Siyasi vizyonun yokluğu ile askeri çözüm ısrarı arasında Gazze savaşı

Bu mevcut karmaşık çatışmanın basit bir çözümü yok. Askeri operasyonlar tek başına kalıcı barışa yol açmayacak.

Axel Rangel Garcia / Majalla
Axel Rangel Garcia / Majalla
TT

Siyasi vizyonun yokluğu ile askeri çözüm ısrarı arasında Gazze savaşı

Axel Rangel Garcia / Majalla
Axel Rangel Garcia / Majalla

Brian Katulis

İsrail ile Hamas arasındaki çatışma üçüncü ayında devam ederken, Orta Doğu’nun büyük kısmı, potansiyel gerilim ve benzeri görülmemiş stratejik belirsizlikler nedeniyle artan bir tehdit altında. Kızıldeniz, Beyrut, Bağdat ve Tahran gibi yerlerde her gün büyük saldırılar ve olaylar yaşanıyor. Bunların her biri Gazze Şeridi’nin çok ötesine uzanan daha geniş bir çatışmayı ateşleme potansiyeli taşıyor.

Bölgesel istikrarsızlığı körükleyen temel unsurlar arasında, ‘İsrail ile Hamas arasındaki savaşın nasıl sona erebileceğine ve olası sonuçlarının niteliğine’ ilişkin ortak vizyon konusundaki siyasi anlaşmazlık öne çıkıyor. Çünkü iki ana rakip olan İsrail ve Hamas’ın birbiriyle çelişen siyasi hırsları var. Bu da yakın zamanda kapsamlı ve kalıcı bir diplomatik çözüme ulaşma umudunun çok az olduğu anlamına geliyor.

İşleri daha da karmaşık hale getiren şey, İsrail ile ABD’nin, çatışmanın sona ermesinden sonra izleyeceği en iyi sonuca ilişkin vizyonları arasındaki çelişkidir. Her iki tarafın da çatışmanın çözümüne yönelik temel yaklaşımlarında gözle görülür bir dengesizlik mevcut. Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırganlığını takip eden ilk aşamada ABD Başkanı Joe Biden, İsrail’in meşru müdafaa hakkını ve Hamas’ı parçalamaya yönelik siyasi hedefini güçlü bir şekilde destekledi.

Ancak son haftalarda ABD ve İsrail arasında, hem İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonlarının kapsamı ve niteliği gibi kısa vadeli konularda, hem de bu çatışma sona erdikten sonra ne olacağına ilişkin uzun vadeli sorularla ilgili siyasi farklılıklar ortaya çıktı.

Biden yönetimi yaklaşık üç yıldır iktidarda ve Filistin meselesine Ortadoğu meselelerinin yanında öncelik vermedi. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana neredeyse her yönetimin ABD dış politikasının taktik kitabının bir parçası olan iki devletli çözümün tozunu yakın zamanda sildi. Ayrıca Batı Şeria’nın bazı kısımlarında sınırlı yetkiye sahip olan geçici özyönetim organı olan Filistin Yönetimi’nin Gazze’de rol sahibi olması için yeniden canlandırılması çağrısında da bulunuldu.

Öte yandan İsrail’in ‘oyunun sonuna ilişkin’ görüşü tamamen açık değil. Bunun nedeni, mevcut İsrail hükümetinin çok sayıda ses çıkarmış olması olabilir. Ancak bunun nedeni, İsrail toplumunun kendi içindeki uzlaşma eksikliği ve onlarca yıldır devam eden ulusal kimlik kriziyle de ilgili olabilir. Gerçek şu ki İsrail, yakın komşuları olan Filistin halkı da dahil olmak üzere, komşularıyla olan ilişkilerinde kendisini nasıl tanımlamaya çalıştığı konusunda onlarca yıldır hiçbir zaman uzlaşma sağlayamadı.

İsrail onlarca yıldır, yakın komşuları Filistin halkı da dahil olmak üzere komşularıyla ilişkilerinde kendisini nasıl tanımlamaya çalıştığı konusunda hiçbir zaman uzlaşma sağlayamadı.

Bu savaşın başlamasından bu yana İsrail hükümeti, Gazze’deki oyunun sonuna ilişkin ve daha genel anlamda Filistinlilere yönelik, ABD’nin desteklediği koşullara doğrudan karşı olan tutumlarını açıkladı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun işgal altındaki toprakların doğrudan ilhakından yana olan ve iki devletli çözüme karşı çıkan bakanlardan oluşmuş bir iktidar koalisyonu var. Netanyahu, Ramallah’ta Filistin Yönetimi’ni baltalamak için yıllarca çalışmasının ardından İsrail’in Filistin Yönetimi’nin Gazze’ye dönmesine izin vermeyeceğini bizzat ifade etti.

