Mecdel Şems saldırısı İsrail'in kuzey cephesi planlarını bozdu mu?

İsrail güvenlik birimleri, roket saldırısından sonraki 24 saat boyunca nasıl bir misillemede bulunacaklarına karar vermeye çalıştı

Mecdel Şems saldırısı kuzey cephesi sorununu İsrailli karar alıcıların gündeminin üst sıralarına taşıdı (AFP)
Mecdel Şems saldırısı kuzey cephesi sorununu İsrailli karar alıcıların gündeminin üst sıralarına taşıdı (AFP)
TT

Mecdel Şems saldırısı İsrail'in kuzey cephesi planlarını bozdu mu?

Mecdel Şems saldırısı kuzey cephesi sorununu İsrailli karar alıcıların gündeminin üst sıralarına taşıdı (AFP)
Mecdel Şems saldırısı kuzey cephesi sorununu İsrailli karar alıcıların gündeminin üst sıralarına taşıdı (AFP)

Emel Şehade

Golan Tepeleri’ndeki Mecdel Şems beldesine isabet eden ve aralarında gençlerin ve çocukların olduğu 12 kişinin ölümüne, en az 30 kişinin de yaralanmasına neden olan roket saldırısının ardından İsrail'de Lübnan'a yönelik yaklaşan askeri hamleye ilişkin görüşler çeşitlilik gösterdi. Bu görüşler, saldırıları geniş çaplı bir savaşa dönüştürmeden sert bir karşılık vermekle Hizbullah hedeflerine karşı ordunun daha önce gerçekleştirmediği büyüklükte saldırılar düzenlemesi arasında değişiyordu. Hizbullah liderlerine yönelik suikastlar sonuç vermediği için bazıları bu konuda hüküm vermekten kaçınırken Hizbullah, İsrail'in askeri ve stratejik hedeflerine yönelik roket ve insansız hava aracı (İHA) saldırılarını yoğunlaştırmaya devam etti.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Mecdel Şems saldırısı, yaklaşık 10 aydır devam eden gerginlik boyunca bu bölgeyi çatışmalardan uzak tutan ve Gazze Şeridi’ndeki savaş ile İsrailli rehinelerin kurtarılmasına odaklanan karar alıcıların gündeminde kuzey cephesi dosyasını en üst sıraya taşıdı. Gerilimin başlamasından bu yana kuzeyde gerçekleşen en büyük ve en tehlikeli olarak değerlendirilen bu olayın sonuçları, bölgenin yerel yetkilileri ve sakinleri tarafından ‘ihmal edilmiş’ olarak nitelendirilen kuzey cephesi hakkında karar verilmesini gerektirdi.

İsrailli aşırı sağcı sesler, roketli saldırının gerçekleşmesinden sonraki 24 saat boyunca, Lübnan’a derhal savaş açılması ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich'in istediği gibi Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın öldürülmesi çağrısında bulunurken, güvenlik güçleri ve Kuzey Komutanlığı bombardımana verilecek yanıta karar vermek için hummalı bir çalışmaya girişti.

İsrail hükümetinin çoğu bakanı, muhalefet üyeleri ve parti liderleri pazar sabahından itibaren, çocuk-genç 12 kişinin cenaze törenlerine katılmak üzere Golan Tepeleri’ne giderken, Güvenlik Bakanı Yoav Gallant, Mecdel Şems Belediye Başkanı ile birlikte saldırının gerçekleştiği futbol sahasını ziyaret etti. Gallant, burada yaptığı açıklamada saldırıya karşı misillemenin Hizbullah’ın beklediğinden daha sert olacağını söyledi. İsrail Genelkurmay Başkanı Hertzi Halevi de olay yerine gelerek tüm kuzey sakinlerine, ordunun onları evlerine geri getirmek için güvenliği sağlama sözü verdiği mesajını iletti.

Cenaze törenine katılan bazı bakanlar, Lübnan'a sert bir karşılık verilmesi ve Hizbullah genel sekreterinin hedef alınması çağrısında bulunurken bölge sakinlerinin çoğu, çocuklarının ölümünden ‘savaşı sürdürme konusunda uzlaşmaz bir politika sürdüren ve kuzeye ikinci sınıf bölge muamelesi yapan’ Binyamin Netanyahu hükümetini sorumlu tuttu.

Cenaze törenlerine katılmak üzere bölgeye gelen Maliye Bakanı Smotrich, ‘çocukların kanı üzerinde dans eden bir katil’ denilerek Mecdel Şems’ten derhal kovulmasını isteyen gençlerin saldırısına uğradıktan sonra hızla alandan ayrıldı. Ölenlerin yakınları, Smotrich Mecdel Şems’ten ayrılırken İsrailli gazetecilere onun savaşın sürmesinden sorumlu olduğunu söylediler.

