Yeni diktatörlüğün önderi Elon Musk

Felsefe, müzik, edebiyat ve bilim ülkesi Almanya, kendisi ve siyasi seçkinleriyle alay eden tweetleri karşısında sessiz kalıyor

Musk liderliğindeki modernist diktatörlük, paranın diğer tüm otoriteler üzerindeki otoritesidir (Reuters)
Musk liderliğindeki modernist diktatörlük, paranın diğer tüm otoriteler üzerindeki otoritesidir (Reuters)
TT

Yeni diktatörlüğün önderi Elon Musk

Musk liderliğindeki modernist diktatörlük, paranın diğer tüm otoriteler üzerindeki otoritesidir (Reuters)
Musk liderliğindeki modernist diktatörlük, paranın diğer tüm otoriteler üzerindeki otoritesidir (Reuters)

Emin Zavi

“Bu toprak üzerinde her şey müşterektir, her şey satın alınır veya müsadere edilir.” Üçüncü binyılın ikinci çeyreğindeki ABD'nin, Elon Musk ABD’sinin yeni diktatörlüğünün dayandığı teori budur.

Kıtalararası ve dahası gezegenler arası yeni bir diktatörlüğün kuruluşuna tanık oluyoruz. Bu diktatörlüğün önderi belki de Donald Trump değil, paraya ve finansal sembollere ek olarak tuhaf bir mizaca sahip olan Elon Musk'tır.

Eğer diktatörlük, siyaset ve ekonomi derslerinde öğrendiğimiz gibi bir kişinin iktidara, bir halkın ya da ülkenin kaderine hakim olması ise Musk bu teoriyi değiştirmeye ve müjdelediği modernist diktatörlüğün sınırları olmayan bir diktatörlük olduğunu söylemeye geldi. Bu, baskısının her yerde hissedilebileceği, hangi siyasi sınıftan, coğrafyadan, ülkeden, dilden, kültürden ve dinden olursa olsun tüm insanların hayatlarında onun varlığını hissedebilecekleri bir diktatörlüktür.

Musk'ın liderliğini yaptığı modernist diktatörlük, paranın diğer tüm güçler üzerindeki otoritesidir. Burada dinin otoritesi yoktur, vatanseverliğin ya da coğrafyanın da otoritesi yoktur. Para herkesi ezip geçmektedir. Hiç kimse ona karşı çıkamaz, itiraz edemez.

Modernist diktatörlüğü, medyayı ve iletişimi kontrol eden yönetmektedir ve o cennet ile cehennemi yaratma gücüne sahiptir. İnsanların cennete mi yoksa cehenneme mi gideceğini seçen Tanrı değil, şunu buna, bunu şuna gönderen yalnızca Musk'tır.

Modernist diktatörlük, paranın ve tüm çılgın olasılıklara açık yapay zekayla donanmış dijital medyanın gücü aracılığıyla, ulusların geleceğini Musk'ın “ruh halinin” arzuladığı şekilde oluşturma kudretini kendisine bahşediyor. Dünyanın yarın ihtiyaç duyacağı partileri belirleyen odur. Dünyanın her yerindeki partilere başarılı ya da başarısız damgasını vuran, dünyanın yarın ve öbür gün sahip olacağı coğrafi sınırları belirleyen de odur.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Modernist diktatörlüğün önderi, insanlığın gelecek ufuklarını, ekonomik, bilimsel, politik, dilsel ve kültürel ufuklarını kendi arzularına göre çizen kişidir.

Musk’ın dininden başka din yoktur, teknolojik diktatörlük buna inanır!

Elon Musk'ın önderliği, taşıdığı kaos, şiddet, adaletsizlik, yok oluş ve yok etme işaretlerine rağmen gerçek anlamda bir direnişle karşılaşmıyor. Aydınlanma, yapısöküm, doğum, varoluş ve hiçlik felsefelerini müjdelemeye devam eden Batı, Musk'ın kendi mizacına, genele muhalif düşüncelerine ve aşırı hırslarına göre kendisine çizdiği kaderine sessiz bir şekilde teslim olmuş durumda.

Felsefe ülkesi, müzik, edebiyat ve bilim ülkesi Almanya, Musk'ın kendisiyle ve siyasi seçkinleriyle alay eden tweetleri karşısında sessiz kalıyor. Modernist diktatörlüğün önderi Musk'ın gözünde eski Avrupa, doğal, askeri ve ekonomik yok oluşa açık, küçük bir “köy”den başka bir şey değil. ABD'nin mandası olmaktan ibaret ve eğer Musk'ın medyatik ve mali otoritesinin onayıyla ABD onun üzerinden elini çekerse, bir kartopu gibi küçülecek ve eriyecektir.

