, Sümerlere ait olan ve günümüze ulaşan kanun maddeleri içeren ve bilinen en eski yazılı tablet Ur-Nammu Kanunları'dır.

Sümer dilinde yazılan tablette yer alan kanun maddeleri arasında Mezopotamya bölgesindeki savaşları ve askeri davranışları düzenleyen kurallar ve ilkeler yer alıyor.

Milattan önce 2100-2050 yıllarında yazıldığı tahmin edilen tablette esirlere ve sivillere nasıl muamele edilmesi ve savaşlarda nasıl davranılması gerektiği konusunda talimatlar bulunuyor.

Ur-Nammu Kanunları'nın yazılı olduğu tablette ayrıca bölgedeki medeniyetlerin savaşlar sırasında adaletin sağlanması ve insan haklarına saygı duyulması gibi konularındaki endişeleri anlatılırken köleleştirme, esirler için fidye ödenmesi gibi konular ele alınıyor.

Uzakdoğu'da tarihin savaş kurallarına ilişkin bilinen en eski kitaplarından biri, eski Çinli filozof ve asker Sun Tzu'ya ait olan "The Art of War" (Savaş Sanatı) adını taşır.

Tzu tarafından antik Çin'de milattan önce 5'inci yüzyılda yazılan kitap, askeri ve savaş stratejisi alanındaki en önemli metinlerden biri olarak kabul ediliyor.

Komutanlık yapmanın ve planlamanın ilkelerine değinilen kitapta, savaşların nasıl kazanılacağı, savaşta güçlü ve zayıf yönlerin nasıl analiz edilip kullanılacağı konusunda tavsiyeler veriliyor.

Bu çalışma, hem bugüne kadar strateji ve askeri liderlik alanında paha biçilmez bir ders kaynağı olmaya hem de askeri ve siyasi liderler tarafından içeriğinden yararlanmak amacıyla okunmaya devam ediyor. 

Çinliler çağlar boyunca Çin felsefesinin ve Çin askeri literatürünün geleneksel temellerine çerçevesinde savaşlarında birçok kurala ve ilkeye uymuşlardır.

Bu kuralların bir kısmını hazırlık ve planlama olarak özetleyebiliriz. Çinliler, savaşlara girmeden önce iyi bir hazırlık yapmaya büyük önem veriyorlardı.

Çünkü askeri harekâtların iyi planlanması, hedeflere daha verimli bir şekilde ulaşılmasını sağlıyordu.

Eski Çinlilerin rakiplerine saygı duymaları ve onlarla onurlarını koruyacak şekilde ilgilenmeleri biliniyordu.

Bu, gerilimin tırmanmasını önlemeye ve müzakereyi mümkün kılmaya katkıda bulunan bir yöntemdi.

Çinliler, askeri stratejilerinde doğayı ve coğrafi faktörleri kullanma yetenekleriyle öne çıkıyorlardı.

Doğayı kendi çıkarları doğrultusunda kullanan ilk halklar arasındaydılar. Düşmanla ilgili istihbarat toplamak da Çinlilerin planlama ve önemli kararlar almasında önemli rol oynadı.

Çinliler aynı zamanda esneklik ve sahadaki değişikliklere uyum sağlama konusunda son derece yetenekliydiler.

Savaş meydanlarındaki koşullara göre strateji ve taktiklerin değiştirilmesinin gerektiğine inanan Çinliler, aynı zamanda kara ve deniz ordularına sahiptiler ve düşmanın kalbine korku salma, kandırma gibi psikolojik yöntemleri de kullanıyorlardı. 

War: How Conflict Shaped Us kitabının kapağı (Amazon)
War: How Conflict Shaped Us kitabının kapağı (Amazon)

Ayrıca Hint bilgin Kautilya'ya atfedilen 'Arthashastra' adlı eski metnin milattan önce 4'üncü yüzyılda yazıldığı düşünülüyor.

Bu yüzden Arthashastra, devlet yönetimi, savaş stratejisi ve liderlik üzerine en eski metinlerden biri, orduların düzenlenmesi, taktikler, casusluk ve diplomasi dahil olmak üzere savaşın çeşitli yönleri hakkında rehber ve antik çağda Hint askeri düşüncesini ve liderliğini anlamak için önemli bir tarihi kaynak olarak kabul ediliyor.

Savaşlarda uyulan, Hindu ve Budist kültürüne ve inancına dayanan kavramlarla ve ilkelerle temsil edilen bazı ilkeler ve ahlak kuralları vardı.

Elbette bu kurallar çağlar boyunca farklı şekillerde uygulanmış, siyasi ve toplumsal gelişmelerle birlikte değişti.

Bunun yanında antik çağda Hint savaşları genel olarak esirlere ve sivillere saygı ilkesiyle ön plana çıkıyordu.

Çünkü Hint savaşçılar, sivilleri korumanın ve onlara zarar vermemenin yanı sıra esirlerin haklarına saygı duymak ve onlara sert davranmamak zorundaydı.

Bu ilke, insanlarla sınırlı değildi ve savaş araçlarının önemli bir kısmını oluşturan başta atlar olmak üzere hayvanları da kapsıyordu.

Savaş ilkeleri arasında, savaş sırasında zehir kullanmamak, kutsal mekanlara ve ibadethanelere saygı göstermek ve onlara zarar vermemek, düşmana saygı göstermek ve cesaretle ve ahlakla savaşmak yer alıyordu.

