ABD'nin Ortadoğu'daki değişmez politikası

ABD, İsrail'in güvenliğini öncelikli ulusal çıkar olarak tanımladı. (Görsel: Nathalie Lees)
ABD, İsrail'in güvenliğini öncelikli ulusal çıkar olarak tanımladı. (Görsel: Nathalie Lees)
TT

ABD'nin Ortadoğu'daki değişmez politikası

ABD, İsrail'in güvenliğini öncelikli ulusal çıkar olarak tanımladı. (Görsel: Nathalie Lees)
ABD, İsrail'in güvenliğini öncelikli ulusal çıkar olarak tanımladı. (Görsel: Nathalie Lees)

Robert Ford

ABD'nin Ortadoğu politikasında 1973'ten bu yana en önemli sabite, İsrail'in güvenliği meselesi olmuştur. ABD, elli yılı aşkın süredir İsrail'in güvenliğini öncelikli Amerikan ulusal çıkarı olarak tanımlamış ve Amerikalılar, 1973 Arap-İsrail Savaşı’ndan bu yana bu ulusal çıkarları gerçekleştirmek için esasen aynı stratejileri kullanmışlardır. İsimler ve yerler değişse de ABD yaklaşımı değişmiyor.

ABD’nin temel stratejilerinden biri İsrail'in askeri üstünlüğünü sağlamaktır. 1973 Arap-İsrail Savaşı’nda İsrail ordusunun savaşın ilk günlerinde ağır kayıplar vermesi üzerine Henry Kissinger ve Richard Nixon, bölgeye hızla askeri mühimmat ve yeni savaş uçakları nakletti. Amerikan bayrağı üzerine Davut Yıldızı çizilmesinin ardından Nixon yönetimi, Amerikan F-4 Phantom uçaklarını ABD Hava Kuvvetleri üslerinden çıkarıp İsrail'e gönderdi ve İsrailli pilotlar bu uçakları hemen Suriye ve Mısır'a karşı kullanmaya başladı. Kissinger ve Nixon'un 1973 Arap-İsrail Savaşı’ndaki askeri dengenin İsrail'in lehine olması konusunda ısrar ettikleri açıktı.

Bugün Biden yönetimi, Hamas saldırısının ardından İsrail'e bomba, füze ve diğer mühimmatları göndererek İsrail'in Gazze, Suriye, Lübnan ve Irak'ı gerekli gördüğü şekilde bombalamasını sağlamayı amaçlıyor.

Bu politikayı takip eden ABD, İsrailli sivillere yönelik terör saldırılarını, bu saldırıları başlatan ister Hamas ister Filistinli direnişçiler ister Hizbullah olsun, her zaman hızlı bir şekilde kınıyor. Buna karşılık Washington, İsrail'in Gazze Şeridi, Batı Şeria ve Lübnan'da binlerce sivilin ölümüne yol açan askeri eylemlerini doğrudan eleştirmekten her zaman kaçınıyor. Zira bu tür eleştiriler ABD'nin İsrail'e askeri yardımı konusunda bir tartışma başlatacak ve eğer Senatör Bernie Sanders gibi sol eğilimli Demokratları hariç tutarsak, Washington'daki siyasi sınıftan hiç kimse bu geleneksel Amerikan politikasını tartışmak istemeyecek.

ABD’nin ikinci tutarlı stratejisi ise bölge ülkelerini İsrail'in karşısındaki kamptan çıkarmaktır. 1973'ün sonlarında Henry Kissinger, Mısır ile İsrail arasında, sonunda ABD’nin sponsorluğunda barış görüşmelerine yol açacak bir ön askeri anlaşma imzalamayı hedefledi. Kissinger'ın başlattığı ve daha sonra Enver Sedat ve Başkan Carter tarafından Camp David'de sonlandırılan operasyon, bir Amerikan askeri ve ekonomik himayesiyle bağlantılıydı. Böylece, Arap ülkeleri arasında kurulacak herhangi bir ittifakın 1973 Arap-İsrail Savaşı’nda olduğu gibi İsrail'e büyük bir askeri tehdit oluşturmaması sağlandı. Elli yıl sonra Trump ve ardından Biden yönetimi, ABD'nin bölge ülkelerini İsrail’i kabul etmeye ikna etme çabalarını sürdürdü.

Biden ekibi, Trump'ın imzaladığı İbrahim Anlaşması'nın ardından İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkileri normalleştirecek bir anlaşmaya varmak için büyük çaba harcıyordu. Bu normalleşme anlaşmaları, İran'a karşı koymak amacıyla İsrail ve başlıca Arap ülkelerinden oluşan bölgesel bir grup oluşturmayı, aynı zamanda bu Ortadoğu grubunu hem Çin hem de Rusya ile bağlayan askeri ilişkileri sınırlandırmayı amaçlıyordu.

