Kızıldeniz, çatışma yönetimi için bir ABD platformuna dönüşüyor

ABD’nin deniz gücü oluşturma yönündeki baskısı İsrail yanlısı tutumu bağlamında ortaya çıktı.

21 Eylül’de Sana'da düzenlenen Husi askerî geçit töreni sırasında füzeler (AFP)
21 Eylül’de Sana'da düzenlenen Husi askerî geçit töreni sırasında füzeler (AFP)
TT

Kızıldeniz, çatışma yönetimi için bir ABD platformuna dönüşüyor

21 Eylül’de Sana'da düzenlenen Husi askerî geçit töreni sırasında füzeler (AFP)
21 Eylül’de Sana'da düzenlenen Husi askerî geçit töreni sırasında füzeler (AFP)

Halid Hamada

ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, 19 Aralık’ta Kızıldeniz’den geçen ticari gemileri korumak için Refah Muhafızı adı altında çok uluslu bir koalisyonun kurulduğunu duyurdu. Ancak kısa bir süre sonra İsrail Chem Pluto tankeri, Hindistan’ın Veraval limanının 200 km güneybatısında bir drone tarafından saldırıya uğradı.

Bu saldırı, Husi milislerin Kızıldeniz’deki ticari gemilere insansız hava araçları ve füzelerle gerçekleştirdiği ve büyük uluslararası denizcilik şirketlerini gemilerinin rotasını değiştirerek Afrika kıtasının güney ucundan dolaşmaya zorlayan saldırıların ardından geldi. Eş zamanlı olarak İran medyası, aralarında Devrim Muhafızları Ordusu Koordinasyondan Sorumlu Komutan Yardımcısı Muhammed Rıza Nakdi’nin de bulunduğu Devrim Muhafızları liderleri hakkında haberler yaptı. Medya organları, Tahran’ın bu saldırıyla herhangi bir bağlantısı olduğunu açıklamadan, “Yakında Akdeniz’in, Cebelitarık Boğazı’nın ve diğer su yollarının kapatılmasını beklemek zorunda kalacaklar” dedi.

ABD’nin 20 ülkenin koalisyona katılacağını açıklayarak benimsediği güç gösterisine rağmen Husi lideri Abdulmelik el-Husi, Gazze savaşı devam ettiği sürece İsrail’e giden ve İsrail’den gelen gemilere yönelik saldırıların devam edeceğini ve ABD tüm dünyayı harekete geçirse bile operasyonların durmayacağını söyledi. Husi, “Grup, Washington’un onları hedef alması durumunda ABD savaş gemilerini vurmaktan çekinmeyecektir” dedi.

Babu’l Mendeb’e ve Umman Körfezi’ne 2 bin 500 kilometreden fazla uzaklıkta, İran kıyılarından ise 1300 kilometre uzakta bulunan Hindistan kıyıları açıklarında İsrail gemisine düzenlenen saldırının konumu, deniz hedeflerinin kapsamının Umman Denizi’ni ve Hint Okyanusu’nun bir kısmını kapsayacak şekilde genişletilmesinin sonuçlarıyla ilgili birçok soruyu gündeme getiriyor. Bu durum, Kızıldeniz’i geçerek Güney Afrika’daki Ümit Burnu’na doğru ilerleme hususunda risk düzeyini artırıyor. Ayrıca bu, ABD’nin ilan ettiği deniz ittifakına açık bir meydan okuma teşkil ediyor ve koşulları, bölgede topyekûn savaşa doğru itiyor.

Seyrüsefer özgürlüğü mü korunuyor yoksa İsrail çıkarları mı?