Bazı antik Hint metinlerinde, şiddetli çatışmalar patlak vermesini önlemek amacıyla önce müzakere yoluna başvurulması da tavsiye ediliyor

Yine Akdeniz havzasından milattan önce 6'ncı yüzyılda yaşayan Yunan filozof ve devlet adamı Solon, özellikle savaş kuralları üzerine olmasa da mali ve sosyal işlerin düzenlenmesiyle ve gücün dağıtılmasıyla ilgili kaleme aldığı, Atina'nın demokrasiye daha fazla yönelmesine katkıda bulunarak siyaset, yönetim ve etik alanlarında tavsiyelerde bulunduğu "Solon's Laws" (Solun Kanunları) adlı kitabında Yunan medeniyetinin değerlerini ve ahlakını ifade ederken, savaşlar sırasında geçerli olan bazı kavramları ve kuralları da belgeliyor.

Bunların başında ise genel olarak savaşta ve hayatta erdem ve üstünlük kavramı ile Yunan toplumunda kabul edilemez ve cezasız bırakılmaması gereken bir davranış olarak görülen, savaşta ve yaşamda kaçınılması gereken aşırı gurur ve kibir kavramı geliyor.

Kitapta yer alan savaş ilkeleri, Yunan askerlerini, savaşların sonuçlarını ve bireysel kaderleri etkilediğine inanılan tanrıların iradesine ve ilahi yasalara saygı duymaya çağırırken esirlere ve sivillere saygı gösterilmesinin yanı sıra askerlere yeterli ve kesintisiz tedarik sağlayan lojistik desteğe büyük önem verdiği görülüyor.

Romalı tarihçi Titus Livius, "Ab Urbe Condita" (Şehrin [Roma'nın] Kuruluşundan İtibaren) adlı kitabında Romalıların girdiği savaşlardan, bu savaşlarda benimsedikleri temel kurallara ve özellikle de rasyonellik ve taktiklere saygı gösterilmesine kadar birçok detayla antik Roma'nın tarihine kapsamlı olarak değiniyor.

Antik Romalılar, sadece büyük bir askeri güç olmaları ya da kalelerin ve köprülerin kullanımı gibi savaşa birçok mühendislik yeniliği getirmeleriyle değil, keskin taktikleriyle ünlüydüler.

Romalılar, savaşlarla ilgili anlaşmalara ve antlaşmalara büyük bir saygı duyuyor, onları kutsal sayıyor ve savaş zamanlarında bunlara uymaya çalışıyorlardı.

Antik Romalılar, ele geçirdikleri esirlere insanca ve onurlarını koruyacak şekilde davranıyorlardı.

Bunun yanında fethettikleri ülkelerin halklarının kültürlerine ve kimliklerine değer veriyorlardı.

Romalı savaşçılar esneklikleri, savaşların niteliğine ve sahadaki değişikliklere uyum sağlama yetenekleri, örgütlenme becerileri ve iyi bir askeri eğitimden geçmeleriyle tanınıyorlardı.

Antik Roma'da askeriyenin en öne çıkan özelliği, sabit bir hükümet sistemine ve orduyu düzenleme ve askeri kararlar alma kapasitesine sahip merkezi bir otoriteye sahip olmasıydı.

Modern çağda savaş ahlakı ve kuralları

Dünyanın iki büyük ve yıkıcı dünya savaşından sonra silah gelişimindeki insanlığı yeryüzünden silip süpürebilecek nükleer bombaların da aralarında bulunduğu büyük ilerlemeyi kısıtlayan ve orduların çatışma ve savaş sırasındaki davranışlarını düzenleyen uluslararası ilkelere ve kurallara ilişkin bir referansın olması ihtiyacı doğdu.

"Handbook On International Rules Governing Military Operations" (Askeri Operasyonları Yöneten Uluslararası Kurallar El Kitabı) adıyla bilinen bu referans, orduların savaşlarda ve çatışmalarda görevlerini yerine getirirken uymaları gereken yükümlülükleri ve kuralları açıklıyor.

Kitap, orduların savaşlarda ve çatışmalardaki davranışlarını belirleyen ve çatışmalar sırasında sivil personeli, kayıpları, savaş esirlerini ve sivil mülkleri koruyan geçerli savaş yasalarını ve uluslararası kuralları açıklığa kavuşturmak amacıyla hazırlandı.

Bununla birlikte orduların, uluslararası yasalara uymalarını sağlamak, sivillerin zarar görmesini önlemek ve insan haklarına saygı duyulmasına katkıda bulunmak için önemli bir araç.

İçeriği Cenevre Sözleşmeleri ve ilgili Ek Protokoller gibi uluslararası anlaşmalara ve sözleşmelere dayanan kitap, ordular için bir eğitim ve bilinçlendirme rehberi olmanın yanı sıra askeri görevleri yerine getirirken uluslararası hukuka uyulmasına yönelik bir referanstır.

Cenevre Sözleşmeleri 1949 yılında kabul edildi ve dört adet sözleşmeden oluşuyorlar.

Birinci Cenevre Sözleşmesi, savaş halindeki orduların hastaları ve yaralıları korumalarına ilişkin, İkinci Cenevre Sözleşmesi, orduların denizdeki hasta, yaralı ve kazazedeleri korumalarına ilişkin, Üçüncü Cenevre Sözleşmesi, esirlere yönelik davranışlara ilişkin ve Dördüncü Cenevre Sözleşmesi, savaş sırasında sivillerin korunmasına ilişkin olarak imzalandı.

