Meşhur dizinin çocuk yıldızı: "Beni hâlâ sık sık arıyor"https://turkish.aawsat.com/ya%C5%9Fam/k%C3%BClt%C3%BCr-sanat/5086887-me%C5%9Fhur-dizinin-%C3%A7ocuk-y%C4%B1ld%C4%B1z%C4%B1-beni-h%C3%A2l%C3%A2-s%C4%B1k-s%C4%B1k-ar%C4%B1yor
Meşhur dizinin çocuk yıldızı: "Beni hâlâ sık sık arıyor"
Muniz, dizide Bryan Cranston, Jane Kaczmarek, Christopher Masterson, Justin Berfield ve Erik Per Sullivan'la birlikte rol almıştı (Fox)
Malcolm in the Middle biteli neredeyse 20 yıl oldu ancak diziye adını veren karakteri canlandıran Frankie Muniz, Bryan Cranston'ın kendisini hâlâ sık sık aradığını söylüyor.
Breaking Bad'le yıldızını parlatan 68 yaşındaki aktör, 2000-2006'da ekranlara gelen dizide Malcolm'un babası Hal'i oynuyordu.
38 yaşına gelen Frankie Muniz, Inside Of You adlı podcast'in salı günü yayımlanan bölümünde Cranston'la çalışırken çocuk olduğunu hatırlatarak "Benim için gerçekten bir baba figürü oldu. Şu noktada Hollywood tanrısı gibi bir şeyken hâlâ bunu sürdürüyor" dedi:
Hâlâ birkaç haftada bir hatrımı sormak için benimle iletişim kuruyor. Ne yaptığımla gerçekten ilgileniyor. Yarışlara geliyor, grubum çalacaksa şovlara geliyor. Benim için öylesi bir ilham kaynağı ki ben de başkası için bu anlamı ifade etmek istiyorum.
Muniz son yıllarda bazı TV programlarında görünse de daha çok NASCAR'a odaklanıyor. Kamyonetiyle tam zamanlı yarışıyor.
Eski çocuk aktör, 2022'de evlendiği eşi Paige Price'tan olan üç yaşındaki oğlu Mauz'un eğlence sektörüne girmesini istemiyor:
Kötü bir deneyim yaşadığımdan değil. İşin doğrusu benim deneyimim yüzde 100 pozitifti. Ancak akıl almaz derecede negatif deneyimler yaşayan o kadar çok kişi tanıyorum ki genel olarak çirkin bir dünya olduğunu düşünüyorum.
Diğer yandan Muniz bir keresinde hayal kırıklığı içinde seti terk ettiğini ve iki bölüm boyunca geri dönmediğini önceki aylarda açıklamıştı.
I'm a Celebrity... Get Me Out of Here! adlı realite programının Avustralya versiyonunda yer alan Muniz, "Bazı kişiler kontrolcü, kaba ya da saygısız davrandığında kimse karşı çıkmaya cesaret edemiyordu. Bana bir daha asla geri dönemeyeceğimi söyleseler de umurumda değildi çünkü benim için buna değerdi. Dizinin benim üzerime kurulması da yardımcı oldu" demişti.
Independent Türkçe, Hollywood Reporter, Daily Mail
Alenka Zupančič, Slovenya'daki Nova Gorica Üniversitesi'yle İsviçre'deki European Graduate School'da (EGS) felsefe ve psikanaliz üzerine dersler veriyor (EGS)
Psikanalizle düşünmek: Cinsellikten komediye Alenka Zupančič'in 4 eseri
Alenka Zupančič, Slovenya'daki Nova Gorica Üniversitesi'yle İsviçre'deki European Graduate School'da (EGS) felsefe ve psikanaliz üzerine dersler veriyor (EGS)
Minerva'nın Baykuşu bu hafta, insanın açmazlarıyla toplumsal ilişkilerin farklı boyutlarının izlerini Slovenyalı kuramcı Alenka Zupančič rehberliğinde, psikanaliz ve felsefenin kesişim noktalarında arıyor.
1966 doğumlu Zupančič'in okumaları Hegel, Kant, Nietzsche ve Marx gibi ağır topların yanı sıra Lacan ve Freud'un psikanaliz kuramlarıyla diyalog halinde ilerliyor.
