Moskova-Tahran anlaşmasının İranlılar arasındaki “kötü şöhretli” yankısı

Gözlemciler bu durumu, Dini Lider’in adamları tarafından daha önce verilen ve ülkenin Kafkasya'da geniş topraklar kaybetmesine neden olan tavizlere benzetiyor

Pezeşkiyan ve Putin Kremlin'de aralarında imzalanan Stratejik Ortaklık Anlaşması’nın birer kopyasını tutarken (AFP)
Pezeşkiyan ve Putin Kremlin'de aralarında imzalanan Stratejik Ortaklık Anlaşması’nın birer kopyasını tutarken (AFP)
TT

Moskova-Tahran anlaşmasının İranlılar arasındaki “kötü şöhretli” yankısı

Pezeşkiyan ve Putin Kremlin'de aralarında imzalanan Stratejik Ortaklık Anlaşması’nın birer kopyasını tutarken (AFP)
Pezeşkiyan ve Putin Kremlin'de aralarında imzalanan Stratejik Ortaklık Anlaşması’nın birer kopyasını tutarken (AFP)

İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, ABD’nin seçilmiş Başkanı Donald Trump'ın yemin ederek göreve başlamasına birkaç gün kala Moskova'ya yaptığı ziyaret sırasında, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile stratejik ortaklık anlaşması imzaladı.

Ekonomik, ticari, askeri, savunma ve güvenlik alanlarının yer aldığı geniş bir yelpazeyi kapsayan anlaşma, Moskova ve Tahran'ın uluslararası tecritten kurtulma ve kendilerine uygulanan yaptırımların şiddetini en aza indirme çabalarının da bir göstergesi oldu.

Pezeşkiyan, Putin ile görüşmesi sırasında İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney'in, bölge hükümetlerinin kendi işlerini yönetmeleri gerektiğini ve politikalarını uygulamak için uzak bölgelerden güç getirmeye gerek olmadığını, çünkü bunun bölgede kaosa yol açacağını söylediğini aktardı. Putin ise buna, İran ve Rusya arasındaki ikili ilişkilerin Hamaney'in gözlemleri ve yönetimi temelinde yürütüldüğünü vurgulayarak karşılık verdi.

Çok taraflı sistem

İki lider, Stratejik Ortaklık Anlaşması’nı imzaladıkları sırada Tahran ve Moskova arasındaki ilişkileri güçlendirmeye çalıştıklarını belirtti. Pezeşkiyan Putin'e, hükümetinin, böyle bir anlaşmanın uygulanmasının önündeki tüm engelleri kaldıracağı güvencesini verirken Putin, anlaşmanın Buşehr Nükleer Santrali’nin genişletilmesi ile enerji, ulaştırma ve ulaşım altyapısı alanlarını kapsadığını açıkladı.

Pezeşkiyan, Rusya'ya gelmeden önce Tacikistan'ı ziyaret etmişti. Bu ziyaret sırasında Hamaney, X hesabından yaptığı açıklamada, “Küresel gelişmelerin geleceği, Amerika'nın tecridine yol açacak çok taraflı bir sistemin yaratılmasını ve Asya'nın bilim, ekonomi, siyasi ve askeri yeteneklerin merkezi haline gelmesini vaat ediyor” ifadelerini kullandı. Hamaney, “Şiddet ve adaletsizliğe karşı direniş fikri genişleyecek” iddiasında bulundu.

Pezeşkiyan ve Putin Kremlin'de uzun basın toplantısı düzenlediler (AFP)Pezeşkiyan ve Putin Kremlin'de uzun basın toplantısı düzenlediler (AFP)

Aralarında İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi'nin de bulunduğu İranlı yetkililer, Rusya ile imzalanan stratejik ortaklık anlaşmasının aslında iki ülkenin 2010 yılında imzaladığı anlaşmanın güncellenmiş bir versiyonu olduğunu söylüyor.

Merhum İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, İran'da iktidara geldikten birkaç gün sonra Moskova'ya giderek Putin'le İran rejiminin Rusya için stratejik bir ortak olduğu konusunda güvence veren anlaşmayı bazı değişikliklerle canlandırmaya çalışmıştı.

