Avusturya'da bir üniversite, depremin binalara hasarını önceden ölçebilecek teknoloji geliştirdi

Avusturya'daki Graz Teknik Üniversitesi (TU), şiddetli depremlerin binalara verebileceği hasarı önceden ölçebilecek yeni bir teknoloji geliştirdiklerini duyurdu

(Arşiv-AA)
(Arşiv-AA)
TT

Avusturya'da bir üniversite, depremin binalara hasarını önceden ölçebilecek teknoloji geliştirdi

(Arşiv-AA)
(Arşiv-AA)

Üniversiteden yapılan açıklamada, binalardaki değişimlerin navigasyon uyduları kullanılarak 20 bin kilometre uzaktan bile milimetrik hassasiyetle ölçüldüğü kaydedildi.

Bu yöntem kullanılarak bir sistem geliştirildiğine işaret edilen açıklamada, binaların kondisyonlarının ölçülerek binalara hasarın en aza indirgenebileceği aktarıldı.

Araştırmanın yazarlarından TU Jeodezi ve Ölçüm Sistemleri Mühendisliği Enstitüsü Başkanı Werner Lienhart, "Bu sistemin binayı statik ve dinamik olarak denetlemesi, yapının mevcut sağlığını derinden anlamamızı sağlıyor. Bu da köprüler ve barajlar gibi büyük mühendislik yapılarının ömürlerine dair çok önemli ipuçları veriyor." ifadesini kullandı.

Sistem ilk olarak Viyana'daki DC Kuleleri'nde test edildi.



ABD’nin ulusal güvenliği Silikon Vadisi'nin pençesinde

Görsel: Lina Jaradat
Görsel: Lina Jaradat
TT

ABD’nin ulusal güvenliği Silikon Vadisi'nin pençesinde

Görsel: Lina Jaradat
Görsel: Lina Jaradat

Marco Mossad

ABD ordusu, geçtiğimiz yıl haziran ayında, Meta ve OpenAI gibi teknoloji şirketlerinin üst düzey yöneticilerinden oluşan bir grubun ‘Executive Innovation Corps’ adlı yeni bir birime katıldığını duyuran yüksek profilli bir tören düzenledi. Bu birimde onlara albay rütbesi verildi. Bu adım, Silikon Vadisi ile ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) arasında giderek ortaklığın derinleştiğinin bir göstergesiydi.

Bu gelişme, Google gibi bazı büyük teknoloji şirketlerinin politikalarında da önemli değişikliklere yol açtı. Google, uzun süredir sürdürdüğü gözetleme sistemleri veya silahlar geliştirmeyeceklerine dair taahhüdünden vazgeçerek, yıllarca süren kısıtlamalar ve iç tartışmaların ardından askeri gereksinimlere daha fazla uyum sağlama isteğini ortaya koydu.

Burada teknolojinin ABD ordusunun stratejisini yeniden şekillendirip şekillendirmediği ya da Pentagon'un yeni bir inovasyon yolunu mu izlediği şeklinde daha geniş kapsamlı bir soru gündeme geldi. Bu soru, önümüzdeki on yıllarda küresel güvenliği şekillendirecek etik, ekonomik ve siber güvenlikle ilgili sonuçlar doğuruyor.

Geçişler ve yeni ilişkiler

Son yıllarda, büyük teknoloji şirketlerinin askeriye ile iş birliğine yönelik politikalarında köklü bir değişim yaşandı. Bu şirketler, muhafazakâr etik sloganları savunarak askeri alana katılım konusunda katı kısıtlamalar uyguladıkları bir aşamadan, Pentagon projelerine, özellikle yapay zeka (AI) ve bulut sistemi gibi hassas alanlarda doğrudan katılımı mümkün kılan daha esnek ve daha açık katılım kuralları ile karakterize edilen yeni bir aşamaya geçtiler. Bu değişim sadece taktiksel bir değişim değil, teknoloji ve askeri sektörler arasındaki ilişkinin daha organik bir şekilde yeniden şekillendiğinin de bir işareti.