Hiç şüphe yok ki ABD’nin Kızıldeniz’deki gemileri korumak için bir deniz kuvveti oluşturma çabası, İsrail’e giden gemilerin güvenliğinin sağlanması ve Gazze’ye yönelik saldırıyı destekleyen pozisyon bağlamında gerçekleşti. Bu, bir yandan Kızıldeniz’e kıyısı olan Arap ülkelerinin özellikle de önemli bir bölgesel ülke olan Mısır’ın ya da Türkiye’nin bu ittifaka davet edilmemesini ya da Arap ülkelerinin (ittifakın ilan edilme başlığıyla hedeflerinin kesişiyor olmasına rağmen) bu ittifaka katılmak istememeleri için yeterli olabilir. Belki de bu, ABD’nin bu ittifak için istediği nihai misyonu sorgulamak için yeterlidir; ki bu misyon, seyrüsefer özgürlüğünün sağlanmasından buna koşullar ve kısıtlamalar dayatmaya doğru kayabilir. Amerikan dış politikasının belirsizliği ve İsrail’e yönelik açık tarafgirliği göz önüne alındığında bu güç, bölgesel veya uluslararası çatışmalarda kullanılabilir.

Süveyş Kanalı üzerinden Aden Körfezi’nden İspanya’ya olan mesafe yaklaşık 6 bin 600 km iken Ümit Burnu üzerinden 17 bin kilometreden fazladır

Ayrıca bu koalisyonun oluşumunu Gazze’de ateşkes de dahil olmak üzere bölgesel istikrarın sağlanması bağlamına oturtamamak, katılımcı Arap ülkelerini Gazze’ye yönelik saldırı devam ederken İsrail çıkarlarını savunacak bir konuma getirecek.

FOTO: Somali Deniz Polisi, 30 Kasım’da Aden Körfezi’nde devriye geziyor (AP)
Somali Deniz Polisi, 30 Kasım’da Aden Körfezi’nde devriye geziyor (AP)

Bu bağlamda ABD, ülkelerin koalisyona katılımı için cazip bir bahane oluşturabilecek küresel tedarik zincirleri üzerindeki olumsuz yansımaları dikkate almadı. Ümit Burnu çevresinde seyreden nakliye şirketleri, nerede yakıt ikmali yapılacağı konusunda zor seçimlerle karşı karşıya kalıyor. Pek çok gözlemciye göre Afrika limanları, bürokratik işlemlerden, trafik sıkışıklığından ve yetersiz tesislerden mustarip. Bu alanda Mayıs ayında açıklanan 2022 Dünya Bankası Endeksi, konteyner hacmi açısından Afrika’nın en gelişmiş ve en büyük limanı olan Durban Limanı, dünyanın en kötü performansını gösteren limanları arasında yer alan Cape Town ve Ngkora limanları ve Kenya’nın Mombasa ve Tanzanya’nın Darüsselam limanları da dahil olmak üzere Güney Afrika’daki büyük limanların, beklenen trafiği idare edecek donanıma sahip olmadıklarını ortaya koydu. Bu durum, kıta etrafında rotasını değiştiren gemilerin yanaşma ve hizmet alma konusunda sınırlı seçeneklere sahip olduğu anlamına geliyor. Ayrıca seyir süresinin uzamasının sonuçlarına ek olarak yakıt tüketiminde artış, emisyonlarda artış ve daha yüksek fiyatlar da söz konusudur. Örneğin Süveyş Kanalı üzerinden Aden Körfezi’nden İspanya’ya olan mesafe yaklaşık 6 bin 600 km iken Ümit Burnu üzerinden ise 17 bin km’den fazla.

Koalisyonun misyonu konusunda netlik eksikliği

Koalisyonun misyonunun belirsizliği ve net olmayışı, Pekin ile Washington arasındaki güven eksikliğine yeni bir faktör daha ekledi. Bu, Çin’in ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in Refah Muhafızı Operasyonuna katılma davetini neden görmezden geldiğini açıklıyor. Öyle ki Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Wang Wenbin, ABD askeri ve diplomatik güçlerine hitaben “İlgili tarafların, özellikle nüfuz sahibi büyük ülkelerin, Kızıldeniz’deki nakliye yollarının güvenli tutulması konusunda yapıcı ve sorumlu bir rol oynamaları gerektiğine inanıyoruz” ifadelerini kullandı.

Mısır deniz kuvvetleri uluslararası koalisyona etkin bir şekilde katılabilir. Süveyş Kanalı’na giden ticari gemilere kendi imkanlarıyla eşlik ederek onları koruyabilecek kapasitededir.