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Bekayi, anlaşmanın yeni halinin 2024 yılından beri hazır olduğunu ve iki tarafın anlaşmayı imzalamak için doğru zamanı beklediğini söyledi.

Savunma angajmanları

Her iki taraf da anlaşmanın ‘ikili iş birliğini ve ilişkileri güçlendirmeyi’ amaçladığını iddia ederken gözlemciler, Moskova ve Tahran'ın mevcut siyasi konumlarını, uluslararası yaptırımlarla maruz kaldıkları izolasyonu ve anlaşmanın Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönüşüyle aynı zamana denk gelmesini dikkate aldıklarını düşünüyor.

Anlaşmanın imzalanmasına eşlik eden tutumlar ve özellikle İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney'in sosyal medyada paylaştığı mesajlar, anlaşmanın ticari ve ekonomik olmaktan çok güvenlik ve savunma amaçlı olduğunu gösteriyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Moskova ve Tahran arasında yapılan yeni anlaşmanın, iki ülkenin savunma angajmanlarını resmileştirdiğini açıkladı.

İran'ın Moskova Büyükelçisi Kazım Celali'ye göre anlaşma teknoloji, bilgi ve siber güvenlik, nükleer enerji alanında iş birliği, terörle mücadele, Hazar Denizi'nde bölgesel ve çevresel iş birliği, kara para aklama ve organize suçlar gibi çeşitli alanları kapsayan 47 madde içeriyor. Anlaşmada ayrıca askeri alanda eğitim ve ortak yenilikler de yer alıyor.

İranlı kaynaklar, anlaşmanın iki ülkenin kendilerine saldıranlara destek ya da yardım etmesini engelleyen ve topraklarının herhangi birine karşı düşmanca eylemlerde bulunmak için kullanılmasına izin vermelerini önleyen bir maddenin de olduğunu söyledi.

İki taraf, ABD de dahil olmak üzere yasadışı yaptırımlara karşı koyma ve uluslararası çevrelerde birbirlerini destekleme sözü verdi. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu madde, İran'a yönelik yaptırımların yeniden yürürlüğe girmesi halinde Rusya'yı zora sokabilir. Çünkü Moskova, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) daimî üyesi ve BMGK’nın kararlarını uygulamakla yükümlü.

Bu zorlu durum, Avrupa ülkeleri İran'a daha fazla yaptırım uygulayarak baskı yapma konusunda ‘tetiği çekme’ politikasına başladığında ortaya çıkabilir.

İran kamuoyu, Rusya ile İran arasındaki stratejik anlaşmanın Trump'ın yakında yemin ederek başkanlık görevine başlamasıyla eşzamanlı imzalanmasının, İran rejiminin devamlılığını ve ABD'nin seçilmiş Başkanı Trump’ın Tahran'a karşı uygulayabileceği artan baskı karşısında ayakta kalmasını amaçladığını düşünüyor.

Gözlemciler, İran rejiminin Batı'ya karşı düşmanlığı çerçevesinde Rusya’ya ve Çin'e özel imtiyazlar tanıdığını ve bu imtiyazların ‘yeni bir dünya düzeni kurma’ bahanesiyle yapıldığını söylüyor. Hamaney'in Rusça hesabından yaptığı paylaşım da bu iddiaları doğrular nitelikte.

İran ve Rusya arasında yapılan 20 yıllık anlaşma, özellikle de kamuoyu Kremlin ile ilişkilerde geçmişteki kötü deneyimleri hatırladığından, Tahran'ın Moskova'ya büyük tavizler verdiğine inanan İranlar tarafından yoğun şekilde eleştiriliyor. Bazı vatandaşlar bu anlaşmayı, İran'ın Kafkasya bölgesinde geniş topraklar kaybettiği Türkmençay Antlaşması ve Gülistan Anlaşması gibi anlaşmalara benzetiyor.



