Trump, ABD’deki siyasi söylemi nasıl yeniden şekillendirdi?

ABD’de siyasi ve sosyal bölünme devam ediyor.

16 Ocak’ta Atkinson’da yaptığı konuşmada Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın destekçileri (AP)
16 Ocak’ta Atkinson’da yaptığı konuşmada Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın destekçileri (AP)
TT

Trump, ABD’deki siyasi söylemi nasıl yeniden şekillendirdi?

16 Ocak’ta Atkinson’da yaptığı konuşmada Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın destekçileri (AP)
16 Ocak’ta Atkinson’da yaptığı konuşmada Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın destekçileri (AP)

Akil Abbas

2020’de Başkan Donald Trump’a karşı yürüttüğü seçim kampanyası sırasında ABD Başkan adayı Joe Biden, destekçilerinden oluşan bir dinleyici kitlesine, bir zamanlar kendisine Trump’a karşı yapılacak bir seçim münazarasına katılmak isteyip istemediğinin sorulduğunu söyledi. Belirttiğine göre Biden, “Hayır. Ortaokul öğrencisi olsaydık onu antrenman salonunun arkasına alıp döverdim” dedi.

Katılımcılar, Biden’in mizah amaçlı olmayan, daha ziyade Trump karşıtı izleyicilerin çoğunun hissettiği, Trump’a yönelik öfke duygularının spontane bir beyanı olan bu cevabına gülerek tepki verdi.

On yıl önce bir cumhurbaşkanı adayının rakibinin hakkında böyle bir cümleyi medya önünde söylemesi neredeyse imkansızdı. O dönemde böyle bir şey olsaydı kendisini, her yönden özür dilemeye zorlayacak kadar büyük bir eleştiri yağmuruyla karşılaşırdı. Ya da rakibine karşı fiziksel şiddete dayalı sert, kaba bir dil kullanması ve ona gerekli saygıyı göstermemesi sonucunda çok sayıda oy kaybederdi. Bu da seçim yarışını kaybetmesine yol açardı.

Trump, tek başına dikkat çekici ve şok edici bir şekilde Amerikan seçim söyleminin dilini yeniden tanımlamayı, onu rakibin siyasi kusurlarını öne çıkararak genellikle coşku ve rekabetle renklenen rasyonel ve sakin tartışmadan uzaklaştırmayı başardı, ancak yarışmacıların anladığı ve uyduğu ahlaki sınırlar çerçevesinde. Bir başkasına göre ise bu arena, karşı tarafa ve kuralları ihlal edenlere yönelik kişisel saldırılara dayanan ve onlara çeşitli kusurlu bireysel lakaplar takan, çoğu ırkçı ve ayrımcı konuşma kategorisine giren bir boks ringine benziyor.

efbht5
Teksas Ulusal Muhafızları, 26 Ocak’ta Meksika’dan gelen göçmenlerin Rio Grande’den ABD’ye geçişini önlemek için devriye geziyor (AFP)

Bu bağlamda gerçeklerin değerlendirilmesi, bunların bağlamlarının tartışılması, sayıların sunulması, bir tarafın diğerine karşı iddiasını destekleyen gerçeklerin anlatılması ve ulusal görev olarak kamu hizmetinin nasıl yerine getirileceği konusunda kabul edilebilir siyasi farklılığın değerinin vurgulanması büyük ölçüde azaldı.

Bu hızlı ve rahatsız edici dönüşüm, Hillary Clinton ile Trump arasındaki 2016 başkanlık seçim yarışında, Trump’ın Clinton’a karşı kişisel bir saldırı başlatması ve ona ‘sahtekâr’ gibi çeşitli lakaplar takmasıyla başladı. Trump, onun hakkında her konuştuğunda ‘sahtekâr Hillary’ (crooked Hillary) demeye başladı.

