Washington’un hava saldırıları uluslararası tepkilere yol açtı

Hamas, ABD saldırılarının "yangını körüklediğini" ifade etti. Moskova acil toplantı çağrısında bulundu.

Irak’ta bir Haşdi Şabi üyesi, Anbar'ın El Kaim kentindeki bir tesise yönelik Amerikan baskınlarının verdiği hasarı inceliyor (AFP)
Irak’ta bir Haşdi Şabi üyesi, Anbar'ın El Kaim kentindeki bir tesise yönelik Amerikan baskınlarının verdiği hasarı inceliyor (AFP)
TT

Washington’un hava saldırıları uluslararası tepkilere yol açtı

Irak’ta bir Haşdi Şabi üyesi, Anbar'ın El Kaim kentindeki bir tesise yönelik Amerikan baskınlarının verdiği hasarı inceliyor (AFP)
Irak’ta bir Haşdi Şabi üyesi, Anbar'ın El Kaim kentindeki bir tesise yönelik Amerikan baskınlarının verdiği hasarı inceliyor (AFP)

ABD’nin Irak’taki İran yanlısı örgütlere yönelik hava saldırıları geniş kapsamlı bölgesel ve uluslararası tepkilere yol açtı. Açıklamaların ana teması savaşın bölgeselleşme riskine karşı uyarılar oluşturuyor.

Avrupa Birliği (AB), Ortadoğu bölgesini "patlamaya hazır bir kazan" olarak nitelendirirken, Moskova, “iki bağımsız ülkeye yapılan saldırının sonuçlarını tartışmak üzere Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde acil bir oturum düzenlenmesi çağrısında” bulundu.

Geçtiğimiz gece ABD tarafından Irak ve Suriye'deki birkaç noktaya saldırı düzenlendi. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden, bu saldırıların, Amerikan kuvvetlerine saldıran İran Devrim Muhafızları ve buna bağlı silahlı grupların kullandığı mevzilere yönelik olduğunu belirtti.

Ateşe zeytin dalı

Hamas, Irak ve Suriye'ye yönelik ABD saldırılarını, Ortadoğu’daki "ateşe zeytin dalı uzatmak” olarak nitelendirdi.

Hamas yaptığı basın açıklamasında, "ABD Başkanı Biden yönetiminin bu saldırganlığın sonuçlarından sorumlu olduğunu" belirtti ve "bölgede saldırganlık ile soykırım ve etnik temizlik suçları durdurulmadan istikrar veya barış sağlanamayacağını" ifade etti.

Ürdün'de bir askeri kaynak, Ürdün Kraliyet Hava Kuvvetleri'nin Amerikan hava saldırılarına katılmadığını vurguladı.

Şarku’l Avsat’ın Ürdün resmi haber ajansı Petra’dan aktardığına göre kaynak, “Ürdün ordusunun Irak'ın egemenliğine saygı gösterdiğini” belirtti.

rt5njy6
ABD'nin Irak'ın Suriye sınırındaki El Kaim'e düzenlediği saldırılarda hedef alınan bölge (Reuters)

Saldırılar, 28 Ocak'ta Ürdün'ün kuzeyindeki bir ABD üssüne yönelik, üç Amerikan askerinin ölümüne ve onlarca kişinin yaralanmasına yol açan silahlı insansız hava aracı (SİHA) saldırısına cevap olarak gerçekleşti. Biden, bu saldırıyı ABD vatandaşlarına yönelik doğrudan bir saldırı olarak tanımladı ve İran destekli silahlı örgütleri suçladı.

Nefsi müdafaa

Amerika Birleşik Devletleri'nin İran destekli milisler üzerine Suriye ve Irak'ta gerçekleştirdiği "misilleme hava saldırıları" sonrasında Avustralya, ABD'ye destek verdiğini ifade etti. Başbakan Yardımcısı Richard Marles'in sözcüsüne göre, Amerika'nın saldırıları gerçekleştirme nedenleri netti ve Ürdün'deki Amerikan üssüne yönelik İran destekli radikal örgütlerin saldırılarına bir cevap niteliğindeydi.