Mecdel Şems'in Suriyeli sakinleri, işgal altındaki bu bölgede barınacak bir yerleri olmadığı ve özellikle açık bir alan olan futbol sahasından uzaklaşmalarını sağlayacak sirenlerin bulunmaması nedeniyle roketin düşmesi herkesi şoke ettiğinden kendilerine yönelik ihmalden duydukları öfkeyi ifade ettiler.

Saldırıların kapsamı genişleyebilir

Planlanandan üç saat önce Tel Aviv'e varmak üzere Washington'dan ayrılan Netanyahu, Gallant, Halevi ve güvenlik servislerinin başkanlarıyla bir istişare toplantısı yaptı. Toplantıda Lübnan devletinin altyapısının hedef alınması da dâhil olmak üzere ordunun askeri operasyona ilişkin önerileri ele alındı.

Yetkililere göre siyasiler, saldırıların Beyrut'a ulaşabileceği ihtimalini göz ardı etmeden, ancak bunu topyekûn bir savaşa dönüştürmeden, Lübnan'a güneyde benzeri görülmemiş sertlikte bir karşılık verilmesini destekliyor.

İsrail ordusunun sadece silah ve savunma sistemlerinin yetersizliği açısından değil, aynı zamanda iç cepheyi koruma açısından da Lübnan'a karşı tam ölçekli bir savaş veremeyeceğine işaret eden birkaç raporun ardından ortaya çıkan bu eğilim çoğunluğun desteğini aldı.

İsrail Askeri İstihbarat Dairesi (AMAN) eski Başkanı Amos Yadlin, ABD'nin desteği ve Washington'ın göndermeyi reddettiği silah sevkiyatının garanti altına alınmadan Lübnan'da geniş çaplı bir savaşa karşı uyardı. Yadlin, misillemenin Hizbullah hedefleriyle sınırlı kalmayıp geniş çaplı ve sert olmasının en iyisi olacağını düşünüyor.

Uzmanlara ve yetkililere göre Netanyahu ile Gallant arasındaki ilişkinin kötü olması ve İsrail Başbakanı’nın yakında Gallant'ı görevden alması tahminleri çerçevesinde hükümetin iç durumu da savaşın geniş çaplı bir savaşa dönüşmemesi yönünde baskı yapıyor. Öte yandan Likud Partisi’nin bakanları ve üyeleri ile aşırı sağcı koalisyon hükümetinin bakanları ve üyeleri arasında çok sayıda yetkili isim, Lübnan'a yönelik savaşın esir takası anlaşmasının Gazze Şeridi’ndeki savaşın sona ermesinden sonraya ertelenmesi olasılığı konusunda uyardı.

İçerideki gerilim Mecdel Şem saldırısına verilecek karşılığın niteliğine de yansıdı. Netanyahu saldırıdan bir saat sonra Washington'dan Zoom üzerinden Gallant ve Halevi ile görüşmeler gerçekleştirdi. Bu görüşmelerde, Hizbullah'a savaş kurallarını değiştirmenin bedelini ödetecek bir misilleme yapılmasının yanı sıra savaşı durduracak ve geniş çaplı bir savaşa dönüşmesini önleyecek bir sınır noktasının belirlenmesi gerektiği konuşuldu.

Bir uzlaşı söz konusu mu?

Genelkurmay Başkanı Halevi'nin Kuzey Komutanlığı'nda gerçekleştirdiği bir değerlendirme toplantısında, toplantı öncesinde İsrailli bakanların ve milletvekillerinin Lübnan'a savaş açmaktan Hasan Nasrallah'a suikast düzenlemeye ve ordunun Hizbullah'a Beyrut'a kadar uzanan hedefleri de kapsayacak şekilde sert bir karşılık verilmesi arasında değişen tehditleri ele alındı. Mecdel Şems saldırısına yanıt olarak Lübnan'da bazı savaş planları onaylanan toplantıda bu planlar, kara harekatının olmadığı ve savaşın bölgesel bir savaşa dönüşmemesini sağlayacak güçlü bir karşılık verilmesi gerektiğine ikna olan siyasetçiler düzeyinde bir karara dönüştürüldü.