Siyasi söylemdeki bu olumsuz değişimin ve bunun kamuoyu üzerindeki etkisinin dönüm noktası, o yılki başkanlık seçimlerinden birkaç hafta önce geldi. Öyle ki Trump’ın arkadaşıyla çekilmiş, 2005 yılına dayanan bir ses kaydı sızdırıldı. Ses kaydında, kadınlara yönelik cinsel tacizinden ve ünlü bir yıldız olarak herhangi bir kadına istediği her şeyi yapabileceğinden ve yıldızsan kadınların bunu yapmana izin verdiğinden açıkça bahsediyordu.

Bu videonun sızdırılması, o zamanlar yaygın olarak Trump’ın seçim şansını ve beraberinde siyasi geleceğini sona erdirmeye yeteceğine inanılan siyasi bir bombaydı. Trump’ın kendisi de ses kaydında belirtilenlerin doğruluğunu kabul ederken, 2005’ten bu yana kişi olarak değiştiğini söyleyerek özür diledi. Ancak bu özür, birçok kişi tarafından samimiyetsiz ve değersiz olarak nitelendirildi. Seçim sonucu, halkın şaşkınlığı arasında kazanan Trump için bile sürpriz oldu.

Trump, DEAŞ’ı yaratanın, ‘hayranlarının en çok nefret ettiği ve Amerika’nın birçok sorununun nedeni olarak gördüğü isimlerden biri olan’ eski ABD Başkanı Barack Obama olduğunu iddia etti.

Kendisinin ABD başkanı olmaya yetecek kadar oy alması, böyle bir zaferin gerçekte ne anlama geldiğine dair önemli soruları gündeme getirdi. Zaferin şoku, onun hakkında farklı ve genel olarak doğru bir şekilde düşünmemize olanak sağladı. Trump, zengin, pervasız ve yüzeysel bir politikacı olarak görülmek yerine, kendi seslerinin kamusal alanın bir parçası olduğunu düşünmeyen geniş toplumsal kesimlerin gerçek bir temsilcisi haline geldi. Aynı şekilde endişeleri, kamuoyu tartışmaları ve politikacıların seçim rekabeti ile de ilgili değildi. Bu kesimler, Amerikan toplumundaki çok çeşitli muhafazakâr güçleri içeriyordu. Bu muhafazakar güçlere ‘bilinen geleneksel anlamlarıyla din ve ailenin, geleneksel ahlakı parçalamaya yönelik kasıtlı bir çaba bağlamında sistematik ötekileştirmeye tabi olduğunu düşünen’ Hıristiyanlar ve diğerlerinden sosyal muhafazakarlar, ekonomik açıdan sıkıntılı, daha az eğitimli ve muhafazakar kökenden gelen insanların yanı sıra genel olarak küreselleşmeye ve doğası gereği liberal olduğunu düşündükleri projelere yapılan federal harcamalara karşı olan ekonomik muhafazakarlar, eyaletlerin gücünün artırılması adına federal hükümetin gücünün azaltılmasını talep eden siyasi muhafazakarlar, beyaz milliyetçiler ve beyaz olmayan Hıristiyan göçmenlere düşman olan ‘gerçek’ beyaz Protestan Amerikan kimliğini korumanın savunucuları gibi sağcı kimliklerin çeşitli ve geniş bir yelpazesi örnek gösterilebilir. Bunlar nüfusun çoğunluğunu oluşturmuyorlar, ama büyük bir kısmını oluşturuyorlar. Ayrıca yüksek organizasyon yeteneklerine sahiptirler ve birçoğu bazen şiddet içeren aşırılık noktasına varan yoğun inanç ve coşkuyla motive oluyorlar. Bu insanların çoğu, ABD’nin Demokrat Parti’den beyaz liberaller, ünlü üniversitelerden yüksek derecelerle mezun olanlardan ve yüksek gelirlilerden devleti yöneten üst bürokrasi tarafından kaçırıldığını düşünüyor. Ayrıca bu üst bürokrasinin, ‘Trump destekçilerinin, ABD’yi esaretinden kurtarmaları gerektiğini düşündükleri yerli Amerika’dan tamamen farklı bir Amerika oluşturmak için’ göçmenler ve azınlıklarla ittifak kurduğuna inanıyorlar.

