Kırılgan barış ve silahlı çatışmalar

Filistin halkının trajedisi, Avrupa halklarının Yahudilere ödemesi gereken ertelenmiş bir faturadır

Yahudiler, siyasi çatışmayı Arap bölgesinin daha önce hiç olmadığı kadar acısını çektiği bir medeniyet ve kültür düşmanlığına dönüştürmeyi başardılar (AFP)
Yahudiler, siyasi çatışmayı Arap bölgesinin daha önce hiç olmadığı kadar acısını çektiği bir medeniyet ve kültür düşmanlığına dönüştürmeyi başardılar (AFP)
TT

Kırılgan barış ve silahlı çatışmalar

Yahudiler, siyasi çatışmayı Arap bölgesinin daha önce hiç olmadığı kadar acısını çektiği bir medeniyet ve kültür düşmanlığına dönüştürmeyi başardılar (AFP)
Yahudiler, siyasi çatışmayı Arap bölgesinin daha önce hiç olmadığı kadar acısını çektiği bir medeniyet ve kültür düşmanlığına dönüştürmeyi başardılar (AFP)

Mustafa Feki

Uluslararası çatışmalar bölgesel ve küresel olmak üzere iki türlüdür. Bölgesel olanlar belirli bir bölge veya alanın kendisiyle sınırlı olan ve çoğunlukla ortak sınırlar veya gasp edilen topraklarla ilgili olan çatışmalardır. Bu çatışma türü, günümüz uluslararası ilişkilerde en sık karşılaşılan durumdur.  Dahası Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, komşu ülkeler arasında bir tarafın diğer tarafın haklarını gasp etme konusundaki ateşli eğiliminin eşlik ettiği doğrudan çatışmaların bir sonucu olarak patlak verdiler. Başlıca küresel çatışmalar ise siyasi ideolojiler, farklı kültürler ve yeni fikirler ile ilgili olanlardır.

Küresel savaşlar ilk bakışta sınırlı gibi görünse de geniş eğilimler ile ilişkilendirildiğinde işler farklılaşır ve muzaffer bir yaşam ile ölümcül yenilgi arasındaki seçime bağlanması zorunlu hale gelir. Dolayısıyla bölgesel anlaşmazlıkların sınır meselesi, küresel çatışmaların ise varoluş meselesi olduğunu büyük bir güvenle söyleyebiliriz. Bu yeni bir konu değil. Rusya ile Ukrayna arasındaki mevcut silahlı çatışmayı ele alırsak, bunun, her iki tarafın da karadaki bölgeler, deniz yolları veya tarihi şehirler üzerinde kendi haklarını öne çıkarmaya çalıştığı bir anlaşmazlık olduğunu keşfederiz.

Bu noktada müzakere masasının olup bitenleri büyük ölçüde kontrol ettiğini kabul etmeliyiz. Belirli bir bölgede komşu ülkeler arasında patlak veren çatışmalar arasında, tarih ve coğrafyanın kaderinde belirleyici rol oynamadığı bir çatışma yoktur. Arap-İsrail çatışması şahsen bana her iki türden çatışmanın göstergelerini içeren benzersiz bir çatışma türü gibi görünüyor. Zira Siyonistlerin Arap topraklarını ele geçirmesi, Batı'nın Doğu'ya yönelik tarihi hırslarının bir parçasıdır. Dahası, Avrupa krallıklarının Filistin ve Büyük Maşrık’taki (Levant) kutsal yerleri fethetmek için birbirini izleyen askeri seferlerle bir araya geldiği Orta Çağ maceralarının bir uzantısıdır. Bu seferler, Araplar ve Müslümanlar çalınan topraklarını geri alana ve görünürde Haçı bir sembol olarak kullanan ama esas hedefleri her şeyden önce sömürgecilik olan Frenklerin hırslarının üstesinden gelene kadar onlarca yıl devam etti.

