Dışişleri Bakan Yardımcısı Duran, BAE ile arabuluculuk konusunu görüşmek üzere Port Sudan'da

Dışişleri Bakan Yardımcısı Burhaneddin Duran (Dışişleri Bakanlığı / X)
Dışişleri Bakan Yardımcısı Burhaneddin Duran (Dışişleri Bakanlığı / X)
TT

Dışişleri Bakan Yardımcısı Duran, BAE ile arabuluculuk konusunu görüşmek üzere Port Sudan'da

Dışişleri Bakan Yardımcısı Burhaneddin Duran (Dışişleri Bakanlığı / X)
Dışişleri Bakan Yardımcısı Burhaneddin Duran (Dışişleri Bakanlığı / X)

Dışişleri Bakan Yardımcısı Burhaneddin Duran, Türkiye'nin Sudan ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında daha önce söz verdiği arabuluculuğu kabul etmesi için Sudan'ı zorlamaya yönelik fikirlerini Sudanlı yetkililere iletmek üzere bugün Sudan'ın geçici başkenti Port Sudan'a geldi.

Duran’ın ziyareti, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan arasında 13 Aralık'ta gerçekleşen ve Erdoğan'ın ülkesinin Sudan ile BAE arasındaki anlaşmazlığı ortadan kaldırmak ve savaşı durdurmak için arabuluculuğu kabul etmeye hazır olduğunu belirttiği telefon görüşmesinin arka planında gerçekleşti. Burhan, savaşı durdurmak için Türkiye'nin oynayacağı her türlü rolü memnuniyetle karşıladı.

Dışişleri Bakanlığı'ndan bir diplomatik kaynak dün Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, Duran’ın Port Sudan ziyaretinin Türkiye'nin Sudan ile BAE arasında arabuluculuk yapma konusuyla ilgili olduğunu ve Türk yetkilinin arabuluculuğun kabul edilebileceği fikirler taşıdığını söyledi. Kaynağa göre Duran'ın Sudan hükümetine diyalog önerilerini içeren bir belge vermesi ve ardından aynı fikirleri BAE'ye iletmesi bekleniyor.

BAE Dışişleri Bakanlığı, Türkiye'nin girişimini memnuniyetle karşıladığını ve Sudan'daki savaşı sona erdirmek için Ankara ile koordinasyona hazır olduğunu duyuran bir açıklama yayınladı. Kaynak, Sudan'ın arabuluculuk konusundaki tutumunun ‘net’ olduğunu vurguladı ve Port Sudan'ın ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında 11 Mayıs 2023'te imzalanan Cidde Bildirgesi'nin şartlarını uygulamaya kararlı olduğunu söyledi.

Sudan’daki karşılama

Sudan Dışişleri Bakanı Ali Yusuf Türk diplomatın ziyaretini önemli olarak nitelendirirken, ziyaretin iki ülke arasında gelişen ikili ilişkiler çerçevesinde gerçekleştiğini, iki ülke liderleri arasında son dönemde gerçekleşen temasları yinelediğini, Sudan ile Türkiye halkları arasındaki bağları güçlendirdiğini ifade etti.

Şarku’l Avsat’ın Sudan resmi haber ajansı SUNA’dan aktardığına göre Yusuf, “Bu ziyaret Türkiye'nin Sudan'da olup bitenlere olan ilgisini göstermekte ve Türkiye'nin Sudan halkıyla dayanışmasını ifade etmektedir” dedi.

Burhan geçtiğimiz salı günü Sudan'ın bağımsızlık yıldönümü münasebetiyle yaptığı konuşmada, savaşı sona erdirmek için ‘her türlü gerçek girişimde’ bulunmaya hazır olduğunu ve aynı zamanda ‘savaşı Sudan halkının lehine çözmeye hazırlandığını’ söyledi. 15 Nisan 2023'ten önceki duruma dönmeme ve HDK ile destekçilerinin varlığını kabul etmeme sözü veren Burhan şu ifadeyi kullandı: “Bu katillerin, suçluların ve destekçilerinin Sudan halkı arasındaki varlığı bir daha kabul edilemez.”



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.