Yeni Suriye ve Filistin davası

Şam'daki yeni söylem bir gecede İsrail ile iyi ilişkiler arayan dostça bir dile dönüşüyor

Suriye'nin yeni yaklaşımı üzerinde bir kontrol yok, ancak Şam'ın İsrail'e yönelik söyleminde tam aksi yönde 180 derecelik bir dönüşümün yaşanması şaşkınlık yaratıyor (AFP)
Suriye'nin yeni yaklaşımı üzerinde bir kontrol yok, ancak Şam'ın İsrail'e yönelik söyleminde tam aksi yönde 180 derecelik bir dönüşümün yaşanması şaşkınlık yaratıyor (AFP)
TT

Yeni Suriye ve Filistin davası

Suriye'nin yeni yaklaşımı üzerinde bir kontrol yok, ancak Şam'ın İsrail'e yönelik söyleminde tam aksi yönde 180 derecelik bir dönüşümün yaşanması şaşkınlık yaratıyor (AFP)
Suriye'nin yeni yaklaşımı üzerinde bir kontrol yok, ancak Şam'ın İsrail'e yönelik söyleminde tam aksi yönde 180 derecelik bir dönüşümün yaşanması şaşkınlık yaratıyor (AFP)

Mustafa Feki

Filistin davası, yabancı işgal, dış müdahale veya kendilerine musallat olan siyasi zulümden kurtulmanın yolu olarak silahlı mücadeleyi benimsemiş tüm Arap, Müslüman ve işgal altındaki halklar için birinci davadır. Bu anlamda Suriye, ulusal özgürlük ve onur mücadelesi ile sürekli hak arama çabasının tüm yönlerini bünyesinde barındırmaktadır. Aynı zamanda büyük Bilad-ı Şam’ın kalbidir ve ilk İslam Halifeliği'nin başkentidir. Büyük Suriye, aynı zamanda bugünkü Suriye devleti, Lübnan, Ürdün ve Irak'ın bazı bölgelerini de içine alarak, “Bereketli Hilal”i oluşturmaktadır. Bunun yıldızı Kıbrıs iken, kayıp ikonu, bünyesinde barındırdığı tüm anlamlar ve sembolize ettiği çağrışımlarla Filistin'dir. Bu nedenle Suriyeliler, tıpkı Mısır için Filistin davasının bir Mısır davası olması gibi, Filistin davasını aynı zamanda bir Suriye davası olarak görüyorlardı. Suriye devleti, yakın tarihi boyunca Filistin davasına ilişkin en uç, İsrail'e karşı ise en düşmanca tutumlardan birini benimsemiştir. Filistinlilerin haklarını savunmak amacıyla 1948, 1967 ve 1973 yıllarındaki savaşlara katıldı. Dahası Şam, her zaman, Sedat Mısırı'nın Camp David politikalarını benimseyerek yenilgiyi kabul ettiğini varsayıp bunu reddeden cephenin ön saflarında yer aldı. Camp David’i reddeden ülkeler grubuna göre anlaşmanın genel olarak Arap-İsrail çatışması üzerindeki olumsuz sonuçlarına karşı çıkmakta başı çekti.

 

Bu noktada Suriye siyasi söyleminin yerleşik ve sabit unsurlarına dikkat çekmekte yarar var. O her zaman İsrail’den “Siyonist oluşum” olarak bahsetti. Görünürde de olsa onu kınama ve ona karşı düşmanca tavır takınma konusunda katı davrandı. Ama bugün dünden ne kadar da uzak! İşte yeni Suriye söylemi, özü bir yana görünürde, bir gecede Suriye ile İsrail arasında iyi ilişkiler arayan dostça bir söyleme dönüşüyor. Biz bu yeni Suriye eğilimi üzerinde bir denetim ve kontrol iddia etmiyoruz sadece söylemin 180 derece tersine dönmesi karşısında şaşkınlığımızı dile getiriyoruz. Aynı zamanda değişen koşullar teorisinin fikirler, politikalar ve pozisyonlar üzerindeki etkisini de inkar etmiyoruz. Bu noktada Arap Suriye'de yaşananlara ve bunun Arap bölgesindeki ilişkilerin geleceğine, özellikle de özünde uzun bir geçmişi olan ve tüm bölgeyi, Batı Asya'yı, Arap Körfezi'ni, Arap Yarımadası'nı ve Kuzey Afrika'yı etkileyen Filistin davasını yer aldığı Arap-İsrail çatışmasına olan etkisine dair bazı gözlemlerimiz var. Bu gözlemleri aşağıda bölümler halinde kısaca inceleyeceğiz.