Trump’ı destekleyen ve baskıyı esas alan muhafazakâr grupların bu siyasi- toplumsal anlatısı ışığında Amerika’nın ‘sahte beyazlar’ tarafından kaçırılmasının kökeni, onların resmi kurumlar üzerinde ‘çeşitlilik, çoğulculuk, eşitlik ve zayıfların güçlendirilmesi adına’ tahakküm kurarak göçmenler ve azınlıklarla ittifakında yatmaktadır. Bu resmi kurumlara, Federal Polis (FBI), eğitim kurumları, gazeteler ve fikir oluşturma medyası gibi resmi olmayan kurumlar da dahildir. Tüm bunlarla kamuoyu çarpıtılıyor, alternatif gerçekler yaratılarak kamuoyu aldatılıyor, yanıltılıyor ve Amerikalıları bu kimliği benimsemeye ve inanmaya ikna edecek ‘tuhaf ve melez’ bir kimlik oluşturuluyor.

Oldukça seçici olan bu anlatıyı tutarlı kılmak için kararları ve politikaları açıklamak amacıyla birçok komplo teorisinden yararlanılıyor. Mesela ABD’nin 2014’ten itibaren DEAŞ’a karşı yürüttüğü ‘terörizme karşı savaşı’ açıklamak için Trump, DEAŞ’ı yaratanın, ‘hayranlarının en çok nefret ettiği ve Amerika’nın birçok sorununun nedeni olarak gördüğü isimlerden biri olan’ eski ABD Başkanı Barack Obama olduğunu iddia etti.

Trump hayranlarının kurumlarla ilgili aşırı hayal kırıklığı ve bu kurumların gerçekleri kasten çarpıttığı yönündeki inancı nedeniyle Trump’ın, rakiplerine yönelik sertliği haklı ve hatta gerekli görünüyor.

Trump’ın suçlaması, yalnızca Amerikan kurumlarını kaçırılmış olarak şeytanlaştırma bağlamında değil, aynı zamanda erkek izleyiciyi karakterize eden izolasyoncu ruhla flört etme bağlamında da geldi. Bu kamuoyu, yanlış bir şekilde Amerika’nın ‘Amerikalılara harcamak ve onların sorunlarını çözmek yerine’ parasının çoğunu, diğer ülkelere ve dış dünyaya harcadığını inanıyor.

Bu çerçevede dünyanın diğer ülkeleri, Amerika’ya ekonomik ve güvenlik yükü olarak sunuluyor. Bu noktada Trump’ın ‘iklim değişikliğini inkâr etmesi, Amerika’yı bu konudaki uluslararası yükümlülüklerinden geri çekme kararı gibi’, uluslararası ilişkilerin karmaşıklığını ve bu ilişkilere yatırım yapmanın uzun vadeli sonuçlarını anlamayan bazı basit açıklamaları ve eylemleri ortaya çıktı. Trump, bu tehlikeli çevre olgusunu, hızlı ve ciddi uluslararası işbirliği gerektiren küresel bir tehdit olarak görmek yerine, asıl amacı ‘Amerikan ekonomisine zarar vermek ve Çin ekonomisi yararına Amerikalı fabrika işçilerinin işlerini kaybetmesine neden olmak’ olan bir yalan olarak değerlendiriyor.

grtnyu6m
Trump, 27 Ocak’ta Las Vegas’ta destekçileriyle yaptığı toplantıda (AFP)

Bu bağlamda Amerikan bilimsel kurumlarının iklim değişikliği tehlikesine ilişkin ürettikleri bile, sıradan Amerikalılara karşı daha geniş bir komplonun parçası haline geliyor!

