İran-İsrail çatışmasının denklemleri ve yansımaları

İran ve İsrail arasındaki son gelişmeler, Ortadoğu'daki kırılganlığı daha da derinleştirdi

İran devlet televizyonu tarafından 19 Nisan günü sabahın erken saatlerinde yayınlanan ve İsrail saldırılarının ardından İsfahan şehrinin ana meydanından canlı aktarıldığı söylenen bir görüntü (AFP)
İran devlet televizyonu tarafından 19 Nisan günü sabahın erken saatlerinde yayınlanan ve İsrail saldırılarının ardından İsfahan şehrinin ana meydanından canlı aktarıldığı söylenen bir görüntü (AFP)
TT

İran-İsrail çatışmasının denklemleri ve yansımaları

İran devlet televizyonu tarafından 19 Nisan günü sabahın erken saatlerinde yayınlanan ve İsrail saldırılarının ardından İsfahan şehrinin ana meydanından canlı aktarıldığı söylenen bir görüntü (AFP)
İran devlet televizyonu tarafından 19 Nisan günü sabahın erken saatlerinde yayınlanan ve İsrail saldırılarının ardından İsfahan şehrinin ana meydanından canlı aktarıldığı söylenen bir görüntü (AFP)

Hattar Ebu Diyab

İran'ın 13 nisanı 14 nisana bağlayan gece insansız hava araçları (İHA), kruz (seyir) füzeleri ve balistik füzelerle İsrail'e ilk kez doğrudan saldırmasının ardından Ortadoğu büyük bir savaşın eşiğine geldi.

Kırmızı çizgiler geçerliliğini yitirdi ve İran, yeni bir caydırıcılık denkleminin belirginleşmeye başladığını anladı. İran’ın İsrail’i hedef aldığı saldırıdan önce ise İsrail, İran’ın Şam'daki konsolosluk binasında İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) komutanlarını hedef almasının 7 Ekim’de Hamas Hareketi’nin gerçekleştirdiği Aksa Tufanı Operasyonu sonrası sarsılan caydırıcılığını yeniden tesis etmesini sağladığına inanıyordu. Ardından İsrail'in İran'a verdiği karşılık sınırlı ve ölçülü olmuş, İsrail'in caydırıcılığını geliştirememişti.

gty6j7
İran’ın bu ayın ortalarında İsrail'e düzenlediği hava saldırısında düzen bir İran füzesinin kalıntılarının yakınlarında duran İsrail askerleri (AFP)

Belirleyici denklemler, bu yeni durum karşısında henüz netleşmedi. Çünkü her iki tarafın da caydırıcılığı vekalet savaşlarının ve uzaktan kontrol edilen doğrudan saldırıların ardından zayıfladı.

Dolayısıyla İsrail'in İsfahan saldırısı, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki Refah cephesi ile Lübnan ve Suriye cephelerine odaklanması ile doğrudan angajman kuralları arasındaki boşluğu kapatabilir. Ancak durumun gelişimine bağlı olarak İsrail tarafı daha sonra kabul edilebilir bir caydırıcılık düzeyini yeniden tesis etmeye çalışacağına şüphe yok. İsrail, ‘çatışma mühendisliğinin’ ABD’li maestronun kontrolünden çıkması halinde bölgesel bir savaşın patlak vereceğini de göz ardı etmiyor.

“Gölge savaşından doğrudan çatışmaya”

İsrail ile İran arasında Şah dönemindeki tarihi ve yakın ilişki, İran'ın nükleer programını geliştirmesi ve (nükleer gücün tekelleştirilmesini ve 1981'de Irak'a karşı olduğu gibi, herhangi bir potansiyel düşmanın nükleer güç elde etmesinin önlenmesini amaçlayan) ‘Begin Doktrini’ni atlatma arayışıyla yaşanan gerilimler ile stratejik bölgesel denklemde Arap ülkelerinin aleyhine olan ortak çıkarlar bağlamında bu gerilimleri yatıştırma arasında gidip gelen bir ilişkiye dönüşmüştür.

Bununla birlikte İran, 2003 yılında Irak'a karşı başlatılan (stratejik olarak hem İran'a hem de İsrail'e hizmet eden) savaştan faydalanarak ‘direniş ekseni’ ve Filistin davası bayrağı altında emperyalist projesinin temellerini güçlendirmeye başladı.

Böylece Lübnan'da Hizbullah, Yemen'de Ensarullah (Husiler), Irak'ta Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi), Filistin'de İslami Cihad gibi vekillerden oluşan bir ağ aracılığıyla ya da Hamas Hareketi’ni destekleyerek ‘İsrail'e karşı bir vekalet savaşı’ geliştirmeyi başardı.