Afrika'daki stratejik boşlukta ABD’nin yaklaşımı

Buganda yakınlarında, Kongo'dan gelen ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı'nın (USAID) son yardımlarından gıda yardımı almayı bekleyen mültecilerle konuşan Burundi hükümet yetkilisi, 6 Mayıs 2025 (AFP)
Buganda yakınlarında, Kongo'dan gelen ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı'nın (USAID) son yardımlarından gıda yardımı almayı bekleyen mültecilerle konuşan Burundi hükümet yetkilisi, 6 Mayıs 2025 (AFP)
TT

Afrika'daki stratejik boşlukta ABD’nin yaklaşımı

Buganda yakınlarında, Kongo'dan gelen ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı'nın (USAID) son yardımlarından gıda yardımı almayı bekleyen mültecilerle konuşan Burundi hükümet yetkilisi, 6 Mayıs 2025 (AFP)
Buganda yakınlarında, Kongo'dan gelen ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı'nın (USAID) son yardımlarından gıda yardımı almayı bekleyen mültecilerle konuşan Burundi hükümet yetkilisi, 6 Mayıs 2025 (AFP)

Sergey Eledinov

ABD Başkanı Donald Trump'ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, 20 Ekim 2025 tarihinde ABD yönetiminin Cezayir ve Fas arasında arabuluculuk yaptığını ve iki ay içinde bir barış anlaşmasına varılmasını umduğunu açıkladı. Görünüşte bu, dikkat çekici ve belki de stratejik bir adım gibi görünüyordu. Ancak ne yazık ki bu açıklama, ABD'nin Afrika politikasındaki stratejik boşluğu ortaya çıkardı. Zira bu politikada, stratejinin yerini kolaylaştırma, eylemin yerini ise açıklamalar aldı.

Trump yönetiminin Afrika sahnesine çıkışı, gürültülü ‘mısır patlaması’ gibiydi. Bunu eski ABD Başkanı Joe Biden döneminin mirasını ortadan kaldırma girişimlerinin yol açtığı bir kargaşa dalgası izledi. Birçok program askıya alındı veya tamamen sonlandırıldı. Dışişleri Bakanlığı'nın Afrika bölümleri kısmen felç oldu ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı'nın (USAID) kıtadaki faaliyetleri fiilen donduruldu.

Ancak, USAID'in faaliyetlerinin askıya alınması tüm sonuçları ortadan kaldırmadı. USAID, kronik verimsizliğinin yanı sıra Afrika siyasi elitinin bazı kesimleri için verimli bir zemin haline geldi. Kurumları güçlendirmek yerine, yapısal hoşnutsuzluğu pekiştirdi. Bu da kağıt üzerinde yararlı görünen programlara rağmen, ABD’nin varlığına karşı derin ve kalıcı bir düşmanlık yarattı.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Washington’ın Afrika'ya yönelik yeni stratejisi, 2025 yılında birkaç sembolik dönüm noktasıyla şekillenmeye başladı. Önce geçtiğimiz haziran ayında Demokratik Kongo Cumhuriyeti ile Ruanda arasında imzalanan barış anlaşması, ardından temmuz ayında Atlantik Afrika ülkeleriyle yapılan mini zirve ve daha sonra ağustos ayında ABD Afrika Komutanlığı’nın (AFRICOM) yeniden yapılandırılması geldi. Bu stratejinin temel ilkeleri, ‘yardım yerine ticaret’, ‘güvenlik için kaynaklar’ ve ‘sadakat için yatırım’ gibi sloganlarla somutlaştırıldı. Bu gösterişli sloganlar iddialı, fakat boş sözler olmanın yanında ABD politikasını uzun süredir zayıflatan yapısal zayıflıkları ele almadan müdahaleyi yeniden ifade etmekten ibaretti.

Kongo'nun kuzeyinde silahlı çatışmalar yeniden başladı ve Washington’ın basına yaptığı açıklamalarda anlaşma sonrası yapıya ilişkin vaatleri giderek kayboldu.

ABD’nin Afrika için zaten bir stratejisi var. Bu strateji, ilk olarak 2020 yılında kabul edilen ve 2023 yılında Biden tarafından güncellenen ABD’nin Sahra Altı Afrika Stratejisi. Bu stratejinin 2025 yılındaki Trump versiyonu, yeni bir stratejiden çok ‘kozmetik dokunuşlar’ yapılan bir yenilenme ve pratik hiçbir içeriği olmayan, sadece yeniden yayınlanmış bir belgeden ibaret. Gerçekte de net hedefleri, pratik araçları veya gerçek koordinasyon mekanizmaları olmayan, ayrı ayrı açıklamalar, pilot projeler ve yerel programların bir araya getirilmesinden oluşan bir strateji.