Trump, uluslararası gerçekliklere ilişkin bu basit anlayış çerçevesinde, bu örtüşen ve karmaşık gerçeklikleri, güçlü ile zayıf arasında hegemonyaya dayalı kaba ve doğrudan bir ticaret alışverişi olarak anlayan açıklamalar da yapıyor. Tıpkı Saddam Hüseyin rejimini devirmek karşılığında Amerika’nın Irak’ın petrolünü almak zorunda olduğu yönündeki meşhur açıklamasında olduğu gibi!

Kamuoyunun kurumlara karşı duyduğu aşırı hayal kırıklığı ve bu kurumların kasıtlı olarak gerçekleri çarpıttıkları ve meşru çıkarlarına karşı komplo kurdukları yönündeki kanaatleri nedeniyle Trump’ın muhaliflerine yönelik sertliği ve politikacıların/ yetkililerin kamusal alanda kullanması beklenen kibar, siyasi ve sosyal açıdan kabul edilebilir dili kullanmayı reddetmesi, haklı ve hatta gerekli görünüyor.

Bu dil, ‘acımasız açık sözlülüğün’, yani gerçeği gösterişsiz ve yapay incelik olmadan söylemenin bir örneği haline gelir. Sonuçta gerçekler çirkindir ve onlara ancak bir o kadar çirkin bir dil yakışır! Bu nedenle Trump, örneğin aynı fikirde olmadığı, felçli bir gazeteciyle medya önünde alay ederken ve zorbaca bir davranışla hastalığını taklit ederken, destekçilerinin saygısını ve oylarını kaybetmedi!

Trump’ın Cumhuriyetçi Parti adaylığında beklenen zaferi, devam eden bölünmeyi doğrulayacak. Kendisiyle Biden arasında gelecek sonbaharda yapılması beklenen başkanlık münazaraları, bu bölünmenin ciddiyetinin yalnızca bir başka teyidi olacak.

Bu gazetecinin bireyselliği ve bir kişi olarak sağlık durumu, o zamanlar Trump’ın kitlesi için önemli değildi. Daha ziyade onun Washington Post gibi bir gazetecilik kurumunun parçası olarak görülmesi, bu kitlenin nefret ettiği ve genel sahtecilik makinesinin bir parçası olarak gördüğü bir şeydi. Prestijli gazetede yer alan bir makalede bu gazeteci, Trump’ın New Jersey’deki Müslümanların 11 Eylül 2001 bombalamalarını neşeyle kutladığı yönündeki asılsız iddiasını yalanladı. Dolayısıyla bu kitlenin kurumlara yönelik derin şüpheciliği, birçok eyalette aleyhine açılan davalara karşı Trump’la daha fazla dayanışma içinde olmasını sağladı. Kendi ifadesiyle Trump, bu ‘ötekileştirilmiş’ kitlenin cesur sesini temsil ettiği için kendisini siyasi olarak ortadan kaldırmak amacıyla bu kurumların, bu iddiayı kasıtlı olarak siyasallaştırıldığını düşünüyor.

Trump’la münazaraya girme konusundaki isteksizliğine rağmen Biden, sonunda 2020 sonbaharında seçimdeki rakibi Trump ile olağan üç münazara yerine iki münazara gerçekleştirdi. Üçüncüsü, Trump’ın koronavirüse yakalanması nedeniyle iptal edilmişti. Her iki münazarada, özellikle de ilkinde, abartılarıyla ünlü Trump başta olmak üzere her iki taraftan gelen çok sayıda asılsız ve yanıltıcı iddialar nedeniyle ilk mağdur, ‘gerçek’ oldu.

