Alexander Dugin: İşte yeni dünya düzenine dair görüşüm ve Gazze savaşı

Çok kutuplu dünyada İsrail ve Ukrayna Batı hegemonyasının vekilleridir

İllüstrasyon: Barry Falls
İllüstrasyon: Barry Falls
TT

Alexander Dugin: İşte yeni dünya düzenine dair görüşüm ve Gazze savaşı

İllüstrasyon: Barry Falls
İllüstrasyon: Barry Falls

Aleksandr Dugin

Mevcut dünya düzeni bir geçiş sürecinde gibi görünüyor. Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasından sonra şu an yaşananlar, tek kutuplu bir dünyadan çok kutuplu bir dünyaya geçiş sürecidir.

Aslında Rusya, Çin, İslam dünyası, Hindistan ve potansiyel olarak Afrika ve Latin Amerika ülkelerini kapsayan kilit öneme sahip oyuncularla birlikte bu çok kutuplu dünyanın temelleri giderek daha da belirginleşiyor. Bazıları, BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) grubu içinde yer alan tüm bu oyuncular, bir araya gelen farklı medeniyetleri temsil ediyorlar. BRICS, özellikle İslam dünyasının önemli ülkelerinden Suudi Arabistan, İran ve Mısır’ın yanı sıra grup içindeki Afrika faktörünü güçlendiren Etiyopya ve Güney Amerika ülkelerinin varlığını daha da sağlamlaştıran Arjantin'in katılma talebinde bulunduğu 2023 Johannesburg zirvesinden sonra daha da büyüdü. Buradan baktığımızda çok kutuplu dünyanın her geçen gün konumunu güçlendirdiğini ve Batı hegemonyasının zayıfladığını görüyoruz.

ABD ve Batı ülkelerinin tek taraflılığı koruma adına verdiği ölümüne savaş

ABD ve Batı dünyası tek taraflılık adına ölümüne bir savaş veriyorlar. Dünya liderliğinin ön saflarında yer alan ABD, özellikle askeri, siyasi, ekonomik, kültürel ve ideolojik alanlarda hakimiyetini sürdürmeye kararlı. Devam eden bu tek kutupluluk arayışı, tek kutupluluk ile çok kutupluluk arasında yoğun bir mücadelenin yaşandığı günümüzde ortaya çıkan temel çelişkinin de kaynağı.

sdefrg
Soldan sağa doğru Brezilya Devlet Başkanı, Çin Devlet Başkanı, Güney Afrika Devlet Başkanı, Hindistan Başbakanı ve Rusya Dışişleri Bakanı 22 Ağustos 2023 tarihinde Johannesburg'da yapılan BRICS zirvesine katıldılar (EPA)

Burada küresel politikadaki temel çatışmalara ve eylemlere, özellikle de egemenliğini ve bağımsız bir kutup olarak varlığını yeniden ortaya koyan Rusya'yı zayıflatma çabalarına değinilmeden geçilmemeli. Böylece Ukrayna'da devam eden çatışma da açıklanabilir. Batı dünyası, (Ukrayna Devlet Başkanı) Volodimir Zelenskiy rejimini sadece Rusya'nın bağımsız bir oyuncu olarak küresel arenaya dönmesini engellemek amacıyla destekliyor. Rusya Devlet Başkan Vladimir Putin'in iktidara gelmesinden bu yana ülkesinin bağımsız bir oyuncu olarak küresel arenaya dönme politikasını sürdürüyor. Putin, bir yandan Rusya Federasyonu'nun siyasi egemenliğini güçlenmeye başlarken, diğer yandan Rusya'nın sadece Batı dünyasının hegemonyasına karşı değil, aynı zamanda onun değer sistemine de karşı çıkan bağımsız bir medeniyet olduğunu giderek daha fazla vurgulamıştır.

Rusya, geleneksel değerlere olan inancını ve bağlılığını açıkça ortaya koyarken Batı liberalizmini, Rusya'nın anormallik ve sapıklık olarak gördüğü LGBT gündemini ve Batı ideolojisinin diğer standartlarını kesin bir şekilde reddetti.

Putin yönetimindeki Rusya, Sovyetler Birliği döneminde olduğu gibi iki kutuptan biri olamayacağını da çok iyi biliyor.

Öte yandan Batı, 2014 Ukrayna devrimini (Onur Devrimi) destekledi ve Ukrayna'yı mümkün olduğunca silahlandırdı. Bunu yaparken de Ukrayna’da neo-Nazi ideolojisinin yayılmasına yardımcı oldu. Rusya'yı, eğer Putin başlatmasaydı Kiev tarafından başlatılacak olan özel askeri operasyonu başlatmaya itti. Böylece tek kutupluluğa karşı verilen şiddetli çok kutuplu savaşın ilk cephesi Ukrayna'da açıldı.

Putin yönetimindeki Rusya, Sovyetler Birliği döneminde olduğu gibi iki kutuptan biri olamayacağını da çok iyi biliyor. Çin, İslam dünyası, Hindistan, Afrika ve Latin Amerika gibi yeni medeniyetler yükselişte. Rusya da onları gerçek ve adil bir çok kutupluluk çerçevesinde potansiyel müttefikleri ve ortakları olarak görüyor. Dünyanın geri kalanı bunu henüz kabul etmemiş olsa da çok kutupluluk bilincinin giderek büyüyüp güçlendiğine tanık oluyoruz. Bu durum, bu kez Pasifik bölgesinde olmak üzere neredeyse tek kutupluluk ile çok kutupluluk mücadelesinin bir sonraki hattı haline gelen Tayvan meselesi için de geçerli. Çok kutupluluk kavramına ilişkin giderek güçlenen bir farkındalık söz konusu.

Hamas saldırısı ve soykırım sonrası farklı bir cephe açıldı

İsrail ve Gazze Şeridi'nde yaşananlar da bu konuyla doğrudan alakalı, orada iki felaket yaşandı. Bunların ilki, Hamas'ın İsrail'e yönelik, çok sayıda sivilin ölümüyle ve rehin alınmasıyla sonuçlanan saldırısıydı. İkincisi de İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik misilleme saldırılarıydı. Bu saldırılar, zulüm ve başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere sivil kayıpların sayısı açısından katlanarak arttı. Her ikisi de açıkça insan hakları ihlali ve insanlığa karşı işlenmiş suçtur. Hiçbir haklı gerekçeleri de yoktur.

asxdfer
İsrail'in Cibaliye Mülteci Kampı’na yönelik bombardımanında yıkılan binaların enkazı arasında hayatta kalanları arayan Filistinliler (AP)

Ancak diğer taraftan İsrail'in (Babil hukukunun başlangıcında geliştirilen ve verilen cezanın, göze göz dişe diş gibi, suçlunun zarar gören tarafça aynı ölçüde cezalandırılmasını öngören) ‘lex talionis’ ilkesini uygulaması, bir toplama kampında acımasız şartlar altında yaşamaya zorlanan Gazze Şeridi sakinlerine yönelik gerçek bir soykırıma neden oldu. Hamas bir terör eylemi gerçekleştirdi ve İsrail bu eyleme soykırım yaparak karşılık verdi. Böylece her iki taraf da siyasi anlaşmazlıkları çözmek için hukukun ve kabul edilebilir insani yöntemlerin dışına çıktı. Bundan sonra jeopolitik görünüm devreye giriyor. İsrail'in suçunun boyutu çok daha büyük olsa da Gazze Şeridi'nde olup bitenler sadece bu kriterle değerlendirilemez. Çünkü altta yatan bazı jeopolitik eğilimlerle de bağlantısı var.