‘Yatırım, garanti ve nüfuz’ kavramları, stratejik bir ilke olmaktan çok, bir ön pazarlama modeli gibi görünüyor. Trump yönetiminin 2025 yılında Angola'daki Lobito Koridoru için taahhüt ettiği 550 milyon dolar bile, önceki yönetimlerin mirasının bir devamı niteliğinde olsa da yeni fikirler yahut yenilikler içermeyen bir sürünceme olarak kalmaya devam ediyor.

ABD sistemi strateji oluşturma konusunda yetkinliğini korurken, bunları gerçeğe dönüştürme becerisini kaybetti ve kurumsal eylemlerin yerini görkemli açıklamalar aldı, bu da parlak bir strateji kisvesi altında pratik bir felce yol açtı. Bu durum, barışın bir yaklaşımdan ziyade bir anlaşma olarak ele alındığı karşılıklı barış örneği olan Trump'ın Kongo'da öncülük ettiği ‘anlaşmada’ açıkça görüldü. Anlaşma, sahada uygulanabilecek herhangi bir yürütme çerçevesi veya mekanizması olmadan kağıt üzerinde kaldı. Geçtiğimiz ekim ayına gelindiğinde, Kongo'nun kuzeyindeki silahlı çatışmalar başladı ve Washington’ın basına yaptığı açıklamalarda anlaşma sonrası yapıya ilişkin vaatleri giderek kayboldu.

ABD Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı (Pentagon) ve Amerikan iş çevrelerinden üst düzey yetkililer, bu yılın başlarından bu yana, Afrika başkentlerini ziyaret ederek buradaki muhataplarıyla görüşüyorlar. Bu ziyaretler, ABD’nin yeniden artan ilgisini coşkuyla aktaran manşetlere konu oldu, ancak somut sonuçların olmaması, bu ziyaretlerin büyük ölçüde sembolik olduğunu, sanki gezilerin kendisi arzu edilen hedef haline gelmiş gibi olduğunu gösterdi.

ABD’li kurumlar, ilk olarak hangi adımı atacakları konusunda belirsizlik yaşayan, ‘yengeç sendromu veya Humphrey Yasası’ olarak adlandırılabilecek bir durumla karşı karşıya. Kurumsal boşluklar, Büyükbaba Krylov'un yengeç, kuğu ve turna balığı hakkındaki masalını hatırlatıyor. Her iki taraf da ortak bir hedef doğrultusunda iş birliği yapmak yerine, göldeki balık ağını kendi yönlerine çekiyor. ABD Dışişleri Bakanlığı, bir kuğu gibi, dikkatini diplomasiye, ittifaklara, Çin ve Rusya ile rekabete ve değerlerini tanıtmaya odaklanırken AFRICOM, bir yengeç gibi, bazen diplomasiyle çelişen kararlı eylemlere yöneliyor. USAID, bir turna balığı gibi, risk ve potansiyel kayıplardan uzak, karlı yatırımlar arıyor. Bu üç kurum resmi olarak müttefik olsa da farklı mantıklar, dönemler ve idari kültürler doğrultusunda faaliyet gösteriyor.

Günümüzün Afrika elitleri teknokratik, küresel olarak birbirine bağlı ve Küresel Güney, Asya ve Ortadoğu'da hakim olan eğilimlerle uyumlu.