Cenevre Sözleşmelerine 1977 ile 2005 yılları arasında savaş mağdurlarının korunması kurallarını geliştirmek amacıyla üç Ek Protokol eklendi.

Birinci Ek Protokol, askeri hedefler ile insani ihtiyaçların sağlanması arasında bir denge kurulmasını öngören 'orantılılık' ilkesini şart koşuyor.

İkinci Ek Protokol, yalnızca iç savaşlar için geçerli. Yani, bir ülkede patlak veren çatışmalarda güç kullanımına kısıtlamalar getiriyor.

Üçüncü Ek Protokol ise, kızıl haç ve kızıl hilal amblemlerinin yanına kırmızı kristal adı verilen yeni bir amblemin yerleştirilmesini öngörürken bu amblemlerin yetkisiz olarak herhangi bir kuruluş tarafından kullanılmasını yasaklıyor.

İsveçli yazar Ingrid Detter de Frankopan, 2000 yılında kaleme aldığı "The Law of War" (Savaş Yasası) adlı kitabında savaş kurallarına dair, bu kuralların tarihi ve gelişimi, sivillerin, yaralıların, hastaların ve esirlerin korunmasına ve onlara insanca davranılmasına ilişkin ilkeleri ve bu kuralların modern çağdaki savaşlarda ve çatışmalarda uygulanması, suyun kirletilmesi ve çevresel altyapının tahrip edilmesi önlenerek çevresel zararların azaltılması, kimyasal ve biyolojik silah kullanımının engellenmesi, kültürel mekanların, tahrip edilmeye ve hırsızlığa karşı korunması, despotizm, soykırım ve insanlığa karşı suçlarla mücadele edilmesi, mayınların yasaklanması ve savaş kurallarını ihlal edenlerden ve savaş suçları işleyenlerden hesap sorulması ve bunların adalet önüne çıkarılmasının gerektiğinin vurgulanması gibi konuları içeren kapsamlı bir bakış sunuyor. 

"Daha insancıl" savaşlar için sorumlu tutma ve hesap verebilirlik

Yukarıdaki başlık çerçevesinde "The Oxford Handbook of International Law in Armed Conflict" (Oxford Silahlı Çatışmalarda Uluslararası Hukuk El Kitabı) adlı kitap hesap verebilirliği, adaleti sağlamayı ve savaş mağdurlarının haklarını korumak amacıyla savaş kurallarına yönelik ihlallerle ve savaş suçlarıyla mücadele bakımından uluslararası ve yerel yasal çerçeveleri gözden geçiriyor.

Bu çerçevelerin öne çıkanlarının başında, amacı savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlardan hesap sormak olan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) geliyor.

UCM'nin yanında tıpkı Yugoslavya Özel Mahkemesi'nde olduğu gibi savaş suçları işleyenlerin yargılanması amacıyla bazı özel mahkemeler de kurulabiliyor. 

Birçok ülkedeki ulusal mahkemeler, savaş suçu işleyenlerin yargılanmasına olanak tanıyan hukuk sistemlerine sahiptir.

Bazen bu ulusal yargı organları, kendi sınırları içinde savaş kurallarını ihlal edenleri yargılamak için ulusal mevzuata ve hukuk sistemlerinin yanı sıra yargılamaların adil bir şekilde yapılmasını sağlamak için Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) ve Birleşmiş Milletler (BM) gibi uluslararası kuruluşlarla iş birliği yaparlar.

Uluslararası uzmanlar ve uluslararası komiteler de kanıtların toplanmasında ve savaş kuralları ihlallerinin izlenmesinde önemli roller oynayabilirler.

Bazıları, savaşlarla ve çatışmalarla ilgili kanunların ve ilkelerin olmasını çelişkili ve saçma bulabilir. Fakat bu kanunlar ve ilkeler, savaşlar ve çatışmalar sırasında tarafların davranışlarının belirlenmesinde önemli rol oynuyor.

Şiddetin ve çatışmanın ortasında bireylerin ve orduların ahlak ve değerlere bağlı kalmasının bir hayalden ibaret olduğu düşünülebilir.

Ancak bu kurallar, insan haklarına ve insanlığa ilişkin temel değerleri taşıyor ve masum sivillerin acılarını azaltmayı hedefliyor.

Ayrıca meşru güç kullanımının ve düşmanlığın sınırlarını da tanımlamayı amaçlıyor. 

Ancak ne yazık ki herkesin gördüğü üzere savaş kurallarını görmezden gelmeyi tercih edenlerin bu ilkelere uyacakları her zaman garanti edilemiyor.

Tüm dünya bugün, bu temel ilkelerin aşıldığı, meşru müdafaanın başkalarının insan haklarına yönelik saldırılarla karıştırıldığı pek çok çatışmaya tanık oluyor.

Uluslararası yasalara daha fazla saygı duyulmasının sağlanması ve bu yasaları ihlal eden kişi ya da kuruluşların hesap verebilirliğinin arttırılması için çalışmak, artık her zamankinden daha elzem.

En önemlisi de diplomasi ve müzakerenin anlaşmazlıkları çözmenin temel yolu olduğunun farkındayız. Belki de bu dersi almamıza yetecek kadar tarihi olaya şahit olmuşuzdur. 

