Halep Savaşı: Yeni bir bölgesel çatışmaya ve 'Musul tuzağına’ karşı yapılan uyarılar

Türkiye'nin siyasi tutumu, özellikle de savaşın boyutu açısından net değil.

Suriye’nin kuzeybatısında yeni ele geçirilen Han el-Asel bölgesinde, Halep-Şam karayolu üzerinde Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in bir posterinin yanından geçen muhalif grupların üyeleri, 29 Kasım
Suriye’nin kuzeybatısında yeni ele geçirilen Han el-Asel bölgesinde, Halep-Şam karayolu üzerinde Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in bir posterinin yanından geçen muhalif grupların üyeleri, 29 Kasım
TT

Halep Savaşı: Yeni bir bölgesel çatışmaya ve 'Musul tuzağına’ karşı yapılan uyarılar

Suriye’nin kuzeybatısında yeni ele geçirilen Han el-Asel bölgesinde, Halep-Şam karayolu üzerinde Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in bir posterinin yanından geçen muhalif grupların üyeleri, 29 Kasım
Suriye’nin kuzeybatısında yeni ele geçirilen Han el-Asel bölgesinde, Halep-Şam karayolu üzerinde Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in bir posterinin yanından geçen muhalif grupların üyeleri, 29 Kasım

Rustem Mahmud

İsrail ile Lübnan arasındaki ateşkesin yürürlüğe girmesinden birkaç saat sonra Suriye'nin kuzeybatısındaki bölgeleri askeri olarak kontrol eden Suriyeli silahlı muhalif gruplar, Halep şehrinin batı kırsalına ani bir saldırı başlattı. Muhalifler, iki günden kısa bir süre içinde şehrin batı eteklerine ulaşmayı ve bazı çevre mahallelerin kontrolünü ele geçirmeyi başardı. Ayrıca ülkenin doğusunu batısına bağlayan stratejik M4 karayolunu kapattıktan sonra Haleplilerden diğer mahalleleri terk etmelerini istedi. Halep ve Şam arasındaki stratejik öneme sahip Han el-Asel hattında onlarca köy ve beldeyi kontrol altına aldıktan sonra Suriye ordusu ve çoğu İran desteli milislerden oluşan gruplar tarafından ortak olarak kullanılan birçok askeri üssü ve istihbarat merkezini de ele geçirdi.

Operasyonda ‘Saldırganlığı Caydırma’ adı veren gruplar arasında ağırlıklı olarak Nusra Cephesi'nin omurgasını oluşturan Heyetu Tahriru'ş Şam (HTŞ) çatısı altındaki ‘radikal İslamcı’ örgütlerle Halep ilinin kuzeyinde Fırat Nehri ile Afrin arasındaki bölgeyi kontrol eden Türkiye yanlısı onlarca grup yer alıyor. HTŞ’ye bağlı tugaylar, Halep’in batı kırsalına saldırırken, Türkiye yanlısı gruplar da Halep ilinin kuzeydoğusunda yer alan ve 2015 yılına kadar kontrol ettikleri Marea beldesine saldırdı.

Gelen bilgiler, Saldırganlığı Caydırma Operasyonu hazırlıklarının geçtiğimiz eylül ayından beri devam ettiğini ve İsrail'in Lübnan'a saldırısı nedeniyle ertelendiğine işaret ediyor. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'ne (SOHR) göre Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) eylül ayı sonlarında Suriye rejiminin saldırının zamanlamasını İsrail saldırısıyla ilişkilendirerek istismar edebileceği, bunun da Suriye rejimine Suriye içinden, İran’dan, bölgeden ve Müslüman ülkelerden sempatiyle gelecek bir tepkiye yol açabileceği uyarısında bulunarak HTŞ’ye müdahale etti ve konuyu İran ve vekillerinin Lübnan’da ve Suriye'de askeri bir yenilgi almasından sonraki aşamaya bırakmayı seçti.