İsrail, son on yıldır İran ve desteklediği milis grupların Suriye'deki varlığına karşı ‘iki savaş arası savaş’ olarak adlandırdığı hava saldırıları düzenlese de Beşşar Esed'in liderliğindeki Suriye, İran için hayati bir koridor ve direniş ekseninin merkezi olmaya devam ettiğinden bu saldırılar etkili olamadı.

Washington, saldırıların çatışma mühendisliğini yapan ve her iki tarafın da imajını kurtaran maestro olmayı başardı.

Hamas Hareketi’nin 7 Ekim'de İsrail’e düzenlediği Aksa Tufanı Operasyonu sonrası İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümeti, İran'ı saldırının hazırlık aşamasında parmağı olmakla suçladı ve bu da riskleri arttırdı. Ancak Washington, kısa sürede İran'ı bu suçlamadan akladı. Ancak İran yönetimi, özellikle tüm işaretler Netanyahu'nun İran’ı savaşa çekme ve ABD'yi da dahil etmek istediğini gösterdiğinden, topyekûn bir savaşa girmemek şartıyla ‘saha birliklerini’ hafif ateş altında harekete geçirmeye karar verdi. Hizbullah Gazze'yi desteklemek için İsrail'e karşı harekete geçti, ABD’nin Irak ve Suriye'deki üsleri hedef alındı ve Husiler Kızıldeniz'de seyrüsefer güvenliğine ve ticaret gemilerine karşı saldırılar başlattı.

cdfgb
Gazze Şeridi sınırına yakın İsrail tankı, 17 Nisan 2024 (AFP)

İsrail Gazze’deki başlattığı yıkıcı savaşla birlikte geçtiğimiz aralık ayında Lübnan ve Suriye’de ‘İran eksenine’ karşı saldırılarını da yoğunlaştırdı. İsrail son olarak İran’ın Şam’daki konsolosluk binasını hedef aldı. Saldırıda DMO’nun önde gelen komutanlarından Tuğgeneral Rıza Musavi ile yardımları öldürüldü. Bu gelişmelerle gerilim tırmandı ve eşiği aştı.

Tüm bunlar olurken Ortadoğu'daki başlıca iki karşıt güç olan ve her biri diğerini ulusal güvenliğine yönelik en önemli tehdit olarak gören İsrail ve İran arasında doğrudan çatışmaya doğru bir ilerleme olduğu görüldü.

İran saldırısı sonrası senaryolar ve İsrail'in tepkisi

Nisan 2024, 1 Nisan’da İsrail’in İran’ın Şam’daki konsolosluk binasını hedef alan saldırısı, 13 nisanı 14 nisana bağlayan gece İsrail semalarında İran’a ait İHA’ların ve balistik füzelerin görülmesi ve 19 Nisan’da İsrail’in İran’a gerçekleştirdiği gizemli saldırıyla İsrail ile İran arasındaki gerilim ve çatışmada belirleyici bir dönüm noktası olarak tarihe not düşülebilir. Tüm bu güç gösterileri ve bunlarla verilen siyasi mesajlar, 2006 yılından bu yana devam eden ‘gölge savaşı’ ve ‘vekalet savaşı’ aşamasından ‘doğrudan çatışma’ aşamasına geçildiğini gösteriyordu.

Öte yandan Washington, saldırıların çatışma mühendisliğini yapan ve bir taraf için diğerine göre somut bir ilerleme sağlamadan her iki tarafın da imajını kurtaran maestro olmayı başardı. Elbette bu çaba, kasım ayında başkanlık seçimlerine sahne olacak olan ABD'nin 7 Ekim'den bu yana Ortadoğu'da geniş çaplı bir savaşın çıkmasını önleme ve hem Irak’ta hem de Afganistan’da yaşananlardan sonra ABD'nin müdahalesinden kaçınma stratejisinin bir parçası.

İran'ın inkârcı, İsrail'in ise gizemli tutumu, bölgede gerilimin tırmanmasını ve geniş çaplı bir savaşın patlak vermesini önlemeyi amaçlayan belirli bir sınırlama çerçevesinde olması dikkati çekiyor.

İran'ın İsrail’e misillemesi sınırlı ve kısıtlı, seviyesi ise askeri sonuçlar kaydetmeden taktiksel ve göstermelikti. Tahran, İsrail’e ya da ABD’ye topyekûn savaş açmadan ya da doğrudan bir çatışmaya girmeden İsrail karşısında caydırıcılığını yeniden tesis etmek istedi.