Independent Arabia - Independent Türkçe



ABD ulusal güvenlik stratejisi ve arzulanan Avrupa ‘mucizesi’

ABD Başkanı Donald Trump, görme engelli İtalyan opera sanatçısı Andrea Bocelli'nin Beyaz Saray'da verdiği konser öncesinde konuşuyor. (AP)
ABD Başkanı Donald Trump, görme engelli İtalyan opera sanatçısı Andrea Bocelli'nin Beyaz Saray'da verdiği konser öncesinde konuşuyor. (AP)
TT

ABD ulusal güvenlik stratejisi ve arzulanan Avrupa ‘mucizesi’

ABD Başkanı Donald Trump, görme engelli İtalyan opera sanatçısı Andrea Bocelli'nin Beyaz Saray'da verdiği konser öncesinde konuşuyor. (AP)
ABD Başkanı Donald Trump, görme engelli İtalyan opera sanatçısı Andrea Bocelli'nin Beyaz Saray'da verdiği konser öncesinde konuşuyor. (AP)

Antoine el-Hac

ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin ulusal güvenlik stratejisinin içeriği, Avrupa’daki müttefikleri zayıf gösteren ve Washington’un batı yarımküredeki hâkimiyetini yeniden tesis etmeyi amaçlayan yaklaşım nedeniyle sürpriz olmadı.

5 Aralık 2025 Cuma günü Beyaz Saray tarafından yayımlanan belge, Avrupa'nın geleneksel müttefikleri arasında rahatsızlık yaratacak nitelikte. Strateji, ‘eski kıta’ liderlerinin göç ve ifade özgürlüğü politikalarını sert ifadelerle eleştiriyor, Avrupa'nın ‘medeni varlığının silinme ihtimaliyle karşı karşıya olduğunu’ öne sürüyor ve uzun vadede ABD için güvenilir ortak olup olmadıkları konusunda kuşku yaratıyor.

Belgede, soğuk ve çatışmacı bir üslup eşliğinde, Trump’ın ‘Önce Amerika’ doktrinine yeniden vurgu yapılıyor. Bu yaklaşım, pratikte dış müdahalelerden uzak durmayı, onlarca yıllık stratejik ortaklıkların yeniden değerlendirilmesini ve Amerikan çıkarlarının her şeyin üzerinde tutulmasını ifade ediyor.

Kanunen her yönetim tarafından yayımlanması gereken bu belge, Trump’ın 20 Ocak 2025’te iktidara dönüşünden sonra hazırlanan ilk ulusal güvenlik stratejisi olma özelliğini taşıyor. Metin, Demokrat Başkan Joe Biden döneminin yaklaşımıyla belirgin bir kopuşa işaret ediyor. Biden yönetimi, Trump’ın ilk döneminde zedelenen ittifakları güçlendirmeye ve petrol ile doğal gaz ihracatı sayesinde ekonomik olarak güçlenen Rusya’yı frenlemeye odaklanmıştı.

Azalan rol

Trump, yeniden Beyaz Saray’a dönmesinden bu yana, yaklaşık dört yıldır süren Rusya-Ukrayna savaşına aracılık ederek son vermeye çalışıyor. Strateji belgesi, bu hedefin Washington açısından hayati çıkarlar kapsamında değerlendirildiğini belirtiyor. ABD’nin, yıllar süren gerginliğin ardından Rusya’yı uluslararası alanda dışlanmış bir aktör olarak görmekten vazgeçmeyi ve Moskova ile ilişkileri iyileştirmeyi hedeflediği ifade ediliyor. Bu nedenle savaşın sona erdirilmesi, ‘Rusya ile stratejik istikrarın yeniden tesisi’ için temel bir Amerikan çıkarı olarak tanımlanıyor.

Ukrayna'nın başkenti Kiev'e düzenlenen Rus hava saldırısının ardından çıkan yangınla mücadele eden bir itfaiyeci (AFP)Ukrayna'nın başkenti Kiev'e düzenlenen Rus hava saldırısının ardından çıkan yangınla mücadele eden bir itfaiyeci (AFP)

Belge, bu yılın sonuna yaklaşırken Avrupa’nın, Trump’ın Rusya-Ukrayna savaşının yükünden kurtulma konusundaki ısrarının sert sonuçlarıyla karşı karşıya kaldığını belirtiyor. Avrupa ülkeleri, iç ekonomik zorlukların yanı sıra Washington’ın tanımladığı şekliyle bir ‘medeniyet’ krizine de sürüklenmiş durumda.

Aslında Avrupa’nın ABD’nin stratejik önceliklerinde geri planda kalması şaşırtıcı değil. Tarihsel olarak, Amerikan büyük stratejisi uzun süre Avrupa merkezli olmuştu; ancak 2000’li yılların başından itibaren kıtada tek bir gücün hâkimiyet kurma ihtimalinin zayıflaması, yeni jeopolitik güç merkezlerinin ve jeoekonomik rekabetlerin ortaya çıkmasıyla Washington’ın odağı başka bölgelere kaydı. Bu değişim, ABD’nin dünya sahnesindeki ağırlık merkezini yeniden düzenlemesine yol açtı. Başkan George W. Bush Ortadoğu’ya yoğunlaşırken, ardından gelen başkanlar -tam anlamıyla uygulayamamış olsalar da- ‘Asya’ya dönüş’ stratejisini öne çıkardı. Trump döneminde ise Asya’ya ek olarak Latin Amerika da öncelikler listesine girdi. Trump’ın Panama hakkında söyledikleri, Venezuela konusunda attığı adımlar ve daha sınırlı ölçüde Kolombiya’ya yönelik politikaları bunun göstergesi olarak değerlendiriliyor.