Şu an İsrail’in Gazze Şeridi’nde bir tampon bölge oluşturma planlarına başladığına dair haberler var. Hiç şüphe yok ki bu durum, Gazze’deki Filistinlilerin kullanabileceği toprak miktarını azaltacak. Aynı zamanda bazı İsrailli yetkililer, Gazze’nin bazı bölgelerinde uzun vadeli İsrail askeri varlığından bahsediyor. Diğerleri ise bir yandan daha geniş ulusal ekonomik baskıların, diğer yandan diğer bölgesel güvenlik tehditlerinin, Gazze’yi yeniden işgal etmek için çok sayıda İsrail kuvvetinin konuşlandırılmasını imkânsız hale getirebileceğini söylüyor.

Son günlerde bazı İsrailli güvenlik yetkilileri, İsrail’in Gazze’deki Filistinli aşiretler veya geniş ailelerle birlikte çalışarak, nüfusu iki milyondan fazla olan yoksul ve kalabalık bölgenin idaresine yardımcı olduğu yönünde belirsiz fikirler ortaya attı. Sadece üç ay içerisinde yaşanan yıkımın boyutu ve bu savaşın sonucunda Filistin’in iç sosyal ve politik dinamiklerinde meydana gelen olası değişimler göz önüne alındığında bu potansiyel düzenleme pek olası değil. Çünkü savaş, siyasi gerçekleri öngörülemeyen şekillerde değiştiriyor gibi görünüyor.

Sonuç olarak Gazze savaşından üç ay sonra ABD ve İsrail’in savaş bittikten sonra ne olacağına dair vizyonları temelden farklılaştı. Bu, doğal olarak çatışmayı kısaltmak yerine uzatabilecek bir anlaşmazlık sayılıyor.

Gazze savaşından üç ay sonra ABD ve İsrail’in savaş bittikten sonra ne olacağına dair vizyonları temelden farklılaştı. Bu, doğal olarak çatışmayı kısaltmak yerine uzatabilecek bir anlaşmazlık sayılıyor.

Bulanık görüş

ABD’nin 11 Eylül’den sonra Irak ve Afganistan’da yirmi yıldır sürdürdüğü savaşlardan öğrenmeye çalıştığı en büyük derslerden biri, sonu açıkça tanımlanmış stratejik hedeflerin eksikliğinin uzun ve maliyetli savaşlara yol açabileceğidir. 11 Eylül sonrası dönemde ABD, Irak ve Afganistan’daki savaşlarında hedeflerini genellikle neyi başarmak, inşa etmek ve geride bırakmak istediğine göre değil, savaşta kimi yenmek istediğine göre tanımladı.

Başkan Barack Obama, ilk döneminin başlarında Afganistan’a ek askeri güçlerin gönderileceğini duyurduğunda stratejik hedefini, Afganistan ve Pakistan’daki El-Kaide ve ona bağlı grupları parçalamak ve yenilgiye uğratmak olarak tanımladı. ABD, maliyetli askeri ve yeniden yapılanma çabaları sonucunda geride ne bırakmak istediğini hiçbir zaman açıkça belirtmedi.

Biden ve Netanyahu 18 Ekim 2023’te Tel Aviv’de buluşuyor (Reuters)
Biden ve Netanyahu 18 Ekim 2023’te Tel Aviv’de buluşuyor (Reuters)

Yemen’de de benzer bir şey yaşandı. Arap koalisyonu, diğer birkaç ülkeyle birlikte 2015 yılında tehditlerle mücadele için askeri operasyonlara başladığında, ülkenin savaştan sonra ulaşmasını istediği durum hakkında net bir fikir sunmadı. Bu, savaşın bocalamasının ve diplomatik çıkış arayışının temel nedeniydi.

2024’ün başında İsrail kendisini Gazze’de Hamas’ı dağıtmayı amaçlayan genişletilmiş bir askeri operasyonun içinde buldu. Operasyon, yakın zamanda sona erecek gibi görünmüyor ve aslında Orta Doğu’nun diğer bölgelerine yayılma ihtimalinin işaretlerini veriyor. İsrail’in ana güvenlik ve diplomatik müttefiki ABD ile paylaştığı net bir siyasi amacın bulunmadığı göz önüne alındığında bu sadece, vatandaşlarını koruma ve caydırıcılığı yeniden tesis etme çabalarını baltalayan bir durum yaratma riski taşırken, aynı zamanda çatışmaya kalıcı bir siyasi çözüme giden yolu da tıkayabilir.