Bu değişimin öncülerinden biri Google’dı. Geçtiğimiz şubat ayında gözetleme sistemleri ve silah araçları geliştirmeyeceğine dair açık bir taahhüt içeren AI İlkeleri sayfasından ‘Gözetlemeye Yönelik Uygulamalar’ başlıklı bölümü kaldırdı. Bu hamle, teknoloji raporları tarafından, şirket insan haklarına olan ilkesel taahhüdünü sürdürmeye ve zararlı etkilerden kaçınmaya çalışsa da, hassas askeri veya hükümet kullanımlarını kısıtlayan açık yasağın kaldırılması olarak yorumlandı. Burada, beyan edilen söylem ile fiili politikalar arasındaki tutarsızlık, savunma gereksinimleri ile iş birliğine yönelik daha fazla açıklığın bir göstergesi haline geliyor.

Bu değişiklikler birdenbire ortaya çıkmadı, ancak büyük teknoloji şirketlerini orduyla ilişkilerini yeniden tanımlamaya iten bir dizi iç içe geçmiş faktörün etkisiyle gerçekleşti.

OpenAI ayrıca geçtiğimiz yıl ocak ayında kurallarını revize ederek, silah geliştirme veya bireylere doğrudan zarar vermeyi açıkça yasaklarken, ‘askeri ve savaş amaçlı kullanımlar’ üzerindeki genel yasağı kaldırdı. Bu değişiklik, siber güvenlik ve operasyonel yönetim gibi alanlarda savaş dışı askeri iş birliklerine kapı açtı. Daha sonra gelişmeler devam etti ve geçtiğimiz aralık ayında Amerikan savunma şirketi Anduril ile resmi bir ortaklık kuruldu. Bu ortaklık, AI modellerini hava savunma sistemlerine entegre ederek drone filolarına karşı koymayı amaçlıyordu. Şirket geçtiğimiz haziran ayında revize edilen politikasının belirlediği sınırlara bağlılığını sürdürürken, idari ve operasyonel amaçlar için gelişmiş modeller geliştirmek üzere Pentagon ile 200 milyon dolar değerinde bir sözleşme imzaladı. Tüm bu gelişmeler politikanın genel bir yasaktan, askeri bağlamda neyin yapılabileceğini ve neyin yapılamayacağını kesin olarak tanımlayan ayrıntılı bir düzenlemeye nasıl dönüştüğünü gösteriyor.

Savunma bulut bilişim sözleşmeleri bu açıklığı kurumsallaştırdı. Pentagon, 2022 yılının aralık ayında Amazon, Microsoft, Google ve Oracle gibi büyük teknoloji şirketleriyle, 2027 yılına kadar geçerli olacak ve 9 milyar dolarlık bütçeye sahip Joint Warfighting Cloud Capability (JWCC) sözleşmesi imzaladı. Sözleşme imzalandığından bu yana, siparişler Mart 2024'te yarım milyar doları aşarken, bu yılın ortalarında hükümetin ve uzmanların tahminlerine göre gerçek harcamalar 3 milyar doların üzerindeydi. Bu gelişme, ABD ordusunun verilerini yönetmek ve AI uygulamalarını çalıştırmak için ticari bulut hizmeti sağlayıcılarına yapısal olarak bağımlı hale geldiğini ve geçmişte var olan geleneksel askeri müteahhitlere olan münhasır bağımlılığın yerini aldığını yansıtıyor.

Bu değişiklikler birdenbire ortaya çıkmadı, ancak büyük teknoloji şirketlerini orduyla ilişkilerini yeniden tanımlamaya iten bazı iç içe geçmiş faktörlerce yönlendirildi. Bu faktörlerin başında, Ukrayna'daki savaşın yol açtığı artan jeopolitik baskılar geliyor. Bu baskılar sonucunda AI artık teknik bir araç veya yenilikçi bir lüks olarak değil, enerji, uzay veya iletişim ile eşit düzeyde ulusal güvenlik için temel bir altyapı olarak değerlendiriliyor.

İkinci faktör, AI’nin kendi iç ekonomisiyle ilgili. Gelişmiş modeller, süper bilgisayar merkezlerine ve büyük miktarda veriye yönelik muazzam sermaye yatırımları gerektirir ve bu yatırımlar, dalgalı ve istikrarsız bir tüketici pazarında geri kazanılması zor yatırımlardan oluşuyor. Buna karşın, uzun vadeli savunma sözleşmeleri güvenli ve istikrarlı bir finansman kaynağı sağlıyor ve bu da hayatta kalmak ve büyümek için gerekli olan devasa AI altyapısını kurmak isteyen şirketler için daha cazip hale getiriyor.