Temel sorun, Trump yönetiminin önceki yaklaşımdan uzaklaşmasına rağmen, Afrika'ya karşı kurumsal bir ilgisizlik yapısının derin köklerini miras almış olmasıdır. Bu bilişsel ve kavramsal çarpıklık, kıtayı aktif bir ortak olarak değil, etkilenmesi ve sömürülmesi gereken bir nesne olarak görüyor. Washington, her zamanki gibi, Afrika'yı ‘operasyonların kontrol edilmesi’ mantığına göre kontrol edilen topraklar topluluğu gibi görürken, Afrika siyaseti dağıtılmış egemenlik altında işliyor ve devletler farklı alanlar üzerinde giderek daha fazla kontrol sahibi oluyor. ABD güçlerinin Nijer'den çıkarılması, Afrika'nın artık dış kontrolüne tabi olmadığını teyit ediyor. Afrika, süper güçler arasındaki rekabeti kendi yararına kullanarak, topraklarında kimin hangi koşullarda bulunabileceğini belirliyor.

Bilişsel önyargının Amerikalıların algısını çarpıttığına şüphe yok. Afrika, gerçek haliyle değil, sadece bir kriz bölgesi, kaynak ve zenginlik deposu veya süper güçler arasındaki rekabet arenası olarak gören modası geçmiş yaygın algılar aracılığıyla görülüyor. Bu yanlış algı, gerçeklerle uyumlu stratejilerin önündeki bir engel. Araştırma merkezleri ve düşünce kuruluşları, paydaşların çıktılarını küçümsemesi ve bilginin anlamlı stratejilere dönüştürülememesi nedeniyle genellikle etkisiz kalıyor. Bunun yerine, bu bilgiler, Yunan mitolojisinde kendisine konuk olan yolcuların boylarını yatağa uydurmak için kol ve bacaklarını çekip uzatan ya da kırıp kısaltan sadist ruhlu dev Procrustes'in yatağını akla getiren bazı yanlış algılar  altında, herkesin kendine özgü özelliklerine bakılmaksızın uygulanan keyfi yaklaşımlara dönüştürdü.

zxdfr
Batı Sahra'daki Laayoune şehrinin girişi, 6 Kasım (AFP)

Bu bilişsel körlük, uygulamada açıkça görülmektedir. Washington, silahlı çatışmalar veya insani felaketler gibi krizlerde müdahale ederek dış arabulucu rolünü sürdürüyor. Bu yaklaşım, sahada ‘güvenlik balonlarının’ oluşmasına neden oluyor. Bu balonlar, yönetim ve kontrol altında olan, ulusal ekonomilerden ve kurumlardan izole edilmiş, iç gelişme olmaksızın dış kontrol modelleri olarak işlev gören istikrarlı bölgeler.

ABD politikası, müzakere platformları oluşturmak, diyaloglar düzenlemek, süreçleri izlemek ve resmi destek sağlamak gibi yollarla işleri daha fazla kolaylaştırma yönünde ilerliyor. Washington, yatırım yapmadan etki yaratmaya ve sorumluluk almadan süreci yönlendirmeye çalışıyor. Bu, taahhütte bulunmadan ‘oyunda’ kalmasını sağlayan uygun bir alternatif strateji. Ancak, özellikle Afrika'daki kargaşa göz önüne alındığında, ABD'nin etkisi veya nüfuzu olmayan süreçleri kolaylaştırmak neredeyse imkansız.

Temel olarak yetenek ve niyetten yoksun olan bu yaklaşım, beyan niteliğindeki açıklamalar ve girişimlerle birleştiğinde, gereksiz ve ters etki yaratır. Afrika, dışardan gelen bir arabulucu veya kriz yöneticisi değil, sorunları çözebilecek stratejik bir ortağa ihtiyaç duyuyor.

Günümüzün Afrika elitleri teknokratik, küresel olarak birbirine bağlı ve Küresel Güney, Asya ve Ortadoğu'da hakim olan eğilimlerle uyumlu. Resmi anlatıların kabul ettiğinden daha fazla ve daha derin bir şekilde görüyor ve anlıyorlar. ABD’nin ortaklık söyleminin arkasında, kalkınma yükünü paylaşma konusunda hissedilir bir isteksizlik yatıyor.

Tüm bunların bir sonucu olarak, Afrika hükümetleri genellikle Washington'ın hoşgörülü ve kolaylaştırıcı yaklaşımını meşruiyet, geçici garantiler ve siyasi alan kazanmak için kullanırken, aynı zamanda Afrika'nın ABD'nin öncelikler hiyerarşisindeki konumunun gerilemesi konusunda uyarı sinyalleri gönderiyorlar.