Bu çerçevede çok sayıda Amerikalının takip ettiği bu münazaralar, farklı politikalar ve vizyonlar arasında bilgi edinme ve karşılaştırma yapma fırsatı oluşturdu. Rakipler tarafından sağlanan bilgilerin doğruluğu, onların güvenilirliğinin kanıtıydı. Bu kriter, ülkeyi vuran ciddi sosyal ve siyasi bölünme göz önüne alındığında artık etkili ve önemli değil. Trump’ın Cumhuriyetçi Parti’nin adaylığında beklenen zaferi, bu bölünmeyi doğrulayacak. Kendisiyle Biden arasında gelecek sonbaharda yapılması beklenen başkanlık münazaraları, (tartışmaların çözüme katkı sunmadığı, yalnızca bunları duyurduğu) bu bölünmenin ciddiyetinin yalnızca bir başka teyidi olacak.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Trump: İsrail Katar'a tekrar saldırmayacak, ilk saldırıdan önceden haberim yoktu

TT

Trump: İsrail Katar'a tekrar saldırmayacak, ilk saldırıdan önceden haberim yoktu

Trump: İsrail Katar'a tekrar saldırmayacak, ilk saldırıdan önceden haberim yoktu

ABD Başkanı Donald Trump dün yaptığı açıklamada, İsrail'in Katar'a tekrar saldırmayacağını vurguladı.

Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'dan geçtiğimiz hafta İsrail'in Katar'ın başkenti Doha’da düzenlediği ve Hamas liderlerini hedef alan saldırıları hakkında önceden herhangi bir bildirim almadığını söyledi.

Trump’ın bu açıklamasından kısa bir süre önce ABD merkezli haber sitesi Axios, Netanyahu'nun Doha’daki saldırı gerçekleştirilmeden kısa bir süre önce Trump'a bilgi verdiğine dair bir haber yayınladı.

Reuters'ın aktardığına göre ABD yönetimi saldırıdan ancak füzeler fırlatıldıktan sonra haberdar olduğunu açıkladı. Bu durum Trump'a saldırıya karşı çıkma fırsatı bırakmadı.

Axios, İsrailli yetkililerin, Beyaz Saray'ın saldırıyı önceden bildiğini, ancak saldırıyı durdurmak için fırsat penceresinin sınırlı olduğunu söylediğini aktardı.

İsrail, geçtiğimiz salı günü Katar'a düzenlediği hava saldırısında Hamas’ın siyasi liderlerine suikast girişiminde bulunarak Ortadoğu'daki askeri operasyonunun kapsamını genişletti.

Saldırı, Ortadoğu ve ötesinde bölgedeki gerginliği tırmandıracak bir eylem olarak geniş çapta kınandı.

Trump daha önce, İsrail'in Katar'a saldırı kararı almasına katılmadığını belirtmişti.

Trump dün, Netanyahu'nun kendisine İsrail'in Katar'daki Hamas liderlerini hedef alacağını doğrudan bildirip bildirmediği sorulduğunda “Hayır, hayır, bildirmedi” yanıtını verdi.

Axios'un haberinin ardından Netanyahu'nun ofisinden yapılan açıklamada da, saldırının İsrail tarafından gerçekleştirilen ‘tamamen bağımsız’ bir operasyon olduğu vurgulandı.

Washington, hem İsrail hem de Katar'ın müttefiki olarak kabul edilirken, Doha, Gazze Şeridi'nde ateşkes anlaşmasına varılması için arabulucu rolünü üstleniyor.


Lazzarini: İsrail, Gazze kentinde dört günde 10 UNRWA binasını bombaladı

Dün Gazze kentinde İsrail’in düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı hasarı inceleyen Gazzeliler (Reuters)
Dün Gazze kentinde İsrail’in düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı hasarı inceleyen Gazzeliler (Reuters)
TT

Lazzarini: İsrail, Gazze kentinde dört günde 10 UNRWA binasını bombaladı

Dün Gazze kentinde İsrail’in düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı hasarı inceleyen Gazzeliler (Reuters)
Dün Gazze kentinde İsrail’in düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı hasarı inceleyen Gazzeliler (Reuters)

Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) Genel Komiseri Philippe Lazzarini, İsrail'in sadece son dört günde Gazze Şeridi’nin Gazze kentinde aralarında şu an binlerce yerinden edilmiş kişinin barınak olarak kullandığı yedi okul ve ikisi kliniğin de olduğu 10 UNRWA binasını bombaladığını açıkladı.

