Berlin’deki Arap Caddesi: İki kilometrede Ortadoğu…

Geçmiş yaşam sahnelerine ve tarzlarına dair bir çağrışım

Sokaktan bir görünüm
Sokaktan bir görünüm
TT

Berlin’deki Arap Caddesi: İki kilometrede Ortadoğu…

Sokaktan bir görünüm
Sokaktan bir görünüm

Muhammed Ebi Semra

7 yıldır Berlin’de yaşayan Lübnanlı bir arkadaşımla görüştüm. Beni Berlin’in, ‘Arap Caddesi’ olarak bilinen Sonnenallee (Almancada Güneş Yolu) caddesine bağlı ana meydanlarından biri olan Hermannplatz’ın yakınında ve Berlin’deki eski bir mezarlığın yanındaki bir kafede Suriyeli genç bir arkadaşıyla tanıştırdı. Görüşmeden sonra kafeden çıkıp meydana yöneldik. Birden ritim ve ses bölümlemesi bakımından Arap aksanıyla olduğu anlaşılan Almanca tezahüratlar duyduk.

Bir yaz günü, güneşli bir pazar sabahıydı. Yaklaşık iki yıl önce mülteci olarak Almanya’ya gelen Suriyeli genç bize, Berlin’deki Suriyeli aktivist gençlerin (bir Facebook sayfası üzerinden) Suriye’nin Suveyda kentindeki protestolara ve bazı sahil şehirlerindeki gösterilere destek olmak acıyla Hermannplatz Meydanı’nda toplanmak ve Beşşar Esed rejimine karşı gösteri yürüyüşü yapmak için genel bir davet gönderdiklerini söyledi.

Yaklaşık 200 metrelik bir mesafeden protestocular, Ortadoğulu bir havaya sahip Avrupalı gençler gibi görünüyordu. Benzer Ortadoğulu havayı, 1980’lerin ilk yarısında Paris’teki Uluslararası Üniversite Öğrenci Yurdu önünde Filistin ve Filistinlilere destek için yapılan gösteride de görmüştüm. Aynı manzara, İranlıların Humeynici İslami İran’daki mollalar rejimine karşı yaptığı protestoda da vardı.

“Bu istek, motivasyonunu sadece Suriye geçmişlerinden değil, aynı zamanda Almanya’da şu an yaşadıkları hayattan ve içinde bulundukları durumdan alan duygusal ve manevi bir ihtiyaçtan doğuyor olabilir. Bu, hafta sonu tatilinin ya da boşluğun sağladığı bir fırsat”

Lübnanlı arkadaş, genç Suriyelilerin gösterisinin, fırsat olursa Berlin’de ya da Suriye’de ve Türkiye ile Lübnan’daki büyük Suriyeli mülteci diyarında çoğunlukla ‘bir pazar sabahı etkinliği’ olduğunu söyledi. Genç Suriyeli arkadaşı da pazar günleri Hermannplatz Meydanı’nda Suriyelilerin düzenlediği protestolara iki ya da üç kez katıldığını söyleyerek onu teyit etti. Çoğunluğu Suriyeli gençlerden oluşan onlarca kişinin yanında birkaç genç Alman kadın ve erkek de vardı. Faslı ve siyahi Afrikalılar az değildi. Filistin davasından bağımsız olarak artık küresel solcu gençliğin bir sembolü haline gelen Filistin kefiyesi, genç kadınların ve erkeklerin omuzlarını süslüyordu. Kefiyeden daha fazla görülen şeyse pek çok kadın ve erkek göstericinin bedenini örten Suriye devrimi bayrağıydı.

Farklı bir gerçeklik

Meydandaki topluluğun etrafında bir grup genç, Almanca bir açıklamanın kopyasını dağıtıyordu. Genç bir adam, meydanın ortasındaki bir anıtın kaidesi olan bir taş platform üzerinde göstericilere karşı durarak elinde taşıdığı bir megafondan tezahürat yapıyordu.

Lübnanlı ve genç Suriyeli arkadaşıma, 1980’li yıllarda Paris’teki Ortadoğulu göstericilerin de aynı böyle olduklarını, ama o dönemde Fransızca ve Arapça sloganlar attıklarını söyledim. Ancak ikisi de şunu diyerek itiraz etti: Muhtemelen Paris’teki o gösteriler, Arap göstericiler ile Fransa arasında bir sömürge mirası ve intikamı içeriyordu. Berlin’deki Suriyelilerin gösterisi ise ondan tamamen farklı. Hatta aksine Suriyeliler çoğunlukla Almanya’ya ve Almanlara karşı bir minnet ve muhabbet duyuyor. Bunun sebebi, Ortadoğu’da Alman sömürgecilerin bir tarihinin ve mirasının olmamasının yanı sıra, Almanya’nın 2015 yılında kitlesel Suriyeli mülteci dalgasına sınırlarını açan tek büyük Avrupa ülkesi olmasıdır.