"The Australian" gazetesinin Marles'ten aktardığına göre, Birleşik Krallık da ABD'yi "sağlam bir müttefik" olarak tanımlayarak, saldırılara cevap hakkını desteklediğini belirtti. Birleşik Krallık Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada ise "İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri sağlam müttefiklerdir, ancak operasyonları hakkında yorum yapmayacağız ve saldırılara yaptıkları misillemeyi destekliyoruz" ifadeleri kullanıldı.

Patlamaya hazır kazan

Avrupa Birliği Dış Politika Koordinatörü Josep Borrell, ABD saldırıları sonrası Ortadoğu'da daha fazla tırmanıştan kaçınılması çağrısında bulundu. Brüksel'deki Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları toplantısında Borrell, "Herkesin durumu daha da kötüleştirmemeye çalışması gerekiyor" dedi ve Ortadoğu'nun "patlamaya hazır bir kazan" olduğu uyarısında bulundu.

Rusya Dışişleri Bakanlığı, Amerikan saldırılarını kınayarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde acil bir toplantı yapılması çağrısında bulundu. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zaharova, "Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak ve Suriye topraklarına yönelik hava saldırıları, Washington'un uluslararası hukuk normlarını tamamen görmezden geldiğinin bir göstergesidir" dedi.

Zaharova ekledi: "İngiltere’nin bu saldırılarda Amerika Birleşik Devletleri ile iş birliği yapması, onların (uluslararası bir ittifak) oluşturduğu izlenimini yaratmamalı, bu onların ittifaklarını tanımlarken sıklıkla başvurdukları bir yöntemdir."

"ABD-İngiliz saldırganlığını şiddetle kınıyoruz ve bu durumu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde acilen tartışılmasını talep ediyoruz" ifadelerini kullandı.

Şöyle konuştu: “Hava saldırıları öncelikle bölgedeki çatışmayı körüklemeyi amaçlıyor (...) ABD, Irak ve Suriye'de İran'a sadık olduğunu iddia ettiği gruplara saldırdığını iddia ediyor, ancak gerçekte İran'ı alt etmeye çalışıyor. Bölgenin en büyük ülkeleri çatışmalara sürükleniyor.”

Zaharova, bölgede gösteriş yapma amacının ABD’nin iç siyasi durumunu etkilemek olduğunu ve mevcut ABD yönetiminin başarısız gidişatını uluslararası arenada bir şekilde düzeltme arzusunu yansıttığını" vurguladı.



Savaş Ortadoğu'yu nereye götürüyor?

Fotoğraf: Sara Padovan
Fotoğraf: Sara Padovan
TT

Savaş Ortadoğu'yu nereye götürüyor?

Fotoğraf: Sara Padovan
Fotoğraf: Sara Padovan

Robert Ford

Donald Trump'ın İran'a karşı savaşında İsrail'i ne kadar destekleyeceği belirsizliğini koruyor, ancak tahminler, çatışmanın ivmesinin bu yılın sonlarında gerileyeceği yönünde.

Kendi açısından İran, ABD ile tam ölçekli bir çatışmaya kaymak konusunda istekli görünmüyor. Nitekim 23 Haziran'daki sınırlı misilleme, füze saldırısı öncesinde ABD’ye saldırıyı bildirdi. Trump da bunu daha sonra hesaplı bir adım olarak değerlendirdi. Ancak bu, çatışmanın yakın bir zamanda sona ereceği anlamına gelmiyor.