İran'ın zayıflaması

Yeni savaş, Suriye meselesine ve coğrafyasına müdahil olanları, başta İsrail, İran ve Türkiye'yi ve bir dereceye kadar Irak’ı ve Ürdün'ü etkileyen bölgesel değişikliklerin ardından patlak verdi. Geçtiğimiz aylarda Gazze Şeridi’ndeki ve Lübnan'daki savaşın yanı sıra İsrail ve İran arasındaki karşılıklı saldırılar gibi olağanüstü olayların baskısı altında pozisyonlarda ve güç dengelerinde değişiklikler yaşandı. Donald Trump'ın ABD başkanlık seçimlerindeki zaferinin yanı sıra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed arasında bir görüşmenin gerçekleşmesi için Rusya'nın arabuluculuğunun başarısız olması, Esed'in Ürdün/Arap girişiminin gereklerini yerine getirmemesi ve Suriye dosyasında hiç kimsenin artık arabuluculuğa soyunmaması gibi siyasi gerçekler de söz konusu.

Hizbullah üyelerinin birkaç ay önce çatışmanın yaşandığı bölgeden geri çekilmesiyle Suriye rejiminin çatışma bölgesindeki askeri savunmasının hızla çökmesi dikkati çekti.

Gözlemciler Suriyeli muhalif grupların saldırısını büyük ölçüde İsrail ile İran arasında süregelen ve tüm bölgeye yayılan ve öngörülebilir gelecekte de yayılması beklenen çatışmaya bağlıyor. İsrail, Lübnan'da ateşkesin yürürlüğe girmesine birkaç saat kala Lübnan ile Suriye arasındaki tüm sınır kapılarını bombaladı ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Esed’i, İran'ın Hizbullah'ı yeniden silahlandırmasına yardım etmesine karşı tehdit etti. Netanyahu, televizyonda yayınlanan konuşmasında “İsrail, Suriye'yi ve Lübnan'la olan sınır kapılarını bombalayarak silahların Suriye üzerinden Lübnan'a girmesini engelleyebilir. Beşşar Esed ateşle oynadığını anlamalı” ifadelerini kullandı.

x scd
Halep'teki bazı mahallelerin muhalif gruplar tarafından ele geçirilmesini kutlayan İdlib şehrindeki gençler ve muhalif grupların üyeleri, 29 Kasım (AFP)

Birçokları İsrail'in ileriki süreçte Suriye'deki durumu İran'ın nüfuzunu ve askeri varlığını ortadan kaldıracak şekilde düzenlemek ve Suriye rejimi üzerinde sonraki aşamalarda ‘cephelerin ayrılması’ dayatmalarına uymaması halinde kullanılmak üzere açık baskı aracı haline getirmek için bir ‘planı’ olduğuna inanıyor. Yetkililerinin açıklamalarına göre Suriye'nin İsrail’in Gazze Şeridi’nde ve Lübnan’da yürüttüğü savaşlarda ‘tarafsız’ kalması İsrail için yeterli değil ve Suriye rejiminin, İran ve Hizbullah arasında köprü olmaya tamamen son vermesi gerekiyor.

Hizbullah üyelerinin yanı sıra İran destekli bir grubun ya da onların himayesi altındakilerin birkaç ay önce çatışmanın yaşandığı bölgeden geri çekilmesiyle Suriye rejiminin çatışma bölgesindeki askeri savunmasının hızla çökmesi dikkati çekti.Çatışmaların yaşandığı bölge son derece karmaşık, milliyetçi ve mezhepçi eğilimlere sahip bir yer olmasına rağmen kolayca ele geçirildi. Başta Eşrefiye ve Şeyh Maksud olmak üzere Halep şehrinin kuzey mahallelerin nüfusu ağırlıklı olarak Kürtlerden oluşuyor ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından kontrol ediliyor. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin (KDSÖY) ‘eş-Şehba bölgesi’ olarak adlandırdığı ve şu an HTŞ’nin kontrolünde olan bölgelerle temas hattında olan Tel Rıfat ve Şeyh Hadid bölgelerinin kuzey kırsalı da  SDG’nin kontrolünde.

Şu an sahada yaşananlar, 2014 yazında Musul şehri ve çevresinde yaşananlara benziyor. O yaz Irak'ın neredeyse üçte biri, çok az bir direnişle birkaç gün içinde terör örgütü DEAŞ’ın eline geçmişti.