Çok geçmeden göstericiler, meydandan yakındaki Sonnenallee ya da Arap Caddesi’ne ters istikamette ilerlemeye başladılar. Hareketlerinden, duruşlarından, kıyafetlerinden ve bazılarıyla yaptığımız Arapça konuşmalardan Suriyeli pazar göstericilerinin çoğunun solcu ve laik olduğu anlaşılıyordu. Pek çoğu Almancayı iyi biliyordu ya da günlük hayatta konuşabilir hale gelmişti. Aralarında Almanca eğitim gören üniversite öğrencileri vardı. Muhtemelen pazar günkü protesto etkinlikleri ya da medya ve reklam faaliyetleri, Berlin’de buluşup bir araya gelme ve Suriye’yle ve Suriye davasıyla bağları yenileme arzusundan da kaynaklanıyor.

Foto: Caddedeki bir mağazanın vitrininde Doğulu kıyafetler
Caddedeki bir mağazanın vitrininde Doğulu kıyafetler

Bu istek, motivasyonunu sadece Suriye geçmişlerinden değil, aynı zamanda Almanya’da şu an yaşadıkları hayattan ve içinde bulundukları durumdan da alan duygusal ve manevi bir ihtiyaçtan doğuyor olabilir. Bu, hafta sonu tatilinin ya da vakit boşluğunun sağladığı bir fırsat. Benzer şey, Beyrut’taki Şehitler Meydanı’nda Lübnanlı yazar, gazeteci ve aktivist arkadaşların, Suriye devrimini desteklemek ve Hizbullah’ın Suriye savaşına ve Suriyelilere yönelik katliama Esed rejiminin yanında katılmasını protesto etmek için düzenlediği buluşmalarda da yaşanıyordu. O dönemde barışçıl Suriye devrimini destekleyen gençlerden pek çoğu, başta Almanya olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerine göçlerinin ya da ilticalarının ilk durağı olarak Beyrut’a kaçmıştı. Bugün Berlin’deki pazar gençliğinin gösterisi de ‘anma amaçlı ve duygusal’ olarak adlandırılabilecek türde gösterilerin bir parçası. Denebilir ki Suriye meselesi, Berlin’de ve belki de Almanya’nın diğer şehirlerindeki genel Suriyeli buluşmasında ortak payda olmaya devam ediyor. 

Gösteri gençliği ve cami gençliği

Bu buluşmalara ve toplantılara duyulan ihtiyaç (yani iletişim kurma, tanışma, göçmen kesimler, gruplar ve bireyler arasında bağları ve ilişkileri yenileme, bir davaya ve bir ülkeye ya da kimliğe aidiyeti hatırlama ihtiyacı) bir bakıma her cuma öğle vaktinde Alman şehirlerinde ve kasabalarındaki camilerde yaşananlara benzetilebilir.

“Bu ve Alman şehirlerinin ‘Arap caddelerindeki’ diğer ticaretler ve faaliyetler, karanlıkta ya da gizli kapaklı iş yürüten ‘mafyalar’ tarafından kontrol ediliyor ve bunların ticari rekabeti çoğunlukla ulusal, etnik ve mezhepsel ayrışmalara veya bağlılıklara dönüşüyor”

Bununla birlikte cuma günleri öğlen camilere gelen kişiler, kültürel yapıları ve hedefleri itibarıyla pazar günleri Berlin’in Hermannplatz Meydanı’nda gösteri düzenleyen genç Suriyelilerden farklı bir topluluk. Cuma günleri öğlen vakitlerinde Alman şehirlerindeki camilerde toplanan kişiler, sayıca daha fazla ve her kuşaktan insan içeriyor. Mesela Köln şehrindeki bir camide gördüğüm kadarıyla genç erkekler kayda değer bir varlığa sahipken, tabi ki Almanlar ve kadınlar yok. Bunun dışında Berlin’deki pazar günü göstericilerinin modern bireysel ve kitlesel gençlik dernekleri, yerel cami cemaatinin derneklerinden farklı.  

Foto: Caddede yer alan bir restoran
Caddede yer alan bir restoran

Bilhassa pazar öğlenleri Berlin’in gösteri meydanına bağlı ve yakın Arap Caddesi’ni dolduran kalabalıklar ise tüm kesimleri ve kuşakları bir araya getiriyor. Bununla birlikte manzaranın büyük bir kısmını cami cemaatinde olduğu gibi aileler oluşturuyor. Suriyeli genç göstericiler, bu caddenin tersi yönünde yürüyerek belki de mesajlarını Arap Caddesi ahalisine değil de Alman vatandaşlara iletmek istediklerini göstermek istemişlerdi. Zaten Lübnanlı muhatabım ve onun Suriyeli arkadaşının eski Berlin mezarlığının yanındaki kafede belirttiğine göre göstericilerin birçoğu, Arap Caddesi’ne nadiren ve büyük Alman mağazalarında bulunmayan ürünleri bu caddedeki mağazalardan satın almak için geliyormuş.