“ABD stratejisinin şu anda özel bir öneme sahip olan üçüncü ve son sabitesi, Washington'un Filistin meselesini görmezden gelmesidir.”

ABD stratejisinin şu an özel bir öneme sahip olan üçüncü ve son sabitesi, Washington'un Filistin meselesini görmezden gelmesidir. Kissinger, Filistin meselesini hiçbir zaman önemli bir mesele olarak görmedi. Terör örgütü olarak gördüğü Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) gibi gruplarla değil, Arap ülkeleriyle çalışmayı tercih etti.

1979’daki Camp David görüşmelerinde bile, sahip olduğu zayıf iç siyasi destek, Başkan Carter'ı Filistin meselesi konusunda İsrail Başbakanı Begin'le karşı karşıya gelmemeye ikna etmişti. Bunun yerine Carter, Mısır ile İsrail arasında ayrı bir barış anlaşması imzalamaya yönelik temel ABD stratejisini gerçekleştirmeye çalıştı.

Biden yönetimi, Kissinger gibi sadece bölge ülkeleriyle ilgilenirken Kissinger, Nixon, Obama ve Trump gibi Biden da Filistin meselesiyle pek ilgilenmiyor. ABD’liler Filistin meselesini iki nedenden dolayı görmezden geldiler: Birincisi, İsrailli ve Filistinli liderlerin müzakerelere girme konusunda çok az ilgileri var. İkincisi, 7 Ekim'e kadar Biden yönetimi Filistin'den çok Ukrayna savaşı ve Çin'le rekabetle ilgileniyordu. Bu, Nixon ve Kissinger'ın, 1973 Arap-İsrail Savaşı'nın patlak vermesinden önce Ortadoğu'ya olan ilgilerinden çok, Sovyetler Birliği ile Çin arasında var olan bölünmelerden yararlanmaya olan ilgilerine oldukça benziyor.

Fotoğraf Altı: İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile ABD Başkanı Joe Biden geçtiğimiz ay İsrail’de bir araya geldi. (Reuters)
 İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile ABD Başkanı Joe Biden geçtiğimiz ay İsrail’de bir araya geldi. (Reuters)

Trump ve Biden yönetimleri Ortadoğu'ya odaklandıkları zamanlarda Filistinliler için adaleti değil, bölgeye istikrarı getirecek şeyin ticari ve ekonomik ilerleme olduğunu vurguladı. Biden, Hamas'ın İsrail'e saldırmasından sadece dört hafta önce Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile birlikte Hindistan'ı Arap Yarımadası ve İsrail üzerinden Avrupa'ya bağlayacak bir ticaret koridoru oluşturma projesini duyurdu.

Biden yeni projeyi “çok büyük bir anlaşma” olarak nitelendirdi ve ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, projenin bölgeyi değiştireceğini iddia etti. Netanyahu geçtiğimiz eylül ayında Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada söz konusu projeye övgüde bulundu. Uzmanlar, koridorun İsrail'in bölge ekonomisine tutunmasına yardımcı olacağını, aynı zamanda Çin'in Bir Kuşak Bir Yol Girişimi’nin çekiciliğini engelleyeceğini öne sürdü.

“Çin'in bölgedeki nüfuzunu sınırlama çabası, Henry Kissinger ve Richard Nixon'un 1973 Arap-İsrail Savaşı sırasında Amerikan üstünlüğünü elde etmek ve Soğuk Savaş'ta Sovyet nüfuzunu sınırlamak için izlediği koordineli stratejiyi anımsatıyor.”

Bu, ABD’nin Körfez bölgesindeki Çin nüfuzunu sınırlama çabasının ardından geldi. ABD, özellikle Körfez ülkelerini Çin telekomünikasyon ekipmanlarını kullanmamaya teşvik etti ve Birleşik Arap Emirlikleri'ne (BAE) olası askeri kullanım nedeniyle Çin liman projesinin ilerlemesine izin vermemesi için baskı yaptı. 1973'ten farklı olarak iş dünyası artık ABD’nin Ortadoğu politikasında stratejik bir role sahip.