İsrail, birkaç gün önce Gazze kentindeki yüksek katlı konut binalarını kademeli olarak yıkmaya başladı. Bu durum, yerinden edilmiş ailelerin sayısını artırdı ve onları zorla yerinden etti. Filistin resmi haber ajansı WAFA'nın bugün aktardığı bir habere göre insan hakları örgütleri, bunun amacının kent sakinlerini güneye kaçmaya zorlamak olduğu konusunda uyardı.

Lazzarini, UNRWA tarafından sosyal medya platfromu X hesabından paylaşılan açıklamasında, hava saldırılarının yoğunlaştığı Gazze kentinde ve Gazze Şeridi’nin kuzeyinde güvenli bir yer ve güvenli bir kimse olmadığını, bu durumun daha fazla Filistinliyi bilinmeyene kaçmaya zorladığını vurguladı.

Lazzarini’nin açıklaması şöyle devam etti:

“Gazze Şeridi’nin kuzeyinde bulunan ve sağlık hizmeti verilen tek yer olan eş-Şati Mülteci Kampı’ndaki sağlık hizmetlerini askıya almak zorunda kaldık. Hayati önem taşıyan su ve hijyen hizmetlerimiz ise şu anda sadece yarı kapasiteyle çalışıyor.”

Sadece son dört gün içinde Gazze kentinde 10 UNRWA binasının hedef alındığını belirten UNRWA Genel Komiseri, acil ateşkes çağrısında bulundu.

Hamas, İsrail ordusunun 11 Ağustos'tan bu yana en az bin 600 konut binası ve 13 bin çadırı bombaladığını açıkladı.

Yerel yetkililere göre İsrail’in yaklaşık iki yıldır Gazze Şeridi’nde yürüttüğü savaş sırasında 64 binden fazla insan öldü.


Netanyahu: Trump İsrail'in en büyük dostu, Rubio: Hamas silahlarını bıraksın!

İsrail Başbakanı Netanyahu, bugün Kudüs'te yapılan toplantı öncesinde ABD Dışişleri Bakanı Rubio ile tokalaşırken (EPA)
İsrail Başbakanı Netanyahu, bugün Kudüs'te yapılan toplantı öncesinde ABD Dışişleri Bakanı Rubio ile tokalaşırken (EPA)
TT

Netanyahu: Trump İsrail'in en büyük dostu, Rubio: Hamas silahlarını bıraksın!

İsrail Başbakanı Netanyahu, bugün Kudüs'te yapılan toplantı öncesinde ABD Dışişleri Bakanı Rubio ile tokalaşırken (EPA)
İsrail Başbakanı Netanyahu, bugün Kudüs'te yapılan toplantı öncesinde ABD Dışişleri Bakanı Rubio ile tokalaşırken (EPA)

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio bugün, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi. Görüşme, İsrail'in en yakın müttefiki ABD’nin Gazze'de ateşkes sağlanması yönündeki çabalara engel teşkil eden Katar'a yönelik hava saldırılarına dair endişelerini dile getirmesinin ardından gerçekleşti.

Netanyahu, Rubio ile görüşmesinin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında ‘İsrail'in ABD’den daha iyi bir müttefiki olmadığını, ABD Başkanı Donald Trump'ın dünyayı daha iyi bir yer haline getirdiğini ve İsrail'in en büyük dostu olduğunu’ söyledi. İsrail Başbakanı, ABD Dışişleri Bakanı Rubio’nun ziyaretinin, ABD’nin terörle mücadelede İsrail'in yanında olduğu mesajını açıkça verdiğini vurguladı.

