Jürgen Habermas ve bellek deliği

Habermas, imzaladığı bildiriyle Gazze’deki savaşta İsrail'i desteklediğini söyledi.

Jürgen Habermas ve bellek deliği
TT

Jürgen Habermas ve bellek deliği

Jürgen Habermas ve bellek deliği

Alman filozof Jürgen Habermas'ın Gazze'de yaşananlara ilişkin imzaladığı bildiri, fikirler ile gerçekler, ahlak ile hakikatler ve bunların insanlık bilinciyle ilişkisi konusunda garip ve tartışmalı bir açıklama olarak görünebilir. Bildiride sergilenen tutumlar, algılar, bilincin çarpıtılması ya da bilincin genel felsefe bağlamı dışında kasıtlı olarak kullanılması sorununu ortaya çıkarıyor. Felsefe günaha karşı korumaz, aksine nefret içeren, ırkçı, şovenist ve nevrotik fikirleri beslemek için kullanılması felsefeyi ‘Nazizm ve faşizm’ uygulamalarından daha tehlikeli yapar. Çünkü bilginin şiddet endüstrisini beslemesine ve Avrupa tipi ya da Batı tipi savunma mekanizmalarının bir parçası olarak savunmasına yol açar.

Habermas'ın felsefesinde ahlaki söylemin çıkarları, onun ‘iletişimsel söylem’ hakkındaki fikirleriyle ilişkili. Aralarındaki kopukluk ise özellikle Habermas'ın savunduğu ‘modernitenin sürekliliği’ ile ilgili olarak ‘ahlaklı insanın’ modernliği ve modern toplumların yani demokrasi, sivil barış, çeşitlilik ve ‘kamusal alan’ toplumlarının değerlerini benimsemesi bağlamında yerine getirebileceği işlevleri savunması açısından fikirlerin ahlakla ve tüm hakikat, barış ve adalet değerleriyle ilişkisini bilmede eksikliği olduğunu gösteriyor.

Bu girizgâh, filozof Jürgen Habermas'ın tezlerini tartışmak ya da fikirlerinin hakikatle ilişkisini araştırmaktan ziyade 90 yaşındaki bir adamın, dünyada yaşanan pek çok çatışmada olup bitenler, kapitalizm ve ırkçılığın yarattığı savaşların kurbanları ve doğası gereği, siyasi ve kültürel kökleri olan o iğrenç savaşlar hakkında ‘tarihi bilginin’ kırılganlığını yansıtan bu tuhaf açıklamasında işlediği ‘bilişsel günahın’ bir tanımıdır.

Habermas'ın, Nicole Deitelhoff, Klaus Günther ve Reiner Forst ile birlikte imzaladığı İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarına ilişkin bildiri, Batı'nın kendi etrafına yansıttığı ayna kültürü fikrini yeniden gözden geçirmemizi sağladı. Batı, başkalarını göremeyeceğiniz, görmeyi sınırlandıran, Batı'nın merkeziliği, onun ahlaki söylemi ve ahlakın çıkarlara hizmet ettiği pragmatik teorileri etrafında yoğunlaşan egolarla ve aşkınlık felsefeleriyle dolu devasa bir ayna yarattı. Bu ayna ‘iletişimsel akıldan’, kavramın insancıllaştırılmasından, rasyonel, eleştirel ve sol eğilimli Frankfurt Ekolü tezlerinden ve Amerikan diasporasını yaratıp Marksizmin kucağından kapitalizmin kucağına taşıyan ‘Nazi kovalama’ kompleksinden uzakta iletişim kurmayı tercih ettiği seçkinleri temsil eden bir alan haline geldi.

Habermas'ın Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres'in ‘Hamas saldırılarının durduk yere ortaya çıkmadığını ve Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısıyla uluslararası hukuka göre işgal altındaki Filistin topraklarında inşa edilen yasa dışı yerleşim bölgelerini ilişkilendirmenin yeterli olacağını söylediği’ savaşla ilgili tanımını, Gazze'de olup biteni tarihi bağlamının dışına çıkarması bir kusurdur.

Habermas'ın Gazze savaşıyla ilgili tutumu, ahlaki söylem ve insani ilkelere ilişkin tüm tezleriyle çelişiyor.