Birincisi: Suriye, tüm Arap ülkeleri gibi, hem savaş hem de barış açısından Arap-İsrail ihtilafında tarihi bir sorumluluk taşımaktadır. Bütün bunlar, genel Arap düzeyinde üzerinde mutabakata varılan bir siyasi ön hazırlık veya fikri bir dönüşüm olmadan birkaç cümleye veya açıklamaya indirgenemez. Milliyetçi dalganın öncülüğünü yapan Suriye'nin, zamanın, olayların, pozisyonların üzerinden atlayarak, teorik olarak ve İslami sloganlar veya aşamaya dayanan gerekçelerle bile olsa, bir gecede İsrail ile kapsamlı bir normalleşme kapısı haline gelmesi mümkün değildir. Zira bölgedeki genel sahne Gazze katliamları, Lübnan'daki gerginlikler ve Suriye ordusunun askeri altyapısına yönelik saldırılar sonrasında bugün en kötü koşullarını yaşıyor. Tüm bunlar diğer tarafta düşmanlık ruhunun hâlâ uzaklaşmadığının, ırkçılık, radikalizm ve fanatizmin hem resmi düzeyde hem de halk düzeyinde devam ettiğini gösteriyor. Filistin davası yeni bir gelişme olmayıp, uzun aşamalardan geçen karmaşık bir sorundur ve yıllar içinde Suriyeliler de dahil olmak üzere Araplar, bunun için ağır bedeller ödemişlerdir. Şimdi de dünya bir yıldan fazla bir süredir Gazze'de dökülen kana tanık oluyor, İsrail hastaneleri yıkarak, insanları öldürerek, bir ya da daha fazla ferdini kaybeden aileleri korkutarak suçlarını taçlandırdı. Tüm bunların ardından söylemde değişim, ancak İsrail'in barış, adaletin sağlanması ve Filistinlilerin yok sayılan haklarının asgari düzeyde de olsa geri kazanılması için ödeyeceği gerçek bir bedel karşılığında akıllı hesaplamalar ve dikkatli adımlarla gerçekleşebilirdi.

İkincisi; İslami öğretilerle milli kavramlar arasında bir çelişki yoktur; ikisi de adalet, eşitlik ve hoşgörü ilkelerinde buluşurlar. Bilakis, Arap milliyetçiliği, Büyük Şam’ın evladı olarak ortaya çıkana kadar İslam'ı girdiği birçok bölgeye taşıyan Arapçılıktı. Arap milliyetçiliği ortaya çıktığında ise şu ana kadar yerinde sayan milliyetçi yayılmanın ve Arap rüyasının başlangıç ​​noktası haline geldi. Ayrıca, kültürel öğelerin ve ulusal tezahürlerin, bir bütün olarak, bölgenin karakterinin ve halklarının kimliğinin alaşım unsurlarını temsil ettiğini de kabul etmeliyiz. Ne Mısır'daki Firavun medeniyeti, ne Maşrık’taki Fenike medeniyeti, ne de Mezopotamya'daki Asur medeniyeti, Arap Yarımadası'ndan harekete geçen, mutlak hilafet devletinden Muaviye bin Ebi Süfyan ve Emeviler Devleti ile verasete dayanan ve Abbasilere miras kalan bir yönetime geçiş yapan, Arapçılığın bütünüyle çelişmez.