Cadde içinde caddeler

Güneşli bir yaz günü, bir pazar öğleninde Berlin’deki Arap Caddesi’nden geçen biri, caddenin kaldırımlarında bakla, humus, fette, felafel ve hamur işleriyle dolu tabakların ve yanlarında da meşrubat şişeleri ve ayran bardaklarının yer aldığı masalar görür. Masaların etrafında her yaştan aile üyeleri ya da bazısı kızlı erkekli genç arkadaş grupları bir araya gelir. Ama aile masaları çoğunlukta olur.

Yoldan geçen kişi, bu kalabalıktan Suriye, Lübnan, Irak ve bazen de Fas Arapçasından oluşan bir lehçeler ve sesler karışımı işitir. Bu karışımda Almanlar ve siyahi Afrikalılar da varlık gösterir. Caddedeki seslerin yoğunluğunda ve gürültüsünde kulağa İngilizce ve Almanca da ulaşır.

Caddede nargile servisi yapan kafelerin ve lokantaların yanı sıra Doğu tatlılarının, hazır ‘geleneksel’ kıyafetlerin ve gelinliklerin, Avrupalı tarzda olmayan ev eşyalarının satıldığı dükkânlar ve mağazalar, kuyumcular, kuruyemişçiler ve şekerlemeciler, çeşitli Arap ekmeklerinin üretildiği fırınlar ve Halep, Şam ve Türk mutfağından yemeklerle kebapların ve Lübnan mezelerinin sunulduğu, ancak alkollü içki servisinin yapılmadığı bazı restoranlar yer alıyor. Bu tabloda Yemen usulü Mendi yemeklerinin sunulduğu restoranlar da eksik değil. Masalarda bol miktarda çay var. Ayrıca bakkaliye, paketli ürün ve ‘helal’ et satan çok sayıda dükkân da mevcut. Ve elbette alışveriş yapan pek çok insan.

Yiyecekler ve her türden alışveriş… Restoranların ve dükkânların çoğunun ismi Arapça; bazıları Almancaya ya da İngilizceye tercüme edilmiş. Restoranların, kafelerin ve mağazaların tabelalarında Şam, Halep, Beyrut, Azzam, Safa, Lübnan, İsra, Berlin, Endülüs ve Adonis gibi isimler yer alıyor. Caddedeki gürültülü seslerin ve lehçelerin arasında çeşitli Arapça şarkılardan alınan cümleler ve melodiler seçiliyor. Gündüzleri caddede yaşanan hayat böyle.

Caddenin uzunluğu 2 kilometreden fazla. Trafik ve kalabalık, caddenin başında ve Hermannplatz Meydanı’na doğru yoğunlaşırken, meydandan uzaklaştıkça nispeten azalıyor. Gösteri düzenleyen solcu ve laik Suriyeli gençlerle onların bazı Arap ve Alman arkadaşlarının yaptığı gibi, Arap ve özellikle de Suriyeli göçmenlerin pazar günü tatilinde Berlin’in bu caddesinde yoğun bir şekilde toplandığı söylenebilir. Aşina oldukları bu yerel ortama ve alışveriş caddelerine gelirken yanlarında belki arkadaşları, belki bir tanıdıkları olan Almanlar da bulunuyor. Bununla birlikte bazı restoranlarda ve kafelerde genç bir Alman varlığı mevcut. Yani bu karışık, serbest ve yoğun kalabalığın içinde dünyanın her yerinden insanın olduğunu söylemek mümkün.

Bu beşerî tablo; Şam, Halep, Bağdat, Beyrut, Trablus, İstanbul, Kahire ve Marakeş gibi birçok Ortadoğu şehrinden ‘ithal edilen’ yaşam tarzı ve damak tadı ile ‘ticaret, eğlence ve etnik faaliyetler’ tarafından oluşturulmaktadır. Berlin’deki Arap Caddesi’nde çeşitli restoranlar, nargile kafeler, Doğulu ürünlerin satıldığı mağazalar, kasaplar, Ortadoğu mutfağına uygun tahılların satıldığı dükkânların yanında bir tek geleneksel ve popüler hokkabazlık gösterileri eksik. O da olsa Marakeş’in, UNESCO tarafından 2001 yılında Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilen ünlü turistik mekânı Camiu’l-Fena Meydanı’nın neredeyse birebir kopyası olurdu.