Filistin meselesi bugün Sünnileri, Şiileri, Türkleri ve İranlıları bir araya getiren birleştirici bir güç olarak hizmet ederken, İslam dünyasının birliği inkar edilemez.

Ancak Hamas’ın İsrail’e saldırısı ve İsrail'in Filistinlilere misilleme olarak uyguladığı soykırım farklı bir cephe açtı. Batı, Gazze Şeridi'nde sivil halka karşı açıkça işlenen suçlara rağmen bu kez (tıpkı Ukrayna'da olduğu gibi) İsrail'e koşulsuz ve tek taraflı önyargıyla destek vererek, tüm İslam dünyasıyla karşı karşıya geldi.

Burada İslam dünyası, İsrail'in Gazze Şeridi'nde ve Filistin’in diğer bölgelerinde, Yahudi mahallelerinden sürülen, kendi topraklarındaki yoksul ve izole bölgelerde yaşayan Filistin halkına karşı haksız uygulamaları ve adaletsizlikleri karşısında bir başka kutup olarak ortaya çıkıyor.

Şarku’l Avsat’ın Majalla’dan aktardığı analize göre  Filistin meselesi Sünniler, Şiiler, Türkler ve İranlıları bir araya getiren birleştirici bir güç olarak hizmet ederken İslam dünyasının birliği artık inkar edilemez. Bu mesele aynı zamanda Yemen, Suriye, Irak ve Libya'daki iç çatışmaların taraflarının yanı sıra Pakistan'ı, Endonezya'yı, Malezya'yı ve Bangladeş'i de doğrudan ilgilendiriyor.

Aynı şekilde ABD’de, Avrupa’da, Rusya’da, Afrika'da yaşayan Müslümanlar da buna karşı kayıtsız kalamazlar. Elbette günümüzün Gazze, Batı Şeria ve Ürdün Nehri bölgesindeki Filistinlileri, siyasi anlaşmazlıklara rağmen onurlarını savunma mücadelesinde birleşiyorlar.

Filistin meselesi ve ABD

ABD son yıllarda Müslüman ülkeleri İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye teşvik etmek amacıyla Filistin meselesi etrafında toplanmalarını engellemeyi başardı. Fakat tüm bu çaba son haftalarda yaşananlarla boşa gitti. ABD’nin İsrail'i Gazze Şeridi'nde tüm dünyanın gözü önünde işlediği suçlardan ve ihlallerden sonra bile desteklemeyi sürdürmesi, İslam dünyasını içinde yaşadığı tüm ihtilafları bir kenara bırakıp Batı ile doğrudan çatışmaya girmeye itiyor.Alexander

sdfrg
Alexander Dugin 

İsrail, Ukrayna gibi, kibirli ve zalim Batı hegemonyasının vekilinden başka bir şey değildir. Suç işlemekten ya da ırkçı söylemlerde ve eylemlerde bulunmaktan çekinmez. Fakat sorun ne, İsrail değil. Çünkü o sadece tek kutuplu dünyada jeopolitik bir araç olarak rolünü oynuyor. Bu durum, Başkan Vladimir Putin'in kısa bir süre önce ‘böl ve yönet’ ilkesine dayalı sömürgeci stratejiler uygulayan küreselciler için kullandığı ‘düşmanlık ve çatışma ağı ören örümcekler’ metaforuyla atıfta bulunduğu şey de tam olarak buydu. Eğer tek kutuplu dünyayı ve Batı hegemonyasını korumak için çaresizce ve acı içinde çabalayanların stratejisinin özünü anlayabilirsek, işte o zaman buna karşı koyabilmek için bilinçli olarak alternatif model oluşturabilir ve çok kutuplu bir dünya inşa etme yolunda güvenle ve ortak hareket edebiliriz.

Gazze Şeridi’nde ve bir bütün olarak işgal altındaki Filistin topraklarında devam eden savaş, belirli bir halka ya da sadece tüm Araplara karşı değil, doğrudan tüm İslam dünyasına ve genel olarak İslam medeniyetinin kendisine yönelik doğrudan meydan okumadır. Aslında Batı, bizzat İslam'la savaşa girmiştir. Suudi Arabistan'dan Türkiye'ye, İran'dan Pakistan'a, Tunus'tan Bahreyn'e, Selefilerden Sünnilere ve Sufilere kadar herkes de bu gerçeğin farkına vardı. Filistin'deki, Suriye'deki, Libya'daki, Lübnan'daki, Şii ve Sünni siyasi muhalifler artık onurlarını savunmalı ve İslam medeniyetine karşı bu şekilde davranılmasına izin vermeyerek egemen ve bağımsız bir medeniyet olduğunu göstermeli. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Haçlı Seferlerini hatırlatarak Batı'yı cihatla tehdit etti. Ancak bu tamamen başarısız bir kıyaslama ve meselenin özünü tam anlamıyla yansıtmıyor. Modern Batı, Hıristiyanlıkla olan birçok bağını materyalizm, ateizm ve bireycilikten lehine kopararak ve Hıristiyan medeniyetinden önemli ölçüde uzaklaşarak küreselleşmiştir.

Rusya bir kutup olarak Ukrayna topraklarında Batı’ya karşı etkili bir mücadele verirken, Batı propagandasının etkisi altındaki birçok İslam ülkesi bu savaşın nedenlerini, hedeflerini ve hatta mahiyetini tam olarak anlayamadı.