Genel ve askeri teorisyen Carl von Clausewitz, 19. yüzyılın başlarında ‘savaşın yalnızca politikanın başka yollarla devam etmesinden ibaret olduğunu’ yazmıştı. Dolayısıyla savaşın sadece siyasi bir eylem değil, gerçek bir siyasi araç olduğunu ve siyasi iletişimin başka araçlarla sürdürülmesi olduğunu görüyoruz.

Askeri operasyonları için açıkça tanımlanmış bir siyasi hedefin yokluğunda, İsrail istemeden de olsa uzun vadede daha önemli zorluklara zemin hazırlamış olabilir. Filistin halkının geleceği için somut ve ulaşılabilir bir plan geliştirmeden Hamas’la çatışmaya girmek ve tehditleriyle yüzleşmek, İsrail’i kendi yarattığı bir hapishaneye itecektir.

Bu durum, İsrail’i doğrudan ya da dolaylı olarak Filistin topraklarının genişletilmiş işgalinin sürekli yönetimi döngüsüne sokabilir. Bu durum da milyonlarca Filistinliyi etkiliyor. Bu senaryo, bu tür çatışmaların çözümü için açık ve gerçekçi bir vizyona sahip olmanın önemini vurgulamaktadır.

Filistin halkının geleceği için somut ve ulaşılabilir bir plan geliştirmeden Hamas’la çatışmaya girmek ve tehditleriyle yüzleşmek, İsrail’i kendi yarattığı bir hapishaneye itecektir.

Eksik bileşenler

Ortadoğu’daki bu kritik dönemeçte, uygulanabilir bir nihai statü belirlemek için temel bir unsur ve ikinci bir destekleyici unsur bulunmaktadır. Nihai durumun belirlenmesinde sahnede olmayan temel unsur, sadece iktidara tutunmak isteyen nihilist veya statükocu gündem yerine Filistin halkının, Gazze Şeridi’nde, Batı Şeria’da ve Doğu Kudüs’te yaşayan milyonların ve daha umutlu bir gelecek isteyen diasporanın sesidir. Yıllardır Filistin halkı yalnızca Washington’da değil, aynı zamanda Orta Doğu’daki birçok hükümette de siyasi gündemin gerisinde kaldı.

Oyunun sonunu belirlemede ikinci destekleyici unsurun bizzat Arap ülkelerinden, son zamanlarda dünya çapında acil ateşkes için aktif olarak kampanya yürüten ülkelerden gelebileceğinin farkına varmak gerekiyor. Birleşmiş Milletler’de (BM), kısa vadede stratejik açıdan pek fazla işe yaramayan çeşitli kararlar hakkındaki tartışmalara çok fazla zaman ve enerji harcandı.

İsrail’in Gazze’deki savaşı büyük yıkım bıraktı (Reuters)
İsrail’in Gazze’deki savaşı büyük yıkım bıraktı (Reuters)

Bunun yerine Arap dünyasındaki kilit liderler, çatışmanın nihai durumunu tanımlayan cesur bir plan sunmayı düşünmeli ve bunu dünyaya ve İsrail’e sunmalıdır. Bunu yaparken bu ülkeler, özellikle de bu fikirler, yirmi yılı aşkın süredir devam eden Arap Barış Girişimi’nin sunduğu modelle kesişiyorsa, muhtemelen Biden yönetiminin onların fikirlerine sempati duyacağını görecekler.

Bu mevcut karmaşık çatışmanın basit bir çözümü yok ve askeri operasyonlar, tek başına kalıcı barışa yol açmayacak. İhtiyaç duyulan şey; Filistinlilerin ve İsraillilerin kaygılarına yanıt verecek şekilde geleceği tanımlama vizyonuna sahip siyasi liderler.

Mevcut çatışma karmaşık ve çok yönlü, doğrudan çözümlere meydan okuyor ve şüphe yok ki yalnızca askeri stratejilere güvenmek, kalıcı barışa ulaşmaya yol açmayacak. Asıl ihtiyaç duyulan şey, geleceği şekillendirecek içgörü ve vizyona sahip, her iki toplumun ihtiyaç ve haklarını dikkate alan dengeli bir yaklaşım yaratabilecek siyasi liderlerin varlığıdır.

* Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Filistin için son şans: Bir devlet mi yoksa fraksiyonlar devletçiği mi

Dünya, enkazdan yükselecek birleşik bir Filistin projesini bekliyor (Reuters)
Dünya, enkazdan yükselecek birleşik bir Filistin projesini bekliyor (Reuters)
TT

Filistin için son şans: Bir devlet mi yoksa fraksiyonlar devletçiği mi

Dünya, enkazdan yükselecek birleşik bir Filistin projesini bekliyor (Reuters)
Dünya, enkazdan yükselecek birleşik bir Filistin projesini bekliyor (Reuters)

Tony Boulos

Hamas'ın Gazze Şeridi sınırında gerçekleştirdiği Aksa Tufanı saldırısının ardından Gazze Şeridi'nde yaşanan yıkıcı savaşın üzerinden geçen yaklaşık iki yılın akabinde, Filistin davası yalnızca askeri harekâtla veya direniş sloganlarıyla sonuçlandırılamayacak kritik bir siyasi aşamaya giriyor. Savaş artık yalnızca İsrail ile değil, zamanla, özle ve bütünlüğünü yitirmiş Filistin siyasi sisteminin meşruiyetiyle bir savaşa dönüştü. Sadece dayanışma için değil, aynı zamanda yalnızca Filistin'in iç yapısının yeniden yapılandırılması ile başlayacak kapsamlı bir çözüm üretmek için de gerçek bir Arap-uluslararası mutabakat arayışı acil hale geldi. İç yapının yapılandırması ise Hamas'ın paralel bir silahlı güç olarak sahneden çekilmesinden ve Filistin Ulusal Otoritesi’nin  karar alma gücünü, meşruiyetini ve Arap desteğini yeniden kazanmasından geçiyor.

Bu, Lübnan'ın yaşadığına benzer büyük bir sınav anı. Lübnan’da da Hizbullah'ın askeri ve mali sistemi dağıtılmadan, devlet karar alma yetkisini geri kazanmadan ülkede çözüm haritasını uygulamaya koymanın bir yolu yok. Devlet dışı silahın gölgesinde ulusal bir projenin inşa edilemediği Lübnan'da olduğu gibi, Filistin'de de coğrafyayı ve meşruiyeti paylaşan fraksiyonların veya paralel otoritelerin şemsiyesi altında bir devlet kurulamaz. Filistin değişti, dünyanın Filistin algısı değişti, güç dengesi değişti. Peki liderlik araçları değişti mi? Filistinlilerin gelecek vizyonu değişti mi? Fetih ve Hamas, otorite ve direniş, iç çatışma ve dış bağımlılık gibi eski ikiliklerin esiri olmaya devam mı ediyorlar? Bir sonraki aşama, açıkça, sadece bir direniş aşaması değil. Bu, bir anavatanın yeniden inşası, bir halkın direnişinin desteklenmesi ve yıkımın yıkıntılarından bir devlet çıkarma aşamasıdır. Bu aşama, sloganlardan ve daha derin bir söylemden daha fazlasını gerektiriyor.

Silahlar susar, ama savaş bitmez

Burada Lübnan'ın iç savaş sonrası deneyimini hatırlamak faydalı olacaktır. Savaş, yalnızca Taif Anlaşması'nın imzalanması değil, daha ziyade Arap ve uluslararası çıkarların kesişmesi sonucu sona erdi. Buna bir de daha sonra ortaya çıkan çekincelerine rağmen, o anı ulusal bir projeye nasıl dönüştüreceklerini bilen Lübnanlı figürlerin varlığı eşlik etmişti. Tıpkı Lübnan'ın savaş sonrası döneme liderlik etmesi için Refik Hariri'ye ihtiyaç duyması gibi, Filistin'in de bugün sadece kırılgan bir idari yapı değil, gerçek bir Filistin devleti kurabilecek bir figüre -veya gruba- ihtiyacı var.

Yıllar sonra ilk kez, dünya Filistin devletinin fiilen tanınması yönünde ilerlemeye başladı. İspanya, Norveç, İrlanda, Slovenya ve Güney Afrika Filistin devletini tanıdı. Fransa ve diğer ülkeler de resmi olarak tanımayı düşünüyorlar. Sahne değişiyor. Haritalar yeniden çiziliyor. Gazze'ye yönelik savaş, tüm vahşetine rağmen, Filistin'i bir kez daha uluslararası kararların merkezine yerleştirdi. Fakat şimdiki temel soru şu: Biz buna hazır mıyız? Filistinliler, bu tarihi anı değerlendirebilecek ve siyasi tanınmayı sürdürülebilir bir devletin altyapısına dönüştürebilecek bir liderliğe sahip mi? Sadece söz ve pozisyonlara değil, aynı zamanda reel ekonomiye, istihdam yaratmaya, hukukun üstünlüğüne ve devlet kurumlarına dayalı bir devlet kurabilecek bir liderlik var mı?