Hizbullah liderlerine yönelik suikastlarda taktiksel başarılar elde edildiği, ancak stratejik bir dönüm noktası oluşturmadığı belirtilen toplantıda, Hizbullah'ın suikastlara yüzlerce roket ve İHA ile karşılık vermesinin hatta İsrail için yeni bir meydan okuma ve tehlike oluşturan Kariş Doğalgaz Platformu’nu hedef alacak kadar ileri gitmesinin ardından, liderlere yönelik suikastların İsrail'e yardımcı olmadığı ve kazanım sağlamadığı sonucuna varıldı.

İsrailli askeri analist Yossi Yehoshua, Mecdel Şems saldırısına sert bir karşılık verilmesi çağrısının geniş kapsamlı bir savaşa yol açmayacağını düşünüyor. Yehoshua’ya göre Mecdel Şems saldırısı askeri bir operasyona meşruiyet kazandırıyor ve bu operasyonun uygulanması için sağlam, koordineli ve hızlı bir medya hamlesi gerekiyor. Şimdiye kadar böyle bir hamlenin gelmediğini söyleyen Yehoshua, “Başbakan ve Savunma Bakanı arasında bozulan ilişkiler çerçevesinde bu hamle gerçekleşmeyebilir” yorumunda bulundu.

Öte yandan güvenlik uzmanlarına göre Netanyahu hükümetinin bir stratejisinin olmaması, güneyde Hamas ile esir takası ve ateşkes anlaşmasına varılamaması da kuzeyle ilgili alınacak kararları zorlaştırabilecek ve bölgeyi diken üstünde durmak zorunda bırakabilecek nedenler.

İsrail Bakanlar Kurulu, Mecdel Şems saldırısına misillemede bulunmak üzere askeri ve güvenlik kurumlarıyla istişarelerde bulunurken Lübnan'a yönelik geniş çaplı bir savaşın İsrail'e zararının faydasından çok daha büyük olacağı uyarısında bulunan bir rapor yayınlandı.

İsrail ordusunun Gazze Şeridi’nde karşılaştığı tünellere ve Gazze Şeridi'ne girmeden önce bu tünellerin ayrıntılarını bilememesine, hatta dokuz aylık savaşın ardından tünellerin yüzde 30'undan fazlasına ulaşamamasına değinilen raporda, ordunun Hizbullah'ın yer üstündeki hedeflerine saldırdığı, dolayısıyla bu hedeflerle ilgili tüm ayrıntıları bildiği ve elinde tuttuğu, ancak yer altındakileri bilmediği ve bu nedenle Lübnan'a karadan girmenin İsrail'e büyük kayıplar verdireceği belirtildi.

İsrailli askerleri isimlere göre İsrail'in savunma sistemleri Hizbullah'ın İHA’ları ve füzeleriyle baş edemiyor. Bu da başlı başına bir zafiyet olarak görülüyor.

Diğer taraftan İsrail donanması, Hayfa Körfezi'ne yakın konumu nedeniyle en stratejik bölge olan Hayfa Limanı’nda, limanın Hizbullah tarafından hedef alınma ihtimaline karşı hazırlıklara başladı. Donanma, Hava Kuvvetleri ile koordineli iki çıkarma gemisini limana konuşlandırdı.

Hayfa Limanı’nın hedef alınması ve felce uğratılması korkusu, orduyu Lübnan ile bir savaş durumunda alternatif olarak güneydeki Aşdod Limanı’nı hazırlamaya itti. Hayfa, çok sayıda önemli stratejik hedefi barındırması nedeniyle yoğun saldırılara karşı en savunmasız şehir olabilir.



BM, devam eden insani krizlere rağmen Suriye'de erken toparlanma aşamasının başladığını açıkladı

Eski rejimin devrilmesinin ardından çocuklar aileleriyle birlikte Suriye'nin kuzeybatısındaki İdlib'e geri döndü. (BM)
Eski rejimin devrilmesinin ardından çocuklar aileleriyle birlikte Suriye'nin kuzeybatısındaki İdlib'e geri döndü. (BM)
TT

BM, devam eden insani krizlere rağmen Suriye'de erken toparlanma aşamasının başladığını açıkladı

Eski rejimin devrilmesinin ardından çocuklar aileleriyle birlikte Suriye'nin kuzeybatısındaki İdlib'e geri döndü. (BM)
Eski rejimin devrilmesinin ardından çocuklar aileleriyle birlikte Suriye'nin kuzeybatısındaki İdlib'e geri döndü. (BM)

Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Mukim Koordinatörü Adam Abdelmoula, ‘Suriye'nin erken toparlanma ve yeniden inşa aşamasının’ başladığını duyurdu. Abdelmoula, Esed rejiminin devrilmesinden dokuz ay sonra, Suriye'deki yerinden edilme sorununun, 6 milyondan fazla ülke içinde yerinden edilmiş kişi ve dünya çapında 6 milyondan fazla mülteci ile dünyanın en büyük yerinden edilme krizlerinden biri olmaya devam ettiğini belirtti.