Habermas'ın İsrail işgal güçlerinin menfur saldırılarını desteklemesi, tartışmalı bir tutumdan çok yaralı bir anıyı ortaya çıkarıyor. Bu aynı zamanda Habermas'ın ahlaki söylem ve insani ilkelere dair tüm tezlerinden uzaklaşan ve çelişen bir tutum. Öyle ki bu tutum, Suudi eleştirmen Muhammed el Abbas'ın “Habermas… Kendi içinde bölünen bir bilinç” başlıklı makalesinde yazdıklarını teyit eder nitelikte. Çünkü ‘bu bölünme siyasi zamandan boşluğa bir kaçış’ gibi görünüyor. Habermas gibi bir ‘aydınlanma’ filozofunun, bu aydınlanmanın erdemle ve başkalarının yaşam hakkıyla olan ilişkisinin yanı sıra eleştiri, akıl ve insanlıkla olan ilişkisini bilmesi gerekirken, ‘ilkeler’ ve ‘İsrail ile dayanışma’ konusundaki açıklamasında öne sürdükleri bu gerçekleri görmezlikten geliyordu. Açıklaması, trajik bir kriz ve paradoksa dayanan, nihilizmin peşini bırakmayan karakterler hakkında kaleme alınmış bir tür kara komediye benziyordu. Habermas, Gazze savaşını din ile hiçbir ilgisi olmayan, hatta bir tür ‘anti-Semitizm’ (Yahudi karşıtlığı) olarak tasvir etmek istese de bu, işgalci bir yapı ile kuşatma, şiddet ve terör korkusu altında yaşayan, her gün öldürülen ve topraklarından sürgün edilen bir halk arasındaki tarihi çatışmanın parçasıdır.

Habermas, İsrail’in 7 Ekim’den sonra başlattığı saldırıları gerekçelendirirken tıpkı Gunter Grass ve Martin Heidegger'in de aralarında olduğu bazı Alman aydınlarının anti-Semitizm’in peşlerini bırakmadığı şeklindeki kompleksleri sırasında yaptıkları gibi gerçeği göz ardı ediyordu. Bu sanrısal düşmanlık, ‘Holokost’ (Yahudi soykırımı) anısıyla bağlantılı kültürel bir fobiye ve iletişimci filozofu ‘korkutucu’ hale getiren aşırı bir duyarlılığa dönüştü. Modernite, aydınlanma, ilerlemecilik, uluslararası toplum, liberalizm ve diğerleri hakkındaki popüler tezlerin etik kılıflarını felsefe edinen ve savunan Habermas, Filistinlilerin, İsrail’in topraklarını işgaline karşı yürüttükleri çatışmanın tarihine ve kendilerini savunma haklarına bakmaksızın ve herhangi bir denge gözetmeden İsrail ile dayanışma içinde olduğunu gösterme telaşına düşmüştür.

Şarku’l Avsat’ın gözlemlerine göre Habermas, 2012 yılında Kudüs'teki İsrail Bilim ve Beşeri Bilimler Akademisi'nde verdiği bir konferansta da tanımladığı gibi; İsrail'i Avrupa medeniyetinin ürünlerinden bir örnek haline getiren Batı'nın ‘Avrupalılaşma’ eğiliminin aşkın farkındalığı bağlamında İsrail’in bekasını, politikalarını ve nevrotik yapısını savunuyor. Habermas’ın imzaladığı skandal niteliğindeki bildiri, İbrani Devleti’nin mitolojik endüstrisini dini söylemlerle destekleyen önceki tutumlarının devamı niteliğindedir. Ancak bu tutumlar, özünde Habermas'ın aydınlanmacı, etik ve eleştirel fikirleriyle hatta sivil devlet ve kamusal alanın insani alanla bir arada yaşamasına ilişkin tezleriyle çelişiyor.

* Bellek deliği (Memory hole) George Orwell’ın ‘1984’ adlı kitabında yok edilmesi gereken belgelerin bir delikten içeri atılarak yakılmasının konu edildiği bölümde geçiyor. Belgelerin atıldığı bu deliğe ‘bellek deliği’ deniyor.ç.n.)



İsrail ve Türkiye'nin Suriye'deki çıkarları ve kırmızı çizgileri

 Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 19 Eylül 2023'te New York'taki BM Genel Merkezi'nde BM Genel Kurulu'nun 78. oturumu sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 19 Eylül 2023'te New York'taki BM Genel Merkezi'nde BM Genel Kurulu'nun 78. oturumu sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi.
TT

İsrail ve Türkiye'nin Suriye'deki çıkarları ve kırmızı çizgileri

 Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 19 Eylül 2023'te New York'taki BM Genel Merkezi'nde BM Genel Kurulu'nun 78. oturumu sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 19 Eylül 2023'te New York'taki BM Genel Merkezi'nde BM Genel Kurulu'nun 78. oturumu sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi.