Bu, risksiz bir yol değil. Silikon Vadisi'ndeki kurumsal hafıza, 2018 yılında Google'da Maven Projesi’ne karşı yapılan yaygın protestoları hatırlamaya devam ediyor.

Üçüncü faktör, bu şirketlerin yönetim felsefesindeki belirgin değişiklikti. Söz konusu şirketler, ‘silah üretimine katılmayacağız’ gibi genel yasaklar ve geniş sloganlarla göründükten sonra, bireylere doğrudan zarar vermeyi önlemeye odaklanan, ancak siber güvenlik, lojistik destek ve askeri tıp gibi alanlarda savaş dışı kullanımlara izin veren ayrıntılı politikalara geçtiler. Bu değişim, Google ve OpenAI'nin güncellemelerinde açıkça görüldü. Bu güncellemelerde, kullanım kuralları, ilan edilen kırmızı çizgileri aşmadan yeni savunma işbirliklerine kapı açacak şekilde yeniden yazıldı.

Dördüncü faktör, Pentagon’un kendi içindeki sözleşme yapısı ile ilgili. Bakanlık, JWCC sözleşmesinde görüldüğü üzere aynı anda birden fazla tedarikçi ile çalışmasına olanak tanıyan daha esnek modeller geliştirdi. Ayrıca, şirket başına 200 milyon dolara kadar bütçelerin ayrıldığı gelişmiş modeller için sözleşmeler de imzalandı. Bu yaklaşım, ABD ordusunun tek bir tedarikçiye olan bağımlılığını azaltırken, ticari yeniliklerin komuta ve kontrol sistemlerine entegrasyonunu hızlandırdı.

Ancak bu, risksiz bir yol değil. Silikon Vadisi'ndeki kurumsal hafıza, 2018 yılında Google'da Maven Projesi’ne karşı yapılan yaygın protestoları hatırlamaya devam ediyor. Bu da, çalışanlar kullanım sınırlarının aşıldığını hissettiklerinde bu tür gerilimlerin tekrarlanma olasılığının devam ettiğini gösteriyor. Bunun yanında ticari altyapıya olan bağımlılığın artması, büyük şirketlerin teknik aksaklıklar veya büyük ölçekli siber saldırılara maruz kalması durumunda potansiyel zafiyetler yaratırken özellikle Anduril gibi savunma şirketleriyle yapılan büyük sözleşmeler veya uzun vadeli ortaklıklar nedeniyle, beyan edilen sivil uygulamalardan doğrudan saha kullanımına kademeli bir geçiş riski de bulunuyor. Bu durum, şirketlerin kendi politikalarının ötesine geçen ve askeri-teknolojik iş birliğini düzenlemek için şeffaf standartlar belirleyen bağımsız denetim mekanizmaları ve dış denetimlerin kurulmasını acil hale getiriyor.

Jeopolitik değişim

Ukrayna'daki savaş, dijital gücün geleneksel silahlar kadar önemli hale geldiğini açıkça gösterdi. Teknoloji şirketi Palantir, NATO'ya geleneksel askeri prosedürlere kıyasla dakikalar içinde büyük miktarda keşif verisi ve görüntüsünü analiz edebilen AI tabanlı Maven sistemini sağladı. NATO bu sistemi olağanüstü bir hızla benimsedi ve savunma sistemine özel teknoloji şirketlerini dahil etmenin acil bir ihtiyaç olduğunu ortaya koydu. Gerçeklik, ordunun tek başına gelişimin hızına ayak uyduramayacağını, şirketlerin ise askeri bürokrasiden daha fazla operasyonel esnekliğe sahip olduğunu gösteriyor.