Suriye halkının yüzde 90'ından fazlası yoksulluk çekiyor ve bu yılki insani yardım planı için gerekli finansman ciddi şekilde yetersiz. Plan için gerekli olan 3,2 milyar dolarlık finansal desteğin şu ana kadar sadece yüzde 14'ü sağlanabildi.

gthyuı
Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Mukim Koordinatörü Adam Abdelmoula bu sabah düzenlediği basın toplantısında (Şarku’l Avsat)

Abdelmoula bugün, uzun süredir yürüttüğü görevini bırakmadan evvel düzenlediği basın toplantısında, son iki hafta boyunca yedi vilayeti gezdiği sırada ‘durumun ne kadar zor ve ihtiyaçların ne kadar ciddi olduğunu’ gördüğünü söyledi. On dört yıllık savaş, 2023 depremi ve Lazkiye'de son zamanlarda meydana gelen yangınlar gibi doğal afetler, kıyı kesiminde, Ceramana, Sahnaya ve Suveyda'da yaşanan güvenlik sorunları ve kuraklık, ‘insani durumu karmaşıklaştırarak müdahaleyi daha da zorlaştırdı’.

cvfghyj
Suriye'nin kuzeybatısında bulunan Lazkiye ormanlarındaki yangın söndürme çalışmalarından (Suriye Sivil Savunma Teşkilatı)

Abdelmoula, Suriye'de şu anda yaklaşık 16,5 milyon kişinin insani yardıma ihtiyacı olduğunu ve Suriyelilerin yüzde 90'ının yoksulluk içinde yaşadığını söyledi. Abdelmoula, ülke içinde ve dışında yaklaşık 2,5 milyon yerinden edilmiş kişi ve mültecinin geri döndüğünü, bunların çoğunun evlerinin yıkıldığını, Suriye'deki konutların yaklaşık yüzde 24'ünün çatışma ve depremler nedeniyle hasar gördüğünü veya yerle bir olduğunu ifade etti.

Suriye'nin altyapısının savaş nedeniyle harap olduğunu belirten Abdelmoula, ‘ev sahibi toplulukların sınırlı kaynaklarla ciddi baskı altında olduğunu’ bildirdi. Abdelmoula, “Suriye'deki sağlık tesislerinin yarısından fazlası çalışmıyor ve bu da temel sağlık hizmetlerine erişimi ciddi şekilde kısıtlıyor” dedi.

yu
Suriye'nin kuzeyindeki Halep'te ekmek taşıyan bir çocuk, yıkılmış bir okulun önünden geçiyor. (Reuters)

Suriye'deki eğitim durumuna ilişkin olarak Abdelmoula, ülkedeki okulların yüzde 40'ından fazlasının kapalı olduğunu, tahmini 2,4 milyon çocuğun okula gitmediğini ve 1 milyondan fazla çocuğun okulu bırakma riskiyle karşı karşıya olduğunu ifade etti. Suriye'deki yerinden edilme krizinin dünyadaki en büyük yerinden edilme krizlerinden biri olmaya devam ettiğini belirten Abdelmoula, “6 milyondan fazla Suriyeli ülke içinde yerinden edilmiş durumda ve dünya çapında 6 milyondan fazla mülteci bulunuyor” ifadesini kullandı.

gtgthy

BM Suriye Mukim Koordinatörü Abdelmoula, BM'ye sağlanan fonlarda ciddi bir eksiklik olduğunu ifade ederek, “Bugüne kadar, 2025 Suriye İnsani Müdahale Planı'na gerekli olan 3,2 milyar doların sadece yüzde 14'ü ulaştı” dedi. Fon eksikliği, insani yardım çalışmalarının otomatik olarak azalmasına yol açtı ve BM'nin çalışma alanı, Suriye'deki en savunmasız 8 milyon kişiye odaklanmak üzere daraldı. Bu sayı, yardıma ihtiyacı olan toplam sayının yarısından az.

ht

BM'nin Suriye'deki çalışmalarını, insani yardım faaliyetlerini güçlendirme ve Suriye'deki toparlanma ve kalkınmayı destekleme önceliklerini ve gelecek planlarını gözden geçiren Abdelmoula, vilayet yönetimleriyle birlikte müdahale önceliklerini belirlemek için çalışacağını söyledi. BM, ‘erken toparlanma ve yeniden inşa aşamasına giren’ Suriye genelinde kalkınma programlarını yeniden canlandırmaya başladı.