Üçüncüsü; İslam'ın bütün coğrafyayı kapsayan kapsamlı bir medeniyet örtüsü olduğunu kabul ediyoruz, ancak tek başına değildir. Hristiyanlığın başlangıcı Maşrık’taydı ve Hz.İsa (a.s.) Filistin'de doğdu. Yüzyıllardır Arap coğrafyasında medeniyetlerin mirasçıları ile dinlerin mensupları arasında süregelen tarihi kucaklaşmanın ardından, diğer din mensuplarının ulusal kimliğin kapsamlı bileşeni üzerindeki etkisini hafife alamayız. Keza tarihin evrelerini geçici bir olayla veya ani bir değişimle heba edemeyiz. Milletler baki kalır, dinler ayakta kalır ve Arap milleti her zaman Müslümanlarıyla, Hristiyanlarıyla ve hatta Yahudileriyle övünmüştür.

Dördüncüsü; hem bireyler hem de gruplar olarak insanların, fikri dönüşümü tartışmasız ve itiraz edilemeyecek bir konudur. İnsan, içinde bulunduğu şartların ürünüdür, insan aklı durmaz, gelişme ise hayatın kanunudur. Ancak mesele bir bütün olarak, değişen koşulların nedenlerini, geleceğin resmini çizme, çeşitli boyutlarını öngörme, genel olarak ufkunu hayal etme üzerindeki etkisini hesaba katan, düşünceli adımlar ve hesaplı geçişler gerektirir. Burada bir kez daha Şam yöneticilerinin yasadışı örgütlere üyelikten, Arap başkentlerinin en önemlilerinden birinde resmi iktidar koltuğuna oturmaya doğru gerçekleşen fikirsel dönüşümü üzerinde kontrol iddiasında bulunmadığımı belirtmek istiyorum. Ama hikayenin bölümlerinin henüz bitmediğini ve henüz tamamlanmadığını göz önünde bulundurarak, doğada veya siyasette yaşanan büyük depremlerin bir sonucu olarak ortaya çıkabilecek fikirsel gerileme ihtimalinden çok çekiniyorum. Hikayenin tamamlanmasını uzun bir süre beklememiz gerekebilir, çünkü zaman faktörü uzundur ve etkileri çok geniş kapsamlıdır, özellikle de insan ruhu ve dönüşümleri, insan zihni ve dalgalanmaları, onu etkileyen ve ondan etkilenen her şey söz konusu olduğunda.

Eğer bugün Suriye sahasında Türk modelinin hakim olacağını düşünüyorsak, o zaman iş hiç de kolay olmayacaktır. İyi niyet, samimi hedefler ve Şam arenalarındaki önceliklerin hukukuna ilişkin derin bir anlayış olduğu takdirde, bunun zaman alacağına şüphe yoktur. Burada Arap, Türk ve İran olmak üzere üç akım arasında yıllarca gizli bir mücadele de devam edebilir. İsrail’e gelince, gururlu, zeki, sabırlı, cesur, milletinden ve milliyetinden asla ayrılmamış bir halkı kapsayan yeni Suriye'nin siyasi kimliğinin doğumuyla sonuçlanacak bu çatışmayı mutlulukla takip ediyor.

Bu, Gazze'deki aylarca süren savaş, Lübnan'daki kaygılar, gelecek olanın birçok değişim nedeni ve dönüşüm faktörü taşıdığına inanan tüm Arap ve Ortadoğu başkentlerindeki beklentinin ardından son haftalarda Arap bölgesinde ortaya çıkan koşulların betimleyici bir okumasıdır. Milletler, varlıklar gibi, milletler de insanlar gibi sürekli bir hareketlilik ve canlılık içinde görünmektedirler ve durağanlık kalıcı bir özellik veya sürekli bir durum değildir. Tarihte pek çok siyasal değişim, fikirsel çalkantı ve toplumsal dönüşüm yaşanmış; rejimler yıkılmış, devletler kurulmuş, hükümetler istikrara kavuşmuştur. Gelin geleceği düşünelim ve barış, istikrar, kalıcı adalet özlemi içinde olan Arap coğrafyası ve Ortadoğu halkları için daha iyi bir gelecek umalım. Ulusların daha iyi bir yarın özlemlerine saygı duyalım.

Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Size Şam'dan yazıyorum

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Size Şam'dan yazıyorum

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

İbrahim Hamidi

13 yıl sonra Şam'a dönmek sürpriz oldu. Ben de -çoğu insan gibi- bu duygu patlamasına hazırlıklı değildim. Beşşar'ın kaçışı ve Esed rejiminin devrilmesi, sadece Suriyelilerin değil, bölge ve dünya liderlerinin de beklemediği bir mucize gibiydi. Birçok kişi hâlâ gözlerini ovuşturuyor ve bunun gerçek ve doğru olduğundan emin olmak kendisini çimdikliyor.

Rejimi devirmenin maliyeti acı verici, uzun süreli ve onlarca yıla yayılan bir süreç oldu. Bu sürecin son on yılının yaraları derindir; 13 milyon insan evlerinden edildi, 7 milyon insan mülteciye dönüştü, 2 milyon insan yaralandı, yarım milyon insan öldü, 120 bin kişi kayıp, Sünni Arap köyleri ve kasabaları yerle bir oldu. Ama rejim, milyonların sebatı, çektiği acılar, fedakarlıklar, ıstıraplar sonucu devrildi ve yıkıldı.

Birçok kişi gibi ben de yaşananları sindirmek ve 2012'de ayrıldığım zamanki güzergahı izleyerek “kendi şehrime” geri dönmeye hazırlanmak için birkaç güne ihtiyaç duydum. Londra'dan Beyrut'a uçtuk, oradan da kara sınırını geçerek Şam'a doğru yola koyulduk. Şanslıydık ki yeni Suriyeli yetkililer gelenlerin ve dönenlerin isimlerini incelemeye başlamıştı, bu sayede Esed’in güvenlik güçlerinin grubumuzdakiler için kaç tutuklama, gözaltı ve inceleme emri verdiğini okuyup öğrenebildik.

Bir zamanlar korkutucu olan, zamanın kaplumbağa gibi ilerlediği sınır kapıları, artık şakaların yapıldığı, zamanın zarifçe akıp geçtiği yerler haline gelmiş. Korkutucu güvenlik görevlilerinin yerini, misafirperver gençler almış. Yeni lehçeler, yeni isimler, yeni bir davranış şekli var. Yeni unsurların birçoğu ya İdlib’den veya uzun yıllardır misafir ettiği diğer devrim bölgelerinden gelmiş ve yerinden edilmiş kişilerden. Geri dönenlerin isimlerini kontrol ediyorlar ve hepimizin tutuklanma, gözaltına alınma veya güvenlik incelemesi için arandığını keşfettiklerinde gülüyorlar. Bir tanesi benim ve arkadaşımın ekrandaki güvenlik bilgilerini okuyup, “Hakkınızda iki tutuklama, bir de inceleme emri var” diyor. Meslektaşı ekliyor: “Devlet Güvenliği ve Siyasi Güvenliğe bağlı aynı güvenlik birimleri tarafından verilmiş. Cezaevinde kendinizi yalnız hissetmeyesiniz diye ikiniz hakkında hazırlanmış.” Bilgisayar klavyesinde ismimizin harflerine dokunuyor. Gülerek pasaportumu ve kartlarımı geri veriyor.