Arap ve İslam hafızası, yukarıda da belirttiğimiz gibi hiçbir zaman sınır meselesi olmayıp her zaman bir varoluş meselesi olan Arap-İsrail çatışmasının kadim köklerini hâlâ hatırlamaktadır. Burada bu makale marjında bazı gözlemleri kaydetmek istiyorum. Bunların en öne çıkanları şunlardır:

Birincisi, Doğu ve özellikle Ortadoğu, üç semavi dinin doğduğu yerdir ve kökleri dünyanın bu bölgesine dayanan İbrahimi dinlerin buluşma yeridir. Dolayısıyla büyüsü, kültürü ve mitleriyle aynı Doğu, Batı Asya ve Kuzey Afrika bölgesini düşünürken, Batı'nın hayal gücünün büyük bir bölümünü oluşturmuştur. Batı'nın başlangıçta Doğu'ya borçlu olduğunu ama sonunda tüm bedeli Doğu'nun ödediğini hep hatırlatıyoruz!

İkincisi, antisemitizm olgusu, Siyonist iddiaları veya İsrail'in emellerini reddederek sesini yükselten herkese karşıt duyguları pekiştirmeyi amaçlayan uydurma bir meseleye yeni bir katkıdır. Antisemitizm, Avrupalıların Yahudilere yönelik zulmünün konuşulmasıyla başladı ve Yahudi meselesi özellikle Almanların, Avrupalı ​​Yahudi yurttaşlarını Almanya'nın Birinci Dünya Savaşı'ndaki yenilgisinin arkasında olmakla suçlamaları ile gün yüzüne çıktı. Üçüncü Reich, Nazi sloganlarını, Yahudileri doğrudan Aryan ırkına düşmanlık ile suçlayan yeni bir kavrama dayandırdı. Almanya, İkinci Dünya Savaşı yaklaşırken Yahudilere karşı gittikçe büyüyen bu duyguyu, Yahudilere yönelik soykırıma varan bir kınama süreci yürütmek için kullandı. Biz bunu inkâr etmiyoruz ama biz bu eylemlere katılmadık ve ne uzaktan ne de yakından taraf olmadık. Hal böyle iken neden bunun vergisini masum Filistinliler ödüyor? Hiçbir aklı başında insan bunu kabul etmez ve buna razı olmaz.

Filistin halkının trajedisi, Avrupa halklarının isterlerse Yahudilere ödemeleri gereken ertelenmiş bir faturadır. Ancak bu hiçbir zaman bir Arap faturası olmamıştır. Gelgelelim İngiltere ve müttefikleri geçen yüzyılın başında meseleyi Araplara yönelik yoğun bir düşmanlığa çevirmeyi başardılar. Yahudilere yönelik düşmanlıktan "antisemitizm" adını verdikleri düşmanlığa geçiş yaparak Araplara yönelik suçlamaları tırmandırmakta muvaffak oldular. Arapların da Nuh'un oğlu Sam'in torunları olduklarını, yani aynı zamanda Sami olduklarını unutmuş gibi göründüler. Geçen yüzyılın başından beri İslam'ı kötü göstermeyi, kartları karıştırmayı, çerçevesini İslamofobi terimi ile özetleyebileceğimiz kötü niyetli fikirler üretmeyi amaçlayan Yahudi medya endüstrisinin yeteneği sayesinde bunu başardılar. Aynı endüstri, toplumsal duygu çerçevesinde enjekte edilen yeni fikirlerin yerleşmesini de sağladı.

Yahudiler, siyasi çatışmayı, Arap bölgesinin daha önce hiç olmadığı kadar acısını çektiği bir medeniyet ve kültür düşmanlığına dönüştürmeyi başardılar. 7 Ekim 2023'ten bugüne kadar yaşananların, işgal altındaki Filistin topraklarında zorla göç ettirme politikasını uygulayan, halkının haklarını gasp eden, dahası Batılı ve Doğulu zihinlere çarpık fikirler yerleştirmeyi başaran Siyonist hareketin gizli intikam ruhunun gerçek bir ifadesi olduğunu iddia ediyorum. Bu fikirler, 19. yüzyıldan bu yana Siyonist hareketin büyük babalarının gönüllerini okşayan hayalleri gerçekleştirmek için sahada var olmaya devam etmesi, sahip olmadığı bir şeyde iddia ettiği hakkı savunma amacıyla nedenler yaratması için gerekçesi olacaktı. Hatta Abdunnasır, eski ABD başkanı John F. Kennedy'ye yazdığı ünlü mektubunda, İngiliz bakanın Balfour Deklarasyonu'nu "sahip olmayanların, hak etmeyenlere verilen bir sözü" olarak tanımlamıştı.