Gazze'de tutulan İsrailli rehineleri kurtarmakta kararlı olduklarını söyleyen Netanyahu, “Hamas'ı yenmeliyiz. Hamas’ın Katar'daki liderlerini bombalama kararımız, İsrail'in bağımsız bir kararıydı ve saldırının tüm sorumluluğunu üstleniyoruz” dedi.

dfrgt
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Kudüs'ün Eski Şehir bölgesinde Ağlama Duvarı'nı ziyaret ettiler (AP)

Öte yandan ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, şunları söyledi:

“İsrail ile dostluğumuz barışın ötesinde teknoloji ve ekonomiye kadar uzanıyor. Hamas, silahlı faaliyetlerini sürdürerek barış ve istikrarı tehdit etmeye devam edemez. Başkan Trump bu konuda kararlı.”

ABD’nin Katar'ı Gazze Şeridi ile ilgili üstlendiği yapıcı rolünü sürdürmesi için teşvik edeceğini belirten Rubio, Hamas'ın silahlarını teslim edip pes etmesi gerektiğini vurgulayarak, “Bu hedefe ulaşmak için ilerliyoruz” dedi.

Rubio, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Hamas, bölgenin istikrarını tehdit eden silahlı bir örgüt olmaktan vazgeçmeli, aksi takdirde barış için hiçbir şans kalmaz.”

ABD Dışişleri Bakanı, İsrail ile ABD arasındaki dayanışmanın vurgulandığı bu ziyaretinin tarihini, Fransa ve Suudi Arabistan'ın Birleşmiş Milletler'de (BM) Filistin devletini tanımak için düzenlediği ve Netanyahu tarafından kınanan zirveden bir hafta önceye denk getirdi.

Donald Trump yönetimi, İsrail’in geçtiğimiz hafta ABD’nin Ortadoğu’daki en büyük hava üssünün bulunduğu Katar topraklarına düzenlediği hava saldırısı karşısında şaşkına döndü. Saldırı, ABD tarafından Gazze Şeridi'nde ateşkes için sunulan yeni öneriyi görüşmek üzere bir araya gelen Hamas'ın üst düzey liderlerine suikast düzenlemek amacıyla gerçekleştirildi.

Trump yıllardır Netanyahu'nun en sadık savunucularından biri olmasına rağmen, dün yaptığı açıklamada ülkesinin Katar'a desteğini yineledi.

Trump, gazetecilere yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Katar çok büyük bir müttefik. Bu yüzden İsrail ve diğerleri dikkatli olmalı. İnsanlara saldırdığımızda dikkatli olmalıyız.”

Öte yandan Netanyahu dün Kudüs'teki Ağlama Duvarı'nda Rubio ile dua ederken, ABD ile ittifakın hiç bu kadar güçlü olmadığını belirtti.

Trump, 9 Eylül'de İsrail'in Doha'ya yaptığı benzeri görülmemiş saldırıdan duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirmiş olsa da Rubio da cumartesi günü İsrail'e gitmeden önce Trump'ın saldırıdan ‘memnun olmadığını’ doğruladı, ancak bu anlaşmazlığın ‘ABD-İsrail ilişkilerinin niteliğini değiştirmeyeceğini’ vurguladı.

Rubio, Netanyahu ile İsrail'in yıkılmış Gazze Şeridi'nin en büyük kentsel merkezi olan Gazze kentini kontrol altına alma planlarını ve İsrail hükümetinin bir Filistin devletinin kurulmasını engellemek amacıyla Batı Şeria'nın bazı bölgelerini ilhak etme konusundaki görüşlerini tartışacağını da sözlerine ekledi.

dfgt
ABD Dışişleri Bakanı Rubio dün Kudüs'ün Eski Şehir bölgesindeki Ağlama Duvarı'nı ziyaret ettiği sırada İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve ABD'nin İsrail Büyükelçisi Mike Huckabee arasında dururken (Reuters)

Rubio, Trump'ın 7 Ekim 2023'te kaçırılan İsrailli rehinelerin salıverilmesi ve Hamas'ın oluşturduğu tehdidin sona ermesiyle Gazze savaşının ‘sonlanmasını’ istediğini vurguladı.