Wang’ın önemli nüfuzlu ülkelere yönelik konuşması, Pekin’in, deniz koridorunda istikrarı yeniden sağlamak için daha uygun başka bir yaklaşımı benimseme arzusunu yansıttığı kadar, ABD ile müttefikleri ve ortaklarının Pekin’in yapabileceğinden çok daha büyük bir deniz kuvveti toplama kapasitesine sahip olduğunu kabul ettiğini yansıtmıyor. Bu, Çin’in İran’la yakın ilişkisi yoluyla bu saldırılara son verme konusunda oynayabileceği rolün bir göstergesi olabilir.

FOTO: ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, 20 Aralık’taki ziyareti sırasında USS Gerald R. Ford mürettebatıyla konuşuyor (AP)
ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, 20 Aralık’taki ziyareti sırasında USS Gerald R. Ford mürettebatıyla konuşuyor (AP)

Bu pozisyon, Mart ayında İran ile Suudi Arabistan arasındaki düşmanlığı azaltma konusunda anlaşmaya varılmasının ardından ‘durumu sakinleştirmek’ ve İsrail ile Hamas arasındaki savaşı durdurmak amacıyla Pekin’in 7 Ekim’deki saldırının ardından Orta Doğu Sorunu Özel Temsilcisi Zhai Jun aracılığıyla üstlendiği diplomatik girişimle tutarlı.

Bu çerçevede Mısır Orta Doğu Haber Ajansı’nın bildirdiğine göre Mısır Dışişleri Bakanı Sameh Şukri’nin tutumu, İngiliz mevkidaşı David Cameron ile düzenlediği basın toplantısında okunabilir. Öyle ki Şukri, basın toplantısı sırasında “Kızıldeniz’e sınırı olan ülkeler ihtilaflı suları koruma sorumluluğunu taşıyor. Kahire, seyrüsefer özgürlüğünün sağlanması için üzerine düşeni yapacak” dedi.

Şukri, “Kızıldeniz’de seyrüsefer özgürlüğü için uygun koşulları sağlamak üzere birçok ortağımızla işbirliği yapmaya devam ediyoruz” dedi. Ticari gemilerin Süveyş Kanalı’na güvenli erişim özgürlüğü, Mısır için varoluşsal bir sorun teşkil ediyor. Husi tehdidiyle mücadeleyi sağlamak için atılacak adımların netleştirilmemesine rağmen Mısır’ın, ABD’nin tutumundan ve Süveyş Kanalı’nın korunmasındaki ısrarından rahatsız olduğu görülüyor.

Mısır’ın önemli deniz yeteneklerine sahip olduğunu belirtmek gerekiyor. ABD Global Firepower web sitesinin 2012 verilerine göre Mısır deniz askeri filosu, dünyada 12. sırada yer alıyor ve 245 deniz birimine ek olarak iki helikopter gemisi, 13 fırkateyn, 8 denizaltı, 7 korvet, 48 devriye gemisi, 23 mayın tarama gemisi içeriyor. Böylece Mısır deniz kuvvetleri uluslararası koalisyona etkin bir şekilde katılabilir. Süveyş Kanalı’na giden ticari gemilere kendi imkanlarıyla eşlik ederek onları koruyabilecek kapasitededir.

ABD, Kızıldeniz’in güvenliğini mi sağlamak istiyor, yoksa içindeki çatışmayı mı yönetmek istiyor?

Husiler, 7 Ekim’den bu yana 100’ün üzerinde drone ve balistik füze saldırısı gerçekleştirdi. ABD Savunma Bakanlığı verilerine göre, ABD Donanması muhripleri de dahil olmak üzere farklı ülkelerden 35’ten fazla bayrak taşıyan kargo gemilerini hedef aldılar. Bu füzelerin çoğu ele geçirildi, ancak bazıları hedeflerini vurarak can kaybına ve küçük hasara neden oldu ve bir gemi kaçırıldı. Saldırılar, nakliyede büyük aksamalara neden oldu. Zira Husiler günlük tahmini 10 milyar dolarlık sevkiyatı engelliyor. Bu durum fiyatların artmasına neden oldu ve bölgeyi gerilim ve yüksek alarm durumuna soktu.