BM kuruluşları ve ortaklarının Suriye'deki hastaneleri, okulları ve altyapıyı yeniden inşa etmek ve restore etmek için çalıştıklarını belirten Abdelmoula, ‘Suriye halkının refah, kalkınma ve onurlu bir yaşamın geleceğini sağlayacak enerji ve kapasiteye sahip olduğuna’ olan güvenini dile getirdi. Abdelmoula, Suriye hükümeti ile ülkedeki BM çalışmalarını desteklemek için yakın ve artan bir iş birliği içinde olduklarını belirtti.

Adam Abdelmoula, Beşşar Esed rejimine karşı devrimin patlak vermesinden yaklaşık bir yıl sonra, 2012 yılında Suriye'deki görevine başladı. Abdelmoula, o dönemde ‘eski rejimin bunlardan yararlanmaması ve siyasi olarak istismar edilmemesi için tüm kalkınma faaliyetlerini durdurma’ kararı aldı. ‘Tarihi ana ve Suriyeliler için yeni bir dönemin başlangıcına’ şahit olmaktan duyduğu mutluluğu dile getiren Abdelmoula, BM'nin Suriyelilere yönelik rolünü sürdürme kararlılığını vurguladı.

Abdelmoula'nın Suriye'deki Mukim Koordinatörlük pozisyonuna henüz bir halef atanmadı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin (UNHCR) Suriye Temsilcisi Gonzalo Vargas Llosa, yeni bir koordinatör atanana kadar geçici olarak Mukim Koordinatörlük görevini üstlenecek.


Küresel uyuşturucu ağları, Avrupa'yı fethetmek için Afrika'daki nüfuzlarını sağlamlaştırıyor

Uyuşturucu kaçakçılığı ağları, Batı Afrika'daki zorlu güvenlik koşullarından faydalanıyor (AFP)
Uyuşturucu kaçakçılığı ağları, Batı Afrika'daki zorlu güvenlik koşullarından faydalanıyor (AFP)
TT

Küresel uyuşturucu ağları, Avrupa'yı fethetmek için Afrika'daki nüfuzlarını sağlamlaştırıyor

Uyuşturucu kaçakçılığı ağları, Batı Afrika'daki zorlu güvenlik koşullarından faydalanıyor (AFP)
Uyuşturucu kaçakçılığı ağları, Batı Afrika'daki zorlu güvenlik koşullarından faydalanıyor (AFP)

Sagir el-Haydari

Uluslararası Organize Suçlara Karşı Küresel Girişim (GITO) tarafından yakın zamanda yayınlanan bir rapor, başta Balkan ağları olmak üzere, Afrika'daki uluslararası uyuşturucu ağlarının artan faaliyetleri konusunda alarm zilini çaldı.

Balkan ağları, Avrupa'nın kalbine doğru kokain kaçakçılığında faaliyet gösteren en önemli gruplar arasında yer alıyor. Bu grup, odak noktasını Batı Afrika'ya kaydırdı ve bu durum, bölgenin Latin Amerika'dan Avrupa'ya uyuşturucu kaçakçılığı için stratejik bir koridor olarak önemini yansıtıyor.

GITO'ya göre, “bu ağların Batı Afrika'ya kayması, Avrupa'da uyuşturucuya olan talebin artması ve yetkililerin Latin Amerika'dan yaşlı kıtaya uzanan geleneksel koridorlar üzerindeki kontrolünün sıkılaşmasıyla birlikte gerçekleşti.”

Yüzde 30

Suç şebekeleri, Senegal, Sierra Leone, Gine-Bissau, Cape Verde ve Gambiya gibi ülkelerdeki faaliyetlerini genişletmek için Batı Afrika'daki limanların genişlemesinden yararlanmaya çalışıyor.

Raporda, “Balkan ağları küresel sahnede önemli bir konuma ulaştı ve yaşlı kıtadaki kokain ticaretinde yer alan en önemli ağlar arasında sayılıyor” ifadesi yer aldı. Tedarik zincirlerindeki varlıklarını güçlendirmek için Hollandalı suç örgütleri ve “PCC” olarak bilinen Brezilyalı “Birinci Başkent Komutanlığı” örgütüyle kurdukları ittifaklardan yararlandıkları belirtildi.