Halep’in kuzeybatısında, Şii nüfusun çoğunlukta olduğu Nubul ve ez-Zehra beldeleri yıllarca İran'ın doğrudan kontrolündeydi. 2012-2017 yılları arasında uzun soluklu bir kuşatma altında kalan bu beldeler 2017 baharında buram buram mezhepçilik kokan ‘Dört Şehir Anlaşması’ kapsamına dahil oldu.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, resmi açıklamalarında saldırıları ‘İsrail’in Lübnan’daki ve Filistin'deki yenilgisinin ardından ABD-Siyonist planı’ diyerek kınadıktan ve Suriyeli mevkidaşıyla yaptığı telefon görüşmesinde ülkesinin Suriye hükümetini desteklediğini açıkladıktan sonra ülkesinin bu çatışmayla bağlantısının sinyallerini açıkça verdi.

“Musul tuzağı”

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı habere göre Al-Sharq Stratejik Düşünce Kurulu’ndan Hayri Derviş yaptığı değerlendirmede Halep’teki bu yeni gerçeklerin İran ve Suriye rejiminin ‘Musul tuzağının’ işlevsel bir tekrarı olma ihtimaline dair düşüncelerini dile getirdi.

Derviş, değerlendirmesinde şunları söyledi:

“Suriye rejiminin ve İranlı destekçilerinin savunmalarının kırılganlığı konusunda inanılmaz bir nokta var. Nasıl birkaç saat gibi kısa bir zamanda çökebildiler ve uzun yıllar süren kanlı savaşlar sırasında kazandıklarını kaybedebildiler? İran destekli grupların askeri yapısını etkileyen bazı zayıflıklar olsa bile bu hızlı çöküş, bunun çok ötesinde bir olay. Çatışan iki taraf arasındaki askeri dengede bazı değişikliklerin ötesine geçen bir plan olduğuna dair şüpheler uyandırıyor. Halep büyüklüğünde, üç milyondan fazla insanın yaşadığı ve olağanüstü bir kültürel, ekonomik ve siyasi ağırlığa sahip büyük bir şehir, sadece askeri dengesizlik nedeniyle düşemez. Bu şehir, Rusya’nın 2015 yılındaki müdahalesinden önce, Suriye rejiminin sahadaki zayıflığının ayyuka çıktığı dönemde onlarca silahlı gruba yıllarca geçit vermemiş bir şehir.”

Derviş, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Dolayısıyla mevcut olaylar, on yılı aşkın bir süre önce meydana gelen biri güvenlik diğeri siyasi iki büyük sahneden ayrı tutulamaz. Şu an sahada yaşananlar, 2014 yazında Musul şehri ve çevresinde yaşananlara benziyor. O yaz Irak'ın neredeyse üçte biri, çok az bir direnişle birkaç gün içinde terör örgütü DEAŞ’ın eline geçmişti. Ancak daha sonra, Irak ordusunun şehirden derhal çekilmesi yönünde ani ve sebebi anlaşılmaz bir emir aldığını ve geride DEAŞ'ın yıllar boyu süren sonraki savaşlarında kullandığı milyarlarca dolar değerinde silah ve mühimmat bıraktığını kanıtlayan bilgiler ortaya çıktı. Mevcut tablo, Musul'un DEAŞ’ın eline geçmesiyle Irak'ta iktidardaki siyasi sistemin ve İran'ın elde ettiği büyük siyasi kazanımlardan ayrı tutulamaz. Bu olay, Arap Baharı sonrasında Irak siyasi sistemi üzerindeki siyasi baskıyı sona erdirdi. Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) aracılığıyla paralel bir siyasi/askeri sistem inşa edildi ve İran ile ABD arasında geniş bir iş birliği alanı açıldı. Tüm bu nedenlerle, Halep'teki son gelişmeler Musul'dakilere benzetiliyor. Böylece hem Suriye rejimi için arzu edilen siyasi çözüme ilişkin her türlü utanç ortadan kaldırılacak hem de başta ABD de dahil olmak üzere İran’ın Suriye topraklarından çıkmasını isteyen Batılı güçler, özelde Suriye'de genelde ise tüm bölgede yeniden İran'a ihtiyaç duyacak. Musul senaryosu, Halep gibi büyük bir şehrin yok edilmesi pahasına da olsa büyük olasılıkla gerçekleşecek.”

Türkiye'nin siyasi tutumu, özellikle de savaşın boyutu açısından net değil.