İran, tarihte ilk kez İsrail'e kendi topraklarından saldırdığından somut bir askeri sonuç alamasa da İsrail'in derinliklerini hedef almasına ahlaki, medyatik ve siyasi olarak yatırım yapması bekleniyor. Şarku’l Avsat’ın ABD televizyonu CNN'den aktardığı habere göre İran'ın saldırısı ‘insanlık tarihinde İHA’lar ve balistik füzelerle yapılan en büyük saldırıydı’ fakat sürpriz bir saldırı olmaması ivme kazanmasına engel oldu. Saldırı, iki ülke arasındaki gerilimin maestroluğunu yapan ABD önderliğinde Batılı güçlerin aktif katılımıyla engellendi.

Sonuç nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin, İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri, bu saldırıyla bölgede yeni bir denklemin kurulduğunu söyledi. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ise buna “İranlılar, Ortadoğu’da hava sahası savaş uçaklarımıza açıkken bize karşı farklı bir caydırıcılık denklemi kuramazlar” diyerek yanıt verdi.

cdfbrgt
İran'ın İsrail'e İHA’lar ve balistik füzelerle düzenlediği saldırı sırasında Aşkelon'da füze savunma sistemi devreye girdi, 14 Nisan 2024 (Reuters)

İran'ın misillemesinin ardından İsrail'in karşılık vermesi bekleniyordu. Ancak ABD ve Batılı ülkeler, İsrail’e sadece saldırıyı önlemekle yetinmesi için baskı yaptılar. ABD, İngiltere ve Fransa'nın 13 nisanı 14 nisana bağlayan gece gerçekleşen İran saldırısının püskürtülmesinde verdikleri koşulsuz destek nedeniyle İsrail'in ABD ve Batılı ülkelerin isteklerine yanıt vermekle İran’a karşılık vermek arasında seçim yapması kolay değildi. Bu yüzden ABD’nin özellikle Joe Biden yönetiminin İran’a karşı sert bir yanıt verilmemesi baskısı nedeniyle İran'a yönelik herhangi bir büyük saldırı planlamaktan kaçındı. Zira ABD, İngiltere ve Fransa'nın verdiği koşulsuz destek, her koşulda ve her seçenekte Binyamin Netanyahu'nun peşinden gidecekleri anlamına gelmiyordu. Ayrıca Washington, Hürmüz Boğazı'nın ablukaya alınmasını ve savaşın yayılması halinde küresel bir ekonomik krizin patlak vermesini istemiyor.

Nihayetinde hem İran hem İsrail, ihtiyatlı bir şekilde ele alınan sınırlı bir yanıt senaryolarına başvurdular. İki ülke arasındaki gerilim, diğer alternatif çatışma sahaları olarak siber uzayda ve istihbarat savaşı alanında yoğunlaşabilir. İsrail'in 19 Nisan Cuma günü sabaha karşı İran'ın orta kesimlerindeki İsfahan şehrine düzenlediği saldırının detayları halen belirsizliğini koruyor. İran'ın inkârı ve İsrail'in gizliliğinin, gerilimin tırmanmasını ve bölgesel bir yangının çıkmasını önlemek amacıyla belirli bir sınıra tabi olduğu dikkat çekiyor. İran'ın inkârcı, İsrail'in ise gizemli tutumu, bölgede gerilimin tırmanmasını ve geniş çaplı bir savaşın patlak vermesini önlemeyi amaçlayan belirli bir sınırlama çerçevesinde olması dikkati çekiyor. İran'a göre İsrail İsfahan’a küçük İHA’larla sınırlı bir saldırı gerçekleştirirken, İsrailli kaynaklar sessizliklerini koruyorlar. Batılı kaynaklardan sızdırılan bilgilerde İsrail’in üç adet F-35 savaş uçağıyla saldırdığı bildirilirken ABD'li bir kaynak saldırının amacının Natanz'daki hayati öneme sahip nükleer tesisin hava savunma sistemini test etmek olduğunu söyledi. Bu sebeple İsrail’in İran saldırısı, İran'ın iç kesimlerine kadar girebildiğine ve nükleer tesislerine ulaşabildiğine dair verilen bir mesajdı.

İsfahan saldırısından sonra bir çıkmaza daha girmek üzere olduğumuz ortada. Muhtemelen doğrudan çatışma faslını kapatan bir senaryoyla karşı karşıyayız.

İsrail tarafı caydırıcılık konusunda üstünlüğü yeniden ele geçirmeye çalıştı. Ancak bunu başarıp başaramadığı net değil. Çünkü verilen yanıt, bölgeyi topyekûn bir savaşa sürüklemeyecek, ABD tarafından kabul edilebilecek ve uluslararası müttefikleri kızdırmayacak ya da Gazze’deki savaşı ve orada yaşanan insani trajedinin bir sonucu olarak uluslararası tecridi sona erdirip Tahran'a karşı stratejik bir uluslararası koalisyon kurma fırsatını heba etmeyecek bir şekilde tasarlandı.