Çin'in bölgedeki nüfuzunu sınırlama çabası, Henry Kissinger ve Richard Nixon'ın 1973 Arap-İsrail Savaşı sırasında Amerikan üstünlüğünü elde etmek ve Soğuk Savaş'ta Sovyet nüfuzunu sınırlamak için izlediği koordineli stratejiyi anımsatıyor. 2004 tarihli ‘Kriz’ adlı kitabında açıkladığı gibi Kissinger, Soğuk Savaş sırasında yalnızca Mısır'ı Sovyet kampından çıkarıp ABD bloğuna sokmaya değil, aynı zamanda savaş sonrası barış sürecini kontrol edip Moskova'yı dışlamaya da kararlıydı. Kissinger bunu başarmak için öncelikle Sovyetler Birliği'nin müttefiki olan Suriye ve Mısır'ı zayıflatmak amacıyla 1973 Arap-İsrail Savaşı'nda İsrail'in askeri zafer kazanmasını sağladı. Kissinger, Sovyetler Birliği'nin istediği BM onaylı ateşkesi geciktirerek savaşın son aşamasında İsrail ordusunun Batı Sina'da Mısır Üçüncü Ordusu’nu yenmesine yardımcı oldu. Sovyetler, Kissinger'ın oyununu yakaladı ve agresif bir şekilde Sovyet hava piyade birimleriyle müdahale etme tehdidinde bulundu. Kissinger ile Nixon bu tehdide nükleer bir ültimatom yayınlayarak ve Moskova'yı dehşete düşüren Amerikan askeri seferberliğini ilan ederek yanıt verdi.

Fotoğraf Altı: Suriye'nin Akdeniz'deki Tartus Limanı’nda bulunan Rus deniz üssünde, bir gemide duran Rus askerleri, 26 Eylül 2019. (AFP)
Suriye'nin Akdeniz'deki Tartus Limanı’nda bulunan Rus deniz üssünde, bir gemide duran Rus askerleri, 26 Eylül 2019. (AFP)

Bu son ara sırasında İsrail, Mısır Üçüncü Ordusu’nu kuşattı. Kahire daha sonra kuşatma altındaki ordusuna hayati önem taşıyan sağlık ve gıda malzemelerini temin etmek için Kissinger'dan yardım istemek zorunda kaldı. Kissinger isteksiz İsraillilere ateşkesi kabul etmeleri için baskı yaptı. Kissinger'ın Mısır Üçüncü Ordusu’na ve daha sonra İsrail'e karşı uyguladığı sert taktikler, Arap ülkelerinin istediği İsrail tavizlerini Sovyetlerin değil, yalnızca ABD’lilerin verebileceğini gösterdi.

Sovyetler 1974'te Kissinger'ı durduramadı ve bundan elli yıl sonra Suriye dışındaki Ortadoğu'da Rus askeri nüfuzuna dair çok az şey duyuyoruz. Ancak Putin'in halen önemli bir potansiyel rolü var. Örneğin, Rusya'nın hem İsrail hem de İran'la açık kanalları var. Ayrıca Putin'in artık Körfez ülkelerinin liderleriyle Sovyet liderlerinin sahip olmadığı doğrudan temasları var. Ancak Riyad ve Abu Dabi, Çin ve ABD ile strateji sahasında daha çok ilgileniyor.

Riyad ve Tahran, Pekin'in 2023 normalleşme anlaşmasının garantörü olmasını isterken, Rusya'yı istemiyordu. Modern Ortadoğu'da Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkeler BRICS grubuna katılırken aynı zamanda ABD ile iyi ilişkiler kurmaya çalışabilirler. Riyad, ABD’den güvenlik garantileri ve nükleer programında yardım istiyor ancak Rusya veya Çin'den talep etmiyor. Böyle bir dengeleme politikası ancak Washington'un Çin ile ilişkilerinin önemli ölçüde kötüleştiği andan önce mümkün olabilir. Bundan sonra, Soğuk Savaş sırasında Kissinger ve Nixon'un Mısır'la olan ilişkilerinde olduğu gibi, Arap ülkeleri de Washington'ın önünde bir seçimle karşı karşıya kalacak: Ya ABD liderliğindeki bir bloğa katılmak ya da ABD’den ayrıcalıklı muamele görmemek.

ABD uçak gemilerinin ve üst düzey yetkililerin bölgeye odaklanmaya ne kadar daha devam edeceğini merak etmek yanlış olmaz mı? Yanıt önümüzde: İran Dışişleri Bakanı, ekim ayı ortasında Amerikalıları ve İsrail'i, Gazze krizinin büyümesi halinde ‘direnişin’ müttefiklerinin müdahale edeceği konusunda uyardı. Ancak Tahran, ABD politikasını yanlış anlıyor. Cumhuriyetçilerin ve Demokratların büyük çoğunluğu İsrail'i güçlü bir şekilde destekliyor. Cumhuriyetçilerin kontrolündeki Temsilciler Meclisi, Biden'ın gerekirse İran ve vekillerine karşı askeri güç kullanmasına yönelik bir yetkilendirme hazırlığı yapıyor.