Beyaz Saray yaklaşımını değiştirmedikçe, ABD nüfuzunu giderek yitirdiği bir kıtada dışlanmış bir ülke olarak kalmaya devam edecek.

ABD, 1990'lı yıllarda ve 2000'li yılların başlarında burslar, teknoloji ve start-up'lar aracılığıyla Afrika için ‘dünyaya açılımın’ sembolü ve geleceğe açılan kapısıydı. Bugün, geleneksel olarak ABD ile müttefik olan ülkeler bile (Kenya, Nijerya, Gana ve Senegal gibi) Çin, Rusya ve Körfez ülkeleriyle ilişkilerini çeşitlendirmeye ve derinleştirmeye çalışıyor. Afrika artık Washington'ı istikrarın tek garantörü olarak görmüyor. Artık bu rol, daha görünür ve somut bir angajman ve katılım sunan aktörler tarafından üstlenildi.

dsvd
ABD Başkanı Donald Trump'ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, Miami'deki Amerikan İş Forumu'nda konuşurken, 6 Kasım 2025 (AFP)

Çin'in kapsamlı ekonomik genişlemesi, Türkiye'nin insani, ticari ve askeri-teknik iş birliğini birleştiren esnek yaklaşımı, Körfez devletlerinin yatırımları ve İslami bankacılık hizmetleri ile Rusya'nın güvenlik ihracatı, Afrika'da somut gerçeklikler olmanın yanında ihtiyaç duyulan, sofistike ve büyüyen unsurlar. Öte yandan Washington'ın girişimleri, varlığını taklit eden, ancak somut stratejik angajmandan yoksun, gürültülü bir medya gösterisinden, bir bilgi bombardımanından ibaret.

Beyaz Saray yaklaşımını değiştirmedikçe, ABD nüfuzunu giderek yitirdiği bir kıtada dışlanmış bir ülke olarak kalmaya devam edecek ve Donald Trump’ın hiçbir garanti olmadan ilk adımı atması için Albert Camus'nün dediği gibi bir inanç sıçraması ve gerçek cesarete ihtiyacı olacak. Bu da ABD'nin Afrika politikasını yeniden düşünmek, yanlış algıları gidermek ve uygulanabilir mekanizmalar ve araçlar oluşturmak anlamına geliyor.

Burada birden fazla cevabı olan bir soru yanıt bekliyor: ABD dış politikasının önceliği bu mu?


İslamabad'da mahkeme binası önünde intihar bombası saldırısı: En az 12 kişi hayatını kaybetti

Pakistan'ın Multan kentinde bir tankerin patlamasının ardından yanmış bir arabayı inceleyen itfaiyeci (Arşiv – AFP)
Pakistan'ın Multan kentinde bir tankerin patlamasının ardından yanmış bir arabayı inceleyen itfaiyeci (Arşiv – AFP)
TT

İslamabad'da mahkeme binası önünde intihar bombası saldırısı: En az 12 kişi hayatını kaybetti

Pakistan'ın Multan kentinde bir tankerin patlamasının ardından yanmış bir arabayı inceleyen itfaiyeci (Arşiv – AFP)
Pakistan'ın Multan kentinde bir tankerin patlamasının ardından yanmış bir arabayı inceleyen itfaiyeci (Arşiv – AFP)

Pakistan İçişleri Bakanı bugün, başkent İslamabad'daki bir mahkeme binası yakınında meydana gelen intihar saldırısında en az 12 kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı.

Patlama, İslamabad'daki bir mahkeme binasının yakınında meydana geldi. Avukat Rüstem Malik, patlamadan sonra AFP'ye verdiği demeçte, “Arabamı park edip mahkeme binasına girerken kapıda bir patlama sesi duydum” dedi.

AFP’nin röportaj yaptığı tanıklardan biri olan Malik, “Tam bir kaos ortamıydı. Avukatlar ve insanlar sağa sola koşmaya başladı. Kapıda iki ceset vardı ve birkaç araba yanıyordu” ifadelerini kullandı.