İran, nükleer ve balistik füze programlarına halen sıkı sıkıya bağlı ve kapsamlı yabancı denetimlere izin vermiyor. İsrail'in İran güvenlik kurumlarını hedef alması ve İsrailli yöneticiler ile Donald Trump'ın tekrarlanan açıklamaları, geride kalan İranlı yöneticiler arasında İsrail ve ABD'nin er ya da geç İslam Cumhuriyeti'ni devirmeye çalıştığına dair inancın pekişmesine yardımcı oldu.

Ancak İran rejimi gerçekte devrilmedi. Gerçek şu ki, ne kadar yoğun ve sürekli olursa olsun, hava ve füze saldırılarının sonucu olarak bir rejim değişikliğine hiç şahit olmadık. İran’da, 2011'de Libya'da veya 2024'te Suriye'de olduğu gibi, hükümet kurumlarının kontrolünü ele geçirebilecek güçlü bir silahlı muhalefet de yok. Aynı biçimde, 1979'da İran'ın kendisinde olduğu gibi, İran nüfusunun büyük bir kesiminin etrafında toplanabileceği net bir muhalif figür de yok.

Washington'u, Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olmadığına, ancak Bağdat'ın işgali ve Amerikalı uzmanların doğrudan denetimleri ikna edebilmişti

Bir yıl sonra, İran dini lideri bir din adamı veya İran Devrim Muhafızları'ndan bir subay olabilir, ancak rejimin doğası büyük ölçüde değişmeden olduğu gibi kalacaktır. ABD ve Avrupa’nın desteğini almış bir İsrail saldırısı, sendeleyen İran devletinin İsrail'e olan düşmanlığını sürdürmesini sağlayacaktır. Batı'ya karşı düşmanlığını açıkça ifade etmese de en azından ona karşı derin bir şüphe duymaya devam edecektir.

Tahran, İsrail ve ABD'nin İran hükümetini ve ekonomisini zayıflatmayı bırakacağına güvenmediği için nükleer ve balistik füze programlarından koşulsuz vazgeçmek için hiçbir gerekçe görmüyor. Ayrıca, bu programları kademeli de olsa yeniden inşa etmek için teknolojik kapasiteye sahip. Dahası İslam Cumhuriyeti içinde hızla nükleer silah geliştirilmesini isteyen sesler giderek daha fazla yükselecektir. Kuzey Kore örneğine bakıldığında, hayatta kalan İran liderleri, rejime yönelik ek dış tehditleri yalnızca bir nükleer silahın caydırabileceği sonucuna varabilirler.

Buna karşılık, Amerikalılar ve İsrailliler, yeni şüpheli nükleer tesisleri ve personelini hedef almak için her zaman doğru olmayabilecek istihbarata dayanacaklar. Bu hava saldırıları, bazı açılardan, Kuveyt Savaşı ile 2003 ABD işgali arasındaki yıllarda Saddam Hüseyin döneminde Irak'a karşı gerçekleştirilen ABD operasyonlarına benzeyecek. Ancak Washington'daki Carnegie Vakfı'nda Nükleer Politika Programı Direktörü ve akademisyen James Acton, 19 Haziran'da New York Times'da, hedef alınan devlet nükleer programı sürdürmeye kararlıysa, hiçbir hava harekatının nükleer programı tamamen durdurmada başarılı olamadığı konusunda uyardı. Hatırlayalım ki, Washington'u Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olmadığına, ancak Bağdat'ın işgali ve ABD uzmanlarının doğrudan denetimleri ikna edebilmişti.

cdfg
Fotoğraf: Sara Padovan

Trump'ı İran'a karşı askeri bir saldırı düzenlemeye zorlayanlar, İran'ın dahili nükleer ve füze programlarının tamamen ve garantili olarak ortadan kaldırılmasının ancak kara kuvvetlerinin konuşlandırılmasıyla sağlanabileceği gerçeğini sürekli olarak göz ardı ediyorlar. Ancak Trump, İran ile askeri bir gerilimi tırmandırma peşinde değil; aksine, müzakere masasında İran'ı siyasi olarak teslim olmaya itmeye çalışıyor. Burada soru şu; İran'ı kısa sürede teslimiyet müzakerelerini kabul etmeye zorlama gücüne sahip mi?