İsfahan saldırısından sonra bir çıkmaza daha girmek üzere olduğumuz ortada. Muhtemelen ya bu doğrudan çatışma faslını kapatıp vekalet savaşına dönme senaryosuyla ya da büyük bir savaşın ilk adımı olan bir senaryoyla karşı karşıyayız.

ABD bölgede topyekûn bir savaşın patlak vermesini istemiyor. Basına yapılan açıklamalarda, Gazze'deki askeri operasyonun sona erdiği vurgulanırken İsrail'in güvenliğinin korunacağının altı çiziliyor. Ama bu, İsrail'in Refah'a kara harekâtı düzenlemeyeceği ya da Lübnan’a ve Suriye'ye karşı askeri adımlar atmayacağı anlamına gelmiyor.

İran-İsrail çatışması, çok taraflı çatışmalara sahne olan, Filistin yarası kanamaya devam eden, devletlerin egemenliğinin aşındığı, adil bir barışın sağlanması ve bu yolda ilerlenmesi fırsatlarının kaybedildiği, dini saltanatların geri döndüğü ve uluslararası çatışma ve stratejik kaos arenasına dönüşen Ortadoğu'nun kırılganlığını daha da derinleştirdi.



Zelenskiy: Barış planı NATO’ya katılım hedefimizden resmen vazgeçmemizi zorunlu kılmıyor

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy (AFP)
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy (AFP)
TT

Zelenskiy: Barış planı NATO’ya katılım hedefimizden resmen vazgeçmemizi zorunlu kılmıyor

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy (AFP)
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy (AFP)

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, bugün (Çarşamba) yayımlanan açıklamalarında, Kiev ile Washington arasında müzakere edilen savaşı sona erdirmeye yönelik yeni önerinin, Ukrayna’yı NATO’ya katılım hedefinden resmen vazgeçmeye zorlamadığını söyledi.

Ukrayna’nın NATO’ya üyeliğinin ülkesinin tek taraflı kararıyla değil, ittifak üyelerinin iradesiyle belirleneceğini vurgulayan Zelenskiy “Biz kendi tercihimizı yaptık. NATO’ya katılımı engelleyecek anayasal düzenlemeleri gündemimizden çıkardık” dedi. Bu açıklama, Washington’un daha önce Kiev’i NATO’dan uzak tutmayı hedefleyen hukuken bağlayıcı bir planına dolaylı bir gönderme olarak yorumlandı.

Ukrayna lideri, Rusya ile savaşı sona erdirmeyi amaçlayan görüşmeler sırasında, topraklara ilişkin konularda Amerikalı ve Ukraynalı müzakerecilerin uzlaşmaya varamadığını belirterek, bu başlıkların liderler düzeyinde ele alınması çağrısında bulundu. Zelenskiy, “ABD tarafıyla Donetsk bölgesine ve Zaporijya Nükleer Santrali’ne ilişkin konularda mutabakata varamadık. Hassas meseleleri ele almak üzere ABD ile liderler düzeyinde bir toplantıya hazırız. Toprak gibi konular liderler seviyesinde görüşülmeli” dedi. Önerdiği toplantının Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i kapsayıp kapsamadığını belirtmedi; ancak Zelenskiy daha önce defalarca Rus liderle görüşme çağrısında bulunmuştu.

Öte yandan Zelenskiy, ülkesinin Rusya ile savaşın sona erdirilmesine yönelik bir anlaşmaya varılmasının ardından, mümkün olan en kısa sürede cumhurbaşkanlığı seçimlerine gideceğini açıkladı. Washington ile üzerinde uzlaşılan planın son taslağına göre, Moskova’ya sunulan belgede “anlaşmanın imzalanmasının ardından Ukrayna’nın en kısa sürede seçim düzenlemesi gerektiği” yönünde bir madde yer alıyor. Bu açıklama, Zelenskiy’nin salı günü gazetecilerle yaptığı görüşmede dile getirildi.


Macron'un Putin ile diyaloğu yeniden başlatma girişimi hakkında sorular

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasında gerçekleşen daha önceki bir görüşmeden (EPA)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasında gerçekleşen daha önceki bir görüşmeden (EPA)
TT

Macron'un Putin ile diyaloğu yeniden başlatma girişimi hakkında sorular

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasında gerçekleşen daha önceki bir görüşmeden (EPA)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasında gerçekleşen daha önceki bir görüşmeden (EPA)

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında gerçekleşen son telefon görüşmesi, Macron’un girişimiyle 1 Temmuz Salı günü yapıldı. Elysee Sarayı, görüşmenin iki saati aşkın sürdüğünü ve İsrail ile ABD’nin İran’daki nükleer tesisleri, uzmanları ve askeri liderlik kadrolarından isimleri hedef alan saldırılarından birkaç gün sonra, özellikle İran’ın nükleer dosyasına odaklandığını açıklamıştı.

