Haritalar değiştikten sonra insanlar

Halk ve toplum yardım dağıtım süreçlerini kontrol edecek araçlara sahip değil

Ahmed eş-Şera, Esed'in düşmesinin ardından Şam'daki Emevi Camii'nde
Ahmed eş-Şera, Esed'in düşmesinin ardından Şam'daki Emevi Camii'nde
TT

Haritalar değiştikten sonra insanlar

Ahmed eş-Şera, Esed'in düşmesinin ardından Şam'daki Emevi Camii'nde
Ahmed eş-Şera, Esed'in düşmesinin ardından Şam'daki Emevi Camii'nde

Husam İytani

Geçen yılı değerlendirirken ve yeniyi düşünürken akıllara haritalar, güç dengeleri, bu ülkenin elde ettiği veya diğerinin kaybettiği kazanımlar geliyor. Ordular, limanlar, hava alanları, ikmal yolları, kayıp ve kâr tabloları, galip gelen veya mağlup olan liderler geliyor.

Okuyucuların ve izleyicilerin alıştığı bu görüntüde, günlerce, aylarca süren çatışmaların “maddesi” olan insanlar ise genellikle olmuyor. Beşşar Esed rejiminin devrilişinin mensubu olduğu eksen üzerindeki etkileri ve söz konusu devrilişin Lübnan ve Irak'a uzanabilecek sonuçlarına dair derinlemesine çalışmalara çok rahat rastlıyoruz. Ancak milyonlarca Suriyeli, Iraklı ve Lübnanlının yaşam standartlarında görülecek değişiklikleri sosyal, ekonomik ve siyasi açıdan araştırırken gerçek bir ikilemle karşı karşıya kalıyoruz.

Geçtiğimiz yıl devletlerin ve toplumların dayandığı temel meseleler etrafındaki ayrılıkları ve bölünmeleri ortaya çıkaran savaşlarda, binlerce kişinin hayatını kaybettiği çatışmaların “maddesi” olan insanların önümüzdeki aylarda hayatlarını nasıl devam ettirecekleri bilinmiyor. Örneğin Suriye'deki yeni yönetime belirli politikaların dayatılması amacıyla Suriye'ye yönelik ekonomik yaptırımlar devam ediyor.

Benzer bir durum, beş yılı aşkın süredir siyasi ve ekonomik çöküş içinde olan Lübnan için de geçerli. Burada felaketin ağırlaşmasından gerçek ve beklenen kazanımlar elde etmek için yönetici seçkinler, kötülüğüne rağmen durumun olduğu gibi kalması konusunda canice diretiyorlar. Hizbullah'ın İsrail'in Gazze üzerindeki baskısını hafifletmek için başlattığı “destek savaşı” da, çoğu sivil olmak üzere 5 binden fazla Lübnanlının ölümüne yol açan sistematik bir yıkım operasyonuna dönüştü. Sahipleri sokaklarda ve aceleyle kurulan barınaklarda kalmak zorunda kalan yüz binlerce yıkılmış konuttan bahsetmiyoruz bile.

Yemen, Suriye, Lübnan ve Filistin gibi trajik olaylara sahne olan Arap ülkelerinde kayıp ve kurban sayıları henüz açıklanmamış olsa da, ne yukarıda bahsedilen yaptırımların kaldırılması ne de felaketzedelere hibe ve yardım sunulması konusunda istekli olunmadığı bir dönemde, kaybedilen kamu ve özel servetler ile canların telafisi konusunda kendilerini zor bir sürecin beklediğini tahmin edebiliriz. Özellikle de örneğin Temmuz 2006'daki savaştan sonra Lübnan'da yaşananlara benzer şekilde, Arap iç savaşları veya İsrail'e karşı yürütülen savaşlar sonrasında yaşanan yeniden inşa deneyimlerinin, çeşitli kaynaklardan gelen paranın, muzaffer grubun siyasi hakimiyetini güçlendirmek için kullanıldığını kanıtladığını göz önünde bulundurursak. Nitekim Lübnan’daki bu yeniden inşa süreci, Hizbullah'ın devlet ve kurumları üzerindeki etkisini ve kontrolünü pekiştirmek için kullanıldı.

Cimri birinin sofrasındaki bir yetim gibi durup yardım kırıntısı bekleyen insanlar ya da “halk” ve “toplum” ise, insanlar ile iktidar ve kamu fonlarını dağıtan mekanizmalar arasında devam eden yabancılaşmanın gölgesinde yardım dağıtım operasyonlarını kontrol edecek araçlara sahip değil. Bu yabancılaşmanın nedenleri, felaketzede Arap toplumlarına hakim olan mezhepsel ve bölgesel bölünmeden kaynaklanıyor. Bu da iç gerilimi ve kargaşayı yeniden üretme, zenginliğin tekelleştirilmesi ile mezhepsel ve etnik ayrımcılık kısır döngüsüne, adaletin şiddet ve savaş yoluyla sağlanması çağrısına geri dönme tehdidinde bulunuyor.

Son yıllarda fırtınaların vurduğu Arap ülkelerindeki yaşam standartlarının dünyanın en düşükleri arasında olduğu bir sır değil.

Geçen yıl yaşananların büyük bir kısmının, silahla ve dış güçle desteklenen hegemonyanın kaldırılması ve onlarca yıldır aşağılanan toplumsal gruplara yönelik adaletin sağlanması sloganıyla gerçekleştiğini unutmayalım. Ancak karşılığında herkese adalet sağlayacak, acı deneyimlerle dolu geçmişin geri dönüşünü engelleyecek parlak bir geleceğe dair parlak vaatler dışında bir şey bulamıyoruz.