Michael Harari

Esed rejiminin çöküşü bölgesel sahneyi yeniden şekillendirdi. Yeni rejimin uzun vadeli istikrarı beklentileri hakkındaki haklı şüphelere rağmen, Ahmed eş-Şara'yı destekleyen geniş bir uluslararası uzlaşı var ve devam eden kaostan ziyade merkezi otorite altında birleşik bir Suriye'yi açıkça tercih ediyorlar. Birçok ülkenin gözünde, İran'ın Suriye'den hızla çekilmesi belki de şu ana kadarki en önemli başarı, zira bölgesel istikrarı artırmak için bir umut penceresi açıyor. Suriye böylece küresel gündemde ve Washington’un gündeminde daha yüksek bir öneme kavuştu. Aynı durum, Suriye ile ortak sınırları olan iki büyük bölgesel aktör olan İsrail ve Türkiye için de geçerli. Her ikisi de Suriye'deki gelişmelere ulusal çıkar meselesi olarak bakıyorlar.

İsrail, aşırı İslamcı bir hükümetin ortaya çıkışından ve Suriye'de aşırı Türk nüfuzundan endişe duyuyor. İsrail hükümeti, Türkiye'nin rolünü ve Kuzey Suriye'deki, özellikle de Kürt bölgelerindeki iddialı müdahalesini kabul etse de ülkenin diğer bölgelerindeki Türk askeri varlığı konusunda kırmızı çizgi çekiyor, bunu önceki İran müdahalesine benzetiyor ve şiddetle karşı çıkıyor görünüyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre İsrail, Şam'da güçlü bir merkezi hükümeti tercih edip etmediği konusunda da henüz kesin bir karara varmış değil. Son açıklamaları ve eylemleri, zayıf ve parçalanmış bir Suriye'yi tercih ettiğini gösteriyor; ancak bu hesapları bir dereceye kadar şekillendirecek olan, nihayetinde Washington'un tutumudur. Buna ilave olarak, mevcut koşullarda, özellikle son aylarda askeri üstünlüğünü göstermesinin ardından, İsrail Suriye'nin geleceğini şekillendirmede önemli bir rol oynayabileceğine inanıyor.

Öte yandan Türkiye, Kürtlere (PKK da dahil) karşı son dönemde attığı ve yine benzer tarihsel öneme sahip adımlara paralel olarak, Suriye ile sınırını kendi şartlarına göre istikrara kavuşturmak için tarihi bir fırsat görüyor ve aynı zamanda Şara rejiminin kendisine bağımlılığını pekiştiriyor. İsrail'in kanıtlanmış askeri ve teknik üstünlüğüne rağmen, Türkiye bunu bir engel olarak görmüyor ve mevcut durumu bölgesel konumunu güçlendirmek için altın bir fırsat olarak görüyor (kimileri bunu bölgesel hegemonya arayışı olarak tanımlıyor). Başkan Trump ve Erdoğan ile ilişkisi, Türkiye açısından bu umut verici görünüme katkıda bulunuyor. Dahası, son yıllarda Körfez ülkeleri ve Mısır ile ilişkilerini geliştiren Türkiye, artan bölgesel konumunun olumlu bir potansiyele sahip olduğunu düşünüyor.

Ankara, İsrail'in Süveyda'ya yönelik kararlı müdahalesini ve buna eşlik eden olayları, İsrail'in Şara'yı zayıflatma ve Suriye'nin zayıf ve parçalanmış kalmasını sağlama yönündeki kasıtlı bir girişim olarak görüyor

Ankara'nın, İsrail'in Suveyda'ya yönelik kararlı müdahalesini ve buna eşlik eden olayları, Şara'yı zayıflatmak ve Suriye'nin zayıf ve parçalanmış kalmasını sağlama yönündeki kasıtlı bir İsrail girişimi olarak görmesi şaşırtıcı değil. Türkiye Dışişleri Bakanı 25 Temmuz'da yaptığı açıklamada, “Türkiye, istihbarat kanalları ve ortak arabulucular aracılığıyla İsrail'e bir mesaj gönderiyor. Gizli bir ajandamız yok. Hiçbir ülke Suriye için tehdit oluşturmamalı ve Suriye de kimseye tehdit oluşturmamalı... Suriye bizim için kırmızı çizgi; ulusal güvenlik meselesi... Hegemonya peşinde değiliz” dedi.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara, 4 Şubat 2025'te Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yaptıkları görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında el sıkışıyor (AFP)Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara, 4 Şubat 2025'te Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yaptıkları görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında el sıkışıyor (AFP)