Bununla beraber Trump'ın İran'a büyük çaplı bir kara harekâtını onaylaması pek olası değil. Operasyonel koşullar düşük riskli olduğu sürece hava saldırılarını tercih edecektir ama bilindiği gibi, daha önce Yemen'de Husilere karşı yürütülen hava harekatının uzun sürmesinden rahatsızlık duyduğunu da dile getirmişti. Buna ilave olarak, deniz devriyelerinin artırılmasını destekleyeceği ve Çin'e yapılan sevkiyatlar da dahil olmak üzere İran petrol ihracatına fiili bir ambargo uygulama yönünde harekete geçeceği de tahmin ediliyor. Bu adımlarının amacı, düşman İran hükümetini döviz rezervlerinden mahrum bırakmaktır. İran petrol ihracatını durdurmak Tahran'ı daha da zayıflatacak, nükleer ve balistik füze programlarını yeniden inşa etme girişimlerini yavaşlatacak olsa da onu tamamen felç etmeye yetmeyecektir.

İran Devrim Muhafızları Ordusu artık mali ve askeri olarak daha zayıf ve Bağdat ile Güney Irak'ta bir zamanlar sahip olduğu etki seviyesini koruyamayacaktır

İsrail daha güçlü, ancak kısıtlamalar varlığını sürdürecektir.

İran'da bir rejim değişikliği ihtimali azalırken, İsrail her zamankinden daha fazla Amerikan desteğine ihtiyaç duyacaktır. İsrail Hava Kuvvetleri'nin İran hedeflerine karşı elde ettiği kayda değer başarılara rağmen, özellikle de Fordo'daki müstahkem yeraltı İran nükleer tesisini yok edememesi başta olmak üzere, çatışma aynı zamanda gücünün sınırlarını da açığa çıkardı. Buna ilaveten İsrail, kıyılarına bir ABD Donanma muhribi ve sınırlı ABD stoklarından ek THAAD füze savunma sistemi birimleri konuşlandırılması gibi, füze savunma sistemini takviye etmek için ABD’den takviye talebinde bulunmak zorunda da kaldı.

Bu Amerikan örtüsü altında, İsrail sadece İran nükleer programıyla bağlantılı olduğundan şüphelenilen yerleri hedef alan düzensiz saldırılar düzenlemekle kalmayacak, aynı zamanda Filistinlilere yönelik baskıcı politikalarına ve Batı Şeria'nın bazı kısımlarını kademeli olarak ilhak etmeye devam edecektir. Bunun karşısında Filistinliler kendilerini kasvetli bir gelecekle karşı karşıya bulacaklardır. Aynı zamanda, İsrail'in güvenilirliği ve desteklenmesine verilen destek, Demokrat Parti'yi destekleyen genç Amerikalılar arasında azalmaya devam ediyor ve bu yaklaşık on yıldır belirgin olan bir eğilim.

Son zamanlarda, genç Cumhuriyetçiler de İsrail’i daha az destekler oldu ve Kongre'deki İsrail yanlısı grupların hakimiyeti muhtemelen önümüzdeki üç yıl boyunca devam edecek fakat ABD bütçesi üzerindeki artan yük ve yerel sosyal programlara yapılan harcamaların gerilemesi, İsrail'e koşulsuz ABD desteğinin uygulanabilirliği ve sürdürülebilirliği hakkındaki mevcut sorgulamaları yoğunlaştıracak.

İbrahim Anlaşmaları genişletiliyor mu?