Irak’ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, X platformundaki hesabından yaptığı paylaşımda ülkesinin bu durumun tekrarlanabileceği ve Irak'a sıçrayabileceği yönündeki korkularına atıfta bulunarak “Ahrar'uş Şam Hareketi, Suriye Nusra Cephesi ve Suriye'nin kuzeyindeki Halep ve İdlib'de ittifak halinde olan diğer silahlı ve radikal gruplar Halep ve kırsalına yönelik planlı bir saldırı başlattı. Zamanlama oldukça manidar. Aynı ideolojik gruplar terör örgütü DEAŞ'ın kuluçka merkeziydi. Bu ortamda serpildiler, Musul ve Rakka'yı işgal ettiler ve ulusal ve uluslararası bir tehdit haline geldiler. Irak hükümetinin bu grupların sınırlarımıza ve topraklarımıza ulaşmasını engellemek için önleyici ve caydırıcı tedbirler alması gerekiyor” diye yazdı.

Türkiye’nin baskı kartı

Mevcut savaşın her ayrıntısı, Türkiye'nin ülkenin kuzeybatısındaki Suriyeli silahlı gruplar kartını siyasi olarak kullanmasından, özellikle de Şam ile normalleşme sürecinden ayrı tutulamaz. Türkiye'nin görüşme ve uzlaşma çağrılarını dinlemeyen Suriye rejimi, meseleyi Türk askerlerinin Suriye topraklarından çekilmesine ya da en azından bunun için bir takvim belirlenmesine bağlamış durumda.

Bazı gözlemcilerin ‘Türkiye'nin ateşle pazarlığı’ olarak nitelendirdiği mevcut savaş, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriye Devlat Başkanı Esed ile görüşmek için aylardır sürdürdüğü girişimlerin ve Rusya Devlet Başkanı Putin’in bu amaçla giriştiği arabuluculuğun başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından patlak verdi. Suriye'de sahadaki ve siyasi durumdaki durgunluk, milyonlarca Suriyeli mülteciyi Türkiye'de barındıran ve Suriye’nin kuzeydoğusundaki KDSÖY’nin nüfuzunu arttıran bu döngüyü kırmak için her yolu deneyen Türkiye'nin ve özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın lehine olmadı.

xcvfbg
Suriye’nin kuzeybatısında yeni ele geçirilen Han el-Asel hattında Halep-Şam karayolunda ilerleyen muhalif grupların üyeleri, 29 Kasım (AFP)

Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha önceki siyasi tutumlarının ve saha şartlarının çoğunu terk ettikten ve net bir takvim olmasa da Türk askerlerini Suriye’den çekme sözü verdikten sonra bile Esed ile görüşebilmek için ortak bir zemin bulamadı. Bu yüzden mevcut savaş, özellikle de muhalifler Halep şehrinin tamamını ya da büyük bir bölümünü ele geçirmeyi başarırsa, Erdoğan'ın elinde Suriye rejimi üzerinde hem fiziksel hem de siyasi baskı kurmak için güçlü bir baskı kartı olacak gibi görünüyor. Elbette bu kart, Suriye'nin kuzeydoğusunda, özellikle de Fırat Nehri'nin batısında yer alan ve SDG tarafından kontrol edilen Münbiç ve eş-Şehba bölgelerindeki KDSÖY’ne baskı yapmak için de kullanılabilir.

Türkiye'nin bu savaştaki varlığı ve rolü, Rusya-Ukrayna savaşının bir parçası olarak Ukrayna'nın Suriye dosyasına müdahil olduğuna dair benzer bilgilerin işaret ettiklerinden de ayrı görülemez. SOHR'un o dönemdeki bir haberine göre onlarca Ukraynalı subay aylar önce İdlib’in güneydoğu bölgelerine girerek HTŞ üyelerini, son savaşta kullanılan kamikaze insansız hava araçlarının (İHA) üretimi ve kullanımı konusunda, Türkiye’nin siyaset ve istihbarat makamları tarafından açıkça izin verilmeden eğitmiş olamaz. Al Majalla’ya konuşan bazı özel kaynaklar HTŞ'nin elinde bu İHA'lardan 2 bin 500'den fazla bulunduğunu ve bunları sadece Suriye rejimi ve müttefikleri karşı saldırıya geçtiğinde kullanacağını söylediler.