Farklı bir Amerikan kuşağı

ABD’deki demografik değişimler, Soğuk Savaş kuşağının (NATO’ya ve Avrupa ile tarihsel-kültürel bağlara doğal bir yakınlık duyan neslin) yavaş yavaş sahneden çekildiğini ortaya koyuyor. Yerlerini, etnik açıdan daha çeşitli, daha genç ve ABD’nin küresel rolünü yeniden sorgulayan bir nesil alıyor. Trump’ın NATO ve Avrupa Birliği’ne (AB) yönelik temkinli ve çoğu zaman kuşkulu tutumu, ikinci döneminde Avrupa’yı öncelik sıralamasında aşağıya çekmesi beklenen bir gelişme olarak görülüyor. Washington’ın bakışına göre 1949’da Sovyetler Birliği’ni durdurmak için kurulan NATO’nun bugünkü rolü, Avrupa’nın ‘bağımlı’ güvenlik yaklaşımıyla birlikte tartışmalı hâle gelmiş durumda. Bu nedenle Trump yönetimi, Avrupa’yı korumaya para harcamak yerine Moskova ile Avrupa ve diğer bölgeler konusunda bir uzlaşıya varmayı daha rasyonel bir seçenek olarak görüyor.

Belçika'nın başkenti Brüksel'de Avrupa Komisyonu'na ev sahipliği yapan Berlaymont binası (AFP)Belçika'nın başkenti Brüksel'de Avrupa Komisyonu'na ev sahipliği yapan Berlaymont binası (AFP)

Bu yaklaşım, Soğuk Savaş sonrası dönemde Washington’da görev yapan bütün başkanların Avrupa’ya tanıdığı merkezi konumla açık bir tezat oluşturuyor. O yıllarda Avrupa, Amerikan malları ve hizmetleri için başlıca pazar konumundaydı. Ayrıca Avrupa’daki müttefikler, ABD’nin dünya genelindeki nüfuzunu artıran önemli bir güç çarpanı olarak görülüyordu. Buna karşılık Rusya hem Avrupa’nın güvenliği hem de ABD’nin liderliği altındaki küresel düzen için tehdit teşkil ediyordu. Moskova’nın, Pasifik bölgesi de dahil olmak üzere kendi çıkarlarını güçlendirmeye yönelik hamleleri ve birçok konuda Çin’le aynı hizaya gelmesi, bu değerlendirmeyi daha da pekiştiriyordu.

Ağır zorluklar

ABD’nin ulusal güvenlik stratejisi belgesinde, “Avrupa’daki ekonomik durgunluk, karşı karşıya olduğu gerçek ve daha sert bir medeniyet erozyonu ihtimali kadar önemli değildir” ifadesi yer aldı.

Washington’a göre Avrupa, uyguladığı göç politikaları, düşen doğum oranları, ‘ifade özgürlüğünün bastırılması ve siyasi muhalefetin kısıtlanması’, ayrıca ‘ulusal kimliklerin ve öz güvenin yitirilmesi’ nedeniyle zayıflıyor.

Belge şöyle devam ediyor: “Eğer mevcut eğilimler devam ederse, kıta 20 yıl içinde -hatta daha da kısa sürede- tamamen farklı bir yer haline gelecek. Bu nedenle bazı Avrupa devletlerinin güçlü ekonomilere ve ordulara sahip olup olmayacağı, dolayısıyla güvenilir müttefikler olarak kalıp kalamayacakları hiç de kesin değil. Avrupa’nın Avrupalı kalmasını ve kendi medeniyetine yeniden güven duymasını istiyoruz.”

Bu tablo doğru kabul edilirse, Avrupa’nın, ABD’nin Rusya-Ukrayna savaşından muhtemel çekilmesinin sonuçlarını dengelemek veya yumuşatmak zorunda kalacağı sonucu ortaya çıkıyor. Zira kıta, Kiev’in savaşı sürdürmesini sağlayacak ya da Rus askeri gücüne karşı koyacak kapasiteden yoksun. Pek çok Avrupa ülkesinde askeri harcamaların artırılmasının da anlamlı bir denge yaratması beklenmiyor; aksine, Almanya’nın 2,55 trilyon euroya (GSYİH’nin yüzde 62,4’ü) ve Fransa’nın 3,416 trilyon euroya (GSYİH’nin yüzde 115,8’i) ulaşan kamu borçları dikkate alındığında, kırılgan ekonomilerin daha da zorlanmasına yol açabilir.

Hiç kuşkusuz AB’nin, Washington ile Moskova arasında Ukrayna’daki savaşı sonlandırmaya yönelik süren müzakerelerde masada yer alma hakkı bulunuyor. Zira savaş Avrupa topraklarında yaşanıyor ve ‘ev sahiplerinin’ olup bitenle doğrudan ilgisi var.