Mevcut çatışmanın durmasıyla birlikte, Washington İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesi konusunu yeniden gündeme getirirken, Kuveyt, Katar, Umman ve Suudi Arabistan bir dizi karmaşık hesaplarla yüzleşeceklerdir. Nitekim Trump, 14 Mayıs'ta Riyad'da yaptığı konuşmada, Körfez ülkelerinin bu adımı atmaları umudunu dile getirse de bu adımın zamanlamasının tamamen onlara bağlı olduğunu kabul etti.

Cezayir, Tunus ve Yemen gibi bazı Arap Birliği üyeleri normalleşme sürecine yönelmeyecek olsalar da İsrail, özellikle Suudi Arabistan olmak üzere tüm Körfez ülkeleriyle resmi siyasi ve ticari ilişkiler kurmaya halen istekli ve buna önem veriyor.

Ancak, İran'ın belirgin şekilde zayıflamasıyla birlikte, Körfez ülkelerinin Tahran'ın tehditlerine karşı caydırıcı olarak İsrail ile acil iş birliği ihtiyacı da azalıyor.

Bu hükümetler, İsrail'in Filistinlilere yönelik baskıcı politikalarından rahatsız olurlarsa, açıkça normalleşme adımları atmak yerine, İsrail ile sessiz bir iş birliği seviyesini sürdürmeyi tercih edebilirler.

Bununla birlikte, bu ülkeler ister normalleşme yolunda ilerlemeye ister ilerlememeye karar versinler, özellikle İsrail'in büyüyen askeri gücünün farkında oldukları için Washington ile ilişkilerini güçlendirmeye çalışacaklardır. Aynı zamanda, Çin ve hatta Rusya da dahil olmak üzere diğer küresel güçlerle ilişkilerini güçlendirerek seçeneklerini çeşitlendirmek için gayret edeceklerdir.

7 Ekim'den önce, Akdeniz’den Arap Yarımadası, Hindistan ve belki de Uzak Doğu'ya kadar pazarları birbirine bağlayan bir ulaşım koridoru projesi ile ilgili aktif tartışmalar dönüyordu. Her Körfez ülkesinin, ekonomisini çeşitlendirme ve büyümeyi teşvik etme konusunda kendi vizyonu ve planları var. Ancak, ABD ve İsrail'in İran'a yönelik devam edecek hava harekatı, bölgesel yatırım ortamının çekiciliğini zayıflatacaktır. Sınırlı olsa bile, İran’ın saldırıları da arzu edilen istikrar için sürekli bir tehdit olmaya devam edecektir.

Trump, İran hedeflerine doğrudan saldırılar düzenlemek için ABD üslerini kullanmaya karar verirse Tahran zayıflayacaktır, ancak komşularına karşı daha düşmanca davranacaktır. Böyle bir senaryo, Körfez hükümetlerinin İran'a açılma politikalarıyla oluşturmaya çalıştıkları ve öncelikle yabancı yatırım çekmeyi amaçlayan istikrar ortamını baltalayacaktır. Bu nedenle, yatırım fırsatları, bölgesel olarak daha istikrarlı ve dolayısıyla bazı uzun vadeli yatırım biçimleri için daha cazip görünebilecek Latin Amerika gibi diğer bölgelere kayabilir.

Bu bağlamda, Körfez ülkeleri İran, İsrail ve ABD arasındaki savaş sona erdikten sonra büyük olasılıkla diplomatik ve politik bir çözüm çağrısında bulunmaya devam edeceklerdir. Ancak, böyle bir anlaşmaya varmak, çatışmanın doğrudan taraflarına bağlı kalmaya devam ediyor. Bunun için de Trump'ın 2015 nükleer anlaşmasından aniden çekilmesi, ardından 13 Haziran'da İsrail'in İran'a saldırmasının akabinde yeniden başlayan çatışmalarla baltalanan asgari düzeyde bir karşılıklı güven gerekiyor. Saldırıların sürmesi öngörülebilir, gelecekte daha düşük bir düzeyde de olsa çatışmanın ve yüksek tansiyonun devam etmesini olası kılıyor.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.