Pek çok Alman şehri, Arap Caddesi’ne benzeyen, ancak her şehrin büyüklüğüne ve içindeki göçmen ve yerleşik topluluklara göre ondan daha küçük caddeler içerir. Mesela Almanya’nın güneyindeki Köln şehrinde Türk ve Kürt toplulukları, ticaretin yapıldığı ve restoranlarla kafelerin yer aldığı bir cadde kurdu. Birkaç yıl önce Suriyelilerin gelişi, caddeyi genişletmeye ve caddedeki ticari hareketliliği artırmaya başladı. Bu mağazaların (Türklere ait olanları zaman bakımından Lübnanlı ve Suriyeli mağazalardan daha eskidir) en büyüğüne girdiğinizde bunların Arap Doğusu şehirlerinde yer alan geleneksel pazarlardaki ‘kapalı halk pazarları’ ile modern süpermarketlerin bir karışımı olduğunu hemen fark edersiniz. Bu, alışveriş yapanların bu mağazalarda dolaştıkları esnada sessiz olmamalarının yanı sıra, biraz kasıtlı bir kargaşa ve gürültü içeren mal paketleme tarzında da görülüyor. Müşteriler, genelde çalışanlarla veya mal sahipleriyle alışveriş ve ürün hakkında (Türkçe, Kürtçe veya Arapça) sohbet ederler. Bu, süpermarketlerde alışveriş yapıldığı esnada hâkim olan sessizliği bozma arzusunu, aşinalığı ve rahatlığı gösteren bir konuşmadır. Sanki her iki taraf da bu tür bir konuşmaya meylederek Alman yazar ve romancı Elias Canetti’nin (1905-1994) Marakeş pazarlarındaki pazarlığın ‘güzelliklerinden’ bahsettiği Marakeş’in Sesleri (The Voices of Marrakesh) adlı kitabında tarif ettiği geleneksel pazarlardaki pazarlık geleneğini yaşatıyor.

Taciz, mafya ve karışım estetiği arasında

Deutsche Welle (DW) Arapça bölümünde yer alan ve Berlin’deki Arap Caddesi’ne dair kapsamlı basın malzemesi, bu caddedeki ‘etnik, ticari, kültürel ve sanatsal karışımın’ doğasına odaklanıyor. DW Arapça, bu caddeyi ‘Küçük Beyrut’ ve ‘Küçük Suriye’ şeklinde adlandırıyor ve 1980’li yıllardan bugüne geçirdiği değişimleri anlatıyor. Aynı ajans, Arap Caddesi’nin yakınında yer alan ve 1960’lı yıllardan bu yana yoğun Türk nüfusuna ev sahipliği yapan Kreuzberg mahallesini ise basın takiplerinde ‘Küçük İstanbul’ ya da ‘Türk Mahallesi’ olarak adlandırıyor.

Al Mabarrat yardım kuruluşu
Al Mabarrat yardım kuruluşu

DW haber ajansı, eski Lübnanlı Şii tüccarlar ile yeni Suriyeliler arasındaki bazı ‘ulusal’ ve ‘mezhepsel’ gerginlikler ile ticari ve yarı ‘mafyatik’ rekabetleri (ki bunlar, bu cadde ve mahalledeki günlük yaşamın unsurları) aktardığı gibi, bu cadde ve mahalledeki karışımın ve bir arada yaşamın ‘güzelliklerinden’ de bahsediyor. Ajansın değerlendirmelerinde yazanlar, özellikle Berlin’de ve diğer Avrupa başkentlerinde yaşayan laik ve solcu Arap ve Suriyeli yazarların Arap Caddesi hakkındaki makalelerinin ve yorumlarının tam tersi. Bu yazarlar, ‘Arap kadınların sözlü tacize uğradığını ve tesettürlü olmayanlarının örtünmeleri için azarlandığını’ söyleyerek, bu caddenin olumsuz veya kötü yanını öne çıkarıp bunu kınıyorlar.

“Almanya, Alman Suriye’si aracılığıyla kendi toplumunun dokusuna gençlik aşılamak istiyor. Belki de bunu sadece iki milyon Suriyeli mülteciden yana değil, aynı zamanda kendisinden ve kendisi ile siyasi hayatının düzeni için duyduğu endişelerle, çekincelerle ve maliyetlerle yaptı”

Burası aynı zamanda ‘helal ticaret’, yani ‘Müslüman Avrupa’da’ yaygın ‘helal’ gıda ve et çarşısıdır. Helal ticaret ve Alman şehirlerinin ‘Arap caddelerindeki’ diğer ticaretler ve faaliyetler, karanlıkta ya da gizli kapaklı iş yürüten ‘mafyalar’ tarafından kontrol ediliyor ve bunların ticari rekabeti çoğu zaman ulusal, etnik ve mezhepsel ayrışmalara veya bağlılıklara ve şiddetten bağımsız olmayan çatışmalara dönüşüyor. Bu çatışmalar, gizlice yaşanıyor ve Alman güvenlik ve yargı makamları bunlardan haberdar edilmiyor. Bu yüzden de caddedeki eski Lübnanlı Şiiler ile son zamanlarda çoğalan Suriyeliler arasında gizli kalıyor ve ara sıra patlamaya ve nesilden nesle aktarıma hazır halde bekliyor.  