İletişim, izolasyondan daha faydalı

Söz konusu Avrupa talebi, ancak Brüksel ile Moskova arasında iletişim kanallarının kurulmasıyla hayata geçirilebilir. Aksi halde Avrupa, Ukrayna savaşının nasıl ve hangi şartlarda sona ereceğine ilişkin kararlarda söz sahibi olamaz; savaşın Avrupa güvenliğine etkilerini şekillendirme imkânı da kalmaz. Bu gerçekleşmediği takdirde Avrupa ülkeleri, Washington ve Moskova’nın -ve daha sınırlı ölçüde Kiev’in- aldığı kararları yalnızca izleyen ve gelişmelere tepki vermekle yetinen bir konuma sürüklenebilir.

Fransa'nın kuzeydoğusundaki Soissons kasabası yakınlarındaki açık alanda, Fransa ve Belçika'nın ortak askeri tatbikatına katılan piyadeler (AFP)Fransa'nın kuzeydoğusundaki Soissons kasabası yakınlarındaki açık alanda, Fransa ve Belçika'nın ortak askeri tatbikatına katılan piyadeler (AFP)

Avrupa, mevcut sıkıntılara rağmen hâlâ büyük, zengin ve teknolojik olarak gelişmiş bir güç. Ancak Moskova’yı ciddi müzakerelere ikna edebilecek güçlü bir yeniden silahlanma programına gerçekten ihtiyaç duyuyor.

İkna için ikinci unsur ise AB’nin Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra aşamalı olarak uyguladığı yaptırımlar çerçevesinde dondurulan ya da el konulan Rus varlıkları konusundaki çıkmazın aşılması. Moskova, Avrupa’daki değeri yaklaşık 210 milyar dolar olarak tahmin edilen bu varlıkların çözümü için bir formül arıyor. Buna karşın, Avrupa’da bu varlıkların Ukrayna’ya destek amacıyla kullanılmasını savunan görüş, savaşın ömrünü uzatacak ve kıtayı gereksiz bir Rusya karşıtlığı konumuna sürükleyecek bir yaklaşım olarak değerlendiriliyor.

Kimilerine göre Kremlin yalnızca ‘güç dilinden’, Beyaz Saray ise yalnızca ‘iş dilinden’ anlıyor; bu nedenle Avrupa her iki dili de öğrenmek zorunda. Fakat buna itiraz edenler, Washington’a dair değerlendirmenin doğru olduğunu, Kremlin’e yönelik değerlendirmenin ise yanıltıcı olduğunu savunuyor.

Gerçekte ise bu denklemin tamamının gerekli olmayabileceği ifade ediliyor. Avrupa’nın iki dili birden öğrenmekten ziyade, tarihi bilen ve geleceğe dair net vizyonlar ortaya koyacak gerçek liderler yetiştirmesi gerektiği vurgulanıyor. Ancak bu şekilde ‘medeniyet erozyonu’ ve ‘kimliklerin silinmesi’ gibi kaygıların önüne geçilebileceği ileri sürülüyor. Peki, bu ‘mucize’ mümkün mü? Bu soru, Avrupa’nın karşı karşıya olduğu stratejik belirsizliğin merkezinde yer alıyor.


Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?
TT

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, dün Washington'un küresel rolüne ilişkin bakış açısında derin dönüşümü yansıtan, uzun zamandır beklenen yeni bir stratejiyi duyurdu. Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana hakim olan ve “tek süper güç” konumunu korumaya dayanan geleneksel model yerine belge, ABD'nin odağının, yönetimin doğrudan çıkarlarıyla daha yakından bağlantılı gördüğü bölgelere, özellikle de Latin Amerika bölgesine ve göç meselesine kayacağını ortaya koyuyor.

Ulusal Güvenlik Strateji belgesi, Trump'ın, daha önceki yönetimlerinkinden kökten farklı, “Önce ABD” sloganına dayanan, uluslararası sistemin artık dünyanın her bölgesinde geniş bir Amerikan katılımı politikasına izin vermediği inancını temel alan bir vizyon benimsediğini gösteriyor. Belge, Çin'i göz ardı etmeyip, en büyük rakip olarak görse de son dönemdeki Amerikan stratejilerine hâkim olan geleneksel “Asya'ya odaklanma” yaklaşımından uzaklaşıyor.

Trump, belgenin girişinde, “Yaptığımız her şeyde ABD'yi ön planda tutuyoruz” ifadesini kullandı. Belge, bu stratejinin uluslararası ilişkiler ve ittifakların kökten yeniden değerlendirilmesini gerektirdiğini de belirtiyor. Amaç artık geniş kapsamlı bir liberal dünya düzenini desteklemek değil, dış yükleri azaltıp “doğrudan gelir” alanlarına yoğunlaşarak Amerikan gücünü korumak. Belge ayrıca, “kitlesel göç çağının sona ermesi gerektiğini” ve ABD sınırlarına doğru göçü engellemek için Avrupa ve Latin Amerika içinde adımlar atacağını da vurguluyor.

Geleneksel Amerikan söyleminden açık bir şekilde kopan strateji, “ABD'nin meşum küresel egemenlik ilkesini sürdürmeyi reddettiğini” vurguluyor. Bu açıklama, son Amerikan belgelerinde eşi benzeri görülmemiş bir şey, zira küresel hegemonyayı sürdürmenin maliyetlerinin fahiş ve sürdürülemez hale geldiğini dolaylı olarak itiraf ediyor.