Büyük bir orduyla sefere çıkıp bir kabileye, mahalleye, köye, hatta şehre saldıran Arap veya üçüncü dünya diktatörlerinin dönemi sona erdi. Bunlar, Güney'in bazı ülkelerinde, Afrika'da, Ortadoğu'da ve Uzakdoğu'da hâlâ var olsa da artık geçmişte kalan, tarih olmuş uygulamalardır. Diktatörce baskı yöntemleri değişti.

Kuzey Kore liderinin askeri diktatörlüğü, teokratik Taliban diktatörlüğü ya da Saddam'ın kimyasal diktatörlüğü, dünyayı kan dökmeden boyunduruk altına alan Musk diktatörlüğü karşısında bölgesel bir oyun gibi görünüyor. Musk diktatörlüğü insan kanı değil, erdemlerin, onurun ve bağımsızlığın, insan özgürlüğünün kanı dökülerek kuruldu. Herkesin direnmeden teslim olmasıyla ve 21. yüzyıla ait halkların ve siyasi sınıfların klasik savaşlar olmadan boyun eğdirilmesiyle inşa edildi.

Modernist diktatörlüğün önderi Musk’ın hırsları, dünyayı tek başına kontrol etme ile sınırlı değil. Aksine dünya gezegeninin ötesinde, Mars gibi diğer gezegenlere de el atmayı düşünüyor. Gökyüzüne bakıyor ve krallığı ile asasını hayal gücünün en uzak noktasına kadar genişletmenin hayalini kuruyor. Hiçbir caydırıcılık ve engelle karşılaşmadan Uzayı Keşfetme Vakfı’nı kurdu. Burada keşif ile kastedilen elbette uzay bilimlerinin geçmişte hayal ettiği gibi insanlığın mutluluğu için yapılan keşifler değil. Aksine, uzaya sahip olmak ve küresel ısınma ve kirlilikten ölmekte olan bu dünyada insanı kuşatmak.

Musk, uzay araştırmaları için özel bir üs kuruyor ve buradan araçlarını denetime tabi olmadan Mars'a gönderiyor. Kendini evrenin küçük bir tanrısına dönüştürdü, orada istediği gibi davranıyor ve parası ile hayallerinin kendisini götürebileceği yere kadar gitmek istiyor.

Bir Arap, Latin Amerikalı veya Afrikalı diktatörün imajı, iktidarı tekeline alan, kılıcı, kurşunları ve yasaları ile yerel muhaliflerini ve halkını kontrolü altına alan askeri bir kişiliğin özelliklerini taşıyordu. Bu askeri diktatöre karşı çıkan, kimi zaman bastırılan, kimi zaman da onu uzaklaştırmayı ya da devirmeyi başaran direnişler vardı. Bazen de onun yerine başka bir kılıkta başka bir diktatör gelir ve durum pek değişmezdi. Zaman geçtikçe ve içi boş, ahlâk ve insani değerlerden yoksun bilimin gelişmesiyle birlikte diktatör bir kuruma dönüştü. Kurumlar artık bireysel diktatörün gücünü temsil eden bir dizi baskıcı değere sahip.

Şimdi ise artık diktatörlüğün sınırları yok, tek bir halkı yok ve tek bir gökyüzü altında değil. Diktatör, Musk'ın kişiliğinde somutlaştığı şekliyle artık evrensel bir diktatör. Gücünü coğrafya, dil ve din değil, para, iletişim gücü ve yapay zeka belirliyor. Bireyden ve kurumdan daha büyük hale geldi, sınırları olmayan küresel bir olguya dönüştü.

Dünya ahlâkı kaybetti, felsefe para karşısında gücünü yitirdi, dinler de para karşısında mağlup oldu. Müminlere vaat edilen cennet, Musk’ın cennetleri ve yeni bir ahlâk yaratan medyası önünde yandı. Musk kontrolsüz yapay zeka ve vahşi teknolojinin ustası olduğu yeni sömürgeleştirmeye ve liderliğe boyun eğmeye hazır içi boş bir insan üretiyor.

Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanında insanların uğruna sık sık mücadele ettiği demokrasinin ölümüne tanık oluyoruz. Teknolojinin güçlendiği, insanı yavaş yavaş köleleştiren yapay zekanın yaygınlaştığı bir dönemde demokrasinin ölümüne tanık oluyoruz. Tarihin başlangıcında tanık olunan ilk ve belki de ondan daha vahşi bir köleliğe geri dönüş ile ​​karşı karşıyayız.