Almanya gençliğini yeniliyor mu?

Berlin’deki Arap Caddesi’nden geçen biri, buranın müdavimlerinin Arap ülkelerinden gelen göçmen ve mülteci topluluklar olduğunu ve buraya samimi bir aile ve toplum ortamında vakit geçirme arzusuyla özellikle pazar, tatil ve bayram günlerinde geldiklerini görür. Onları caddedeki restoranlarda, mağazalarda, kafelerde ve fırınlarda bir araya getiren buluşmalar belki de terk ettikleri ülkelerinde kaybettikleri asıl dünyalarının ve toplantılarının eksikliğini gideriyordur. Terk ettikleri diyoruz ama, siyasetten geriye savaş ve cinayet dışında bir şeyin kalmadığı ülkelerindeki kamu işlerinin ve askerî siyasi yaşamın yönetiminde temel bir özellik ve eylem haline gelen sefaletten, hakaretten, korkudan, yoksulluktan ve cinayetten kurtulmak kaçtıkları, desek daha yerinde olur.  

İşte burada güvende ve özgürler. Diasporalarında ve sığınma mekânlarında başka türlüsünü bilmedikleri ve deneyimlemedikleri bir yaşam ve ilişki biçimi inşa ediyorlar, ama bu sefer kamusal alanda uymaları gereken genel Alman yasaları ve koşulları çerçevesinde. Zira biliyorlar ki bu yasaları çiğnerlerse yasal takibe ve soruşturmaya uğrayacaklar ve kaçtıkları bu yeni ülkedeki çıkarları, geçim kaynakları, hayatları ve güvenli yasal varlıkları tehdit altında kalacak. Alman yasalarına uyma istekleri altında ya da arkasında, kendi ülkelerinde başka türlüsünü görmedikleri uzun bir sosyal ve kültürel mirası dolduran kavgalarını, anlaşmazlıklarını, sürtüşmelerini ve bunları çözme yöntemlerini örtbas etmek zorundalar. Kendi ülkelerindeki günlük kamusal yaşamı, siyaseti ve toplumu kuşatan bu mirasın, aslında trajedilerinin ve Avrupa’ya sığınmacı olarak kaçmak suretiyle kurtuldukları felaketin kaynağı olduğunun farkında değiller. Nasıl olsunlar? Belki Almanya’da uzun yıllar geçirdikten, yaşadıktan ve çalıştıktan sonra farkına varırlar.

Foto: Suriyelilerin Hermannplatz Meydanı’ndaki bir gösterisi
Suriyelilerin Hermannplatz Meydanı’ndaki bir gösterisi

Alman yasalarına karşı ‘görünürde’ ya da ‘idare amaçlı’ bağlı olma zorunluluğu ve kültürlerine, ilişkilerine ve hayatlarına yapışan bu yıkıcı mirası dizginleyip bunu kamuoyundaki hayat çevrelerinden özel hayatlarına ve alt ilişkilerine taşıma gerekliliği, onların Almanya’daki yaşamlarında ve ilişkilerinde bu mirasın varlığını sınırlama yolunda ilerlediklerinin bir göstergesi olabilir. Büyük ihtimalle Alman yetkililer, kurumlar ve toplum da bu konuda onlara yardımcı oluyor.

Burada özgürler belki, ama bu miras onlar için bir zincir gibi. Ancak kesinlikle Suriye’deki Hafız ve Beşşar Esed; Lübnan’daki Hasan Nasrallah ve Nebih Berri; Irak’taki Saddam Hüseyin, Nuri el-Maliki, DEAŞ ve Haşdi Şabi ve Filistin’deki Yaser Arafat, Hamas, İslami Cihad ve İsrail’in Filistinlileri perişan eden kanlı operasyonları yok. Aksine kendilerine türlü zulümler ve uzun süreli işkenceler yaşatan bu diktatörlüklerin sebep olduğu dehşetten uzaklar.

Almanya’daki güvenlik, emniyet, güvenceler, sosyal yardımlar, sağlık hizmetleri ve aynı zamanda hukuk devletinde özgürlükler ve adalet, onları hayatlarını ve ilişkilerini bu korkunun hâkimiyetinden kurtarma yolunda ilerlemeleri için teşvik etmeli. Onları insani ve ahlaki erdeminden ötürü değil de üremeye hevesli olmayan yaşlı toplumunda onların canlı insani ve kültürel varlıklarına ve işgücüne ihtiyacından dolayı, yani kendi çıkarı için memnuniyetle karşılayan ve barındıran Alman topraklarına gelirken de bu korkuyu kısmen yanlarında taşıdılar.

