Türkiye'nin BM Daimi Temsilcisi Yıldız, PKK/YPG'nin Suriye'nin geleceğinde yeri olmadığını söyledi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Türkiye'nin BM Daimi Temsilcisi Yıldız, PKK/YPG'nin Suriye'nin geleceğinde yeri olmadığını söyledi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Türkiye'nin BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Yıldız, terör örgütü PKK/YPG’nin ve ayrılıkçı terörist gündeminin Suriye'nin geleceğinde yeri olmadığını bildirdi.
Türkiye'nin Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Büyükelçi Ahmet Yıldız, Türkiye'nin BM Daimi Temsilcisi görevini bugün üstlenmesinin ardından ilk beyanını BM Güvenlik Konseyi'nde düzenlenen Suriye oturumunda verdi.

Suriye'de çatışmanın 14. yılında ülkedeki kırılgan durumun göz ardı edilmemesi gerektiğine işaret eden Yıldız, "Çatışmanın güvenlik, ekonomik ve insani boyutları eşzamanlı ve birbirine bağlı bir şekilde kötüye gidiyor ve ufukta bir umut ışığı da görünmüyor. " dedi.

Yıldız, durumun bölgedeki tehlikeli tırmanışla daha da karmaşık hale geldiğine dikkati çekerek, Suriye'nin Orta Doğu'daki diğer çatışmalar için bir savaş alanı olarak kullanılmaya endişe verici şekilde müsait durumda olduğunu söyledi.

Tüm tarafların daha geniş bir çatışmaya yol açabilecek adımlardan kaçınmasının öneminin altını çizen Yıldız, "Suriye'yi bu tehlikeli yangından uzak tutmak elzemdir." dedi.

Büyükelçi Yıldız, Suriye çatışmasının çözümü için BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararı çerçevesinde siyasi süreci canlandırmanın tam zamanı olduğunu belirterek, Suriye ihtilafına son vermenin tek yolunun çatışmanın temelinde yatan nedenleri ele alarak ulusal uzlaşmayı sağlamaktan geçtiğini kaydetti.

"Suriye rejimini yapıcı angajmana yönelmeye çağırıyoruz"
"Suriye rejimini ülkeyi çevreleyen koşulların ciddiyetini gerçekçi bir gözle anlamaya ve Suriye’de bir nesli harap eden bu ihtilafın siyasi çözümü için yapıcı bir angajmana yönelmeye çağırıyoruz." diyen Yıldız, Anayasa Komitesi'nin Suriye rejimini ve muhalefeti müzakere edilmiş bir çözüm için BM kolaylaştırıcılığında bir araya getiren tek platform olduğunun altını çizdi.

Yıldız, sürecin toplantı mekanı üzerinden tıkanmaması ve Komite'nin 9. turunun gecikmeden toplanması gerektiğini dile getirdi.

Mevcut durumun, sadece Suriye için değil, aynı zamanda bölge için de sürdürülemez olduğunu belirten Yıldız, sözlerini şu şekilde sürdürdü:

"Milyonlarca Suriyeli, ülkem dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanına dağılmış durumda, milyonlarca kişi ise ülke içinde yerinden edildi. Suriyelilerin gönüllü, güvenli ve onurlu şekilde geri dönüşleri için gerekli koşulların oluşturulması Suriye krizini çözmeye yönelik tüm çabaların bir parçası olmalı. Bu konuda ilgili tüm tarafların üzerine düşeni yapması gerekiyor."

"PKK/YPG’nin ve ayrılıkçı terörist gündeminin Suriye'nin geleceğinde yeri yoktur"
Büyükelçi Yıldız, PKK/YPG/“SDG” terör örgütünün kuzeydoğu Suriye'de ayrılıkçı ve bölücü bir gündemi ilerletme çabalarını sürdürdüğüne dikkati çekerek, Suriye'nin toprak bütünlüğüne ve siyasi birliğine yönelik en büyük tehdidi oluşturan bu terör örgütünün sözde bir "Sosyal Sözleşme" temelinde kurumlar oluşturduğunu ve sözde seçimlere hazırlandığını kaydetti.

PKK/YPG ve onun kolu olan "SDG"nin ayrılıkçı girişimlerinin barındırılması ve desteklenmesinin BM Güvenlik Konseyi’nin gerek terörizm gerek Suriye’ye ilişkin kararlarına aykırı olduğunu anlatan Yıldız, bugüne kadar çeşitli BM raporlarında birçok kez ifşa edildiği gibi, PKK/YPG/“SDG” terör örgütünün okul, hastane ve su istasyonları gibi sivil tesisleri suistimal ederek bunları kışla veya mühimmat depoları olarak kullandığını anımsattı.

Yıldız, terör örgütünün geçen hafta Azez Hastanesi'nin bombalanmasında olduğu gibi, sivil tesisleri doğrudan hedef aldığını aktararak, "Bu terör örgütünün kuzeydoğu Suriye'deki yerel nüfusa karşı kullandığı baskıcı ve insani olmayan uygulamalar büyük tepkilere neden oluyor ve PKK ile uzantılarının bölgenin dokusuna uygun olmadığını da gösteriyor." değerlendirmesinde bulundu.

Deyrizor'da devam eden gerginliğin bunun açık bir örneği olduğuna işaret eden Yıldız, terör örgütü tarafından kontrol edilen kamplarda işlenen büyük ölçekli ihlaller, işkence ve kötü muamelelerin de bilindiğini söyledi.

Daimi Temsilci Yıldız, "Bir kez daha tekrar ediyoruz: PKK/YPG’nin ve ayrılıkçı terörist gündeminin Suriye'nin geleceğinde yeri yoktur." diye konuştu.

"Suriye’nin Tümü” yaklaşımı korunmalı"
Suriye'de kapsamlı bir çözüm bulunması için acilen yaklaşımların yeniden düzenlenmesi gerektiğine işaret eden Yıldız, kesintisiz insani yardım akışı ve yeterli finansmanı sağlamanın bu kapsamlı yaklaşımın kritik bir parçası olduğunu dile getirdi.

Yıldız, sahadaki ihtiyaca ve mevcut ihtiyaçlara uygun bir insani mukabele koordine edilirken, "Suriye’nin Tümü" yaklaşımının korunmasının önemine işaret ederek, bu bağlamda, Suriye Krizi Bölgesel İnsani Koordinatörü pozisyonuna gecikmeden uygun bir atama yapılması çağrısında bulundu.

Türkiye'nin Suriye konusunda özel bir konumu ve rolü olduğunu anımsatan Yıldız, gelecek dönemde Konsey üyeleriyle 2254 sayılı kararın amaçlarının hayata geçirilmesi yönünde çok taraflı veya ikili olarak çalışmaktan memnuniyet duyacağını kaydetti.

Suriye rejimi temsilcisinin söz alarak Türkiye'ye eleştiriler yöneltmesinin ardından ise Yıldız, "Suriye’deki kriz Türkiye’ye ve halkına çok maliyet yaşattı. Bu krizin sorumlusu da Türkiye değil. Suriye rejimi temsilcisi tarafından yapılan iddiaların asılsızlığı, ülkemiz ve Daimi Temsilciliğimiz tarafından yapılan çeşitli açıklamalarda ortaya konmuştur, bunları burada tekrarlamayacağım. Burada önemli olan, siyasi süreçte ilerlemektir, bu da Anayasa Komitesi’nin uhdesindedir. Suriye rejimi temsilcisine konunun bu boyutuna odaklanma telkininde bulunmak isterim." diyerek sözlerine son verdi.



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.