İsveç, Rusya ve Ukrayna'nın drone filolarını yoğun bir şekilde kullandığını gördükten sonra benzer teknolojiler geliştirmek için hızla harekete geçti ve program başlattı. Bu tür programların genellikle beş yıl sürmesine rağmen, programı bir yıldan kısa bir sürede tamamladı. Bu başarı, yerel ordu ve start-up'lar arasındaki doğrudan iş birliği sayesinde mümkün oldu ve askeri teknoloji yarışında zamanın ne kadar önemli olduğunu vurguladı.

Letonya hava savunma sanayisini genişletti ve Ukrayna'ya insansız hava araçları (İHA) tedarik etmek için NATO’ya katıldı. Tüm bunlarla birlikte sadece Kiev'e destek olmakla kalmadı, aynı zamanda yerel savunma sanayisinin modern NATO sistemine entegrasyonunu sağladı, değişikliklere ayak uydurma ve ötekileştirilmesini önleme yeteneğini güçlendirdi.

Tüm bu deneyimler, ABD ve müttefiklerinin üstünlüklerini korumak için teknoloji şirketleriyle doğrudan iş birliği yapmaktan başka seçenekleri olmadığını ortaya koydu.

İngiltere de benzer bir yaklaşım benimsedi. İngiltere Savunma Bakanı John Healey daha önce yaptığı bir açıklamada AI’nin İngiltere’nin savunma stratejisini gözden geçirme sürecinin merkezi bir unsuru olacağını açıkladı. Bakanlık, İngiliz ordusuna teknoloji entegrasyonunu uzun süredir engelleyen geleneksel yavaşlığı aşmak amacıyla, ekipman bütçesinin yüzde 10'unu yapay zeka sistemleri ve İHA’ların geliştirilmesine ayırdı.

Çin, sivil ve askeri sektörlerin entegrasyonuna dayalı farklı bir yol izledi. Bu strateji, sivil ve askeri sektörler arasındaki sınırları ortadan kaldırırken Huawei ve Baidu gibi şirketleri devletin elindeki doğrudan araçlara dönüştürdü. Çin Elektronik Şirketi (China Electronics Corporation/CEC), AI tabanlı gelişmiş gözetleme sistemleri geliştirirken, Çin Havacılık Sanayii Kurumu (Aviation Industry Corporation of China/AVIC) ise akıllı algoritmalarla yönlendirilen hipersonik füzelere odaklandı. Bu model, etik boyutun veya kullanım sınırlarının açıkça tartışılmadığı, aksine şirketlerin laboratuvardan savaş alanına geçişi hızlandırmak için devlet yapısına entegre edildiği mutlak merkezileşme ile öne çıkıyor.

gtrg
Güney Koreli teknoloji devi Samsung, Apple'dan dünyanın en büyük telefon satıcısı konumunu geri kazanmaya çabası çerçevesinde yeni AI özellikleriyle donatılmış en yeni Galaxy akıllı telefonlarını piyasaya sürdü (Glenn CHAPMAN / AFP)

Bu deneyimler, ABD ve müttefiklerinin üstünlüklerini korumak için teknoloji şirketleriyle doğrudan iş birliği yapmaktan başka seçenekleri olmadığını ortaya koydu. Rusya-Ukrayna savaşı, İHA’lar ve AI sistemlerinin artık yan unsurlar değil, güç dengesini belirleyen unsurlar olduğunu açıkça gösterdi. Bu da Silikon Vadisi ile Pentagon arasındaki ortaklığı, liderliği sağlamak için tamamlayıcı bir seçenek olmaktan çıkıp stratejik bir zorunluluk haline getirdi.

Post etik

Pentagon'un teknoloji şirketleriyle olan ortaklıkları, artık sadece tedarik sözleşmeleri veya stratejik yatırımlarla sınırlı kalmayıp Silikon Vadisi'nde hararetli bir siyasi ve etik mesele haline geldi. Hükümetler bu ortaklıkları askeri üstünlüğü korumak için bir araç olarak görürken, çalışanlar ve aktivistler ise bunları teknolojiyi militarize etme ve hassas insani sonuçları olan çatışmalarda kullanma girişimi olarak değerlendiriyor.