Türkiye'nin siyasi tutumu, özellikle de savaşın boyutu açısından net değil. Savaşın başlamasından günler sonra Türkiye Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan resmi açıklamada, “İdlib'e yönelik son dönemdeki saldırıların, Astana mutabakatlarının ruhuna ve işleyişine zarar verecek boyuta ulaştığı ve ciddi sivil kayıplara yol açtığı konusunda gerekli uyarıları çeşitli uluslararası platformlarda yapmıştık” denildi. Ancak bu savaş sısnırlı bir noktaya kadar ulaşabilir. Çünkü hedefi, Halep şehrinin içini değil, ‘eski çatışmasızlık bölgesini’ ya da diğer adıyla ‘Putin-Erdoğan bölgesi’ olarak bilinen bölgeyi, yani Serakib şehri sınırları ile Şam-Halep karayolunu yeniden ele geçirmek.



Trablus'taki çatışmalar, Dibeybe'nin Libya'daki nüfuzunun arttığını gösteriyor

Libya güvenlik güçleri, Trablus'un Ebu Selim bölgesinde gece boyunca yaşanan çatışmaların ardından geri alınan bir polis karakolunu koruyor (AFP)
Libya güvenlik güçleri, Trablus'un Ebu Selim bölgesinde gece boyunca yaşanan çatışmaların ardından geri alınan bir polis karakolunu koruyor (AFP)
TT

Trablus'taki çatışmalar, Dibeybe'nin Libya'daki nüfuzunun arttığını gösteriyor

Libya güvenlik güçleri, Trablus'un Ebu Selim bölgesinde gece boyunca yaşanan çatışmaların ardından geri alınan bir polis karakolunu koruyor (AFP)
Libya güvenlik güçleri, Trablus'un Ebu Selim bölgesinde gece boyunca yaşanan çatışmaların ardından geri alınan bir polis karakolunu koruyor (AFP)

 

Trablus'ta gece saatlerinde rakip silahlı gruplar arasında çıkan şiddetli çatışmalarda en az altı kişi ve güçlü bir silahlı grubun lideri öldürüldü. Çatışmalar dün salı günü şafak vakti “istikrarın yeniden sağlandığının” duyurulmasıyla sona erdi.

Acil Durum ve Tıp Merkezi salı günü yaptığı açıklamada, “Güney Trablus'taki yoğun nüfuslu Ebu Selim bölgesi civarındaki çatışmaların yaşandığı yerden altı kişinin cesedinin çıkarıldığını” söyledi.

Pazartesi günü başlayan ve saatlerce süren, makineli tüfekler ve roketatarlar da dahil olmak üzere ağır silahların kullanıldığı çatışmalarda başka olası can kayıpları ve yaralanmalar bildirilmedi.

Yerel medya araçları Ganiva lakaplı Abdulgani el-Kikli’nin öldürüldüğünü bildirdi. İstikrarı Destekleme Birimi Başkanı olan Kikli, 2011'den bu yana Trablus'un önemli bölgelerini kontrol eden en önemli silahlı grupların kilit liderlerinden biri.

Muhammed el-Menfi başkanlığındaki Başkanlık Konseyi'ne bağlı gibi görünen İstikrarı Destekleme Birimi, İçişleri ve Savunma Bakanlıkları tarafından güvenliğinin sağlanması gereken devlet kurumları ve hayati öneme sahip tesisler üzerinde kontrolünü zorla dayatan en önemli silahlı gruplardan biri.

AFP'nin doğruluğundan emin olamadığı görüntüler, Kikli'nin yerde yattığını ve yakın mesafeden vurulduğu gösteriyor.

Analist Celal Harşavi, Ganiva'nın yeğeninin, “Trablus'taki silahlı grupların en güçlü ve etkili liderlerinden biri” olan adamın pusuya düşürüldüğünü söylediğini aktardı.

Harşavi, “Kikli’nin bankalar, telekomünikasyon, idareler ve hatta üst düzey diplomatik görevler gibi kilit pozisyonlara kendisine sadık kişileri atayabildiğini” açıkladı.

Salı günü okullar ve Trablus Üniversitesi güvenlik önlemleri kapsamında ikinci bir duyuruya kadar eğitime ara verdiler. Daha sonra Üniversite çarşamba gününden itibaren eğitime yeniden başladığını duyurdu. İçişleri Bakanlığı, “Vatandaşlar ile memurlara işlerine dönme” çağrısı yaparak, durumun “güvenli ve istikrarlı” olduğunu vurguladı.