Üçüncüsü, Siyonist hareket, Filistin'i kutsal sloganlar altında işgal etmek için Avrupa toplumlarından gelen göçmenler ile Araplar arasındaki bariz eşitsizliği, onlarla Araplar arasındaki kültürel eşitsizliği öne çıkarmakta kullandı. Uzun yıllar boyunca Arapların serveti ve zenginlikleri vardı ama teknolojileri yoktu. Daha sonra işler ve koşullar değişti, Arapların çağdaş uluslararası toplumda önemli bir rolleri oldu ve yabancı güçlerle her yönde iletişim köprüleri kurabildiler. Bunun da ötesinde Araplar teknolojiye karşı çıkmadılar ve dönemin bilimlerine yabancı kalmadılar, tam tersine, onlarla bağlarını güçlendirdiler, bu alanda başarılar kaydettiler. Dolayısıyla çatışma, herkes için aşikâr olan bir tür medeniyet çatışmasına dönüştü.

En büyük Arap ülkesi, engelleri yıkmak ve Araplar ile İsrail arasındaki barış projesine katılmak için inisiyatif aldığında, bu adım başlangıçta İsrail'in coşkusu, Arapların ise ihtiyatı ile karşılandı. Ancak daha sonra bu, İsraillileri tarihin daha önce tanık olmadığı katliamların, çocukları öldürmenin, sivilleri korkutmanın, kan dökmenin, kadınları ve yaşlıları hedef almanın, liderlere suikast düzenlemenin, insanlara ve yapılara karşı benzeri görülmemiş saldırıların gölgesinde bölgeyi yutmayı, halkının zenginliklerini ele geçirmeyi düşünmeye çağıran, öznel motivasyonlara dönüştü.

Gazze halkına ve aslında genel olarak Filistin topraklarına atılan füze ve bombaların miktarı, neredeyse İkinci Dünya Savaşı'nda Avrupa şehirlerine atılanlarla karşılaştırılabilecek düzeydedir. Dünya bunları izliyor ve sözlü açıklamalarla, nazik ifadelerle yetiniyor, ancak uluslararası düzeyde durumun çok değiştiğini inkâr etmiyoruz. Bir sınır anlaşmazlığı değil, varoluşsal çatışma gibi görünen bu uzun ve kronik çatışmaya radikal çözüm bulunmasının gerekliliği konusunda derin bir duygunun oluştuğuna kuşku yok.

Bu, taraflardan birinin, yani İsrail tarafının niyetinin hiçbir zaman samimi olmaması nedeniyle kırılgan barışı silahlı çatışmaya dönüştüren mevcut koşulların doğrudan okumasıdır. Dahası, gerçekleşmesini ve var olmasını istediğiniz sonuçlara ulaşmak için mevcut koşulların etrafında bir tür dönüp dolaşmadır. Günümüz dünyasında ve teknolojik özellikle de silah endüstrisindeki gelişmelerin ışığında, silahlı çatışmaların, başlayıp bitirilebilecek bir piknik olmadığına inanıyoruz. Savaş, kazananın ya da kaybedenin olmadığı insanlık trajedisinin bir zirvesidir. Savaşan ülkelerin hepsi bir kaybedendir, savaşta zafer ya da yenilgi yoktur. Mesele tamamıyla imha, yıkım, kaybolma, yeni nesillere yönelik saldırı, gençlerin ideallerini yıkma, bir tarafın niyeti ne kadar samimi olursa olsun, geleceğe giden yol hakkında şüpheler ekmektir. Arap toprakları üzerindeki yabancı kontrolü ve kaygı eken, korku yayan, tüm kutsallara saldıran işgalci bir ordunun temsil ettiği sorun ise her zaman olduğu gibi askıda beklemeye devam etmektedir.