Tartışma yıllardır sürüyor. Google, 2018 yılında yaygın iç protestoların baskısı altında, drone görüntülerinin analizine yönelik Maven Projesi’nden çekildi. Bu çekilme, kurumsal politikada yeni bir yol açtı ve genel etik taahhütlerden, siber güvenlik ve lojistik gibi alanlarda savaş dışı sözleşmelere izin veren, ancak savunma sisteminin merkezinde kalan pratik bir yönetime geçildi.

Gazze'deki son savaş, bu tartışmayı yeniden alevlendirdi. Google ve Amazon çalışanları, geçtiğimiz yıl nisan ayında “Apartheid Rejimine Teknoloji Yok” kampanyası kapsamında New York ve Kaliforniya'daki yöneticilerin ofislerine baskın düzenleyerek, Nimbus Projesi’nin İsrail ile imzaladığı 1,2 milyar dolarlık sözleşmeyi protesto ettiler. Protestocular, teknolojinin askerileştirilmesini reddeden pankartlar taşıdılar. Bazıları ofislerin içinde oturma eylemi düzenlediler. Polis müdahale ederek birçoğunu gözaltına aldı. Protestolar, Filistinlilerin askeri olarak gözetlenmeleri için bulut sistemi ve AI teknolojilerinin kullanımına karşı profesyonel kesimin yaygın bir şekilde karşı çıktığını ortaya koydu.

Bunun sonucunda ortaya karmaşık bir denklem çıktı. ABD ve müttefikleri, teknolojik ve askeri liderliklerini korumak için Silikon Vadisi’ndeki şirketleri savunma stratejilerinin merkezine çekmek zorundalar.

Çalışanların öfkesi Microsoft'a da sıçradı. Microsoft çalışanları geçtiğimiz ağustos ayında İsrail ordusunun askeri operasyonlarında Azure Bulut Sistemi’ni kullandığına dair haberleri protesto etmek amacıyla şirketin Redmond'daki genel merkezindeki ana avluyu ‘Filistin’in Şehit Çocukları Meydanı’ olarak adlandırdılar.

Tüm bu olaylar, teknoloji şirketleri ile Pentagon arasındaki ilişkinin artık önemsiz bir ayrıntı olmadığını, ABD ulusal güvenliğinde yeni bir denklem haline geldiğini gösteriyor. Şirketler sarsılmaz etik tabuları terk etmeye başlayıp yavaş yavaş savunma sözleşmelerine yönelirken, NATO ticari yenilikleri askeri yapısına entegre etmeye çalışıyor. 21. yüzyılda askeri üstünlük artık sadece tank ve füze üretimi ile değil, algoritmaların, verilerin ve bulut sistemlerinin olduğu oyunun kurallarını değiştirme yeteneği ile ölçülüyor.

Ukrayna'daki savaş, bu değişimi açıkça ortaya koyarken İHA’ların, gerçek zamanlı veri analiz sistemlerinin ve elektronik savaşın değerini gösterdi. Bu savaş, teknoloji sektörüyle güçlü bir ortaklığı olmayan herhangi bir ordunun, hızla değişen savaş alanında geride kalacağını da ortaya çıkardı. Bu durum, özel sektörle sözleşmeleri hızlandıran NATO'nun yaklaşımı ile sivil ve askeri sektörlerin entegrasyonu ve endüstriyel devlet merkezileştirme politikası yoluyla sivil şirketlerini doğrudan askeri sisteme entegre eden Çin'in yaklaşımı arasındaki farka işaret ediyor.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Teknolojinin savaşa entegrasyonu, tehlikeli yeni bir cephe açtı. Siber güvenlik ilk savunma hattı haline gelirken verilerin ve AI algoritmalarının ihlali, inovasyonu felakete dönüştürebilecek bir potansiyel oluşturdu. Bununla birlikte  Google, Amazon ve Microsoft'un protestoları, teknolojinin askerileştirilmesinin herkes için etik olarak kabul edilebilir olmadığını ve çalışanların veya halkın güvenini kaybetmenin hükümetlerin bu stratejiyi izleme yeteneğini engelleyebileceğini gösterdi.