İsrail'in nisan ayı başında tahrip ettiği konsolosluğun yakınındaki İran Büyükelçiliği'nin cephesine asılı Kasım Süleymani'nin posteri yanmış

Yeni Suriye'de başlangıç ​​noktası, birinci sınır kapısında yerdeki iki Esed'in fotoğrafının kalıntılarının üzerine çekilmiş “devrim bayrağı” altında bir hatıra fotoğrafı çektirmektir. Sonra şoför sevinçle anlatıyor; burası Beşşar Esed'in kardeşi Mahir'in komuta ettiği “Dördüncü Tümen” için yıkıcı bir noktaydı. Burası da Esma Esed'e bağlı büyük bir tüccarın yeriydi, şurası ise 8 Aralık'ta yanan, tank ve tarayıcıyla donatılmış bir teftiş merkezi.

Şam'a giden geniş ve hızla kayan yolda, başkentin kapısına yakın bir yerde Heyet Tahrir el-Şam örgütünün bir kontrol noktası bulunuyor. “Her şey değişti,” diyor şoför. “Bunlar gül gibi gençler, Mayıs 2012'de ülkeden ayrılırken karşılaştığınız görevliler gibi değil.”

Kontrol noktasını geçiyor ve ilk tünele dalıyoruz. Sağ tarafta Mezze Askeri Havaalanı bulunuyor. Solda, Ulusal Güvenlik Ofisi ve İsrail'in İran ve Hizbullah hedeflerine yönelik saldırılarının yıkıntıları görülüyor. Aralarında Mezze yolu Şam'ın gövdesinden kıvrılarak geçiyor.  Birkaç dakika sonra, İsrail'in nisan ayı başında tahrip ettiği konsolosluğun yakınında cephesinde Kasım Süleymani'nin yanmış bir posteri bulunan İran Büyükelçiliği karşımıza çıkıyor.

Otele varıyoruz. Devrimin simgesi olan Emevi Meydanı'na gitmek için acele ediyoruz. Şehrimizin sokaklarını dolaşmak, arkadaşlarımızla buluşmak için koşturuyoruz. Şehrimde bir hafta geçirdim

Otele varıyoruz. Eşyalarımızı bırakıyoruz ve devrimin simgesi olan Emevi Meydanı'na gitmek için acele ediyoruz. Anı kaydediyoruz. Şehrimizin sokaklarında dolaşmak, arkadaşlarımızla buluşmak için koşturuyoruz. Gecemiz gündüzümüze karışıyor. Bir görüşmeyi veya aramayı tamamlayamıyoruz. Randevular, konuşmalar ve duygular iç içe geçiyor. Şehrimde bir hafta geçirdim. Yeni yönetimden siyasi ve askeri yetkililerle görüşmeler yaptım. Ravda Kahvehanesi’ne ziyaretlerde bulundum ve dostlarla, aydınlarla buluştum. Sednaya Cezaevi'ni ve hücre hapsinde tutulduğum Askeri Soruşturma Şubesi Cezaevi'ni ziyaret ettim. Sokaklarda ve dükkanlarda dolaştım, Emevi Camii'ni, eski ve yeni Şam'ı ziyaret ettim.

Şam'a dönen birinin ilk izlenimleri şöyle:

Birincisi - Yaşlılık ve yorgunluk; şehre dair ilk intiba önemlidir. Tuhaf bir duygu. Sanki daha dün buradaymışım gibi hissediyorum. Şam sanki bir buzlukta dondurulmuş gibi. Sarkmış ve yaşlanmış. Binaları bakımsız ve yenilenmemiş. Bazı parçaları çürümüş, bazıları ise donmuş. Hiçbirinden tomurcuklar çıkmamış. Sokaklarında dilenciler yaşıyor, geceleri ve gündüzleri karanlık, kasvet ve soğuk hüküm sürüyor. Daraya'dan Cobar, Kabun, Barze ve iki Guta'ya kadar Sünni banliyöleri sanki deprem vurmuş gibi yıkımlarla çevrili.