Afrika meseleleri konusunda uzman siyasi araştırmacı Sultan Alban, “Avrupa'da kokaine olan talebin artması, Latin Amerika'dan yaşlı kıtaya uzanan klasik kaçakçılık rotaları üzerindeki kontrollerin sıkılaştırılmasına yol açan temel faktörlerden biri. Bu durum, Balkan ağlarını, yeni rotalar aramaya itti ve Batı Afrika öne çıktı. Bölge, yeni limanlara ve bu maddeleri taşımak için uygun imkânlara sahip, ancak zayıf denetim mekanizmalarından ve güvenlik icraatlarında eksikliklerden muzdarip, bu da onu uluslararası suç örgütlerinin yerleşmesi için uygun bir ortam haline getiriyor” dedi.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı röportajda Alban, “Bu suç ağlarının başarısı, Avrupa'dan Afrika'ya, Asya'ya ve hatta Primero Comundo gibi organize suç örgütlerini de içeren Brezilya'ya uzanan kıtalararası ittifakların güçlenmesiyle bağlantılı. Bu, onların uluslararası kokain kaçakçılığı zincirlerini kontrol etmelerine olanak tanıyor ve bu maddelerin Batı Afrika'dan Avrupa'ya limanlar aracılığıyla dağıtımını kolaylaştırıyor” şeklinde konuştu.

cdfgthyu
Batı Afrika ülkeleri kaçakçılık ağları ile mücadelede zorluklarla karşı karşıya (AFP)

Alban sözlerini şöyle sürdürdü: “Batı Afrika ülkeleri uyuşturucu kaçakçılığı ağlarıyla mücadelede yapısal zorluklarla karşı karşıya. Güvenlik zaafiyeti, ulusal ve uluslararası otoriteler arasındaki zayıf koordinasyon ve sınırlı teknik kabiliyetler, hatta zayıf askeri lojistik, mücadeleyi engelliyor ve bu ülkelerin sınırlarını kontrol etme kabiliyetlerini kısıtlıyor” dedi. Ardından ekledi, “Güvenlik ekipmanları eksikliği ve diğer sorunlar var. Ancak son zamanlarda Avrupa hükümetleri ile bazı özel uluslararası programların desteği sayesinde güvenlik icraatlarının artırılması gibi, bu durumun iyileştiğine dair işaretler de bulunuyor.”

Alban, suç ağlarının artan faaliyetlerinin Sahra bölgesinde şiddetin, istikrarsızlığın ve yerel terörizmin finansmanının artmasına yol açtığına dikkat çekti. Alban, “Bazı tahminlere göre kaçak kokainin yüzde 30'unun Batı Afrika'dan geçtiğini ve bu oranın artacağını” belirtti.

İdeal bir bölge

Bu uyarılar, Batı Afrika'nın “JNIM” yani Cemaat Nusrat ul-İslam vel Müslimin (İslam ve Müslümanlar İçin Destek Cemaati) gibi silahlı ve radikal örgütlerin artan faaliyetleriyle karmaşık bir güvenlik durumu yaşadığı bir dönemde yapılıyor. Bu örgüt, son zamanlarda saldırılarını yoğunlaştırmayı büyük ölçüde başardı ve Mali ile Burkina Faso rejimlerini daha da kötüsüyle tehdit ediyor.

İngiliz hükümetinin kısmi desteğiyle hazırlanan GITO raporu, “uyuşturucu kaçakçılığı rotalarının genişlemesini engellemek için kolluk kuvvetleri, liman yetkilileri ve diğer paydaşlar arasında kıtalararası iş birliğinin güçlendirilmesi” çağrısında bulundu.

Le Diplomat dergisinin genel yayın yönetmeni, tarihçi ve jeopolitik bilimci Roland Lombardi, Batı Afrika'yı sınır ötesi suç ağları için “ideal bir gri bölge” olarak nitelendirdi. Lombardi, “Bu ağlar, Batı Afrika'yı Avrupa yönünde büyük bir kaçakçılık bölgesi haline getirmek için çeşitli faktörlerden yararlanıyor. Bunlardan en önemlisi, yeterli hükümet kontrolüne tabi olmayan Gine Körfezi gibi stratejik limanlar ve kırılgan kurumları ve yaygın yolsuzluk nedeniyle devletlerin zayıflığı. Gine-Bissau bunun en iyi örneği ve milenyumun başından beri Afrika'nın uyuşturucu devleti olarak tanımlanıyor” diye açıkladı.

Lombardi, “diğer faktörler arasında suç ortaklıkları da yer alıyor. Zira Balkan ağları, Latin Amerikalı muadilleriyle ve Batı Afrika'daki siyasi ve askeri örgütler, hatta bazen aşırılık yanlıları gibi yerel aktörler ile pragmatik ittifaklar kurmada usta. Avrupa'daki artan talepten bahsetmiyoruz bile. Zira Avrupa artık kokain için en kazançlı pazar konumunda ve Amerika Birleşik Devletleri'ni geride bıraktı” diye vurguladı.