Bunun sonucunda ortaya karmaşık bir denklem çıktı. ABD ve müttefikleri, teknolojik ve askeri liderliklerini korumak için Silikon Vadisi’ndeki şirketleri savunma stratejilerinin merkezine çekmek zorundalar. Ancak bu, kullanıma sınırlar koyan ve insani değerleri koruyan etik ve yasal bir çerçeve içinde ancak mümkün olabilir. Dolayısıyla AI çağında savaşın geleceği sadece Ukrayna'nın savaş alanlarında veya Pekin ve Moskova'nın laboratuvarlarında değil, aynı zamanda ulusal güvenlik endüstrisinin doğrudan ortakları haline gelen teknoloji şirketlerinin yönetim kurullarında da şekillenecektir.


Çinli bilim insanlarından kendi kendini şarj eden akıllı saat atılımı

Huawei'nin bir akıllı saati (AFP)
Huawei'nin bir akıllı saati (AFP)
TT

Çinli bilim insanlarından kendi kendini şarj eden akıllı saat atılımı

Huawei'nin bir akıllı saati (AFP)
Huawei'nin bir akıllı saati (AFP)

Gerilme sonucu açığa çıkan ısıyı elektriğe dönüştüren polimer geliştiren Çinli bilim insanları, kendi kendini şarj eden akıllı saatlere ön ayak olabilecek bir ilerleme kaydetti.

Pekin Üniversitesi'nden araştırmacılar, lastik banda benzeyen çığır açan malzemenin, elastikliğini verimli bir şekilde elektriğe dönüştürdüğünü söylüyor.

Malzeme, sıcaklık farklılıklarının enerji ürettiği termoelektrik prensibiyle çalışıyor.

Nature adlı akademik dergide yayımlanan çalışmalarında araştırmacılar, "Şimdiye kadar, bildirilen tüm yüksek performanslı termoelektrik malzemeler elastiklikten ziyade sadece esnekliğe ulaştı" diye yazdı.

Akıllı saatler gibi giyilebilir cihazlar pil ya da sık sık şarj edilmeyi gerektiriyor.

Yeni malzeme, şarja ihtiyaç duymayan sürekli bir enerji kaynağı sağlayabilir.

Yeni malzeme, vücudun sıcaklığıyla çevrenin sıcaklığı arasındaki farktan yararlanıyor. İnsan vücudunun sıcaklığı 37 santigrat derece civarındayken, ortam sıcaklığı normalde 20 ila 30 santigrat derece arasında değişiyor.

Çinli araştırmacılar yeni malzemeyle bu sıcaklık farkından yararlanarak bunu elektriğe dönüştürmeyi denedi.

Pekin Üniversitesi'nden malzeme bilimcisi Lei Ting, South China Morning Post'a, "Termoelektrik kauçuk kavramını dünyada ilk kez biz ortaya koyduk" diye konuştu.

Bu yenilik, elektriği ileten ve mekanik zorlanma altında iletkenliğini koruyan yeni bir polimer sınıfının geliştirilmesindeki ilerlemeye işaret ediyor. İletkenliği korurken elastisite elde etmek bu buluşa kadar zor bir işti.

Bilim insanları polimerleri için polimerik bir malzemeye nanolif ağı ekleyerek hibrit bir yapı geliştirdi. Yapı, yarı iletken polimerleri elastik kauçukla harmanlayıp çapraz bağlıyor.

Araştırmacılar, malzemenin orijinal uzunluğunun yüzde 850'sinden fazlasına kadar esneyebildiğini gösterdi. Uzunluğu yaklaşık yüzde 150’ye kadar gerildiğinde, orijinal şeklinin yüzde 90’ına geri dönüyor.

Araştırmacılar, malzemeye özel maddeler eklenmesinin performansını daha da artırabileceğini belirtti.

Malzemenin bükülebildiğini, esneyebildiğini ve cilde yapışabildiğini gösterdiler. Dr. Ting, "Giyilmesi daha rahat olan bu tür termal cihazlar, vücudun ısı enerjisini daha az ısı kaybıyla verimli şekilde elektrik enerjisine dönüştürebiliyor" dedi.

Araştırmacılar çalışmalarında "Bu termoelektrik elastomerler, giyilebilir uygulamalardaki elastik termoelektrik jeneratörleri çok daha uyumlu ve verimli hale getirme potansiyeline sahip" diye yazdı.