Ancak görüşmede Ukrayna’daki savaş da ele alındı. Elysee’ye göre, tarafların yaklaşımları arasındaki derin fark nedeniyle temas adeta ‘sağırlar diyaloğu’ niteliği taşıdı. Buna rağmen Elysee’den yapılan açıklamada, Emmanuel Macron ile Vladimir Putin’in bu başlıkta temaslarını sürdürme kararı aldıkları belirtildi.

Macron, ABD Başkanı Donald Trump dışında, Putin’e yönelik diplomatik izolasyon kuralını bozan tek Batılı lider konumunda bulunuyor. Oysa Macron, son iki yılda Rusya’ya karşı sert çizginin öncülüğünü üstlenmiş, Moskova’ya yönelik mali ve ekonomik yaptırımların savunulmasında, Ukrayna’ya mali ve askeri destek sağlanmasında ve çatışmaların sona erdirilmesinin ardından Rusya’yı caydırmak amacıyla Ukrayna topraklarında asker konuşlandırmayı öngören bir ‘istekliler koalisyonu’ kurulması çağrılarında aktif rol oynamıştı.

xscdf
Rusya-Ukrayna savaşını sona erdirmek için Berlin'de bir araya gelen Avrupalı liderler aile fotoğrafı çektirdi, 15 Aralık 2025 (EPA)

Macron ayrıca, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy için bir ‘referans noktası’ olmayı hedefledi. Son dönemde Zelenskiy’i üç kez Paris’e davet eden Macron, Ukrayna’ya dördüncü nesil 100 adet Rafale savaş uçağı tedarikini öngören bir mutabakat zaptını da Zelenskiy ile imzaladı.

Avrupa'nın genel görüşüne aykırı hareket ediyor

Macron bir kez daha Avrupa çizgisinin dışına çıktı. Brüksel’de düzenlenen ve Ukrayna’ya 90 milyar euroluk kredi verilmesini onaylayan son Avrupa Birliği (AB) zirvesinin ardından düzenlediği basın toplantısında Macron, Vladimir Putin ile doğrudan diyaloğun yeniden başlatılması çağrısıyla salondaki herkesi şaşırttı. Macron, çağrısını şu sözlerle gerekçelendirdi: “Vladimir Putin’le konuşan kişiler olduğunu görüyorum. Bu nedenle biz Avrupalıların ve Ukraynalıların, bu tartışmayı resmî biçimde yeniden açacak bir çerçeve bulmasının çıkarımıza olduğuna inanıyorum. Aksi takdirde kendi aramızda konuşmaya devam ederiz, müzakereciler ise Ruslarla baş başa pazarlık yapar. Bu ideal bir durum değil.”

Macron’un bu sözlerle, Alaska’da olduğu gibi Putin’le yüz yüze görüşmekten ya da onunla defalarca telefonla temas kurmaktan çekinmeyen ABD Başkanı Donald Trump’a atıfta bulunduğu belirtiliyor. Macron’un söz konusu ifadelerine Rusya Devlet Başkanı’ndan yanıt gecikmedi. Putin, pazar günü düzenlediği basın toplantısında Macron ile ‘diyaloğa hazır olduğunu’ söyledi. Bunun üzerine Fransa Cumhurbaşkanlığı kaynakları, “Kremlin’in bu girişime açık onay vermesi memnuniyet verici. Önümüzdeki günlerde ilerlemenin en uygun yolunu değerlendireceğiz” açıklamasını yaptı.

adfrg
Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, 18 Ağustos'ta Beyaz Saray'da ABD Başkanı Donald Trump, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer ile yüz yüze görüştü. (AP)

Macron’un girişiminin sürpriz etkisi yaratması üzerine Elysee kaynakları, olası eleştirilere karşı önlem alarak Moskova ile yapılacak her türlü temasın Zelenskiy ve Avrupalı ortaklarla ‘tam şeffaflık içinde’ yürütüleceğini ve hedefin Ukraynalılar için ‘sağlam ve kalıcı bir barış’ olduğunu vurguladı. Rusya ile diyaloğun neden kesildiğine ilişkin olarak Elysee Sarayı, “Ukrayna’nın işgali ve Putin’in savaşı sürdürme ısrarı, son üç yılda her türlü diyalog ihtimalini ortadan kaldırdı” değerlendirmesinde bulundu. Diyaloğun yeniden başlamasının ise ancak ateşkesin ana hatlarının netleşmesi ve barış müzakerelerinin başlamasıyla mümkün olacağı, bu aşamada Putin’le yeniden konuşmanın faydalı olacağı kaydedildi.