Hıristiyanlığın maddi bilimlerle ya da temelde kâr amacı güden sosyo-ekonomik sistemle herhangi bir bağlantısı yoktur. Sapkınlığın yasallaştırılması ve patolojinin norm olarak benimsenmesini ya da İsrailli post-hümanist filozof ve yazar Yuval Harari'nin heyecanla kaleme aldığı insanlık sonrası varoluşa geçişe hazırlanma eğilimini kesinlikle onaylamaz. Bugün Batı modern haliyle, Hıristiyanlığın değerleriyle ya da Hıristiyan haçının kucaklanmasıyla hiçbir bağlantısı olmayan, Hıristiyanlık karşıtı bir tezahürdür. İsrail de Yahudi, laik, Batılı bir devlettir. Batılı bir ülke olması bir yana, Hıristiyanlıkla da ortak hiçbir yanı yoktur. Dolayısıyla İslam dünyası ile Batı dünyası karşı karşıya geldiğinde İslam dünyasının İsa’ya inanan bir medeniyetle değil, İsa karşıtı bir medeniyetle, deccal medeniyetiyle çatışma halinde olduğunu anlıyoruz.

Burada son zamanlarda Suudi Arabistan'da, Mısır'da, Türkiye'de, Pakistan'da, Endonezya'da ve diğer İslam ülkelerinde jeopolitik farkındalığın hızlı bir büyümeye tanık olduğu belirtilmeli. Suudi Arabistan ile İran yakınlaşması ve Türkiye'nin egemenlik politikası da buradan kaynaklanıyor. İslam dünyası kendisinin bir kutup ve birleşik bir medeniyet olarak ne kadar çok farkına varırsa, Rusya'nın davranışı da o kadar net ve anlaşılır hale geliyor. Putin’in halihazırda dünyada, özellikle Batılı olmayan ülkelerde büyük popülariteye sahip, ünlü bir lider olması stratejisinin kesin bir anlam ve net bir gerekçe kazanmasını sağlıyor. Gerçekten de tüm gücüyle tek kutupluluğa, yani küreselleşmeye ve Batı’ya karşı mücadele ediyor. Bugün Batı'nın vekili İsrail ile birlikte İslam dünyasına saldırdığını, Filistinli Araplara soykırım uyguladığını görüyoruz.

Savaş artık bir topyekun savaş gibi geniş çaplı görünüyor. Her şeyden önce İslam dünyasının Rusya ve Tayvan sorununu yakında çözecek olan Çin gibi konu odaklı müttefikleri var ve büyük ihtimalle diğer cepheler de yavaş yavaş açılacak.

Batılı güçler hegemonyalarından kendi istekleriyle vazgeçmeye niyetli olmadıkları gibi, yeni kutuplar, yükselen bağımsız medeniyetler ve geniş bölgeler de artık bu hegemonyayı kabul etmek ve buna tahammül etmek istemiyorlar.

Burada şu soru beliriyor: Bu durum Üçüncü Dünya Savaşı'nın patlak vermesine neden olabilir mi? Cevap: Büyük olasılıkla evet. Bir başka deyişle Üçüncü Dünya Savaşı zaten başlamak üzere.

Bir savaşın dünya savaşına dönüşmesi için öncelikle askeri seçenekten başka hiçbir şekilde çözülemeyecek kritik miktarlarda birikmiş anlaşmazlıkların ortaya çıkması gerekir. Bu şart şu an yerine getirilmiş durumda. Batılı güçler hegemonyalarından kendi isteğiyle vazgeçmeye niyetli olmadıkları gibi, yeni kutuplar, ortaya çıkan bağımsız medeniyetler ve geniş bölgeler de artık bu hegemonyayı kabul etmek ve buna tahammül etmek istemiyorlar.  Dahası, ABD’nin ve daha geniş anlamda Batı'nın, yeni ve tekrar eden savaşları ve çatışmaları kışkırtan ve körükleyen politikalardan vazgeçmeden insanlığın lideri olamayacağı ispatlanmıştır ve kaçınılmaz olan savaş kazanılmalıdır.

zsacdfr
Trump’ın İslam dünyası ile Batı dünyası arasında artan çatışmalardaki rolü ne? (AFP)

Peki, (eski ABD Başkanı) Donald Trump İslam dünyası ile Batı dünyası arasında artan bu çatışmalarda nasıl bir rol oynuyor? Başkan Joe Biden katıksız bir küreselci ve Rus karşıtı. Tek kutupluluğu sonuna kadar destekliyor. Kiev'deki neo-Nazi rejimine büyük ve aralıksız bir destek vermesinin ve doğrudan soykırım suçu da dahil olmak üzere İsrail'in eylemlerini tamamen aklamasının nedeni de tam olarak bu. Ancak Trump, farklı ve net bir tutuma sahip. Klasik milliyetçi bakış açısına sahip olan Trump, ABD'nin bir ulus olarak çıkarlarını, küresel hakimiyet konusunda alelacele ortaya konulan planların önünde tutuyor. Trump, Rusya-ABD ilişkileri konusuna karşı ise kayıtsız. Çünkü onun asıl endişesi Çin ile olan ticaret ve ekonomik rekabet. Ancak Trump’ın ABD'deki Siyonist lobinin etkisi altında olduğuna da şüphe yok.

Bu yüzden Batı dünyası ile İslam dünyası arasında yaklaşan savaş karşısında yalnızca Batı değil, aynı zamanda genel olarak Cumhuriyetçiler de kayıtsız kalmamalı.

Eğer Trump yeniden başkanlık koltuğuna oturursa, Rusya için çok önemli bir endişe kaynağı olan Ukrayna'ya yönelik desteğin azalması söz konusu olabilir. Bunun yanında Müslümanlara ve özellikle de Filistinlilere karşı daha da katı bir politika izleyebilir ve Biden'ın politikalarındaki şiddetin dozunu artırabilir. Bundan dolayı gerçekçi olmalı ve zor, ciddi ve uzun vadeli bir savaşa hazırlanmalıyız.

Bunun dinler arası değil, ateizm, materyalizm ve deccalın tüm geleneksel dinlere karşı başlattığı bir savaş olduğunu anlamak önemli. Belki de son savaşın başlamasının zamanı gelmiştir.

Peki, bu çatışma bir nükleer savaşı körükler mi? Özellikle taktik nükleer silahların kullanılma eğiliminden dolayı bu mesele göz ardı edilemez. Stratejik nükleer silahlara sahip olan ülkelerin (Rusya ve NATO ülkeleri) bunları kullanmaları pek olası görünmüyor. Kelimenin tam anlamıyla nükleer silahların kullanılması tüm insanlığın yok olması demektir. Ancak İsrail, Pakistan ve muhtemelen İran'ın nükleer silahlara sahip olması nedeniyle bunların yurt içinde kullanılması ihtimali yok gibi.

Müslümanlar ortak ve hırslı bir düşman karşısında birleşebilirlerse tam bir İslam kutbu ortaya çıkar.