Bu teknolojinin potansiyel uygulamaları, tüketiciye yönelik giyilebilir cihazların da ötesine uzanabilir. Örneğin yeni malzeme, harici piller gerektirmeyen vücuda yakın giyilebilir tıbbi sensörlerin geliştirilmesine yardımcı olabilir.

Independent Türkçe


Elektrikli araç bataryalarında devrim: Hesaplı geri dönüşüm yöntemi bulundu

Uzmanlar lityum batarya geri dönüşümünde kullanılan mevcut yöntemlerin yüksek maliyetli olduğunu söylüyor (Reuters)
Uzmanlar lityum batarya geri dönüşümünde kullanılan mevcut yöntemlerin yüksek maliyetli olduğunu söylüyor (Reuters)
TT

Elektrikli araç bataryalarında devrim: Hesaplı geri dönüşüm yöntemi bulundu

Uzmanlar lityum batarya geri dönüşümünde kullanılan mevcut yöntemlerin yüksek maliyetli olduğunu söylüyor (Reuters)
Uzmanlar lityum batarya geri dönüşümünde kullanılan mevcut yöntemlerin yüksek maliyetli olduğunu söylüyor (Reuters)

Bilim insanları elektrikli araç bataryalarını hesaplı bir şekilde geri dönüştürmenin yolunu buldu. Yeni yöntemin muazzam miktarda çevresel atığın önüne geçmesi bekleniyor.

Elektrikli araçların hızla yaygınlaşmasıyla uzmanlar, bunlara güç veren bataryaların kullanım ömrü dolduğunda çöpe gitmemesi için çözüm arıyor.

Atıkların çevresel etkileri endişe yaratırken, içerdikleri lityum geri dönüştürülerek yeni bataryalarda kullanılma potansiyeli taşıyor.

Tesla ve BYD gibi büyük şirketlerin araçlarında kullandığı lityum demir fosfat (LFP) bataryalar, nikel ve kobalt bazlı olanlardan daha ucuz ve güvenli olmasıyla öne çıkıyor.

Ancak demir ve fosfat, nikel veya kobalt kadar değerli olmadığı için geri dönüşüm projeleri çoğunlukla LFP bataryaları göz ardı ediyor. Üstelik mevcut yöntemler yüksek enerji harcanmasına ve ciddi miktarda atık oluşmasına yol açıyor.

Öte yandan LFP bataryaların avantajları nedeniyle yaygınlaşması, atık sorununu daha da büyütüyor.

Wisconsin-Madison Üniversitesi'nden Kyoung-Shin Choi, "Şu anda pazar bu bataryalara yönelse de kullanılmış LFP bataryalardan lityumu geri kazanmak için ekonomik açıdan uygun bir yöntem yok" diyor.

Choi ayrıca madenlerden ve tuzlu su yataklarından lityum elde etmek, geri dönüşümden daha ucuz olsa da birçok çevresel zararı olduğunu da söylüyor.

Bu nedenle Choi liderliğindeki bir ekip, hem daha hesaplı hem de çevreye daha az zararı olacak bir yöntem geliştirdi.

Elektrokimyasal bir süreç içeren bu teknikte ilk olarak bataryalardaki lityum iyonları, orta derecede asidik bir çözeltiyle süzülüyor. Ardından bir depolama elektrodu üzerine konan iyonlar ayrı bir çözelti içine bırakılıyor. Böylece yüksek saflıkta lityum bileşikleri elde ediliyor.

Oda sıcaklığında gerçekleştirilen bu işlemin düşük seviyede kimyasal gerektirmesi gibi avantajları var.

Bulguları hakemli dergi ACS Energy Letters'ta yayımlanan çalışmada ekip, yöntemi hem LFP bataryalarda hem de bataryaların parçalanmasıyla ortaya çıkan "kara kütle" üzerinde test ederek etkileyici sonuçlar elde etti.

Araştırmanın ardından patent başvurusu yapan ekip, yeni yöntemin sektörde yaygınlaşması için çalışmalar yürütüyor.

Choi, "Teknoloji işe yarıyor ancak en düşük maliyetli şekilde ölçeklendirilmesi önemli" diyor.

Independent Türkçe, ScienceBlog, Wisconsin-Madison Üniversitesi, ACS Energy Letters