Pazartesi akşamı uçaklar Trablus Havalimanı'ndan başkentin 200 kilometre doğusunda bulunan Misrata'daki güvenli bir yere nakledildi ve çok sayıda uçuş bu şehre yönlendirildi. Daha sonra havalimanına uçuşlar yeniden başlatıldı ve Mitiga Uluslararası Havalimanı hava sahası da açıldı.

Nüfuz haritasındaki değişim

Pazartesi akşamı Libya'nın başkentinde güçlü bir silahlı grubun liderinin öldürülmesi, saatlerce süren şiddetli çatışmalara ve grubunun kalesinden çıkarılmasına yol açtı. Bu durum, Trablus hükümetiyle ittifak halindeki silahlı grupların nüfuzunun güçlenmesiyle sonuçlanabilir.

Yıllardır Trablus'un geniş bir bölümünü kontrol eden Kikli'nin öldürülmesi, bundan daha geniş bir bölgenin istikrarı açısından da sonuçlar doğurabilir.

Libya önemli bir enerji ihracatçısı olup uzun süredir rakip doğulu ve batılı silahlı gruplar arasında bölünmüş durumda. Akdeniz'i geçerek Avrupa'ya ulaşmak isteyen göçmenler için bir hareket noktası ve bölgedeki rakip güçlerin mücadele alanı konumunda. Libya çatışması Rusya, Türkiye, Mısır ve BAE'yi de kendine çekti.

Kikli'nin öldürülmesinin ardından Ulusal Birlik Hükümeti, Başbakan Abdulhamid Dibeybe'nin düzensiz silahlı gruplar olarak adlandırdığı gruplara karşı güvenlik operasyonunun tamamlandığını duyurdu. Kikli'ye bağlı militanlar cezaevlerini yönettiler ve bakanlıklarda, devletin mali kuruluşlarında görevler üstlendiler.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi'nden Tarık Megerisi, “Ganiva, Trablus'un fiilen kralıydı. Takipçilerinin bir kısmı İç Güvenliği kontrol ederken, diğer bir kısmı da Merkez Bankası'ndan yapılan nakit transferlerinin dağıtımını kontrol ediyorlardı. Ayrıca birçok kamu şirketi ve bakanlık da kontrolleri altındaydı” dedi.

Trablus'ta otoritenin güçlenmesi, son yıllardaki kendisini zorla görevden alma girişimlerinin ardından Türkiye'nin müttefiki ve Ulusal Birlik Hükümeti'nin Başkanı Dibeybe’yi de güçlendirecek. Aynı zamanda Doğu Libya'daki silahlı gruplarla kapsamlı çatışmadaki pozisyonunu destekleyecek.

Dibeybe liderliğindeki Ulusal Birlik Hükümeti'ne bağlı silahlı gruplar, Kikli başkanlığındaki İstikrarı Destekleme Birimi'nin uzun süredir elinde tuttuğu bölgeleri ve üsleri hızla ele geçirdi. Ele geçirilen bölgeler arasında örgütün kalesi olan Ebu Selim bölgesi de yer alıyordu.

Kikli'nin devrilmesiyle birlikte Savunma Bakanlığı'na bağlı ve Dibeybe ile müttefik grupların, özellikle de Mahmud Hamza komutasındaki 444. Tugay ile 111. Tugay ve Misrata'dan gelen Ortak Harekât Gücü’nün daha büyük bir rol üstlenmesi mümkün.

Dibeybe'nin müttefiklerinin birleşmesi, Batı Libya'nın, komutan Halife Hafter'in on yıl önce rakiplerini tasfiye ederek ve diğer grupları kendi kontrolüne girmeye zorlayarak iktidarı ele geçirdiği Doğu Libya’ya benzemesine yol açabilir.

Atlantik Konseyi araştırmacılarından İmadeddin Badi, “Bu, Trablus'ta daha önce görülmemiş düzeyde bir saha kontrolünün önünü açıyor ve silahlı grupların sayısının azaltılmasını sağlıyor” dedi.

Libya, Muammer Kaddafi rejiminin 2011 yılında devrilmesinden bu yana bölünmelerle boğuşuyor. Ülke iki hükümet tarafından yönetiliyor: Biri uluslararası toplum tarafından tanınan ve Abdulhamid Dibeybe başkanlığındaki Trablus'taki hükümet, diğeri ise doğuda Usame Hamad’ın başkanlık ettiği ve Meclis ile Mareşal Halife Hafter tarafından desteklenen hükümet.