“İran doğrudan İsrail'e saldırırsa, ABD'nin de İran'a saldıracağını hayal etmek mümkün.”

ABD Kongresi böyle bir yetkiyi en son 2002'de, Irak'la savaştan önce yayınladı. Hatta ABD Kongre Binası’nda İsrail askeri üniforması giyen Cumhuriyetçi bir Kongre üyesinin bile olduğunu gördük! Bu siyasi destek, ABD'nin Irak'a karşı savaşa ve hatta Afganistan'daki savaşa verdiği desteğin çok ötesine geçiyor. Lübnan'da Hizbullah'a karşı ABD hava saldırılarını hayal etmek kolaydır. ABD'nin Suriye'de ve hatta Irak'ta İran destekli milislere karşı saldırı yapacağını hayal etmek de kolaydır. İran doğrudan İsrail'e saldırırsa, ABD'nin de İran'a saldıracağını hayal etmek mümkün. ABD'nin sert tepkisi kısmen duygusal olacak, kısmen de İran ve müttefiklerini İsrail'e karşı daha fazla askeri operasyon düzenlemekten caydırmayı amaçlayacak.

En korkutucu senaryo, Washington'ın Ukrayna'ya yaptığı yardıma karşılık Rusya'nın, İran ve müttefiklerinin Suriye'deki Rus askeri üslerini İsrail ve ABD’lilere karşı kullanmasına izin vermesidir. Bir yanda Washington ve İsrail, diğer yanda İran ve müttefikleri arasındaki gerilimin nereye varacağını bilmek zor. Ancak tarihten biliyoruz ki, savaşlar her zaman başta amaçlanmayan sonuçlar doğurabilir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.



Irak, ‘İran'a aşırı bağımlılığın’ kayıplara neden olabileceğini öngörüyor

Irak güvenlik güçleri, Bağdat'ın Yeşil Bölgesi'nde bulunan ABD Büyükelçiliği'ne giden köprünün yolunu kapattı (AP)
Irak güvenlik güçleri, Bağdat'ın Yeşil Bölgesi'nde bulunan ABD Büyükelçiliği'ne giden köprünün yolunu kapattı (AP)
TT

Irak, ‘İran'a aşırı bağımlılığın’ kayıplara neden olabileceğini öngörüyor

Irak güvenlik güçleri, Bağdat'ın Yeşil Bölgesi'nde bulunan ABD Büyükelçiliği'ne giden köprünün yolunu kapattı (AP)
Irak güvenlik güçleri, Bağdat'ın Yeşil Bölgesi'nde bulunan ABD Büyükelçiliği'ne giden köprünün yolunu kapattı (AP)

İsrail-İran savaşı Irak’ın üzerine gölge düşürürken, resmi makamların ve onların arkasındaki siyasi partilerin uygun tavır konusunda dile getirdikleri ‘ihtiyatlı çekincelere’ rağmen, durumu izleyen kaynaklar ‘savaşın sona ermesinden sonra birçok değişikliğin olacağına’ inanıyor.

Şarku'l Avsat'a konuşan analistler, Irak ekonomisinin petrol gelirlerine olan aşırı bağımlılığının yanı sıra enerji ve ticaret alanlarında İran'la yapısal bağlantısının bir zayıflık olduğunu söylediler. Analistlere göre Irak için olumlu bir durum olan küresel petrol fiyatlarındaki artış, sigorta ve nakliye masraflarındaki artışla dengelenirken, enflasyonun ve bütçe açığının artması söz konusu olabilir.

Analistler anlaşmazlığın olumsuz yansımaları konusunda uyarıda bulunarak, elektrik üretiminde İran’dan tedarik edilen doğalgaza olan bağımlılığın Irak'ı, İran’daki doğalgaz tesislerinin hedef alınması ya da ihracat miktarının azaltılması riskiyle karşı karşıya bıraktığını belirtiyor.

Irak limanlarının askeri operasyon bölgesine yakınlığı, bu limanların tehlikeli bölge olarak sınıflandırılmasına yol açarken, nakliye maliyetlerini de artırıyor. Irak hava sahasının kapatılması da hazinenin uçak transit geçişlerinden ve hava trafiğinin aksamasından kaynaklanan gelir kaybına uğramasına yol açıyor.