Öyle görünüyor ki, İsrail ve Türkiye'nin şu anda Suriye'de çatışan çıkarları var. Önemli soru şu; yanlış değerlendirme ve hesapları önleyecek, olası bir gerilimin doğrudan çatışmaya dönüşmesini engelleyecek karşılıklı bir uzlaşıya varılabilir mi?

Kanaatimce cevap evettir, yeter ki iki hükümet de hayati çıkarlarını ve kırmızı çizgilerini açıkça belirlesin. Şara rejimini destekleme konusunda hakim olan uluslararası mutabakat ve rejimin kontrolünü sağlamlaştırma arzusu (en azından aksi kanıtlanana kadar), hem İsrail'in hem de Türkiye'nin dikkatlice düşünülmüş bir yaklaşım benimsemesini gerektiriyor.

İsrail-Türkiye ilişkileri Filistin meselesi nedeniyle gerginliğini sürdürecektir, bu nedenle Suriye konusunda iki taraf arasında ortak bir zemin bulunması şarttır

Bunun için birkaç siyasi dayanak gerekiyor:

1. Washington, bölgesel arena ve Ankara, İsrail'in proaktif yaklaşımına, yani askeri müdahalesine, özellikle de Şara rejimine karşı “tetiğe hafifçe basmak” olarak varsayılan müdahalesine olumsuz bakıyor. İsrail'in Dürzi bölgesindeki nüfuzu ile Türkiye'nin Kürt bölgesindeki nüfuzu arasında bir paralellik kurmaya çalıştığı varsayılabilir. Teorik olarak bu anlaşılabilir, ancak pratik ve stratejik açıdan son derece sorunlu. Her halükarda, İsrail'in Suriye sahasında Türkiye üzerinde nüfuz ve etki gücü sahibi olduğu ve bu yönde daha fazla tırmandırmaya gerek olmadığı mesajı alındı. Türkiye de İsrail'in, Suriye'de kendi çıkarları kadar önemli hayati çıkarları olduğunu anlamalı.

2- İsrail, Türkiye'nin Suriye'ye müdahalesini aşırı buluyor ve hayati çıkarlarını tehlikeye atabileceğini düşünüyor. Aslında bölgedeki diğer aktörler de aynı görüşte. Ancak, Suriye'deki Türk askeri varlığının İran'ınkinden daha tehlikeli olduğu yönündeki gizemli İsrailli sesler hatalı ve yanıltıcı olup, kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet yaratma riski taşıyor.

3- Suriye'deki Türk hegemonyasının İsrail ve diğerleri açısından istenmeyen bir durum olduğu şüphesizdir. Bunu, özellikle Washington yoluyla öncelikle diplomatik kanallar aracılığıyla sınırlamak için çaba gösterilmelidir. Ancak bu, İran tehdidiyle aynı nitelikte bir tehdit oluşturmamaktadır.

4. Üç tarafın çıkarlarını netleştirmek ve istenmeyen yanlış anlamalara doğru bir kaymayı önlemek için Kudüs-Ankara-Washington üçgeninde yoğun bir diplomatik faaliyete ihtiyaç vardır. İsrail ve Türkiye arasında doğrudan ve gizli bir iletişim kanalı ve Azerbaycan'ın arabuluculuğu şarttır.

5. İsrail, etkileyici askeri başarılarının ardından kibrini dizginlemeli ve mevcut kibrinden vazgeçerek, başarısını maceracı bir şekilde değil akıllıca değerlendiren, rasyonel ve stratejik bir yaklaşım benimsemelidir. Sahadaki askeri başarıları ona bunu yapma fırsatı sunmaktadır.

6. İsrail-Türkiye ilişkileri Filistin meselesi nedeniyle gerginliğini sürdürecektir, bu nedenle iki taraf arasında Suriye konusunda ortak bir zemin bulunması şarttır. Aralarındaki gerginliği yatıştırmak ve her birinin sorduğu sorulara cevap vermek gerekmektedir.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.