Peki, yaklaşan bu savaş sırasında nasıl bir dünya düzeni olacak? Bu soruya verilebilecek hazır bir cevap yok. Sadece uyumlu, güçlü, istikrarlı ve tek kutuplu bir dünya düzeninin yaratılması ihtimal dışı. Küreselcilerin bu kadar güçlü bir şekilde tutunduğu dünya düzeni de bu. Dünya hiçbir koşulda ya da durumda tek kutuplu olmayacak. Ya çok kutuplu olacak ya da hiçbir kutup olmayacak. Batılı güçler hakimiyetlerini sürdürmekte ne kadar ısrar ederlerse, savaş da o kadar şiddetli olur ve Üçüncü Dünya Savaşı'nın önü açılır.

Sadece Çok kutuplu bir dünya düzeni olmayacak. Şu an İslam dünyasında da önemli bir yeniden gruplaşma yaşanıyor. Müslümanlar ortak ve hırslı bir düşman karşısında birleşebilirlerse İslami bir güç kutbunun yükselişi mümkün olabilir. İslam medeniyetinin tüm ana hatlarının (Araplar, Sünniler, Şiiler, Sufiler, Selefiler, Hint-Avrupalı ​​Kürtler ve Türkler) yolları Irak'ta kesiştiği için tarihte bilimlerin, dini eğitimin, felsefenin ve ruhani hareketlerin geliştiği bir merkez olan Bağdat'ın eski haline dönmesi ve Irak'ın merkezi rolünü yeniden üstlenmesi, ideal bir çözüm sunabilir. Ancak bunun için elbette öncelikle Irak'ın ABD’nin ülkedeki varlığından kurtarılması gerekiyor.

zaxsdwe
Alexander Dugin'in ofisinden bir kare

Her güç kutbunun mücadele ederek beka hakkını kanıtlaması gerekiyor gibi görünüyor. Rusya, Ukrayna'daki zaferinden sonra tam egemen bir güç haline gelecek. Aynı şekilde Çin de Tayvan sorununu çözdükten sonra önemli bir kutup olarak kendini kabul ettirmiş olacak. İslam dünyası da Filistin meselesine adil bir çözüm bulunmasında ısrar ediyor.

Gelişmeler sadece bunlarla sınırlı olmayacak. Sıra, yeni sömürgeci güçlerle gün geçtikçe daha fazla karşı karşıya kalan Hindistan, Afrika ve Latin Amerika'ya da gelecek. En nihayetinde ise çok kutuplu dünyadaki tüm güç kutupları kendilerine özgü zorlukları ve sınavları aşmak zorunda kalacak.

Tüm bunlardan sonra kısmen Batı Avrupa, Çin, Hint, Rus, Osmanlı, Pers imparatorluklarının yanı sıra, Avrupalıların daha sonra barbarlık ve vahşilikle eş tuttuğu kendine özgü siyasi ve sosyal sistemlere sahip olan Güney Asya, Afrika ve Latin Amerika'daki ve Okyanusya'daki güçlü bağımsız devletlerin bir arada var olduğu Kristof Kolomb öncesi dünya düzenine döneceğiz. Dolayısıyla çok kutupluluk mümkün. Modern çağda Batılı güçlerin küresel emperyalist politikalarının başlamasından önce çok kutupluluk vardı. Her ne kadar bu, dünyada barışın hemen tesis edileceği anlamına gelmese de böylesine çok kutuplu bir dünya düzeninin, doğası gereği daha adil ve dengeli olacağı şüphesiz.

Tüm çatışmaların, insanlığın güvende olacağı ve gerek Hitler Almanyası’nda gerek günümüz İsrail'inde gerekse küreselleşmiş Batı'nın saldırgan hegemonyasında olduğu gibi ırkçı adaletsizliklerden korunacağı, adil ve ortak bir tutum temelinde çözüleceği kesin.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Tayvan, Trump - Şi görüşmesinden endişeli: Çıkarlarımız tehlikede

Çin, geçen yıl mayıs ve ekimde, Tayvan'ın etrafında kapsamlı askeri tatbikatlar düzenlemişti (AFP)
Çin, geçen yıl mayıs ve ekimde, Tayvan'ın etrafında kapsamlı askeri tatbikatlar düzenlemişti (AFP)
TT

Tayvan, Trump - Şi görüşmesinden endişeli: Çıkarlarımız tehlikede

Çin, geçen yıl mayıs ve ekimde, Tayvan'ın etrafında kapsamlı askeri tatbikatlar düzenlemişti (AFP)
Çin, geçen yıl mayıs ve ekimde, Tayvan'ın etrafında kapsamlı askeri tatbikatlar düzenlemişti (AFP)

Tayvan, Çin lideri Şi Cinping'le görüşecek ABD Başkanı Donald Trump'ın desteğini kaybetmemek için onun muhafazakar tabanına erişmek istiyor.

ABD ve Tayvan arasında resmi diplomatik bağlar olmadığından Taipei yönetimi, Beyaz Saray'ın desteğini sürdürebilmek için Amerika'yı Yeniden Harika Yap (Make America Great Again/MAGA) hareketine ulaşmaya çalışıyor.

Tayvan, gelecek hafta Güney Kore'de bir araya gelecek Trump ve Şi'nin görüşmesini yakından takip edecek.

Reuters'ın aktardığına göre Taipei yönetimi, Trump'ın Çin'le ticaret anlaşması karşılığında "Tayvan'ın çıkarlarını satmasından" endişeleniyor.

Kimliklerinin paylaşılmaması şartıyla konuşan Tayvanlı yetkililer, ülkenin Çin'e karşı kendisini savunmaya kararlı olduğunu ve bu mesajı MAGA destekçileri arasında yaymak istediklerini söylüyor.

Kaynaklardan biri, "Trump'ı öylece arayamayız, bu yüzden onunla konuşmak için başka yollar bulmak zorunda kaldık" diyor.

Tayvan lideri Lai Ching-te, ABD'li muhafazakar yorumculardan Buck Sexton'a bu ay söyleşi vermişti. Lai, 7 Ekim'de yayımlanan röportajda Trump'ın Çin'in Tayvan'ı işgal planlarından vazgeçirmesi halinde onu Nobel Barış Ödülü'ne aday göstereceğini söylemişti. Sexton da ABD'lileri Tayvan seyahatine teşvik eden ayrı bir program yapmıştı.

Trump'ın kabinesinden ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Tayvan'ın bağımsızlığını destekleyenlerden. Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, ABD'nin Tayvan'la güvenlik, teknoloji ve üretim alanlarında derin bir ortaklığa sahip olduğu belirtildi. Ayrıca iki ülkenin "yakın ve sürekli temas halinde olduğu" ifade edildi.

Pekin, "tek Çin" politikası kapsamında Tayvan'ı kendi toprağı olarak görüyor. Son yıllarda askeri baskıyı artıran Çin, adanın anakarayla yeniden birleşmesi için gerekirse güç kullanabileceğini vurguluyor.