İsrail Gazze'ye yönelik bombardımanını yoğunlaştırarak yerinden edilme krizini daha da ağırlaştırıyor

Gazze kenti sakinleri, dün İsrail ordusunun tahliye emirleri üzerine güneye doğru kaçarken (Reuters)
Gazze kenti sakinleri, dün İsrail ordusunun tahliye emirleri üzerine güneye doğru kaçarken (Reuters)
TT

İsrail Gazze'ye yönelik bombardımanını yoğunlaştırarak yerinden edilme krizini daha da ağırlaştırıyor

Gazze kenti sakinleri, dün İsrail ordusunun tahliye emirleri üzerine güneye doğru kaçarken (Reuters)
Gazze kenti sakinleri, dün İsrail ordusunun tahliye emirleri üzerine güneye doğru kaçarken (Reuters)

İsrail güçleri dün Gazze Şeridi’nin Gazze kentindeki yüksek katlı konut binalarına ve sığınaklara yönelik saldırılarını yoğunlaştırarak, yerinden edilme krizini daha da şiddetlendirirken şehir sakinlerini Gazze Şeridi’nin güneyine kaçmaya zorladı. Bu olay, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun İsrail'e gelişiyle eş zamanlı gerçekleşti. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Rubio’nun ziyaretini ‘İsrail-ABD ittifakının gücünün teyidi’ olarak nitelendirdi.

İsrail ordusu son dört günde Gazze kentinde Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansına (UNRWA) bağlı dördü okul olmak üzere altıdan fazla sığınağı bombaladı. İsrail ordusu dün, şehrin batısındaki İslam Üniversitesi'nin içindeki binaları da hedef aldı. Bu binalarda binlerce yerinden edilmiş kişi barınıyordu.

İsrail’in bombardımanları sonucu sığınakların neredeyse tamamen yıkılmasının ardından sığınaklarda yaşayanların çoğu zorla yerinden edildi. Birçoğu güneye kaçmaya karar verirken, kalacak yer bulamayan bazı aileler sığınaktaki kısmi yıkıntıları temizlemek ve yaşamak için küçük geçici çadırlar kurmak zorunda kaldı.

Gazze Şeridi'nin çeşitli bölgelerinde hava saldırıları devam etti ve dün şafaktan bu yana 33'ü sadece Gazze kentinde olmak üzere 50'den fazla Filistinli öldü. Son 24 saatte, Gazze Şeridi'ndeki hastanelerde açlık ve yetersiz beslenme nedeniyle iki kişinin hayatını kaybettiği bildirildi. Böylece açlık ve yetersiz beslenme nedeniyle ölenlerin sayısı 145'i çocuk olmak üzere 422'ye ulaştı.


Sudan'da İslamcıları nasıl bir gelecek bekliyor?

Nafi Ali Nafi'nin konuşması, feshedilen Ulusal Kongre Partisi'nin derin bir iç muhalefet krizi yaşadığı bir döneme denk geldi (AFP)
Nafi Ali Nafi'nin konuşması, feshedilen Ulusal Kongre Partisi'nin derin bir iç muhalefet krizi yaşadığı bir döneme denk geldi (AFP)
TT

Sudan'da İslamcıları nasıl bir gelecek bekliyor?

Nafi Ali Nafi'nin konuşması, feshedilen Ulusal Kongre Partisi'nin derin bir iç muhalefet krizi yaşadığı bir döneme denk geldi (AFP)
Nafi Ali Nafi'nin konuşması, feshedilen Ulusal Kongre Partisi'nin derin bir iç muhalefet krizi yaşadığı bir döneme denk geldi (AFP)

Amani el-Tavil

Sudan Ulusal İslam Cephesi liderlerinden ve eski cumhurbaşkanı Beşir'in yardımcısı Nafi Ali Nafi'nin konuşması, 2019'a kadar iktidarda olan ve şu anda geniş İslami Hareket çatısı altında toplanan Sudanlı İslamcıların bir kesimini oluşturan, Sudan Ulusal Kongre Partisi içindeki krizin derinliğini yansıtıyordu. Nafi’nin konuşması, ne ideolojik ve siyasi bir hareket olarak kendileri ne de her kesimden Sudanlı bir belirsizlik örtüsü altında dünyanın dört bir yanına mülteci olarak dağılmışken, iki yıldan fazla bir süredir uçurumun kenarında yaşayan Sudan için henüz tanımlanmamış bir geleceğe doğru son bir sıçrama girişimi olabilir.