Açıkça söyleyeyim; silahlı çatışma, tüm tarafların tam inancı üzerine inşa edilmemiş kırılgan bir barışın doğal sonucudur.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Birleşik Krallık ve AB, güvenlik ve savunma iş birliği konusunda yeni bir anlaşma imzaladı

Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer ve Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen Londra'da (AP)
Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer ve Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen Londra'da (AP)
TT

Birleşik Krallık ve AB, güvenlik ve savunma iş birliği konusunda yeni bir anlaşma imzaladı

Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer ve Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen Londra'da (AP)
Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer ve Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen Londra'da (AP)

Birleşik Krallık ve Avrupa Birliği (AB) bugün Londra'da düzenlenen önemli bir zirvede güvenlik ve savunma iş birliği konusunda yeni bir anlaşma imzaladı.

İngiliz hükümeti bugün AB ile savunma iş birliğinin güçlendirilmesi, gıda ticaretinin kolaylaştırılması ve sınır kontrolleri konularında yeni anlaşmalar yapıldığını duyurdu.

Şarku’l Avsat’ın AFP'den aktardığına göre İngiliz hükümeti tarafından yapılan açıklamada, anlaşmanın Birleşik Krallık'ın savunma sanayisinin AB tarafından kurulmakta olan 150 milyar euroluk (167 milyar dolar) savunma fonuna katılmasının ‘önünü açacağı’ belirtildi.

sdfrgty
Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer, Londra'daki Lancaster House'da düzenlenen Birleşik Krallık-AB zirvesinin ardından düzenlenen basın toplantısında AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in yanında, 19 Mayıs 2025 (EPA)

Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer, anlaşmaların bürokrasinin azaltılmasına, Birleşik Krallık ekonomisinin büyümesine ve Birleşik Krallık'ın 2020'de AB'den ayrılmasının (Brexit) ardından 27 ülkeli ticaret bloğuyla ilişkilerin yeniden kurulmasına yardımcı olacağını söyledi.

Starmer, Brexit'ten bu yana ilk resmi Birleşik Krallık-AB zirvesi için AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve diğer üst düzey AB yetkililerini Londra'da ağırladı.

AB ile Birleşik Krallık arasındaki yeni savunma ve güvenlik ortaklığı, Birleşik Krallık'a AB’nin 150 milyar euroluk savunma kredisi programına erişim imkânı sağlayacak. Diğer anlaşmalar arasında sınır ötesi gıda ticaretini kolaylaştırmak amacıyla hayvan ve bitki ürünleri üzerindeki bazı kontrollerin kaldırılması ve AB balıkçı gemilerinin İngiliz sularında faaliyet göstermesine izin veren bir anlaşmanın 12 yıl uzatılması yer alıyor.

Starmer, “Artık ileriye bakmanın zamanı geldi… Eski tartışmalardan ve sıkıcı siyasi mücadelelerden, Birleşik Krallık halkı için en iyi olanı sağlayacak gerçekçi ve pratik çözümlere geçmenin zamanı geldi” ifadelerini kullandı.

AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen anlaşmanın Avrupa ülkelerinin birlik içinde olduğu mesajını verdiğini söyledi. Von der Leyen gazetecilere verdiği demeçte şunları söyledi: “Bugün dünyaya gönderdiğimiz mesaj şu: Dünyanın istikrarsız olduğu ve kıtamızın nesiller boyunca karşılaştığı en büyük tehditle karşı karşıya olduğu bir dönemde, biz Avrupa'da birlik içindeyiz.”

sdfgrthyu
Brexit karşıtı bir protestocu ve AB yanlısı diğer aktivistler 19 Mayıs 2025 tarihinde Londra'da Birleşik Krallık-AB zirvesinin yapılacağı Lancaster House yakınlarında protesto gösterisi yaparken bayrak sallıyorlar. (AFP)

AB, Birleşik Krallık'ın en büyük ticaret ortağı olmasına rağmen, daha sıkı sınır kontrolleri, karmaşık evrak işleri ve diğer engeller nedeniyle Brexit'ten bu yana Birleşik Krallık'ın ihracatı yüzde 21 oranında düştü.