Taipei yönetimiyse Çin tehdidine karşı ABD'nin askeri ve siyasi desteğine güveniyor. ABD'de 1979'da yürürlüğe konan Tayvan İlişkileri Yasası kapsamında Washington, olası bir Çin saldırısına karşı Tayvan'a kendini koruyacak askeri teçhizatı sağlamak zorunda. 

Ancak Trump, Tayvan'ın kendilerine ödeme yapması gerektiğini savunarak Taipei yönetiminde soru işaretleri yaratmıştı.

Independent Türkçe, Reuters, Taiwan Today


Ortadoğu’daki ateş Afrika Boynuzu’nu da yakar mı?

Mevcut yansımaların, Afrika Boynuzu ve Ortadoğu’daki ülkelerin ve halkların istikrarı, ekonomisi ve geleceği açısından geniş kapsamlı sonuçlar doğurması bekleniyor (AFP)
Mevcut yansımaların, Afrika Boynuzu ve Ortadoğu’daki ülkelerin ve halkların istikrarı, ekonomisi ve geleceği açısından geniş kapsamlı sonuçlar doğurması bekleniyor (AFP)
TT

Ortadoğu’daki ateş Afrika Boynuzu’nu da yakar mı?

Mevcut yansımaların, Afrika Boynuzu ve Ortadoğu’daki ülkelerin ve halkların istikrarı, ekonomisi ve geleceği açısından geniş kapsamlı sonuçlar doğurması bekleniyor (AFP)
Mevcut yansımaların, Afrika Boynuzu ve Ortadoğu’daki ülkelerin ve halkların istikrarı, ekonomisi ve geleceği açısından geniş kapsamlı sonuçlar doğurması bekleniyor (AFP)

Haşim Ali Hamid Muhammed

Dünyanın dikkati Kızıldeniz ve buradaki gelişmelere, ayrıca Büyük Etiyopya Rönesans Barajı'nın tamamlanmasının ardından Mısır ve Etiyopya arasında Nil Nehri suları konusunda yaşanan rekabete ve bölgedeki ülkeler arasında uluslararası yarış ve bölgesel sürtüşmeye yönelirken, Ortadoğu ve Afrika Boynuzu için yeni bir aşamaya işaret eden birçok değişken bulunuyor. Afrika Boynuzu, Ortadoğu ile gelecekteki çatışmaların yükünü paylaşacak mı? İki bölgedeki olayların gidişatına ne gibi beklentiler var?

Jeopolitik ve ekonomik önemi ile Ortadoğu, gerek Gazze, Filistin, Lübnan, Suriye, Yemen ve Sudan'daki olaylar gerekse özellikle Mısır ve Etiyopya arasındaki su anlaşmazlığı bağlamında Afrika Boynuzu’ndaki değişiklikler olsun devam eden uluslararası çatışmaların etkisiyle değişmeye zorlanıyor. Tüm bunların yanında dikkatler, bazı bölge ülkelerinin, rakip güçlerin çıkarlarına hizmet edecek şekilde durumu şekillendirmeyi amaçlayan uluslararası ve bölgesel desteklerle yeni bir gerçeklik dayatmaya çalıştığı Kızıldeniz bölgesine ve burada yaşanan karmaşık jeopolitik rekabete çevrilmiş durumda.

Kanıtlar, Ortadoğu ile Afrika Boynuzu’nu birbirine bağlayan stratejik bir arter olarak kabul edilen ve bazılarına göre bölgenin jeopolitiğinin anahtarı olan Kızıldeniz'deki gelişmelerin, bu bölgenin artık sadece bir ticaret yolu olmaktan çıkıp askeri ve stratejik etki alanı haline geldiğini ortaya koyuyor.

Filistin ve Lübnan'da yaşananlar, Suriye'de tanık olunanlar, Libya ve Sudan'daki çatışmalar ve Nil Nehri suları üzerindeki anlaşmazlık, strateji analistlerinin Ortadoğu ve Afrika Boynuzu’nun haritasını yeniden çizeceğini ve her iki bölgedeki devletlerin ve halkların istikrarı, ekonomisi ve geleceği üzerinde derin etkileri olacağını öngördükleri değişikliklerin birer işaretidir.

Ortadoğu ve Afrika Boynuzu

Ortadoğu, bazıları Batı Asya'da, bazıları ise Kuzeydoğu Afrika'da bulunan 17 ülkeden oluşuyor. Asya kısmı Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Kuveyt, Umman, Yemen ve Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin'in yanı sıra İran, Türkiye ve İsrail gibi Arap olmayan bölgesel güçleri kapsıyor. Mısır ve Sudan, Kuzeydoğu Afrika ülkeleri arasında yer alıyor. Bölgenin stratejik coğrafi konumu, Doğu Akdeniz'den Arap Körfezi'ne uzanan genişliği ve Asya, Afrika ve Avrupa olmak üzere üç kıtayı birbirine bağlaması nedeniyle önemli olarak kabul ediliyor. Süveyş Kanalı, Hürmüz Boğazı ve Babu’l-Mendeb Boğazı gibi en önemli uluslararası deniz koridorlarını ve başta petrol ve doğalgaz olmak üzere doğal kaynakları barındıran bu bölge, kültürel, dini ve tarihi boyutlarıyla da uluslararası çatışmaların ve ittifakların merkezi haline geldi.

zx
Kızıldeniz artık sadece bir ticaret koridoru değil, aynı zamanda askeri ve stratejik nüfuz alanına dönüştü (AFP)

Afrika Boynuzu, Kızıldeniz ve Aden Körfezi'nden batıya doğru boynuz şeklinde uzanan bir kara parçasıdır. Somali, Cibuti, Eritre ve Etiyopya olmak üzere dört ana ülkeden oluşur. Bölge, siyasi ve ekonomik olarak Kenya, Sudan, Güney Sudan ve Uganda'yı da kapsayacak şekilde genişlerken, Afrika Boynuzu, dar veya geniş tanımla, Arap Yarımadası ve Arap Körfezi'ndeki petrol kuyularının aksine, Aden Körfezi ve Babu’l-Mendeb Boğazı’na bakan stratejik bir bölge olarak kabul edilir.

İngiliz asıllı ABD’li Yahudi tarihçi Bernard Lewis, modern tarihin sonu hakkındaki öngörülerinde şöyle diyor:

“Tarihçiler arasında, Ortadoğu tarihinin 18’inci yüzyılın sonu ve 19’uncu yüzyılın başında, Fransa’nın General Napolyon Bonapart liderliğindeki seferinin sonucu olarak Mısır'ı işgal etmesiyle başladığı genel olarak kabul görür. Bu olay, Batı'nın İslam dinin kalbine yaptığı ilk seferdi. Batı'nın İslam dünyasına yönelik bu ilk istilası, iki gerçeği ortaya koydu. Bunlardan birincisi, Bonaparte'ınki gibi küçük bir seferberlikle bir Arap ülkesini fazla zorluk çekmeden işgal edip ele geçirebilmek, ikincisi ise ikinci bir Batı seferberliğinin ilk işgalciyi ülkeden çıkarabilmesidir.”