Almanya, Alman Suriye’si aracılığıyla kendi toplumunun dokusuna gençlik aşılamak istiyor. Belki de bunu sadece iki milyon Suriyeli mülteciden yana değil, aynı zamanda kendisinden ve kendisi ile siyasi hayatının düzeni için duyduğu endişelerle, çekincelerle ve maliyetlerle yaptı. Şimdi mültecilerden ve göçmenlerden nefret eden aşırı milliyetçi Alternatif Partisi, benzer Avrupalı partiler gibi Alman siyasi hayatındaki gücünü ve varlığını artırıyor. Ancak Alternatif’in büyüyen gücüne karşılık halen etkin ve büyük olan geniş sosyal ve siyasi güçler var. Özellikle de Suriyelilerin ilişki, yemek, kıyafet, ifade, şarkı ve müzik tarzına yansıyan canlılıkta ve akıcılıkta kendi kültürlerine dahil etmek ve deneyimlemek istedikleri yeni sanatlar bulan genç Alman gruplar… Bu, Suriyelilerin ve benzerlerinin Alman soğuğundaki ‘yalnızlığını’ azaltıyor ve belki de onları, Berlin’in Arap Caddesi’ndeki kamusal alanın arkasında gizlenen o olumsuz ‘sert’ mirasa bağlı kalmamaya teşvik ediyor.

* Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Trump’ın ekibi içinde ideolojilerdeki farklılıklar bölünmeye neden oluyor

Trump yönetiminin üyeleri Beyaz Saray'da bir araya geldi, 30 Nisan 2025 (Reuters)
Trump yönetiminin üyeleri Beyaz Saray'da bir araya geldi, 30 Nisan 2025 (Reuters)
TT

Trump’ın ekibi içinde ideolojilerdeki farklılıklar bölünmeye neden oluyor

Trump yönetiminin üyeleri Beyaz Saray'da bir araya geldi, 30 Nisan 2025 (Reuters)
Trump yönetiminin üyeleri Beyaz Saray'da bir araya geldi, 30 Nisan 2025 (Reuters)

ABD Başkanı Donald Trump'ın ikinci dönemindeki ekibinde yer alan isimler, ilk başkanlık döneminde seçtiği isimlerden daha uyumlu görünüyor.

Trump, Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz gibi geleneksel Cumhuriyetçi simalardan Ortadoğu temsilcisi Steve Witkoff, Savunma Bakanı Pete Hegseth ve Başkan Yardımcısı J.D. Vance gibi ‘Amerika’yı Yeniden Harika Yap’ (Make America Great Again/MAGA) hareketinden yüzlere kadar, bu kez ekibini ilk döneminde rahatsızlık yaratan skandallar, sızıntılar, kovulmalar ve ayrılmalar gibi olaylardan kaçınmak için dikkatle seçti.

Ancak bu temkinlilik, özellikle hassas konuların ele alınışındaki radikal anlaşmazlıklardan kaynaklanan rahatsızlıkları engelleyemedi. İlk kurban, kısa süre önce görevinden alınan Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz oldu. Rubio, Waltz’ın sorumluluklarını geçici olarak devralarak New York Times (NYT) gazetesinin ifadesiyle ‘Her Şeyin Bakanı’ oldu.

Şarku’l Avsat gazetesi ve Al Sharq (eş-Şark) televizyon kanalı işbirliğiyle hazırlanan Washington Report adlı programda Trump’ın ekibindeki ideolojik bölünmelerin yurtiçi ve yurtdışındaki hassas konuları nasıl etkilediği, Waltz'ın kovulmasının etkileri, Rubio'nun artan sorumlulukları ve Witkoff'un artan nüfuzu ele alındı.

Waltz görevden mi alındı terfi mi etti?

‘Sinyal’ adlı mesajlaşama uygulamasındaki mesajların sızdırılmasıyla patlak veren skandal, bir tartışma fırtınası yaratırken Trump’ın ekibinin farklı bir kriz yönetimi tarzını da ortaya koydu. Bu olay Waltz'un Ulusal Güvenlik Danışmanlığı kariyerinin sonunun başlangıcı olsa da, bazı haberlere göre İran gibi diğer meseleler Waltz'un görevden alınması ve ABD'nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi olarak aday gösterilmesi kararının alınmasında kilit rol oynadı.

ascdfvgrth
Trump’ın ikinci dönemindeki yönetiminin ilk kurbanı Mike Waltz oldu (AFP)

Trump yönetimi, bu hamlenin Waltz için bir terfi olduğunu savunurken, aralarında The Cohen Group'un kıdemli danışmanı, eski Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Biden'ın Libya Büyükelçiliğine aday gösterdiği Jennifer Gavito'nun da bulunduğu bazı isimler, bu görüşe katılmıyor. Waltz'un çeşitli hükümet birimleri arasında dış politikayı koordine eden üst düzey bir pozisyondan Trump yönetiminin sürekli olarak küçümsemeye çalıştığı uluslararası bir kuruluş olan BM’de temsilcilik pozisyonuna getirildiğini belirten Gavito, buna karşın “Başkan, yönetiminde artık istemediği kişileri kovmaktan çekinmedi. Dolayısıyla Waltz'un başka bir pozisyona getirilmesi, yönetimin kendisine halen bir tür güven duyduğunu gösteriyor” ifadelerini kullandı.