Uluslararası kuruluşların göstergelerine göre son yıllarda fırtınaların vurduğu Arap ülkelerindeki yaşam standartlarının dünyanın en düşükleri arasında yer aldığı bir sır değil. Bu kuruluşlara göre çözüm, pazarların açılması, modern altyapıya odaklanılması, yatırımların çekilmesi ve çeşitlendirilmesi gibi ekonomik araçlarla sınırlı değil. Aynı zamanda yeni iç savaşların önünü açacak servet birikimini ve yoksulluğu engellemeye çalışan bir siyasi yönetim üzerinde de bilhassa odaklanılmalı.

 Suriye konusunda bir şey söylemek için belki henüz erken, ama örneğin Lübnan'da iktidarı elinde tutan gruplar, vatandaşlarının talihsizliklerini son damlasına kadar sömürmeye kararlılar.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Fidan: Suriye'de YPG'nin tasfiyesi yakın

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan (Reuters)
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan (Reuters)
TT

Fidan: Suriye'de YPG'nin tasfiyesi yakın

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan (Reuters)
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan (Reuters)

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bugün yaptığı açıklamada, Suriye'deki terör örgütü YPG'nin varlığının ortadan kaldırılmasının an meselesi olduğunu söyledi.

Şarku’l Avsat’ın Reuters’tan aktardığına göre Fidan, Ankara'nın YPG'nin Suriye'deki varlığını sürdürmesine izin verecek herhangi bir politikayı kabul etmeyeceğini belirtti.

Ürdünlü mevkidaşı Eymen es-Safadi ile ortak bir basın toplantısı düzenleyen Fidan, “Bölgedeki her türlü oyunu görecek durumdayız. Sadece görecek durumda değil, aynı zamanda bozacak durumdayız.” dedi.

Suriye'nin kuzeyinde Türkiye destekli gruplar ile Ankara'nın terör örgütü PKK’nın uzantısı olarak gördüğü YPG'nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında çatışmalar yaşanıyor.

Ancak Washington, 2019'da Suriye'de DEAŞ'la savaşan bu güçleri, DEAŞ’ın bölgede yeniden ortaya çıkmasını önlemek için ‘elzem’ olarak görüyor. Batı'nın Suriye'deki SDG savaşçılarına vereceği desteğe karşı uyarıda bulunan Fidan, “Bölgede emelleriniz farklıysa, DEAŞ'ı bahane ederek, PKK'yı güçlendirerek başka bir politikaya hizmet edilmek isteniyorsa, ona da geçit yok” ifadelerini kullandı.

Fidan sözlerini şöyle sürdürdü: “Suriye'de ve bölgede DEAŞ tehdidine karşı birlikte neler yapabileceğimizi görüştük. DEAŞ, Müslüman toplumlar için bir zehirdir. Dinimizi kullanarak sınırsız şiddet uygulayarak, vahşice insanların öldürülmesi, terör yoluna gidilmesi, toplumların ve devletlerin bu yolla ifsat edilmesi, istikrarsızlığın ve kaosun oluşturulması bizim sessiz kalacağımız bir durum değildir.”

Ckdjdjd
Halep vilayetinin kuzeydoğusundaki Münbiç’te devriye gezen Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu'na (SMO) bağlı savaşçılar, 4 Ocak 2025. (AFP)

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) bugün Halep'in doğusundaki Münbiç kırsalında yer alan Tişrin Barajı ve Karakozak Köprüsü ekseninde Türkiye yanlısı Suriye Milli Ordusu (SMO) birlikleri ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında, Türk insansız hava araçları (İHA) tarafından desteklenen yeni çatışmalar ve topçu atışları yaşandığını bildirdi.

SDG'ye ait bir İHA’nın Karakozak Köprüsü yakınlarındaki mevzilerini hedef alması sonucu 4 SMO mensubu hayatını kaybederken, aynı eksende bir SDG üyesi de  topçu ateşi sonucu öldü.

Öte yandan, bir Türk İHA’sının SDG'ye ait bir askeri aracı hedef alması sonucu araç sürücüsü ağır yaralanarak tedavi için hastaneye kaldırıldı.

Bombardımanın Münbiç kırsalındaki cephelerde temkinli bir sükunetin hâkim olmasından saatler sonra yeniden başlaması dikkat çekti.

Nxjddjj
Türkiye destekli gruplar ile SDG liderliğindeki güçler arasında Tişrin Barajı yakınlarında devam eden çatışmaların ortasında 4 Ocak 2025 tarihinde Halep vilayetinin kuzeydoğusundaki Münbiç bölgesinde Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu'na (SMO) bağlı savaşçılar (AFP)

SOHR, çatışmaların başlamasından bu yana her iki taraftan 285 kişinin öldürüldüğünü belgeledi.

SDG'nin daha önce ABD arabuluculuğunda bir ateşkes ilan ettiğini, ancak karşılıklı ihlallerin ve yoğun bombardımanın devam etmesi nedeniyle anlaşmanın başarısız olduğunu, bunun da ölü ve yaralı sayısının artmasına ve her iki tarafın ateşi arasında kalan sivillerin trajedisinin derinleşmesine yol açtığını belirtmek gerekiyor.