Lewis, sözlerini şöyle sürdürüyor:

“21’inci yüzyıl tarihçileri, bölgenin tarihsel dönemlerinin tarihleri konusunda fikir ayrılığına düşebilirler, ancak Bonaparte ve Nelson ile başlayan Ortadoğu tarihinin, Bush ve Gorbaçov ile sona erdiği konusunda hemfikir olacaklarına şüphe yok. Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgal etmesiyle başlayan 1990-1991 krizinde, hiçbir uluslararası güç bu tür durumlarda geleneksel olarak kendilerinden beklenen rolü oynamadı. Bu koşullar altında Ortadoğu'nun gerçek sorumluluğun ve önemli kararların başka, uzak yerlerdeki insanlar tarafından alınacağını varsaymaya devam etmesi doğal. Bu inancın, İsrail, Yahudiler, ABD ve genel anlamda Batı gibi düşman olarak görülenlere karşı komplo teorilerine yol açması da normal. Hiçbir teori, inanılmayacak veya kabul edilemeyecek kadar mantıksız veya uçuk olmaz.”

Politikacılar, yetkililer ve analistler arasında bile, belirli politikaların arkasında her zaman yabancı bir ülkenin olduğu yönünde benzer bir inanç olduğunu ve bazılarının, yalnızca yabancı bir gücün kararlar alıp uygulayabileceğine inanarak dış güçlerin müdahalesini talep edecek kadar ileri gittiğini belirten Lewis’e göre bunun en çarpıcı örneği, Amerikan sömürgeciliği suçlamalarının yöneltildiği bir dönemde, Arap-İsrail çatışmasına ABD'nin müdahalesi etmesi için art arda yapılan çağrılardı. Bu düşünce biçiminin uzun bir süre daha devam etmesi bekleniyor.

Jeo-medeniyet boyutu

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Akademisyen ve uluslararası ilişkiler uzmanı Muhammed Hasib er-Rasul, Ortadoğu ve Afrika Boynuzu bölgeleriyle ilgili değerlendirmesinde şunları söyledi:

“Afrika Boynuzu, coğrafi olarak Ortadoğu'ya komşu olmakla kalmayıp, sosyo-kültürel boyutuyla da Ortadoğu'nun ötesine uzanıyor. Tarihsel olarak ve çıkarlar açısından, Kızıldeniz havzasının bir parçası olan Afrika Boynuzu’nun Ortadoğu'da gelecekte yaşanabilecek çatışmalardan etkilenmesi mümkün. Önümüzdeki dönemde zorlukların yaşanabileceğine işaret eden birçok gösterge var. Bunlar arasında Etiyopya'nın limanlara erişme çabalarıyla gerilimin tırmanması, Arap-İsrail çatışmasıyla ilgili denizcilik endişeleri ve seyrüsefer güvenliği ve İsrail'in özellikle de Aksa Tufanı Operasyonu’ndan sonra Yemen'deki Husilere yönelik askeri operasyonlarının yanı sıra bölgedeki üsler, limanlar ve doğrudan çıkarlar konusunda bölgesel ve uluslararası güçler arasındaki rekabet yer alıyor. Cibuti'de 2017 yılından bu yana ABD, Fransa ve diğer ülkelerin askeri üslerinin yanı sıra Çin’e ait bir askeri üs bulunuyor. Bu durum rekabeti kızıştırırken Afrika Boynuzu'nun Washington, Pekin, Rusya ve bölge ülkeleri arasında stratejik çıkarların arenası haline gelmesine yol açabilir.”

Rasul, değerlendirmesini şöyle sürdürdü:

“Nil Nehri suları üzerindeki anlaşmazlık, Büyük Etiyopya Rönesans Barajı ve bunun bölgesel ve uluslararası yansımaları ile Ortadoğu'daki krizler, karmaşık uluslararası ve ekonomik boyutlarla bağlantılı. Bir çatışmanın patlak vermesi halinde bölge ve bazı büyük ülkeler için ortaya çıkabilecek olası sonuçlar arasında Kızıldeniz'deki küresel tedarik zincirlerinin kesintiye uğraması ve nakliye ve sigorta maliyetlerinin artması yer alıyor. Koridor ülkelerinin (Cibuti, Sudan ve Eritre) ekonomileri, artan jeopolitik faaliyetler ve bölge ülkelerinin bazı ülkelerin iç işlerine etkisi ve bölgedeki askeri üslerin yaygınlaşması nedeniyle güvenlik gibi alanlarda da etkileneceği kesin. Nil Nehri havzası ülkeleri arasında Nil bölgesi ve su rekabeti konusunda birbirlerine karşı sergilemeye başladıkları tutumların siyasi bir boyutu da var. Bu durum gelecekte derin diplomatik krizlere dönüşerek askeri faaliyetlere ve eylemlere yol açabilir.”

cdfgt
ABD’nin Cibuti'deki Lemonnier Askeri Üssü, 10 Kasım 2022 (AFP)

Öte yandan Afrika meseleleri araştırmacısı Ammar el-Arki, bir makalesinde şunları yazdı:

“Afrika Boynuzu şu anda, dünyanın en hassas bölgelerinden birinde uluslararası ve bölgesel nüfuz haritasını yeniden çizen olağanüstü bir stratejik dönüşüm geçiriyor. Bölgedeki hızlı gelişmeler, özellikle Kızıldeniz ve geçiş koridorları, su sorunu, Büyük Etiyopya Rönesans Barajı ve Mısır ile Etiyopya arasındaki gerilimler nedeniyle bölgenin hızla Ortadoğu çatışmalarının yeni cephesi haline geldiğini ortaya koyuyor. Afrika Boynuzu’ndaki durum, hayati çıkarların ve nüfuz alanlarının birbiriyle çatışması ve bölgedeki uluslararası ve bölgesel varlıkların artması, nüfuz alanlarının yeniden dağıtılması için kıyasıya bir yarış olduğunu yansıttığından, Ortadoğu'nun dinamiklerinden ayrı düşünülemez. ABD, Çin ve Rusya birbiriyle rekabet eden nüfuz elde etme projeleri yürütürken, bölgesel güçler de bölgesel güvenlik denkleminde kilit bir eksen haline gelen bu bölgedeki varlıklarını pekiştirmeye çalışıyor.”