Bu stratejik su kütlesi, ABD’nin bölgeye dönüşü için model bir platform sağlayacak. Bu durum da ihracatını engelleyerek ve maliyetlerini artırarak Çin’in ekonomik tükenmesine yol açacak. Aynı zamanda İran ve Körfez ülkeleri arasındaki rolün yeniden tesis edilmesine olanak tanıyacak ve belki de Pekin’in sponsor olduğu anlaşmayı engelleyecek.

İngiliz savaş gemilerinin de katıldığı Amerikan destroyerleri US Carney ve US Mason, saldırılara dronları düşürmek için kullanılan ESSM Sea Sparrows füzesine ek olarak, RIM66 SM-2 ve RIM66 SM-6 önleyici füzelerle karşılık verdi. US Carney ayrıca SM-3 füzeleri içeriyor, ancak bunların kullanımına ilişkin herhangi bir bilgi mevcut değil. Bu sistemler, her türlü tehdide yanıt vermek için farklı müdahale yeteneklerinin konuşlandırılmasına dayanan çok seviyeli savunmanın bir parçasını oluşturuyor. Ancak şu ana kadar önleme raporlarında bahsi geçen tek füzeler SM-2 ve Sparrows’dur.

FOTO: ABD’li yetkililerin kendisine doğru gelen uçan bir cismi düşürdüğünü söylediği ABD destroyeri USS Mason’un arşiv fotoğrafı (AP)
ABD’li yetkililerin kendisine doğru gelen uçan bir cismi düşürdüğünü söylediği ABD destroyeri USS Mason’un arşiv fotoğrafı (AP)

Pentagon, 2022’de füze savunma programlarına 12,3 milyar dolar, füze ve mühimmatlarına ise 24,7 milyar dolar harcadı. Bu da büyük bir stoğu olduğu anlamına geliyor. Ayrıca İngiltere, Bahreyn, Kanada, Fransa, İtalya, Hollanda, Norveç, Seyşeller ve İspanya gibi koalisyona katılan ülkelerin de kendilerine ait yetenekleri bulunuyor. İlginçtir ki NATO üyesi Türkiye, koalisyonda yer almıyor ve Yemen’deki ateşkesle bağlantısı olan Suudi Arabistan Krallığı da koalisyonda yok.

Kızıldeniz’de seyrüsefer özgürlüğünün güvence altına alınması meselesi, ABD ve müttefiklerinin güvence altına almaya çalıştığı güç dengesi veya savunma harcamaları meselesi değildir. Aksine bu, bölgedeki ve dünyadaki çatışmalarla baş etme konusunda ABD’nin stratejik meselesidir. Deneyimler, Washington’un 1950’lerden beri seçeneklerinin çatışmaları çözmek ve sona erdirmek değil, yönetmek, geliştirmek ve bunlara yatırım yapmak olduğunu gösterdi. Dolayısıyla Kızıldeniz’de seyrüsefer özgürlüğü meselesi, ABD bağlamından sapmayacak, aksine bölgedeki çatışma yönetimi bölümlerine her zaman Amerikan tarzında yeni bir bölüm ekleyecektir.

Kızıldeniz, Washington’un hesaplaşması için ideal bir alan sağlıyor ve Washington’un aynı anda birçok hedefle başa çıkmasına olanak tanıyor. Hindistan kıyısı yakınında İsrail tankerine yapılan saldırı, Husilerin Kızıldeniz’deki saldırılarına ek bir faktör sağladı ve Amerikan müdahalesinin kapsamının, Aden Körfezi ve Babu’l Mendeb’in yanı sıra Hint Okyanusu ve Umman Denizi’ni de kapsayacak şekilde genişletilmesini gerektirdi. Bu stratejik su kütlesi, ABD’nin bölgeye dönüşü ve önemli meselelere el atması için model bir platform sağlayacak. Bu durum da Arap bölgesine ve Avrupa’ya ihracatını engelleyerek ve maliyetlerini artırarak Çin’in ekonomik olarak tükenmesine yol açacak. Aynı zamanda Basra Körfezi’nden doğuya ve batıya geçen petrol tankerlerinin yakından kontrol edilmesinin yanı sıra İran ve Körfez ülkeleri arasındaki rolün yeniden tesis edilmesine olanak tanıyacak ve belki de Pekin’in sponsor olduğu anlaşmayı engelleyecek. Ayrıca her zaman, ABD’nin seçeneklerinin ötesinde görünen topyekûn savaş tehdidini de sürdürecek.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Suriye ve İsrail: Sıcak mı yoksa geçici bir barış mı?