Diğer yandan Pakistan güvenlik güçleri, Pakistan Talibanı (Tehrik-i-Taliban Pakistan) militanlarının Pakistan'ın Hayber Pahtunhva eyaletindeki bir askeri okulda öğrencileri kaçırma girişimini engelledi. Polis bugün yaptığı açıklamada, bir intihar bombacısının arabayla bombalı saldırı düzenlediğini ve beş militanın da okula yöneldiğini söyledi.

Saldırı dün akşam, intihar bombacısının Afganistan sınırına yakın Hayber Pahtunhva eyaletinin Vana kentindeki bir askeri okula saldırmaya çalışmasıyla başladı. Bu bölge, birkaç yıl öncesine kadar Pakistan Talibanı, El Kaide ve diğer yabancı militanların üssüydü.

Yerel polis şefi Alamgir Mahsud, Pakistan güçlerinin dün akşam iki silahlı saldırganı öldürdüğünü, diğer üçünün ise askeri okula girmeyi başardığını, ancak idari binada mahsur kaldıklarını bildirdi.

Mahsud, yaptığı açıklamada, “Tüm öğrenciler, öğretmenler ve personel güvende” dedi. Mahsud, askeri okulda konuşlu güvenlik güçlerinin saldırganların ana binaya ulaşmasını engellediğini belirtti. Mahsud’a göre, bomba yüklü araçla düzenlenen büyük çaplı intihar saldırısı, askeri okula yakın çok sayıda evde ağır hasara yol açtı ve en az 16 sivilin yaralanmasına neden oldu. Mahsud, çatışmada bazı askerlerin de yaralandığını ifade ederek, operasyonun tamamlanmasının ardından daha fazla bilginin paylaşılacağını söyledi.

Pakistan ordusu dün yaptığı açıklamada, saldırının ‘el-Havaric’ tarafından gerçekleştirildiğini duyurdu. El-Havaric terimi, hükümet tarafından yasaklanmış Tehrik-i-Taliban Pakistan hareketinin üyeleri için kullanılıyor. Bu hareket, ABD ve Birleşmiş Milletler (BM) tarafından terör örgütü olarak sınıflandırılıyor.


İran, Irak seçimlerinin sonuçlarına ‘her ne olursa olsun’ saygı duyacağını açıkladı

Iraklı bir seçmen, Irak'ın güneyindeki Zikar vilayetinin Nasıriye kentindeki bir sandıkta oy kullanıyor. (AFP)
Iraklı bir seçmen, Irak'ın güneyindeki Zikar vilayetinin Nasıriye kentindeki bir sandıkta oy kullanıyor. (AFP)
TT

İran, Irak seçimlerinin sonuçlarına ‘her ne olursa olsun’ saygı duyacağını açıkladı

Iraklı bir seçmen, Irak'ın güneyindeki Zikar vilayetinin Nasıriye kentindeki bir sandıkta oy kullanıyor. (AFP)
Iraklı bir seçmen, Irak'ın güneyindeki Zikar vilayetinin Nasıriye kentindeki bir sandıkta oy kullanıyor. (AFP)

İran’ın Irak Büyükelçisi Muhammed Kazım Al Sadık bugün yaptığı açıklamada, ülkesinin ‘Irak’taki altıncı dönem parlamento seçimlerinden çıkacak her sonucu destekleyeceğini ve buna saygı göstereceğini’ belirtti. Al Sadık, iki ülke arasındaki ilişkilerin derinliğine vurgu yaptı.

İran’ın ISNA haber ajansına konuşan Al Sadık, mevcut seçimlerin ‘ülkenin gelecekteki cumhurbaşkanını, meclis başkanını ve başbakanını belirleyeceği için son derece önemli’ olduğunu söyledi.

Seçim sürecinin ‘yasal süreler içinde tamamlanmasını’ temenni eden Al Sadık, “Biz Irak halkının iradesine saygı duyuyoruz. Seçimlerden çıkacak her türlü sonucu İran olarak destekleyeceğiz” dedi.

Al Sadık, Tahran ile Bağdat arasındaki ilişkilerin derin ve kapsamlı olduğunu belirterek, “Yeni Irak hükümetinin bu ikili iş birliği ivmesini sürdürmesini umuyoruz” ifadesini kullandı.