Kızıldeniz'in Ortadoğu ile Afrika'yı ve küresel ticaret yollarını birbirine bağlayan hayati konumu nedeniyle bahsi geçen güçler arasındaki rekabetin en önemli arenası haline geldiğini vurgulayan Arki, “Sudan, Cibuti ve Eritre’de yabancı askeri üslerin sayısının artmasıyla birlikte, Afrika kıyılarındaki nüfuz haritasında gerçek bir değişiklik ve deniz kontrol dengesinde bir kayma görülmeye başladı. Bu durum, bölgeyi daha geniş bir uluslararası güvenlik denkleminin parçası haline getirdi. Büyük Etiyopya Rönesans Barajı ve Nil Nehri suları sorunu, Afrika Boynuzu ile Ortadoğu arasındaki en tehlikeli temas noktasını temsil ediyor. Çünkü su çatışması artık sadece teknik bir sorun değil, güvenlik, siyasi ve stratejik hesaplamaların kesiştiği, herhangi bir tırmanışın tüm bölgede kartların yeniden dağıtılmasına yol açabileceği, jeopolitik bir soruna dönüştü” diye ekledi.

Afrika meseleleri uzmanı Arki, şöyle devam etti:

“Bu bağlamda, Arap dünyasındaki çatışmaların gidişatının yavaş yavaş el-Maşrık (Levend) bölgesinden Körfez'e, ardından Kuzey Afrika'ya ve şimdi de bu zincirin bir sonraki halkası olarak Afrika Boynuzu'na kaydığı açıkça görülüyor. Uluslararası ve bölgesel rekabet açıkça bu bölgeye kayıyor. Kıyı şeridinde ve deniz yollarında büyük güçlerin etkinliğinin artmasıyla birlikte, nüfuz haritasında gerçek bir değişim yaşanıyor. Burada yaşananlar izole bir durum değil, ancak Gazze savaşı sonrası dönemde Ortadoğu'da yaşanan dönüşümlerin doğal bir uzantısı. Nüfuz alanları yeniden dağıtılıyor ve Kızıldeniz'in her iki yakasında yeni ittifaklar kuruluyor. Bu açıdan bakıldığında, Afrika Boynuzu’nun Ortadoğu ile gelecekteki çatışmanın yükünü paylaştığı söylenebilir. Ancak Afrika Boynuzu, bu çatışmaya sadece bir kurban olarak değil, deniz yolları, su ve hayati kaynakları kontrol etmek için çılgınca bir yarışa giren bölgesel ve küresel güçler arasındaki nüfuz mücadelesinin alternatif bir sahnesi olarak giriyor.”

Kızıldeniz çatışmaları

Afrika meseleleri konusunda uzman ve akademisyen Najla Marai ise şunları söyledi:

“Bölgesel güçler arasındaki rekabet, Afrika Boynuzu ve Kızıldeniz bölgesinin güvenliği ve istikrarı için doğrudan bir tehdit oluşturuyor. Benim tahminime göre olayların hızı öngörülebilir gelecekte artacak ve birçok gözlemci, İran’ın Afrika Boynuzu’nda yeni cepheler açma yönündeki eşi görülmemiş hamlesini arka plan olarak görüp Kızıldeniz’in önümüzdeki dönemde bölgesel ve uluslararası silahlı çatışmaların yeni arenası olmaya aday olduğunu öne sürüyor. Buna, Somali’deki aşırılıkçı kökten dinci grupların ve Yemen'deki Husilerin desteği, ayrıca Büyük Etiyopya Rönesans Barajı’nın getirdiği zorluklar ve bazı ülkelerin Kızıldeniz’de başlattığı bölgesel çatışmalarla temsil edilen Afrika Boynuzu’ndaki gelişmeler de ekleniyor. Bu yüzden iki bölge arasındaki çatışma olaylarını yoğunlaştırıyor.

ty
Büyük Etiyopya Rönesans Barajı'nın tamamlanmasının ardından Mısır ile Etiyopya arasında Nil Nehri suları konusunda anlaşmazlık yaşanıyor (AFP)

Marai, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Gelişmelerle ilgili olarak uluslararası ve bölgesel taraflar, Somali, Sudan ve Etiyopya’daki siyasi krizler ve iç çatışmalar ile Büyük Etiyopya Rönesans Barajı krizi nedeniyle, Afrika Boynuzu’nun güvenlik sistemlerine ve bölgesel düzenlemelerine sızmak için aktif olarak çalışıyorlar. Bu tehlikelerin yanı sıra İran ve Husiler daha yakın iş birliği yaparsa, Afrika Boynuzu için daha da büyük bir tehdit ortaya çıkacak. Husiler, geçtiğimiz haziran ayında İsrail-İran savaşının yansımaları ve bölge ülkeleri arasında yaşanan zorlukların gölgesinde Somali’deki eş-Şebab üyeleri iş birliği yapmaya başladı. Bu durum, Afrika Boynuzu ve Ortadoğu olmak üzere her iki bölgedeki bölgesel dengeleri şüphesiz etkileyecek.”

Marai, şöyle devam etti:

“Ortadoğu ve Afrika Boynuzu’ndaki karışıklıklar, genel olarak bölgedeki ülkelerin güvenliğini ve ekonomilerini ve ayrıca Kızıldeniz'i de etkiliyor. Bu durum kendini; militarizasyon, artan terörizm ve deniz korsanlığı, deniz ticaret akışlarının azalması ve bunun Doğu Afrika ve Afrika Boynuzu ülkelerinin ekonomileri üzerindeki etkisi, bölgedeki ülkelere insani yardımın tehdit edilmesi şeklinde gösteriyor. Bu da bölgede ülkelerine yapılan insani yardımları tehdit ediyor. Kötüleşen açlık krizi ve gıda güvensizliği de iç savaşın habercisi olarak görülüyor.”

Afrika meseleleri uzmanı ve yazar Yusuf Reyhan, Afrika Boynuzu bölgesinin, şu anda dünyanın dikkatini çeken ve hem hükümet hem de halk çevrelerinde, özellikle Filistin-İsrail çatışması ve bunun Gazze’deki savaşta güncel tezahürü ile ilgili olarak geniş çapta tartışılan önemli bir çatışmanın merkezi olan Ortadoğu’nun önemli bir kısmına komşu olduğunun altını çizdi.

Reyhan, şunları söyledi:

“Bazıları bu coğrafi yakınlığı ‘Ortadoğu’ teriminin Maşrık bölgesi, Mısır ve Körfez’in ötesine uzanan ve Sudan gibi diğer ülkeleri de kapsayan coğrafi alanları içerdiğinin bir göstergesi olarak görürken, diğerleri bu tanımı Afrika Boynuzu’ndaki diğer ülkeleri de kapsayacak şekilde genişletiyor.”