Endişe verici sonuçlar

Lombardi, “Bu faaliyetin, uyuşturucu parasının yolsuzluğu körüklemesi ve yerel elitlerin suç ekonomisine bağımlılığını artırması nedeniyle Batı Afrika'daki devletlerin zayıflaması da dahil olmak üzere endişe verici sonuçları olacağı” konusunda uyardı. Şunu da ekledi: “Dahası, bu faaliyet organize suç-terörizm yakınlaşmasına yol açacaktır. Sahel'in bazı bölgelerinde uyuşturucu ticareti, Mağrip el-Kaidesi ve Büyük Sahra'daki İslam Devleti gibi silahlı ve cihatçı örgütlere bir finansman kaynağı sunarak direnme güçlerini pekiştirmektedir.”

yu
Afrika limanları, Avrupa'ya yönelen uyuşturucu kaçakçılığı ağları için bir sığınak (AFP)

Bu durum, Avrupa'ya yönelik tehdidi daha da artıracaktır. Yaşlı kıtadaki kötüleşen kokain krizine ek olarak, bu durum mafyaların Rotterdam, Anvers, Marsilya, Valensiya ve diğerleri gibi Avrupa limanlarına sızmasını da artırıyor ve suç ve yolsuzluk açısından istikrarsızlaştırıcı etkiler yaratıyor” diye vurguladı.

Net bir plan yok

Bu, Batı Afrika'daki uyuşturucu kaçakçılığı ağlarının artan faaliyetlerine dair ilk uyarı değil. Geçen yıl Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi tarafından yayınlanan bir raporda, Burkina Faso, Mali, Nijer, Çad ve Moritanya'yı içeren Afrika'nın Sahel bölgesinin bu zehirli maddelerin kaçakçılarının kalesi haline geldiği uyarısı yer alıyordu.

Afrika meseleleri konusunda uzman siyasi araştırmacı Muhammed Turşin, “Afrika'daki suç ağlarının faaliyetleri, kırılgan güvenlik ve meydan okumalar ile boğuşan ülkelerin içinde bulunduğu durumlardan yararlanma girişiminin bir sonucu” dedi. “Afrika'nın bu suç örgütleri için sürekli bir sığınak haline geldiğine inanıyorum çünkü rejimler istikrarsız, askeri darbeler ve terör örgütlerinin yoğun faaliyetleriyle boğuşuyor” diye ekledi.

Turşin. “Bölgedeki rejimler, silahlı örgütlerle çatışmalar ve mücadeleler ile meşgul oldukları için bu faaliyetlerle başa çıkamıyorlar. Bu, suç örgütlerinin kaçakçılık faaliyetlerinde radikal ve silahlı örgütlerle bile ittifak kurarak istismar etmeye çalıştığı bir kusur” diye konuştu.

Turşin, “Bölge ülkelerinin şu anda bu problemi ele almak için net bir planları yok ve uyuşturucu kaçakçılığı ağlarının bu faaliyeti şüphesiz yeni güvenlik sorunlarına yol açacaktır” diye ekledi.


Arakçi, UAEA Genel Direktörü ile görüşmek üzere Kahire'ye geldi

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (DPA)
İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (DPA)
TT

Arakçi, UAEA Genel Direktörü ile görüşmek üzere Kahire'ye geldi

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (DPA)
İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (DPA)

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, bir dizi üst düzey Mısırlı yetkiliyle görüşmek üzere diplomatik bir heyetin başında Mısır'ın başkenti Kahire'ye geldi.

Şarku’l Avsat’ın İran resmi haber ajansı IRNA’dan aktardığına göre Arakçi, Kahire'de, Tahran'ın temmuz ayında iş birliğini askıya aldığı Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Genel Direktörü Rafael Grossi ile görüşecek.

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi yaptığı basın açıklamasında, Arakçi ile Grossi arasındaki görüşmenin ‘İran'ın UAEA’yla ilişkilerini düzenleyecek yeni bir mekanizmanın nihai formülasyonuna ilişkin müzakereleri tamamlamak amacıyla’ yapıldığını söyledi.

Bekayi, Arakçi'nin bir günlük ziyareti sırasında Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ve Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati ile ayrı ayrı görüşmelerde bulunarak ikili ilişkiler ile bölgesel ve uluslararası gelişmeleri ele alacağını duyurdu.

IRNA, İran'ın baş nükleer müzakerecisi Arakçi'nin Tunus'u da ziyaret edeceğini bildirdi.