Strateji, Washington'un başta Çin ve Rusya olmak üzere büyük güçlerin aşırı nüfuz kazanmasını önlemek için çalışacağını ifade ediyor, ancak bunun “dünyanın tüm büyük ve orta güçlerinin nüfuzunu sınırlamak için kan dökeceği ve servet harcayacağı anlamına gelmediğini” vurguluyor.

Strateji, Latin Amerika'yı Amerikan gündeminin en üst sıralarına taşıyor. Bu, belgedeki en önemli bölgesel dönüşüm

Belge, son on yıllardaki en önemli askeri dönüşümlerden birini içeriyor ve kaynakları Batı Yarımküre'ye yönlendirirken, “acil tehditlerle başa çıkmak için küresel askeri duruşumuzu revize etme” sözü veriyor. Bu, Ortadoğu gibi bir zamanlar hayati önem taşıyan bölgelere olan Amerikan ilgisinin fiilen azalması anlamına geliyor.

Stratejik belgenin temel küresel meseleler hakkındaki duruşu şöyle:

ABD Başkanı Donald Trump, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ve aralarında Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in de bulunduğu Avrupalı ​​liderler, 18 Ağustos 2025'te Washington'daki Beyaz Saray'da (Reuters) ABD Başkanı Donald Trump, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ve aralarında Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in de bulunduğu Avrupalı ​​liderler, 18 Ağustos 2025'te Washington'daki Beyaz Saray'da (Reuters)

Avrupa: Müttefik bir bölge, ancak eşi görülmemiş eleştirilerin konusu

Belge, Avrupa'ya yönelik sert bir dil kullanıyor; bu dil, önceki ABD ulusal güvenlik belgelerinde nadiren kullanılmıştır. Avrupa'nın göç nedeniyle “kültürel erozyon” ile karşı karşıya olduğunu iddia ediyor ki bu söylem, Avrupa aşırı sağının söylemine çok benziyor. Belge, bazı Avrupa ülkelerinin on yıllar içinde “Avrupalı ​​olmayan çoğunluk” haline gelebileceğine ve bunun kıtanın demografik ve siyasi doğasını değiştirebileceğine işaret ediyor.

Belge, “Avrupa ülkeleri içinde Avrupa'nın mevcut gidişatına karşı direniş geliştirilmesi” çağrısında bulunuyor; bu ifade, milliyetçi ve sağcı partilerin lehine Avrupa'daki iç siyasi tartışmalara doğrudan müdahaleyi yansıtıyor. Avrupa'da aşırı sağ söylemlere getirilen kısıtlamalara atıfta bulunarak, “ifade özgürlüğünün baskı altına alınmasını” eleştiriyor. NATO’nun genişlemesine karşı çıkışını yineliyor ve bu da Rusya ile savaş halindeki Ukrayna'nın ittifaka katılma umutlarını suya düşürüyor.

Strateji, Çin, Hindistan ve gelişmekte olan ekonomilerin yükselişi nedeniyle Avrupa'nın küresel ekonomideki payının azalmasının “daha karanlık bir olasılığın, Avrupa medeniyetinin aşınmasının” habercisi olduğunu savunuyor. Güçlü tepkiler içeren bir duruş ile Almanya, “dışarıdan tavsiyeye ihtiyacı olmadığını” belirtti.

Latin Amerika: Trump Doktrini’ndeki yeni ağırlık merkezi

Strateji, Latin Amerika'yı Amerikan gündeminin en üst sıralarına taşıyor. Bu, belgedeki en önemli bölgesel dönüşüm, çünkü Monroe Doktrini'ni “Trumpçı” bir yorumla yeniden canlandırmaya yönelik yeni bir vizyon sunuyor. Bölgedeki rejimlerin istikrarını sağlayarak göç dalgalarını önlemeyi amaçlayan ve belgede “Trump Doktrini” olarak adlandırılan bir öneriye yer veriliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre başta Çin olmak üzere bölge dışı güçlerin asker konuşlandırmasının veya kritik altyapıları kontrol etmesinin engellenmesi gerektiği vurgulanıyor.

Belge, ABD'nin Ortadoğu'daki müdahalelerinin azaltılması çağrısında bulunuyor ve bunu, Washington'un Körfez petrolüne olan bağımlılığının azalması ve bunun bölgenin ABD ulusal güvenlik hesaplarındaki önemini azaltmasıyla gerekçelendiriyor

Belgede, denizdeki uyuşturucu kaçakçılığı şebekelerinin hedef alınması, sol görüşlü liderlere müdahale edilmesi ve Panama Kanalı gibi hayati önemdeki kaynakların kontrol altına alınması gibi önlemler ayrıntılı olarak ele alınıyor.

ABD Başkanı Donald Trump ve Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei, 14 Ekim 2025'te başkent Washington'daki Beyaz Saray'da (AFP) ABD Başkanı Donald Trump ve Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei, 14 Ekim 2025'te başkent Washington'daki Beyaz Saray'da (AFP)

1823'te açıklanan Monroe Doktrini'nin bu yeniden canlandırılması, Washington'un son yıllarda uzak durduğu “arka bahçe” politikasına geri döndüğünü gösteriyor; tek fark, yeni versiyonun daha açık ve daha az diplomatik olması.