Ljubljana Psikanaliz Ekolü'nün kurucularından olan felsefeci, Slavoj Žižek ve Mladlen Dolar'la birlikte Slovenya'dan çıkan sağlam düşünürlerden.
Mayısta yayımlanan Biliyorum ama yine de… kasım sonunda Metis Yayınları etiketiyle Türkiye'deki okurlarla buluştu.
Bu vesileyle Zupančič'in okumalarının farklı boyutlarını ortaya koyan 4 kitabını ele aldık.
Biliyorum, ama yine de…
Özgün başlığı Disavowal olan Zupančič'in son kitabı, adını Fransız psikanalist Dominique-Octave Mannoni'nin özlü formülasyonundan alıyor: "Biliyorum, ama yine de…" Zupančič, bu çalışmasında psikanalitik kuramdan hareketle çağımızı belirleyen kayıtsızlık ve görmezden gelme davranışlarının bir anatomisini sunuyor.
Felsefecinin tezleri, bastırmayla bilmezden gelme arasında kurduğu temel ayrım üzerine inşa ediliyor. Bastırılan şey, kişinin gerçekliğinin bir parçası olmaktan çıkar. Bilmezden gelmeyse bir şeyi ortadan kaldırmak yerine anlamını değiştirerek onu gerçeklik içinde tutar. Sarsıcılığıyla bizi krize sürüklemesi gerekenin ehlileştirildiği bu süreç toplumsal boyutta şöyle işliyor:
Her defasında 'bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak', 'nihayet uyandık' deyip hiçbir şey olmamış gibi devam ediyoruz (...) Bu 'uyanış' etrafında pek çok beyanda bulunuluyor, çok fazla gürültü kopuyor ama bu gürültünün ortasında rüya görmeye devam ediyor gibiyiz.
Zupančič, Freud ve Lacan'ın kavramsal çerçevelerini kullanarak, bu bilmezden gelmenin iklim krizinden inançlara ve komplo teorilerine kadar çeşitli alanlarda nasıl işlediğini tüm incelikleriyle masaya yatırıyor. Ve okuruna şöyle sesleniyor:
Uyanmamız gerekiyor – travmayı unutup 'rasyonel yollar'dan savunmamızı güçlendirmemiz değil, normal, günlük gerçekliğin çatlaklarında travmanın ve doğurduğu sonuçların izini sürmemiz gerekiyor.
İngilizceden çeviren: Barış Engin Aksoy, 111 s., 2024, Metis Yayınları
Cinsellik Nedir?
Şu an sevişmiyorum, sizinle konuşuyorum. Gelin görün ki sevişirken yaşadığım tatminin aynısını yaşıyor olabilirim.
Zupančič'in cinsellik üzerine çalışması, Lacan'ın 1964'teki seminerinde paylaştığı bu kışkırtıcı tespitle açılıyor. Yüceltimi (sublimation) genelde bir ikame olarak düşünürüz. Sevişmek yerine yazmak, resim yapmak vb. eylemleri ikame ederek, eksik olan tatmini başka yollardan tamamlamaya çalışırız. Ancak Zupančič, Lacancı psikanalizin çok daha paradokssal bir tespitte bulunduğuna dikkat çekiyor:
Faaliyet farklıdır ama tatmin birebir aynıdır (...) Esas nokta konuşmaktan elde edilen tatminin bizatihi 'cinsel' olmasıdır.
Bu saptamadan hareketle Zupančič, cinselliği gerçekliğe dair belirli çelişkilerin kesişim noktası olarak okuyor. Louis Althusser'in Marx ve Freud Üstüne denemesinden yola çıkarak cinsel olanın bizi düşünmeye ve ilgilenmeye mecbur bıraktığı müstesna açmazları ele alıyor.
Cinsellik üzerine ezber bozan bu çalışmada felsefe ve psikanaliz arasındaki alışveriş kadar didişmeyi de takip ediyoruz.
İngilizceden çeviren: Barış Engin Aksoy, 224 s., 2021, Metis Yayınları
En Kısa Gölge: Nietzsche'nin "İki" Felsefesi
Psikanaliz, Marksizm ve Lacan'a duyduğu ilgiyle tanınsa de Zupančič esasen bir Nietzsche araştırmacısı. Bu kitap, Nietzsche'nin düşüncesinin çok boyutluluğunu ve sarsıcılığını içi boş bir göreceliliğe indirgeyenlere ya da onu "büyük anlatıların" sonunu haber veren bir kahine dönüştürenlere itiraz niteliğinde.