Sevinç ve beklentiler; rejimin devrilmesinden, korku duvarlarının yıkılmasından duyulan bir sevinç var. Ama beklentiler yüksek. Hoş görme süresi kısalıyor.

İkincisi - Rejimin çöküşü; Ben bu şehri biliyorum. Kendisini yavaş yavaş tanıdım. Üniversite öğrencisi olarak bu şehre geldim ve daha sonra burada çalıştım. Rejim adeta oksijene karışmıştı. Sokakta, telefonda, televizyonda, gazetede, bekçiler ve işçiler arasında, orduda ve güvenlikte, üniversitede, işte ve kahvehanelerde, üniversite amfilerinde, otobüs koltuklarında ve arabalarda hep rejim vardı.

Birkaç on yıldır her yerde ve her zaman mevcuttu. Şimdi şehir aynı. O kaçtı, şehir kaldı. Muhbirler, güvenlik görevlileri, ordu ve rejim nereye kayboldu? Cezaevlerini ziyaret etme ve dosyalara bakma fırsatım oldu. Herkesin bir dosyası var. Rejime sadık veya muhalif olsun herkesin. Bütün bu güç ve bilgi yok oldu. Bir arşive dönüştü. Şehir aynı, ama iki Esed’in resimleri ve rejimin ağır gölgesi yok.

Üçüncüsü - Sevinç ve beklentiler; rejimin devrilmesinden, korku duvarlarının yıkılmasından duyulan bir sevinç var. Ama beklentiler yüksek. Halklar sabırsızdır. Hoş görme süresi daralıyor. Sevinç dönemi bitti. Muhasebe saati çaldı.

Sokaklarda gıda maddeleri, yakacak olarak mazot, tüp ve güvenlik var. Ancak elektrik yok ve çalışanlara maaş dağıtılmadı. İnsanlar ekonomik durumun hemen düzelmesini arzuluyor. Eleştirel sesler yükseliyor. Kimisi gösteri yapmaya, eleştirmeye, isyan etmeye alışmış.

İdlib halkı ve lehçesi her yerde, hükümette, yönetimde, güvenlikte ve otoritede mevcut. Hatta İdlib’in “yeni Kardaha” olduğu şakası bile yapılıyor

Dördüncüsü - Güvenlik ve yönetim; rejimin devrilişinin bir kan gölü akmadan gerçekleştiğini söylemek yerinde olur.11 günde Esed devrildi, Ortadoğu kansız bir şekilde sarsıldı. Yaşananlar Esed'i devirmeye yönelik en iyi senaryodan bile daha iyiydi. Kamuoyu emniyet ve asayişin hemen yaygınlaştırılmasını istiyor. Kurbanların yakınları, işin kişisel misilleme ve intikamlara kaymaması için sorumluların sorgulanmasını ve onlardan hesap sorulmasını istiyor. Ordu ve emniyet dışında devlet kurumlarının olduğu gibi kalması bir başarı ama kurumların performansı ve kurumlardaki çalışan çemberinin genişletilmesi konusunda umutlar çok.

Beşincisi – Şam’ın İdlibleşmesi; İdlib halkı ve lehçesi her yerde, hükümette, yönetimde, emniyet ve otoritede mevcut. Bu konuda iki şaka yapılıyor; birincisi, “İdlibliler”in “yeni Aleviler” olduğu, ikincisi ise İdlib’in, Esed ailesinin memleketine atfen “yeni Kardaha” olduğu.

İdlib'ten halkıyla ve 2017 yılından bu yana yerinden edilmiş kişilerle gelen yeni yönetim ve yeni hükümet de bu sorunun ve hassasiyetin farkında. Yetkililerden biri bana birden fazla kez, “Şam, İdlib gibi yönetilemez” dedi.

