İtalya'da "Nazi selamı" verilen etkinlikle ilgili 5 kişi hakkında suç duyurusunda bulunuldu

İtalya İçişleri Bakanı Matteo Piantedosi, "Nazi selamı"nın verilmesi dolayısıyla ülkede gündem olan 7 Ocak'taki neo-faşist grupların düzenlediği anma etkinliğine dair 5 kişi hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu bildirdi

(AA)
(AA)
TT

İtalya'da "Nazi selamı" verilen etkinlikle ilgili 5 kişi hakkında suç duyurusunda bulunuldu

(AA)
(AA)

Ülkede, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde kurulan ultra sağcı çizgideki İtalyan Sosyal Hareketine (MSI) mensup üç genç militanın 7 Ocak 1978’de öldürülmesi dolayısıyla Roma'daki Acca Larentia Caddesi'nde düzenlenen anmada, "Roma selamı" veya "Nazi selamı" olarak da bilinen sağ elin dik ve yatay biçimde kaldırılmasıyla verilen selamlamanın yapılmasının yol açtığı tartışmalar sürüyor.

Söz konusu olay, sol çevreler başta olmak üzere pek çok kişinin tepkisini çekerken, İçişleri Bakanı Piantedosi, parlamentonun alt kanadı Temsilciler Meclisinde konuya ilişkin bilgi verdi.

Piantedosi, söz konusu anmaya katılanların, yaptıkları faşist selamıyla törenin amacına "ihanet ettiklerini" ifade ederek, "Etkinliğe katılanlar arasında yer alan (neo-faşist grup) CasaPound üyesi 5 kişi hakkında faşizmi övme ve savunma iddiasıyla suç duyurusunda bulunuldu." dedi.

Piantedosi, tartışmaların odağındaki anma etkinliğine katılan diğer kişilerin kimliklerinin belirlenmesi için çalışıldığını ifade etti.

Başbakan Meloni'nin hadiseye dair sessizliği tepki çekiyor

Siyasete atıldığı ilk yıllarda İtalya'nın faşist dönemine ilişkin sempatisini gizlemeyen, iktidara geldikten sonra yaptığı "faşizm döneminin tarihte kaldığı" açıklamalarıyla partisinin bu dönemle ilişkisine mesafe koymaya çalışan iktidarın büyük ortağı aşırı sağcı İtalya'nın Kardeşleri Partisi (FdI) lideri ve Başbakan Giorgia Meloni ise pazar günkü olayın ardından sessizliğini koruyor. Meloni'nin sessiz kalması ise muhalefetin tepkisini çekiyor.

Ana muhalefetteki Demokratik Partinin (PD) lideri Elly Schlein da parlamentoda yaptığı konuşmada, bu konuya yönelik sessizliğini koruyan Başbakan'a yüklenerek, Meloni'nin bu hadiseyi kınamamasının "utanç verici" olduğunu söyledi.

Schlein, ayrıca ülkedeki tüm neo-faşist grupların lağvedilmesi talebini yineledi.

Bir diğer muhalefet partisi 5 Yıldız Hareketinin (M5S) lideri Giuseppe Conte de Acca Larentia katliamı anmasındaki faşist selamı hadisesine dair konuşmayan Başbakan Meloni’ye tepki gösterdi. Conte, "anma yapmanın doğru olduğunu ancak burada düzenli biçimde faşist selamı verilmesi hadisesi karşısında kafasını kuma gömen ve tek kelime etmeyen bir Başbakan olduğunu" söyledi.

Bu arada, İtalyan ANSA ajansının haberine göre, Avrupa Parlamentosundaki (AP) sosyalistler de İtalya'daki bu son hadise sonrasında ultra sağ ve neo-faşist hareketleri genel kurul takvimine alarak gündeme taşıyacak.

İtalya'da Eylül 2022'deki genel seçimleri kazanarak aynı yıl ekim ayında iktidara gelen Meloni liderliğindeki aşırı sağcı FdI'nin köklerinin MSI’ya dayandığı ve FdI'nin logosundaki "alev" figürünün MSI'dan geldiği belirtiliyor.



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.