 

Öncelikle, Nafi Ali Nafi'nin konuşmasının, feshedilen Ulusal Kongre Partisi'nin derin bir iç muhalefet krizi yaşadığı bir döneme denk geldiğini belirtelim. Partinin önemli bir kesimi, partinin geleceğini, bu aşamadaki araçlarının geçerliliğini belirlemek için bir Şura Konseyi toplanmasını talep ediyor. Söz konusu kesim her şeyden önce, Sudan'daki tüm siyasal İslam deneyinin başarısızlığına önemli katkısını göz önüne alarak, partinin mevcut liderliğinin meşruiyetinin değerlendirilmesini de talep ediyor. Zira Ulusal Kongre Partisi, bölgesel düzeyde başka İslamcı partilerin elde edemediği bir fırsat elde edip iktidarı ele geçirerek, tam 30 yıl boyunca iktidarını sürdürdü.

Bu kriz, Nafi Ali Nafi'nin konuşmasına hem özellikleri hem de içeriğiyle yansıdı ve çeşitli noktalarda kendini gösterdi. Bu noktalardan biri de, Sudan ve bölgede, özellikle Müslüman Kardeşler başta olmak üzere, siyasi İslam akımına karşı tutumda yaşanan değişimlerin niteliğinin, parti liderliği tarafından anlaşılmamış olmasıdır. Nafi konuşmasında Ulusal İslami Cephe ile aynı tarihsel ideolojik konumdan yola çıkarak, bu deneyin başarısızlığını ve Sudan halkı tarafından iki kez reddedilmesiyle siyasi ve düşünsel meşruiyetinin çökmüş olduğunu tamamen göz ardı etti. Sudan halkı ilk kez 2013'teki geniş çaplı ayaklanma, ikinci olarak da 2018'deki tam ölçekli devrim ile bu deneyi reddettiğini gösterdi.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Nafi konuşmasında, iki yol arasında ayrım yapmak için bir mekanizma olarak kutuplaşmaya dayandı. Partisinin, Sudan kaynaklarını kontrol etmeyi amaçlayan Batılı-Siyonist Haçlı projesine karşı koyan en milliyetçi yol olduğunu iddia etti. Hem de hareketi ve partisi, son otuz yıldır halkın değil, örgütün çıkarı için Sudan kaynaklarını yağmalamakla suçlanırken. Bu suçlama, Sudan Başsavcılığı'nın raporları ve Tijani Abdulkadir'in İslami dini hareketine ve benimsediği yozlaşmış mali uygulamaların doğasına karşı eleştirel bir duruş sergileyip, öne sürdüğü deliller ile kanıtlanmıştı.

Nafi, gerçekçilik için gerekli koşullardan yoksun olabilecek bir çabayla, partinin kalan tabanını korumak için bu kutuplaştırıcı söylemi kullandı. Gerçekçilikten yoksun dedik çünkü Sudan ve Arap kamuoyları artık komplo teorileri ve dış güçler tarafından hedef alınma fikrine ilgi duymuyor. Herhangi bir ülkenin kaderini şekillendirmede iç siyasi bileşenin rolünün daha fazla farkına vardılar; yeter ki bu bileşen, genel ulusal çıkarı fikri nitelikteki ideolojik pratiğin ve operasyonel boyuttaki siyasi pratiğin temel belirleyicisi olarak ele alan sağlam mekanizmalara ve gerçekçi fikirlere bağlı kalsın.

Nafi ayrıca, bir tür belirsizlik ve karartma uygulamaya çalıştı ve bunun, kendisinin, partisinin ve belki de akımının, savaştan sonraki gün Sudan siyasi denklemlerinde önemli bir taviz vermeden yeniden konumlanmalarını sağlayacağını düşündü. Bu konuda mevcut savaşta geniş İslamcı akımın üyelerinin muharebelerde gösterdiği performansa güveniyordu. Sudan ordusunun, müttefiklerinin ve düşmanlarının sahip olmadığı bölgesel ve uluslararası meşruiyete sahip olması nedeniyle, tüm sorunlarına ve karşılaştığı zorluklara rağmen Sudan'ın iç ritmini kontrol edebilecek güç olduğu gerçeğini ise göz ardı etti.

Nafi, partisi ile hareketinin Sudan'daki değişimi engellemeyi başarmış olsalar da, artık alıştıkları ve aşina oldukları devletin tüm dizginlerini ellerinde tutmadıklarını, tam aksine, önemli zorluklar şemsiyesi altında artık devletin sadece bir bölümünü kontrol ettiklerini de görmezden geldi. Nitekim bu savaşta zafer kazanılsa bile, bu zafer, Sudan'ın eski ihtişamına dönmesi anlamına gelmiyor. Gayrıresmi aktörler artık güçlerini ve geleneksel derin devlet adı verilen otoriteyi reddetme veya ona direnme yeteneklerini takviye eden ek ekonomik ve muharebe araçlarına sahip.