Macron'un girişiminin ardındaki gerekçe

Paris’teki Avrupalı diplomatik kaynaklar, Macron’un girişiminin geç de olsa, ABD’nin Rusya ile Ukrayna arasındaki arabuluculuk sürecini tek başına yürütmesinden duyulan Fransız-Avrupa kaygısını yansıttığını belirtiyor. Avrupalıların son haftalarda bu süreçte kendilerine bir yer açmayı başarmasına rağmen, Washington’un onları devre dışı bırakma eğilimi gösterdiği değerlendirmesi yapılıyor. Nitekim ABD Başkanı Donald Trump’ın geçen hafta The Atlantic sitesine yaptığı açıklamalar Avrupa başkentlerinde şok etkisi yarattı. Trump, Avrupalıların “çok konuşup hiçbir şey yapmadığını, bunun kanıtının da savaşın hâlâ sürmesi olduğunu” söylemişti. Öte yandan, ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard da geçen hafta X platformunda yaptığı paylaşımda Avrupalıları ve NATO’yu hedef alarak, ‘savaşı tırmandırmakla ve ABD’yi Rusya ile doğrudan bir çatışmaya çekmeye çalışmakla’ suçladı. Tüm bunların ardından söz konusu kaynaklar şu soruyu gündeme getiriyor: “Washington Kiev’e yardımları keserken, savaşın yükünü Ukrayna’yı destekleyerek esas olarak Avrupalılar taşıyorken, Avrupalıların Putin’le görüşme hakkı neden olmasın?” Kaynaklar, savaşın gidişatının AB ülkelerinin ve genel olarak kıtanın güvenliğini doğrudan ilgilendirdiğini, bu nedenle Putin’le dolaylı değil doğrudan bir diyaloğun gerekli ve önemli olduğunu vurguluyor.

Ancak Macron’un girişimi, AB içindeki ortakları nezdinde olumlu bir karşılık bulmadı. Ne Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy ne de Rusya’ya karşı Avrupa liderliği rolünü üstlenmek isteyen Almanya Başbakanı bu çağrıdan memnun kaldı. Almanya Hükümeti Sözcü Yardımcısı Steffen Meyer, hükümetin Macron’un girişiminden ‘haberdar edildiğini’ söylemekle yetinirken, bu dosya nedeniyle ‘AB’nin zedelenmesine dair bir endişe bulunmadığını’ ifade etti.

Macron ve Napolyon Bonapart

Macron’a yöneltilen eleştiriler iki ana noktada toplanıyor. Bunlardan ilki, Rusya ve Vladimir Putin üzerindeki azami baskıyı savunma çizgisinden, Amerikalı müzakerecinin elde edemediği ya da elde etmesinin zor görüldüğü kazanımlara ilişkin ciddi soru işaretleri bulunmasına rağmen, Moskova ile diyaloğa yönelmesi. İkinci eleştiri ise Macron’un, Putin etrafında örülen Avrupa duvarını ve sıkı diplomatik izolasyonu delmiş olması. Eleştirmenlere göre bu girişim, Rus liderine Avrupa içindeki bölünmelerden ve AB ile ABD arasındaki görüş ayrılıklarından yararlanma imkânı sunuyor.

frgt
Brüksel'de Avrupa zirvesinin sona ermesinin ardından düzenlenen basın toplantısında konuşan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşmeye açık olduğunu ifade etti. (AFP)

Le Monde gazetesi, Zelenskiy’nin Macron’un girişimini kendisiyle görüştüğünü ve bazı çekinceler taşıdığını kabul ettiğini yazdı. Gazete ayrıca bir Avrupalı diplomata atıfta bulunarak, “Avrupa’daki herkes, bir gün Putin’le konuşmak zorunda kalınacağını biliyor. Karmaşık olan ise bu görüşmelerin en uygun çerçevesinin ne olacağı; Avrupa Troykası (Fransa, Almanya, Birleşik Krallık) içinde mi yoksa daha geniş bir formatta mı yapılacağı” ifadelerini aktardı. Bu soru, Macron’un yalnızca Fransa adına mı konuşacağı yoksa Zelenskiy ve Avrupa’daki diğer liderlerden yetki alarak onların adına mı konuşacağı konusunu gündeme getiriyor.

Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık liderleri arasında gizli bir rekabet olduğu kesin, ancak bu durum açıkça ortaya çıkmış değil. Her durumda, önümüzdeki günler ve haftalarda ne olacağını tahmin etmek için henüz erken. Putin’in son basın toplantısında Avrupa liderlerini ‘küçük domuzlar’ olarak nitelemesi, bu sürecin ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor. Rus basını ise 1812’de Napolyon Bonapart’ın Rusya’yı işgalinde uğradığı büyük yenilgiyi sık sık hatırlatıyor; o dönemde Napolyon’un ordusu büyük kayıplar vermiş ve bu macera onun düşüşünün başlangıcı olmuştu.


Gazze ateşkesinin mimarı Trump mı?

Trump, Şarm el-Şeyh'te imzaladığı Gazze anlaşmasının metnini gösteriyor (Arşiv - AFP)
Trump, Şarm el-Şeyh'te imzaladığı Gazze anlaşmasının metnini gösteriyor (Arşiv - AFP)
TT

Gazze ateşkesinin mimarı Trump mı?

Trump, Şarm el-Şeyh'te imzaladığı Gazze anlaşmasının metnini gösteriyor (Arşiv - AFP)
Trump, Şarm el-Şeyh'te imzaladığı Gazze anlaşmasının metnini gösteriyor (Arşiv - AFP)

ABD Başkanı Donald Trump, Gazze Şeridi’nde, Hamas ve İsrail’i ateşkese ikna etmede belirleyici bir rol oynadı. İki yıl süren savaşın sona erdirilmesini öngören ateşkes anlaşmasına giden süreçte Washington’un aktif diplomasisi öne çıktı. Savaş boyunca Filistinliler, can kayıpları ve maddi yıkımın yanı sıra sağlık, çevre ve altyapı alanlarında ağır bedeller ödedi.

Trump yönetiminin, Joe Biden döneminde yoğun çabalara rağmen sonuç alınamayan ateşkes girişimlerini başarıyla sonuçlandırdığına dikkat çekiliyor. Biden yönetiminin çabalarının, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu liderliğindeki hükümetle yaşanan görüş ayrılıkları nedeniyle başarısız olduğu, Netanyahu’nun ise Trump’ın yeniden iktidara dönüşünü beklediği ifade edildi. Ancak Trump’ın bu dönüşü, ilk başkanlık döneminde İsrail’e sunduğu Kudüs’ün başkent olarak tanınması, Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğinin kabulü ve İbrahim Anlaşmaları gibi adımlarla bire bir örtüşmedi.

Hamas’ın tutumunun kabulü

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre Trump’ın, Filistin meselesi ve genel olarak bölgeye ilişkin birçok kararı Netanyahu ve hükümetine dayattığı belirtiliyor. Özellikle Gazze savaşı konusunda Trump’ın, Hamas’a sunulan ateşkes planına hareketin verdiği yanıtı kabul etmesi, İsrail tarafında şaşkınlık yarattı. Bu durum, Netanyahu hükümetini fiili durumu kabullenmeye zorladı ve sonuçta ateşkes anlaşmasına varıldı.

Her ne kadar bu gelişme Trump yönetiminin hanesine bir başarı olarak yazılsa da, İsrail’in son derece kırılgan olan ateşkesi sık sık ihlal etmesinin anlaşmayı tehlikeye sokabileceği uyarıları yapılıyor. Öte yandan, iki yıl süren savaşın Filistinli silahlı grupların, özellikle Hamas ve İslami Cihad’ın askeri kapasitesini büyük ölçüde tüketmesi, tarafları ABD’nin hedeflediği ateşkesin ikinci aşamasına geçmeye zorlayabilir. Bunun için arabulucuların desteği kritik önem taşıyor. Arabulucular, bir yandan Hamas ile İsrail arasında, diğer yandan ABD ile taraflar arasında görüş ayrılıklarını gidermeye çalışıyor. Bu çerçevede ABD’nin rolü, Netanyahu hükümetine anlaşmaya uyması yönünde baskı yapmak olarak öne çıkıyor. Nitekim Washington, İsrail’in Hamas’ın ihlallerini gerekçe göstererek Gazze’ye açılan geçişleri yeniden kapatma girişimlerini birçok kez engelledi; aynı zamanda ticari ve insani yardım taşıyan kamyon sayısının artırılması için baskı uyguladı.

Sembolik baskılar eleştirisi

Buna karşın, Filistinli gruplar ve Gazze’deki durumu yakından izleyen çevreler, bu baskıların bazı durumlarda sonuç verse de çoğu zaman tali konularla sınırlı kaldığını savunuyor. Asıl ihtiyaç duyulanın, Gazze halkı açısından hayati öneme sahip başlıklarda daha etkili baskı kurulması olduğu vurgulanıyor. Bu başlıklar arasında yaşanabilir nitelikte çadırların sağlanması, konteyner evlerin bölgeye sokulması ve ciddi bir yeniden imar sürecinin başlatılması yer alıyor. İsrail’in ise Hamas ve diğer grupların silahsızlandırılmasını, Hamas’ın Gazze’deki yönetimden çekilmesini istediği; bu konuların hâlen ateşkesin ikinci aşaması kapsamında yoğun müzakerelere konu olduğu belirtiliyor.