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Suriye ve İsrail: Sıcak mı yoksa geçici bir barış mı?

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

İbrahim Hamidi

Son zamanlarda Suriye ve İsrail arasındaki barış olasılıkları hakkında çokça konuşuluyor. Bununla birlikte, iki tarafın içerik ve zaman dilimi açısından ne ölçüde ilerleyebileceğine dair beklentiler de çoğaldı. Öyle ki bir İsrailli gazeteci, Şam'ın, Lübnan Trablusu’na karşılık Suriye’nin Golan Tepeleri şeklinde bir takas önerdiğini bile öne sürdü.

Birçok arabulucunun Şam ve Tel Aviv arasında çeşitli başlıklar taşıyan mesajlar taşıdığı tartışmasız. Bunlar arasında Suriye ve İsrail arasında 1974’te varılan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması, milislere ve güvenlik tehditlerine karşı güvenlik bilgileri paylaşımı, Suriye ve Lübnan arasındaki sınırın ve Şeba Çiftlikleri'nin geleceğinin belirlenmesi, Şam'ın İbrahim Anlaşmaları’na katılımı sayılabilir.

Her bir madde ne anlama geliyor?

Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması: 1948'deki Nekbe'den sonra Şam ve Tel Aviv arasında bir ateşkes anlaşması imzalandı ve tampon bölgeler oluşturuldu. Ateşkesin uygulanması şu anda BM güçleri tarafından denetleniyor. 1973’teki savaştan sonra ise dönemin ABD dışişleri bakanı Henry Kissinger arabuluculuk yaptı ve Suriye ile İsrail genelkurmay başkanları tarafından 31 Mayıs 1974'te Cenevre'de imzalanan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nı sonuçlandırdı. Bu, Golan cephesinin gelecekteki herhangi bir askeri eylemin tarafı olmayacağı anlamına geliyordu; bunun için 10 kilometre derinliğinde bir tampon bölge ve her iki tarafta 20 kilometre derinliğinde iki askerden arındırılmış bölge oluşturuldu. Birleşmiş Milletler Ayrılma Gözlem Gücü'nün (UNDOF) bin 250 personeli de her iki tarafın taahhütlere bağlı kalıp kalmadığını, yani anlaşmanın şartlarına göre buraya izin verilmeyen silah ve unsurların konuşlandırılıp konuşlandırılmadığını denetleyecekti.

O dönemde Tel Aviv adına Kissinger, Hafız Esed'i Golan'da “Suriyeli olmayan unsurların, yani Filistinli savaşçıların faaliyetlerinin engellenmesini” taahhüt eden yazılı bir maddeyi anlaşmaya eklemek için ikna etmeye çalıştı. Esed bunu reddetti, ancak Filistinli fraksiyonların bu bölgede herhangi bir faaliyetini yasaklayan gizli bir sözlü anlaşma ile bu maddeyi kabul etti. Bu anlaşma, onlarca yıl boyunca uygulandı ve birçok kişi Golan yakınlarında silahlı eylem düzenlemeye çalıştığı için hapse atıldı.