İnsanlar değişti

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre  Filistin sokağı artık eskisi gibi değil. Gazze'de yaşananlardan ve yıllarca süren bölünme ve iç çatışmalardan sonra sloganlar artık yeterli değil. Bugün insanlar, yıkılanları yeniden inşa edebilecek, onurlu bir yaşam için gerçek fırsatlar yaratabilecek ve bölünmeyi derinleştirmek yerine Filistin halkının birliğini koruyabilecek bir liderlik talep ediyor. Filistinliler, Fetih ve Hamas arasındaki çekişmeden, dar görüşlü hesaplardan ve kendilerine somut hiçbir şey sunmayan, onları tüketen söylemlerden bıktı. Bugün istedikleri, örgüt değil devlet odaklı düşünen, halkı sürekli bir savaşın yakıtı olarak değil, meşruiyet kaynağı olarak gören bir liderlik.

Filistinli bir Hariri

Bazıları, Filistin'in savaştan sonra Lübnan'ın yeniden inşasına öncülük eden ve Beyrut'u yeniden inşa etmek için uluslararası destek toplayan, Arap-uluslararası mutabakatlar elde etmeyi başaran iş adamı Refik Hariri modeline ihtiyacı olduğunu söyleyebilir. Ancak Filistin gerçekliği, Lübnan gerçekliğinden daha karmaşık ve bugün ihtiyaç duyduğu şey, özel bir ulusal kimliğe sahip bir Filistinli Hariri’dir. Bu Hariri, cesur ve dürüst olmalı, direnişi güçlendirerek, binlerce iş fırsatı yaratan geniş bir ekonomik çıkar ağı oluşturarak ve topraklarındaki Filistin varlığını güçlendirerek, Filistin halkına yatırım yapmanın, gerçek kurtuluşun temeli olduğuna inanmalıdır. Filistin'in, gerçekçi bir ulusal ekonomik plan geliştirebilecek, onurun yalnızca dış destekten değil, aynı zamanda üretken ve istikrarlı bir iç ekonomi inşa etmekten de geçtiğini anlayan bir figüre veya gruba ihtiyacı var. Bu liderliğin gerçek kalkınma projeleri başlatabilecek, yatırımı, girişimciliği ve inovasyonu teşvik eden, Filistin toplumunu edilgen bir direniş zihniyetinden kurtarıp, ona üretim, açılım ve sorumluluk zihniyeti kazandıran modern bir yasal yapı kurabilecek kapasitede olması hayati önem taşımaktadır.

Filistinli ellerle yeniden inşa

Bugün Filistin tarihinde nadir görülen bir anla karşı karşıyayız. Dünya artık duyuyor ve Filistin devletinin uluslararası alanda tanınmasının yankısı her geçen gün artıyor. Gazze, uğradığı yıkıma rağmen dünyayı uyandırdı, uluslararası vicdanı harekete geçirdi ve adaletsizliği küresel tartışmaların ön saflarına taşıdı. Filistin halkı, yaralarına ve bölünmelerine rağmen, kökten farklı olması koşuluyla yeni bir liderlik etrafında kenetlenmeye hazır. Dünya, Filistin halkından sahip olduğu beceriler, yetenekler ve deneyimlerle yıkılanları kendi eliyle yeniden inşa etmesini bekliyor ve o da bunu yapabilir. Bu sayede Filistinliler, yeniden inşayla başlayacak ama daha iyi bir gelecek planlamakla sona ermeyecek bir ekonomik döngüye dahil olabilirler. Bu, diğer pek çok fırsat gibi, asla kaçmaması gereken değerli bir fırsat. O halde bölünmenin sınırları içinde kalıp daha fazla klişe girişimler mi bekleyeceğiz, yoksa gerçekten o “yeni Filistinli Hariri”yi mi aramaya başlayacağız? O, egemenliğinden yoksun bırakılmış bir devlet, yüzeysel bir temsil arayışında olmayan, bunun yerine aygıtlar için değil insanlar için, geçmiş için değil gelecek için, bağımlılık için değil onur için gerçek bir devlet kurmayı hedefleyen biridir.