7ıko9
Trump'ın planına göre Gazze'den çekilmenin aşamalarını gösteren harita (Beyaz Saray)

Gazze halkının büyük bölümünün, Trump yönetiminin ateşkesi dayatmasının ardından daha somut ve kapsamlı başarılar beklediği ifade ediliyor. Diplomatik girişimler, arabulucular üzerinden kurulan baskı ve Trump’ın zaman zaman dile getirdiği tehditlere rağmen, ABD’nin anlaşmanın tam anlamıyla uygulanması ve Gazze’de yaşam koşullarının iyileştirilmesi konusunda henüz yeterli adımı atmadığı görüşü yaygın. Oysa Gazze’deki sıradan vatandaş için öncelik, siyasi taleplerden ziyade yaşam koşullarının düzelmesi ve yeniden imarın başlaması olarak öne çıkıyor.

İkinci aşama

Hamas ile Trump yönetimi arasında gerçekleştiği belirtilen ve İsrail için sürpriz olan doğrudan temaslar, ateşkesin ikinci aşamasına daha sorunsuz geçilmesi ihtimalini gündeme getirdi. Hamas’ın, arabulucular aracılığıyla sunduğu çeşitli önerileri doğrudan ABD’li yetkililerle ele almak istediği, ancak İsrail’in bu temaslara itiraz etmesi nedeniyle görüşmelerin ertelendiği kaydediliyor. Buna rağmen bazı sızıntılar, bu görüşmelerin gizli şekilde yapıldığına işaret etse de, ne Hamas ne de ABD tarafından resmi bir doğrulama geldi.

rgt
Hamas militanları, 20 Şubat 2025'te Han Yunus'ta İsrailli rehinelerin cesetlerinin Kızılhaç'a teslimi sırasında tabutlardan birini taşıyor (DPA)

Hamas’ın, Trump yönetiminin Ortadoğu’yu ABD ulusal güvenlik stratejisinde “askeri açıdan uzun vadeli angajman değil, ortaklık bölgesi” olarak tanımlayan yaklaşımını dikkatle analiz ettiği ifade ediliyor. Buna göre Washington, Trump döneminde, kendisini düşman olarak sınıflandırdığı aktörlere dahi, etkili ortaklar olabileceklerini kanıtlamaları hâlinde kapıyı tamamen kapatmıyor. ABD açısından belirleyici olanın, kimin yönettiğinden ziyade, işlevsel ve çıkar temelli ortaklık olduğu vurgulanıyor.

Çifte kazanç hesabı

Bu çerçevede Hamas’ın, Trump yönetiminin açtığı bu alanı, Orta Doğu’daki dış politika düğümlerini çözmek için devlet dışı aktörlerle temas kurma arayışında değerlendirmek istediği belirtiliyor. Böyle bir sürecin, Trump açısından Nobel Barış Ödülü hedefi doğrultusunda diplomatik bir kazanım, Filistin meselesi açısından ise İsrail’le çatışmanın geleceğini etkileyebilecek emsalsiz bir anlaşma doğurabileceği ifade ediliyor.

dfgthy
ABD Başkanı Donald Trump ve Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, Gazze savaşını sona erdirmek için 13 Ekim 2025'te Mısır'ın Şarm el-Şeyh kentinde bir araya geldi (Reuters)

Ancak Hamas içinde, ABD’ye temkinli yaklaşan bir kanadın da bulunduğu aktarılıyor. Bu kesim, geçmişte verilen ancak hayata geçirilmeyen Amerikan vaatlerini hatırlatıyor. Örneğin, ABD vatandaşı olan İsrailli asker Eydan Alexander’ın, Trump’a jest olarak serbest bırakılmasının ardından sınır kapılarının açılması ve yardımların artırılmasına dair örtük bir anlaşma yapıldığı, ancak İsrail’in bu anlaşmayı uygulamadığı belirtiliyor. Benzer şekilde, İsrailli subay Hadar Goldin’in naaşının teslimine ilişkin mutabakatın da yerine getirilmediği hatırlatılıyor. Bu durumun, ABD’nin İsrail üzerinde gerçek ve etkili bir baskı kurmadığı sürece Gazze’de somut ve kalıcı kazanımlar elde etmesinin zor olacağına işaret ettiği değerlendiriliyor.