“Ebedi başkent”

ABD, Avrupa ülkelerinin aksine, kuşatma altındaki ve enkaza dönen Gazze Şeridi'ndeki giderek kötüleşen insani krizi önlemek ve savaşı sona erdirmek için İsrail'e baskı yapmaktan kaçındı.

Dindar bir Katolik olan ABD Dışişleri Bakanı Rubio, Yahudilerin dua edebileceği en kutsal yer olan Ağlama Duvarı’nda (Batı Duvarı) dua ettikten sonra sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımda Kudüs'ün İsrail'in ‘ebedi başkenti’ olduğuna olan inancını yansıttığını yazdı.

Fransız Haber Ajansı AFP’ye göre ABD başkanları, Trump'ın ilk başkanlık dönemine kadar İsrail'in doğusunu işgal ettiği Kudüs üzerindeki egemenliğini destekleyen bu tür açıklamalar yapmaktan kaçındı ve ABD, İslam'ın en kutsal mekanlarından biri olan Mescid-i Aksa’nın da bulunduğu Kudüs’ün statüsü konusunda tarihte hep tarafsız görünmeye çalıştı.

cdfgt
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve eşi dün Kudüs'ün Eski Kent bölgesindeki Batı Duvarı tünellerinde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi ile ABD’nin İsrail Büyükelçisi Mike Huckabee ve eşiyle birlikte kameralara poz verdi (AP)

Trump, önceki başkanlığı sırasında ABD’nin Tel Aviv’deki büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma kararı alarak, uluslararası arenada Kudüs'ün tamamının İsrail'in başkenti olarak tanınmasına karşı var olan mutabakata aykırı olan tarihi bir adım atmıştı.

Öte yandan Hamas tarafından yapılan açıklamada, Rubio'nun Mescid-i Aksa'nın ayrılmaz bir parçası olan Batı Duvarı'na yaptığı ziyaret, duvarın üzerinde bulunan Mescid-i Aksa’nın kutsallığına açıkça yapılan bir saldırı ve ‘işgal altındaki Kudüs'teki tarihi ve hukuki statükonun açık bir ihlali’ olarak nitelendirildi.

Tartışmalı tünel

Diğer taraftan Rubio'nun bugün Filistin bölgesi Silvan Mahallesi’nin altından geçerek Mescid-i Aksa yakınlarındaki Yahudi yerleşim yerlerine ulaşan, ziyaretçilere ayrılmış tünelin açılış törenine katılması planlanıyor.

Projenin Filistinliler arasında, kendilerini baskı altına alacağı ve evlerinin temellerini tehlikeye atabileceği yönünde endişelere yol açtığı belirtiliyor.

Mescid-i Aksa ve Eski Şehir surlarının bitişiğindeki Filistin mahallesi Silvan sakinlerinin sözcüsü Fahri Ebu Diyab (63), Rubio'nun gelip İsrail tarafından kendi evleri dahil olmak üzere yıkılan evleri görmesi gerektiğini söyledi. Filistinliler, bu tünelin, bu kutsal şehirdeki varlıklarını yok etmek için sistematik bir kampanya olduğunu düşünüyor.

Ebu Diyab, sözlerini şöyle sürdürdü:

“ABD, uluslararası hukuku savunmak yerine aşırılık yanlılarının ve aşırı sağcıların yolundan giderek tarihimizi görmezden geliyor.”

ABD Dışişleri Bakanı Rubio, cumartesi günü kendisine yöneltilen ziyaretiyle ilgili bir soruya verdiği yanıtta ziyaretin siyasi boyutunu küçümseyerek, Kudüs’ün ‘dünyanın en önemli arkeolojik alanlarından biri’ olduğunu söylemekle yetindi. Ancak Filistinliler, insan hakları grupları ve uluslararası örgütler, İsrail'in 1967 yılındaki işgalinin ardından ilhak ettiği Doğu Kudüs üzerindeki egemenlik iddialarını meşrulaştırdığı için bu tür görüşlere karşı çıkıyor.