Cumhuriyetçi Ulusal Komite'nin eski İletişim Direktörü ve Temsilciler Meclisi eski Cumhuriyetçi Çoğunluk Lideri'nin İletişim Direktör Yardımcısı Douglas Hay, Waltz'ın kovulmasının zamanlamasının şaşırtıcı olduğunu belirtti.

Hay, şunları söyledi:

Trump başkanlığının ilk 100 gününde ekibinde herhangi bir değişiklik yapmak istemedi çünkü medyaya ya da Demokratlara koz vermek istemiyordu. Bu yüzden 101’inci güne kadar bekledi ve ardından Mike Waltz'ı başka bir göreve getirdi.

Ancak Hay, Waltz'ın başına gelenlerin Signal'deki konuşmalara katılan ekibinin geri kalanı için bir uyarı niteliğinde olabileceğinin altını çizdi.

fgtrhy
Savunma Bakanı Pete Hegseth ve Waltz Fransa Cumhurbaşkanı'nın Beyaz Saray ziyareti sırasında, 24 Şubat 2025 (AFP)

ABD'nin eski Honduras Büyükelçisi, George W. Bush döneminde Ulusal Güvenlik Konseyi'nin eski yetkilisi ve Trump döneminde ABD'nin Afganistan'daki misyonunun eski direktörü olan Hugo Lawrence ise Waltz'ın görevden alınmasında politika görüşlerindeki farklılığın önemli bir rol oynadığını düşünüyor. Waltz'un İran konusunda şahin bir Cumhuriyetçi olarak bilindiğini ve Trump'ın diplomasiyi öne çıkardığı bir dönemde Tahran'a karşı askeri harekatla ilgili fikirler öne sürmeye çalıştığını belirten Lawrence, ayrıca Waltz'ın güvenilirliğini sarsan Signal skandalının MAGA hareketi içindeki siyasi rakiplerini ortaya çıkardığını da sözlerine ekledi. Lawrence, Waltz'ın ABD’nin BM Daimi Temsilcisi olarak aday gösterilip tamamen görevden alınmamasıyla ilgili olarak bunun Waltz'ın kendi eyaleti Florida'da sahip olduğu nüfuzdan kaynaklandığını öne sürdü.

Trump'ın buradaki tabanını kızdırmak istemediğini düşünen Lawrence, “Bu terfi sadece ismen oldu. Bu gerçek bir terfi değil, bir uzlaşma” ifadelerini kullandı.

Rubio ve dört görev

Waltz'un görevden alınmasıyla birlikte Dışişleri Bakanı Marco Rubio, aralarında ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) Yöneticiliği ve Ulusal Güvenlik Danışmanlığının da bulunduğu Dışişleri Bakanlığı’ndaki dört görevi geçici olarak devraldı. Birçok kişi, bu durumun Rubio'nun performansını etkileyeceğini söylüyor. Gavito, Henry Kissinger'ın uzun süre Dışişleri Bakanı ve Ulusal Güvenlik Danışmanı görevlerini yürüttüğünü belirtirken, Rubio'nun Waltz'un görevini geçici olarak devralmasının Trump'ın ‘Ulusal Güvenlik Konseyi'nin rolünü önemli ölçüde azaltmaya çalıştığının’ bir göstergesi olduğu yorumunda bulundu. Gavito, “Ulusal Güvenlik Konseyi'nin politika koordinasyon rolünün çöktüğünü görüyoruz” diye ekledi.

u7ı8o9
Rubio, Witkoff'un Beyaz Saray'daki yemin töreni sırasında, 6 Mayıs 2025 (Reuters)

Gavito’ya göre bu durum, Trump'ın dış politika yürütme tarzından ve birçok görev verdiği Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff da dahil olmak üzere ‘ABD dış politikasını onun vizyonu doğrultusunda uygulayan’ birkaç kişiye güvenme eğiliminden kaynaklanıyor.

zxsc
Witkoff ve Trump Beyaz Saray'da tokalaşırken, 6 Mayıs 2025 (AP)

Hay ise Rubio'nun ABD Senatosu'ndaki Cumhuriyetçilerin ve Demokratların güvenine sahip olduğunu hatırlatarak Trump yönetiminde oybirliğiyle onaylanan tek aday olduğunu ve bunun ‘ileriye dönük Trump yönetimi için çok önemli olduğunu’ belirtiyor. Witkoff ya da onaylanan diğer adaylar için durumun aynı olmadığını ifade eden Hay, “Rubio, Demokratların Senato desteğine ihtiyaç duyulan dış politika konularında ilerleme için gerekli güvenilirliğe sahipken diğerleri için bu güvenilirlik söz konusu değil” yorumunda bulundu.