Asya: Askeri tehditten önce ekonomik bir rakip olarak Çin

Asya'nın stratejik önemine rağmen, belge önceki belgelerden farklı bir yaklaşım sunuyor. Çin'i askeri bir tehditten önce birinci ekonomik rakip olarak görüyor. Tedarik zincirleri ve teknoloji de dahil olmak üzere Çin ile ekonomik ilişkilerin yeniden dengelenmesi gerektiğini vurguluyor. Tayvan'daki “statükoyu” korurken, Japonya ve Güney Kore'den adayı korumaya yönelik savunma katkılarını artırmalarını talep ediyor.

Trump ABD’si, Hindistan ile ilişkileri derinleştirmeye ve Hint-Pasifik güvenliğinde öncü bir rol oynamasını teşvik etmeye açık olduğunu da ifade ediyor.

Bu değişim, Trump'ın dünya görüşünün temel bir özelliği olan ekonomik rekabeti genişletme lehine doğrudan askeri odaklanmayı azaltma politikasına işaret ediyor.

Ortadoğu ve Afrika: ABD'nin rolünün azaltılması ve önceliklerin belirlenmesi

Belge, ABD'nin Ortadoğu'daki müdahalelerinin azaltılması çağrısında bulunuyor ve bunu, Washington'un Körfez petrolüne olan bağımlılığının azalması ve bunun bölgenin ABD ulusal güvenlik hesaplarındaki önemini azaltmasıyla gerekçelendiriyor.

Belge, ABD ve İsrail saldırılarıyla “İran'ın zayıflatıldığına” işaret ediyor, İsrail'in, “güvende” olması gerektiğini vurguluyor ama Trump yönetiminin daha önce kullandığı sert söylemlerden uzak duruyor.

Belge, Suriye ve Irak gibi geleneksel çatışmalardan çok bahsetmiyor. Ayrıca, Afrika'da “yardım yaklaşımından” uzaklaşılarak, hayati önem taşıyan maden ve minerallere odaklanılması çağrısında bulunuyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


İrlanda'daki anne ve bebek tesisinde mezarlık bulundu: "796 ceset olabilir"

İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
TT

İrlanda'daki anne ve bebek tesisinde mezarlık bulundu: "796 ceset olabilir"

İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)

Maira Butt 

Geçmişte İrlanda'nın Galway Kontluğu'nun Tuam bölgesinde bekar anneler ve çocuklarının kullanımına ayrılmış bir kuruluşta, bir mezara dair kanıtlar bulundu.

Anne ve bebek evi, yerel tarihçi Catherine Corless'in başını çektiği araştırmanın, 796 bebek ve küçük çocuğun defin kaydı olmadan orada öldüğünü ortaya koymasının ardından, 2014'te uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmişti.

Temmuzda tesisteki çalışmalarına başlamasından bu yana dördüncü güncellemesini yapan Tuam Yetkili Müdahale Direktörlüğü (Office of the Director of Authorised Intervention, Tuam/ODAIT), "Bu bölgedeki mezarların varlığı artık doğrulandı" diye yazdı.

1925'ten 1961'e kadar faaliyet gösteren tesisin kenarında "çocuk veya bebek büyüklüğünde mezarlar" bulunduğu yeni güncellemede belirtildi:

Mezarların yerleşimi ve büyüklüğü, tesisin bu bölümünde anne ve bebek kurumunun faaliyet gösterdiği zamandan kalma bir mezarlık bulunduğuna dair tutarlı bir kanıt.

İlk değerlendirmelere göre kazıda 4 grup bebek kalıntısı bulundu ve bunlar hepsi geçen ay keşfedilen tabutlara gömülmüş 7 grup insan kalıntısına eklendi. Adli analiz çalışmaları sürdürülüyor.

ODAIT'in aktardığına göre, tarihi belgeler bir mezarlık olasılığını işaret etse de bunun varlığına dair ilk işaretler zemin veya yüzey seviyesinde görünmüyordu.

2017'de yürütülen resmi bir soruşturmada, tesisin başka bir yerine sadece 100 metre mesafedeki yeraltı odalarında "önemli miktarlarda" insan kalıntısı bulunmuştu.

ODAIT Direktörü Daniel MacSweeney, cesetlerin kimlere ait olduğunun belirlenmesi için en az 160 kişinin DNA örnekleri vermeyi teklif ettiğini RTÉ'ye söyledi:

Deneyimlerimden biliyorum ki bazen kalıntıların keşfi, insanların öne çıkması için bir katalizör görevi görebilir.

Görsel kaldırıldı.Pembe dikdörtgenle çevrilen alan, kazı çalışmalarında mezarlara dair kanıtların bulunduğu çadırı gösteriyor (ODAIT)

2021'de İrlanda lideri Micheal Martin, ülke genelindeki anne ve bebek evlerine yerleştirilen kadın ve çocuklara gösterilen muameleden dolayı devlet adına özür dilemişti.

Bu özür, evlilikdışı hamile kalan anneleri barındıran 18 anne ve bebek evinde 9 binden fazla çocuğun öldüğü sonucuna varılan bir soruşturmanın nihai raporunun ardından gelmişti.

İrlanda parlamentosunda "Orada olmamalıydılar" demişti:

Devlet sizi, bu evlerdeki anneleri ve çocukları hayal kırıklığına uğrattı.

Bu evlerdeki tüm çocukların yüzde 15'inin hastalık ve mide gribi gibi enfeksiyonlardan öldüğü, raporda belirtilmişti. Bu rakam, ülke çapındaki bebek ölüm oranının neredeyse iki katı.

Independent Türkçe, independent.co.uk/news/uk