En Kısa Gölge, Nietzsche'nin şoke edici üslubunu takip ederek onun düşüncesinin her türlü ehlileştirmeye direnen, her daim yabani kalan yanlarını inceliyor. Zupančič, kendini sık sık "psikolog" diye niteleyen ve bu alanda en büyük hocasının Dostoyevski olduğunu söyleyen felsefeciyi bir "metapsikolog" olarak görüyor.
Putların Alacakaranlığı'nda Nietzsche, öğlen vaktini tüm gölgelerin yok olduğu değil "en kısa gölgenin" belirdiği an olarak tanımlar. Zupančič, bunu her şeyin uyumundan ziyade "bir ve aynı olanın ikiye bölündüğü" bir zaman olarak okuyor.
Aynı ve bir olanın içinde yatan bu "iki", Nietzsche'nin düşüncesine içkin tansiyonu ve indirgenemezliği de ortaya koyuyor. Psikanalizin de imkanlarını işe koşan En Kısa Gölge, burada açılan farklı patikaları sıradışı bir perspektiften yorumluyor.
İngilizceden çeviren: Seyhan Bozkurt, 248 s., 2005, Encore Yayınları
Komedi: Sonsuzun Fiziği
Aristoteles'in komedi hakkındaki kitabı kaybolmasa felsefe, insanı ve hayatı anlama uğraşısını trajediye odaklanarak sürdürür müydü?
Zupančič, bu "yarı şaka yarı ciddi" sorunun etrafında dolanarak, Hegel, Bergson, Freud ve Nietzsche gibi istisnalar dışında felsefenin mizahı odağa almaktan kaçındığını hatırlatıp, düşüncenin "ciddiyetine" meydan okuyor.
Komediyi başlıca bir mesele haline getirerek felsefeyle psikanalizin insana dair kavrayışında mizahtan neler öğrenilebileceği inceleniyor. İnsanı sadece zaaflarıyla kabullenmek ya da yüceltmek yerine komedi, gerçeklikte gedikler açan ya da bize gerçeklik olarak sunulanın içindeki çatlakları gösteren bir özelliğe sahip.
Bu açıdan çağın olumlu düşünme ve mutluluk dayatmalarında bir perspektif kaymasına yol açıyor, ciddiyetin parmak sallayan vaazlarına da yanaşmıyor:
Komedi, arzu ve dürtünün yapılarından yola çıkarak öldüğümüz zaman hayatımıza ait bir şeylerin yaşamaya devam edeceği gibi vaazlar vermez; bunun yerine, biz konuşurken de, yani hayatımızın her anında hayatımıza ait bir şeylerin kendi hayatlarını yaşadığına dikkatimizi çeker.
Psikanaliz ve felsefenin dirsek teması kurduğu noktalar kadar ayrı düştüğü ara bölgeleri de inceleyen Zupančič'in okumaları, sloganvari tespitler yerine ters köşeye yatıran bakış açıları getiriyor.
Son yıllarda pandemi sonrası yeni döneme alışma telkinleri yavaş yavaş yerini nükleer felaket, dünya savaşı ya da yapay zeka paranoyasına bırakıyor. Büyüme ve kalkınmayla kemer sıkma arasında salınıp duran iktisadi söylemler, daha da güçlenen "Hayattan keyif almaya bak!" buyruğuyla el ele gidiyor. Bu kakafoni içinde bize öğütlenense "uyum sağlamak."
Tam bu sırada kenardan sahneye Zupančič giriyor:
Yeni gerçekliğe uyum sağlamamız gerektiğini işitip duruyoruz – peki tam olarak ne anlama geliyor bu? (...) Yeni bir gerçekliğe uyum sağlamak ya da alışmak nispeten kolay bir iş. 'Gerçekle meşgul olmak', yangının içindeki yangınla meşgul olmak, olup bitenlerin imkansız gerçeğini hesaba katıp bu hakikat zemininde seferber olmak, örgütlenmek ise çok daha zor. Lacan'ın da dediği gibi: 'Gerçekliğe alışıyor, [her krizle birlikte ortaya çıkan] hakikati ise bastırıyoruz.