2011'den sonra UNDOF kuvvetleri geri çekildi ve Suriye'nin güneyindeki Golan Tepeleri yakınlarında Suriyeli muhalif gruplar, İran’a bağlı milisler ve Hizbullah'ın konuşlanmasıyla birlikte silahların yayılmasının doğurduğu bir kaos yaşandı. 2018'de Başkanlar Donald Trump ve Vladimir Putin arabuluculuk yaptılar ve “İsrail'in güvenliğinin garanti altına alınmasının” gerekliliği konusunda anlaştılar. Gerçekten de Suriye hükümet güçlerinin bölgeye geri dönmesi ve ABD'nin güneydeki silahlı Suriye muhalefetini desteklemekten vazgeçmesi karşılığında, “tüm Suriyeli olmayan unsurların” yani İran’a bağlı milislerin ve ağır silahlarının Golan Tepeleri'nden Suriye topraklarının 85 kilometre derinliğine çekilmesini içeren bir anlaşma imzalandı.

Rejimin 8 Aralık'ta devrilmesiyle birlikte İsrail, Golan Tepeleri'ndeki tampon bölgeye girdi, Hermon Dağı'ndaki (Şeyh Dağı) bir tepenin kontrolünü ele geçirdi, Şam yolunda çok sayıda bölgeyi işgal etti. Ayrıca Suriye'deki birçok bölgeye yüzlerce hava saldırısı düzenledi ve Suriye'nin stratejik askeri altyapısını yok etti.

İstenen, Suriye'nin Şeba Çiftlikleri ve Kafr Şuba Tepeleri üzerindeki egemenliğini teyit etmesi ve şu anda el-Gacar köyünü bölen BM “Mavi Hattı”nın yerini belirlemektir. Pratikte istenen ise Hizbullah'ın silahını korumak için öne süreceği gerekçeleri ortadan kaldırmaktır

Şeba Çiftlikleri: İsrail 2000 yılının ortalarında Güney Lübnan'dan çekilmeye karar verdiğinde, Şam'da bir siyasi toplantı düzenlendi ve ardından Hizbullah'ın silahını muhafaza etmesi için bir gerekçe “yaratılmasına” karar verildi. Söz konusu gerekçe Şeba Çiftlikleri'nin Lübnan'a ait ve Hizbullah'ın da “işgal altındaki toprakları kurtarmaya çalışan bir direniş hareketi” olduğuydu.

Bu nedenle şimdi Şam'dan istenen, Şeba Çiftlikleri ve Kafr Şuba Tepeleri üzerindeki egemenliğini teyit etmesi ve şu anda Gacar köyünü bölen BM “Mavi Hattı”nın yerini belirlemektir. Yani, Suriye hükümeti Beyrut'a iki bölgenin İsrail tarafından işgal edilen Suriye toprakları olduğunu yazılı olarak teyit etmelidir. Pratikte istenen ise Hizbullah'ın gerekçelerini ortadan kaldırmaktır.

Güvenlik bilgilerinin paylaşımı: Suriye sınırlarında milislerin yayılması, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yapılması nedeniyle, terörizm ve kaosla mücadele etmek ve bölgesel istikrarı sağlamak amacıyla Suriye ile İsrail'in de dahil olduğu bölgesel bir mekanizmanın kurulması öneriliyor.

İbrahim Anlaşmaları: Bahreyn, BAE, Fas ve Sudan ilk Trump yönetimi sırasında anlaşmalara katıldılar. ABD Başkanı şu anda Suriye'nin de bu anlaşmalara katılmasını öneriyor. Beyaz Saray bu talebi birden fazla kez duyurdu ve bunu toplu olarak duyurmak için Suriye ve İsrail liderleriyle bir zirve düzenlemeyi de önerdi.

Eğer Tel Aviv ABD güçlerinin UNDOF içinde konuşlandırılmasını isterse, büyük ihtimalle Şam da Arap ve Türk güçlerinin var olmasını talep edecektir

Mümkün olan nedir?

Trump yönetimi ve Batılı ülkeler Suriye hükümetine çok “kredi” verdiklerine inanıyorlar; tanınma, izolasyonunun sona erdirilmesi, yaptırımların kaldırılması ve yardım sağlanması. Bu nedenle İsrail ile ilişkiler kurma ve yeni Ortadoğu’ya yönelik bölgesel vizyonun bir parçası olarak İbrahim Anlaşmalarına katılma yolunda hızla ilerlemesini istiyorlar.