Reyhan’a göre terminoloji ve tanımlar konusundaki tartışmaların ötesinde, Afrika Boynuzu ile Ortadoğu arasında coğrafi yakınlığın olmasının yanı sıra önemli ve etkili bir nüfuz alanı olarak kabul edilmeleri ve Kızıldeniz tarafından birbirinden ayrılmaları nedeniyle aralarında benzerlikler olduğuna şüphe yok. Tüm bunlar iki bölgenin ortak yönlerinin kanıtıdır. Etki ve nüfuz fikri halen sahada aktif olmaya devam ediyor. Kızıldeniz, ülkeler arasında geçiş, çıkar alışverişi ve aktif hareket için bir alan ise, siyasi etkileşimler de burada ve orada hareket eden ve etkileyen aynı dinamizmi ortaya koyuyor.

İklim değişikliği ve küresel ısınmaya dayalı, kıt kaynaklar ve artan nüfusla birlikte su konusunda gelecekte yaşanacak çatışmanın, bu hassas konuya ilgi duyanların zihninde varlığını sürdürdüğünü, Mısır, Sudan ve Etiyopya arasında Büyük Etiyopya Rönesans Barajı konusunda önemli anlaşmazlıkları akla getirdiğini ve bu konuyu fikir dünyasından gerçek dünyaya taşıdığını vurgulayan Reyhan, “Bu, henüz çözülmemiş sıcak konulardan biri olmaya devam ediyor ve kimse geleceğin ne getireceğini bilmiyor” dedi.

Uluslararası ilişkileri kullanarak bir tarafın vizyonunu diğerine karşı desteklemek için manipüle etmeye çalışmanın siyaset dünyasında yeni veya şaşırtıcı bir durum olmadığını belirten Reyhan, “ABD Başkanı Donald Trump, kısa bir süre önce 15 Ekim'de Büyük Etiyopya Rönesans Barajı sorununa adil bir çözüm aradığını belirten bir tweet attı. Bazı açıklamaları, barajın Mısır'a etkisi konusunda Mısır'ı desteklediği şeklinde yorumlandı. Bu, onun birçok konuyu ilerletmek ve bir atılım yapmak için yaptığı bir girişimdir” değerlendirmesinde bulundu.

Reyhan, değerlendirmesine şöyle devam etti:

“Kızıldeniz ise, Ortadoğu ile Afrika Boynuzu arasında yer alması, iki bölgeyi birbirine bağlaması ve deniz yoluyla enerji ve küresel ticaret açısından en önemli bölge olarak kabul edilen bir alanı dünya ile buluşturmasından ötürü rekabet ve çatışma çemberinde önemli bir unsur haline geldi. Kıyıları, jeopolitik, güvenlik ve ekonomik önemi nedeniyle uluslararası ve bölgesel güçlerin bir dayanak noktası kurmaya çalıştığı kıyı şehirlerine ev sahipliği yapıyor. Etiyopya'nın denize erişmek için ciddi çabaları var ve bunu nasıl başarılabileceğine dair ortaya çıkan tartışmalar ve yorumlar, Kızıldeniz'in öneminin bir başka kanıtıdır. Bu durum, Afrika Boynuzu'nu Ortadoğu'nun sıcak noktası haline getiriyor. Afrika Boynuzu'ndaki siyasi etkileşimlerin ve bunların sonuçlarının, Mısır, Türkiye, BAE ve İsrail gibi Ortadoğu'daki etkili taraflarca, rekabetçi çatışma olarak nitelendirilebilecek müdahaleler yoluyla etkilendiği artık herkesçe biliniyor.”

Afrika Boynuzu'nun Ortadoğu'daki çatışmaya kaçınılmaz olarak dahil olabileceğini ve bu çatışmadan doğrudan etkilenebileceğini yahut bunun tersinin de gerçekleşebileceğini belirten Reyhan, “Bu etkileşimler yeni veya şaşırtıcı değil. Zira bu etkileşimlerin amacı siyasi, ekonomik ya da başka türlü ortak çıkarları olan tüm tarafların çıkarlarını gerçekleştirmek. Ancak önemli olan, bundan ne kadar fayda sağlanabileceği ve hükümetlerimizin, iç barışı bozmadan ve birbirlerinin iç işlerine karışmadan ‘kazan-kazan’ ilkesine dayalı ikili ilişkiler kurmaya yatırım yapma becerisi sorusuna cevap vermektir. Bunun, bölgedeki istikrarı koruyan ve taraflar arasındaki ortaklıkların tüm tarafların yararlanabileceği meyvelerini verdiği bir denklem olduğuna inanıyorum” ifadelerini kullandı.


Rubio: Gazze Şeridi'ndeki uluslararası görev gücü, ‘İsrail'in kabul ettiği’ ülkeleri içerecek

(foto altı) ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Sivil-Askeri Koordinasyon Merkezi'ni ziyaret etti. (AFP)
(foto altı) ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Sivil-Askeri Koordinasyon Merkezi'ni ziyaret etti. (AFP)
TT

Rubio: Gazze Şeridi'ndeki uluslararası görev gücü, ‘İsrail'in kabul ettiği’ ülkeleri içerecek

(foto altı) ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Sivil-Askeri Koordinasyon Merkezi'ni ziyaret etti. (AFP)
(foto altı) ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Sivil-Askeri Koordinasyon Merkezi'ni ziyaret etti. (AFP)

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, İsrail ziyareti sırasında yaptığı açıklamada, ateşkes anlaşması kapsamında Gazze Şeridi'ne konuşlandırılacak uluslararası görev gücünün ‘İsrail'in kabul ettiği’ ülkelerden oluşması gerektiğini söyledi.

Rubio, Gazze Şeridi'ndeki yönetimin geleceğinin İsrail ve müttefik ülkeler tarafından tartışılması gerektiğini ve Hamas'ın bu sürece dahil olmayabileceğini bildirdi.

y
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Sivil-Askeri Koordinasyon Merkezi'ni ziyaret etti. (Reuters)

Rubio, Filistin Yönetimi'nin potansiyel rolünün henüz belirlenmediğini ifade etti.

İsrail'in Batı Şeria'yı ilhak etmesini reddeden Rubio, Knesset'in bu konudaki oylamasının önemini küçümsedi. Rubio, Knesset üyelerinin ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu utandırmak için siyasi bir manevra olarak oylama yaptıklarına inanıyor.

zxcdvf
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Sivil-Askeri Koordinasyon Merkezi'ni ziyaret etti. (Reuters)

İsrail'in güneyindeki Kiryat Gat'ta ABD'nin denetimindeki Sivil-Askeri Koordinasyon Merkezi'ni ziyaret eden Rubio, “Bunun gerçekten olacağını düşünmediğimizi söylemek yeterli” dedi.