UAEA, İran ile UAEA arasında yeni bir iş birliği protokolü üzerinde görüşmeler yürütüyor. Bu protokol, haziran ayında İsrail ve ABD'nin bombardımanının ardından İran'ın ana nükleer tesislerinde denetimlerin tam olarak yeniden başlatılması için yolların belirlenmesi de dahil olmak üzere birçok konuyu içeriyor.

Ancak Grossi dün düzenlediği basın toplantısında, bunun İran'ın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması'nın tarafı olarak denetimler gibi doğrulama önlemlerine izin verme yükümlülüğünü değiştirmediğini söyledi.

Tahran, İsrail'in 13 Haziran'da başlayan eşi görülmemiş savaşını kınamaması nedeniyle UAEA’yı suçluyor. İsrail, nükleer ve askeri tesisleri ve yerleşim bölgelerini bombalayarak binden fazla kişiyi öldürdü.

İsrail'in müttefiki ABD, savaşa müdahale ederek Fordo, İsfahan ve Natanz'daki üç nükleer tesisi bombaladı.

İsrail'in İran'a saldırısı, İran'ın nükleer programı konusunda ABD ile yeni bir anlaşma müzakereleri yürütüldüğü sırada gerçekleşti. Tahran, saldırının ardından müzakerelerden çekildi.

Savaştan sonra Tahran, UAEA ile iş birliğinin ‘yeni bir biçim’ alacağını doğruladı.

Arakçi cumartesi günü, ülkesinin Tahran ile UAEA arasında yeni bir iş birliği çerçevesi taslağı üzerinde çalıştığını söyledi, ancak denetimlerin ne zaman yeniden başlayacağına dair bir tarih belirtmedi.

Grossi, Tahran'ın ABD'nin yaptırımlarına yanıt olarak 2015 anlaşması kapsamındaki taahhütlerini terk etme kararı almasının ardından İran'ın nükleer programının genişlemesi nedeniyle denetimlerin niteliğinin gözden geçirilmesini talep etti.

Bu bağlamda Grossi dün yaptığı açıklamada, nükleer anlaşmanın ‘şu anki durumdan tamamen farklı bir İran nükleer programına uygulanmak üzere özenle tasarlandığını’ söyledi. Grossi, “Anlaşmayı yeniden canlandırmak isteseniz bile, bu yeterli olmaz, çünkü İran artık yeni teknolojilere sahip. Bu yüzden yeni bir şeye ihtiyacımız olduğunu söyledim” ifadelerini kullandı.

Geçtiğimiz ağustos ayı sonunda UAEA müfettişlerinden oluşan bir ekip, İslam Cumhuriyeti'nin ana nükleer santrali olan Buşehr'de yakıtın değiştirilmesini denetlemek için kısa süreliğine İran'a geri döndü. Ancak Arakçi, müfettişlerin geri dönüşünün UAEA ile iş birliğinin yeniden başlaması anlamına gelmediğini belirtti.

Washington ve Tahran müzakereleri yeniden başlatmamış olsa da, Tahran 2015 anlaşmasının tarafı olan üç Avrupa ülkesi (Fransa, Birleşik Krallık ve Almanya) ile dosyası hakkında görüşmeler yaptı.

Avrupa Troykası ağustos sonunda, anlaşmada yer alan ve Tahran'a BM yaptırımlarının yeniden uygulanmasını sağlayan snapback mekanizmasını devreye soktu. Üç ülke, yaptırımları yeniden uygulamaya koymadan önce İran'a 30 gün süre verdi.

Batı ülkeleri İran'ın nükleer silah elde etmeye çalıştığından şüpheleniyor, ancak İran bunu reddediyor ve sivil amaçlarla nükleer program geliştirme hakkını savunuyor.

UAEA, İran'ın yüzde 60 zenginleştirilmiş uranyum stokunun, zenginleştirme seviyesini yüzde 90'a çıkarması halinde on nükleer bomba için yeterli olduğunu söylüyor.

Grossi dün yaptığı açıklamada, UAEA’nın ‘İran'ı nükleer silaha sahip olmakla suçlamadığını, ancak şeffaflık eksikliği nedeniyle bu olasılığı göz ardı edemediğini’ belirtti. Grossi, UAEA’nın siyasi pozisyon almadığını veya suçlamada bulunmadığını, yalnızca teknik doğrulama ve gerçeklere dayandığını açıklığa kavuşturmak istedi. İran'ın iş birliğinin önemini vurgulayan Grossi, UAEA içindeki durum ile nükleer anlaşma konusunda devam eden müzakereler arasındaki bağlantıya dikkat çekti.