Şam'ın şu anda bu adımı atabileceğini düşünmek bir hatadır. Gerçekten mümkün olan, öncelikle acil ve gerekli adımları atmaktır. Yani Şam ve Tel Aviv'in “saldırmazlık” anlaşmasına varması, bir diğer deyişle Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’na olan bağlılıklarını yenilemeleridir. Ama bu fiili olarak İsrail'in Golan Tepeleri'ndeki tampon bölgeden ve 8 Aralık'tan sonra ele geçirdiği alanlardan çekilmesini içeriyor.

UNDOF'un Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nın tüm maddelerinin uygulanmasını denetlemesinin, milislerin ve disiplinsiz unsurların varlığını, Tel Aviv'in Suriye'nin güneyinde “7 Ekim senaryosunun tekrarı” olarak adlandırdığı bir hadiseyi önleyecek tüm güvenlik garantilerini sağladığına şüphe yoktur. Zira anlaşma, askeri unsurların ve silahların sayısını, türünü ve menzilini belirlemektedir. Eğer Tel Aviv, ABD güçlerinin UNDOF içinde konuşlandırılmasını isterse, büyük ihtimalle Şam da Arap ve Türk güçlerinin var olmasını talep edecektir. Bu, Kissinger'ın ABD güçlerinin UNDOF içinde konuşlandırılmasını önerdiği ve Esed'in karşılığında Sovyet güçlerinin de konuşlandırılmasını talep ettiği 1974 müzakerelerini hatırlatıyor.

Sınırın kontrol altına alınması, silah ve uyuşturucu kaçakçılığının önlenmesi Suriye’nin çıkarına olduğundan Lübnan ile sınırları belirleme, Şeba Çiftlikleri'nin Suriye'ye ait olduğunu teyit etme gücüne sahiptir. Özellikle Türkiye, Suriye ve komşu ülkeleri (Irak, Ürdün ve Lübnan) kapsayan bir blok kurmayı önerdiğinden, büyük ihtimalle bölgesel bir terörle mücadele mekanizmasına katılmaya da istekli olacaktır.

Suriye'nin İbrahim Anlaşmaları'na katılması talebi, bu anlaşmayı imzalayan diğer Arap ülkeleriyle arasındaki farkı gündeme getirmektedir. Zira diğer dört Arap ülkesinin işgal edilmiş toprakları yok ve İsrail'e komşu değiller

İbrahim Anlaşmaları'na katılma konusuna gelince, bu, Suriye ile bu anlaşmayı imzalayan diğer ülkeler arasındaki farkı gündeme getirmektedir. Zira diğer dört Arap ülkesinin işgal edilmiş toprakları yok ve İsrail'e komşu değiller. Suriye'nin egemenliğini ve birliğini yeniden sağlamak, ordusunu kurmak ve yeniden inşa projesini uygulamakla meşgul olduğu doğru, ancak buna İbrahim Anlaşmaları'na katılmakla başlaması, önceliklerinin uygulanmasını kolaylaştırmaktan ziyade zorlaştıracaktır. Başka bir deyişle, yeni kurulacak askeri güçlerin birliği için bir meydan okuma oluşturacaktır.

Bu Suriye-İsrail maddelerinin ve bazı tarafların “sıcak barış” çabalarının, İran ve vekillerinin 7 Ekim 2023'ten bu yana yaşadığı büyük yenilgilerden sonra yeni bir bölgesel düzen arayışıyla bağlantılı olduğuna şüphe yoktur. Ancak, “ihlallerin” kolay görülmesi, İran'a kaos yaratma bahaneleri, Türkiye'ye de Suriye'nin yeni eğilimlerini “frenlemek” için gerekçeler sunacaktır ve bu da “barışı geçici” hale getirecektir. Şam ve Tel Aviv arasındaki müzakere masasının önceliklerini düzenlemek, Suriye'nin bir eksenden diğerine geçişini sağlamlaştırmak için hayati bir gerekliliktir.