Lawrence ise kesin ifadelerle şunları söyledi:

Bu yüzyılın diplomasisinde bir kişinin hem dışişleri bakanlığı hem de ulusal güvenlik danışmanlığı görevlerini üstlenmesi mümkün değil. Waltz'dan boşalan koltuk başka biri tarafından doldurulabilir.

Trump'ın dosyaları yönetme konusunda kendine has bir tarzı olduğunu kabul eden Lawrence, bunun bir ulusal güvenlik danışmanı olmayan eski Başkan Harry Truman'dan Henry Kissinger ile Beyaz Saray'dan işleri yürütmek isteyen Richard Nixon'a kadar diğer başkanlar için de geçerli olduğunu belirterek, “Trump'ın durumunda, başkanın kiminle rahat ettiğiyle ilgili benzersiz bir liderlik tarzı var. Anlaşmalar yapıyor ve bunun Ortadoğu’dan Ukrayna’ya kadar dış politika dosyalarını Witkoff'a teslim etmesine de yansımasını istiyor” dedi.

Witkoff ve birikmiş görevler

Öte yandan Witkoff'a özellikle Ortadoğu temsilciliğinin verilmesiyle ilgili uyaran Gavito, bu tür müzakerelerde yer alan bir kişinin bu karmaşık bölge hakkında daha derin bir bilgi birikimine sahip olması gerektiğini söyledi. Deneyim ve anlaşma yönetiminin önemli olduğunu, ancak hassas ayrıntıları gerçekten anlayan bir ekibe sahip olmanın da aynı önemde olduğunu vurgulayan Gavito, İran ile müzakereleri örnek vererek, ABD ekibinin aksine İran müzakere ekibinin ABD ile ilişkiler konusunda onlarca yıllık deneyime sahip olduğunu belirtti. Gavito, “Müzakere masasında ABD heyetinde gerçek uzmanlar olmadan, ABD'nin en iyi anlaşmayı elde edemeyeceği bir duruma düşeceğinden korkuyorum” diye ekledi.

vfdgthy
Witkoff Moskova'da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüştü, 25 Nisan 2025 (AP)

Gavito’nun yaklaşımına katılan ve İran ya da Ukrayna'da başarılı müzakerelerin dışişleri ve savunma bakanlıkları ile istihbarat teşkilatlarının koordinasyonunu gerektireceğini vurgulayan Lawrence, “Witkoff başarı şansı elde etmek istiyorsa, başta Dışişleri Bakanı olmak üzere tüm kurumlarla yakın iş birliği içinde çalışmalı” yorumunda bulundu.

ABD’de 2016 yılında yapılan seçimlerde Rubio ile Trump arasındaki oldukça gergin olan ilişkiyi ve dış politika konularındaki radikal farklı görüşlerini hatırlatan Lawrence, “Rubio, Trump ile ilişkilerini onarmak için çok zaman harcadı ve dış politika yönelimini ‘Önce Amerika’ gündemine daha yakın olacak şekilde kökten değiştirdi. Siyasi olarak çok hırslı ve gelecekte başkanlığa aday olmayı planladığı aşikar. Bu yüzden Başkan’ı memnun etmek için çaba gösterecektir” dedi.

xcsdvfgthy
Witkoff, Beyaz Saray'da Rubio karşısında yemin ederken, 6 Mayıs 2025 (AP)

Öte yandan başkanlık yarışı sırasında rakipler arasında gerginlik yaşanmasının son derece normal olduğunu düşünen Hay, Barack Obama ve Hillary Clinton, George H. Bush ve Ronald Reagan arasındaki sürtüşmeleri hatırlatarak Trump'ın Rubio ile yakın çalışmasının ‘şaşırtıcı olmadığını’ söyledi. Ancak özellikle Trump Küba'ya açılmaya karar verirse, Rubio ile Latin Amerika konularında anlaşmazlık yaşayabileceğini düşünen Hay, “Tüm kariyerini Küba'dan kaçmak ve komünizmle mücadele üzerine kuran Marco Rubio böyle bir durumda ne yapacak?” diye sordu.

Geleneksel Cumhuriyetçiler ve MAGA destekçileri arasındaki farklı ideolojiler nedeniyle Trump ve Rubio arasında zaman içinde başka sorunlar yaşanabileceğini düşünen Lawrence, “Trump'ın liderlik tarzının kaosa, sürprizlere ve herkesi diken üstünde tutmaya dayanıyor” şeklinde konuştu.

Lawrence, son olarak şunları söyledi:

Marco Rubio'nun önümüzdeki üç yıl boyunca görevde kalıp kalamayacağını göreceğiz. Çünkü Başkan Trump ile çalışmak kolay değil.