Altıncısı – Zorluklar; yeni ordunun kurulmasıyla ilgili önemli askeri zorluklar bulunuyor. Savunma Bakanı Murhef Ebu Kasra, tüm örgütlerin liderleriyle görüşerek, örgütlerin dağıtılmasını, eski ordudan tamamen farklı, profesyonel bir yeni ordu kurulmasını içeren planını hazırladı. Asıl zorluk, silahı tek bir elde toplamak, örgüt liderlerini örgüt zihniyetinden devlet ve ordu zihniyetine geçmeye ikna etmektir.

Dera ve Suveyda'daki güneyli örgütlerin geleceği, ayrıca Humus ve sahil bölgelerindeki rejim unsurları ve anlaşmalara imza atan eski subaylar ile ilgili zorluklar söz konusu. Kuzeydeki Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) geleceği konusunda da Türkiye ve ABD'nin rolleri nedeniyle dış boyutlu büyük bir soru işareti var. Hiçbir ilerleme sağlanamadan yapılan samimi müzakereler, arabulucuların yardımını gerektiriyor.

Silahların birleştirilmesi yolunda savaşlar yaşanmasını bekleyenler var ama ordunun kuruluşunu denetleyen bir askeri lider bana şunu söyledi: “Müzakere yoluyla bir anlaşmaya varma fırsatını kaçırmayacağız. Önce müzakere, sonra müzakere.”

Yedinci - İki paralel hat; yeni yönetim dış siyasi iletişim, iç askeri ve güvenlik reformları, yerli ve yabancı işadamlarıyla toplantılar yapmakla meşgul. Buna paralel olarak Ravda Kahvehanesi ve diğer forumlarda kültürel ve sivil bir aktivizm yaşanıyor. Bu iki hattın henüz birleşmediği aşikar. Yönetim, siyasetçiler, aydınlar ve sivil aktivistler arasında fikri, kültürel ve siyasi hiçbir toplantı henüz yapılmadı

Yurt içinde ve dışında bir şans verilmesi konusunda görüş birliği var. Önemli olan fırsatı hızlı bir şekilde değerlendirmektir. Önemli olan daha önceki fırsatların kaçırılması gibi bu fırsatın da kaçırılmamasıdır

Bunlar ilk izlenimler. Ancak pek çok zorluğa ve büyük soruya rağmen iki nokta ihtiyatlı bir iyimserlik uyandırıyor.

Birincisi; Suriyelilerin genel olarak kendi geleceklerinin kendilerine ait olduğu duygusu. Bir aydın bana şöyle dedi: “Esed yıllarından sonra Suriye’yi yeniden inşa etmek için tarihi bir fırsata sahibiz ve ona elimizden gelen her şeyi sunmalıyız.”

İkincisi; yeni yönetim, önceki rejimden farklı olarak halkın taleplerine karşılık veriyor. Kendine güveniyor, kararlarını revize ediyor ve çabuk öğreniyor. Kadınlar ile ilgili taleplerde bulunulduğunda bazı üst düzey görevlere kadınlar atandı. Ulusal Diyalog Konferansı'na dair bazı yorum ve eleştirilerde bulunulduğunda, konferans birkaç kez ertelendi; 29 Aralık'tan bu ayın 4'üne, sonra 30 Ocak'a, ardından gelecek ayın 15'ine, şimdi de gelecek ayın sonuna ertelendi. Dolayısıyla bir yetkilinin bana dediği gibi “Konferans, başarısı için gereken tüm koşullar sağlanana kadar düzenlenmeyecek.”

Yurt içinde ve dışında bir şans verilmesi ve fırsatın değerlendirilmesi konusunda bir görüş birliği var. Önemli olan fırsatı hızlı bir şekilde değerlendirmektir. Önemli olan, daha önceki fırsatların kaçırılması gibi bu fırsatın da kaçırılmaması, içeride ve dışarıda pusuda bekleyenlere fırsat tanınmamasıdır.

* Size Şam'dan yazıyorum: Merhum romancı Halid Halife'nin Suriye'nin başkenti Şam'dan el-Mecelle için yazdığı güzel bir makalenin başlığıdır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.