Nafi'nin son konuşmasında yaptığı değişiklikler oldukça sınırlıydı. “Medeniyet projesi” terimini, “istikrar projesi” olarak adlandırdığı kavramla değiştirdi, istikrarın fikri ve siyasi kutuplaşma pratiğiyle değil, Sudan denkleminde diğer siyasi güçlerin varlığını kabul etmek ve tanımak anlamına gelen ulusal mutabakatla tanımlandığı gerçeğini göz ardı etti. Zira Nafi'nin temsil ettiği Ulusal Kongre Partisi, geçiş döneminde herhangi bir şeyin dışında tutulmuştu ve tutulmaya da devam ediliyor. Bu, siyasi sistemi Sudan İslamcılarının sembolü olan cumhurbaşkanı Beşir’in iktidarına karşı çıkan geniş bir halk kesiminin kendisini reddettiğini ifadesiydi.

Dolayısıyla, Nafi, Harun ve Karti'nin söylemleri ve Ulusal Kongre Partisi, şu anda her düzeyde gerçek varoluşsal zorluklarla karşı karşıya bulunuyor. Fikri düzeyde, meşruiyet, kimlik ve liderlik krizi yaşıyor. Siyasi düzeyde, marjinalleşme ve halk meşruiyetini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Örgütsel düzeyde ise bölünmelerden muzdarip. Ayrıca, bazı figürleri ve liderleri hakkında uluslararası ve bölgesel yasal kovuşturma olasılığıyla da karşı karşıya. Bu olasılık, ister yerel ister uluslararası olsun, partinin figürlerine yönelik yolsuzluk ve insan hakları ihlalleri suçlamaları sebebiyle daha sonraki bir aşamada gündeme gelebilir.

Bu birleşik zorluklar, Nafi'nin iddialarının aksine, özellikle Sudan'daki devam eden siyasi dönüşümler ve partinin mirasının toplumda yaygın olarak reddedilmesi ışığında, partinin geleceğini ciddi şekilde şüpheli hale getiriyor.

Bölgesel ve uluslararası düzeylerde, Ulusal Kongre Partisi'ndeki siyasi tezahürleriyle Sudan İslam Hareketi'ni örgütlü bir terörist yapı olarak sınıflandırmaya çalışan eğilimler bulunuyor. Bu eğilimlerin kaynağında, Beşir yönetimi altındaki faaliyetlerinin, özellikle de Darfur'daki faaliyetlerinin doğası, mevcut savaşta bazı üyelerinin uygulamaları yatıyor. Doğal olarak, Arap bölgesel güçler de bu eğilime katkıda bulunuyor. Bu bağlamda, şu anda önerilen senaryolar birkaç süreç şeklinde belirginleşebilir.

Birinci senaryo, özellikle Ahmed Harun, Ali Karti ve en son Nafi Ali Nafi'nin söylemleri ışığında, yerel reddetme, bölgesel ve uluslararası baskılar nedeniyle İslamcıların Sudan'da gelecekteki yönetim yapılarından tamamen siyasi olarak dışlanmasıdır. İkinci senaryo ise terör örgütü olarak sınıflandırılmasıdır. Grubun resmi olarak terör örgütü olarak tanımlanması olasılığı, ABD Kongresi'nde Müslüman Kardeşler hakkında devam eden tartışmaların da kanıtladığı gibi, hareketin hayatta kalması konusunda kendisi için büyük bir endişe oluşturmaktadır.

Üçüncü senaryo, Sudan İslami Hareketi'nin devam edebileceğini öne sürüyor, ancak bunun bazı koşullara bağlı olduğuna işaret ediyor. Bunlardan en önemlileri şunlar; birincisi, devam eden değişikliklerin, özellikle de Sudan ordusunun İslami Hareket'in ideolojik ve politik projesine dahil olma potansiyelinin zayıflığıyla ilgili değişikliklerin doğasının kabul edilmesidir. Nedeni de buna karşı karşı bölgesel ve uluslararası bir direniş bulunması ve hareketin derin iç krizleri nedeniyle bu direnişle yüzleşemeyecek olmasıdır.

İkinci koşul, ideolojik ve politik düzeylerde gerçek ve ciddi bir yeniden konumlandırmanın gerekliliği, hareketin ve liderlerinin yaşanan başarısızlıktaki sorumluluğunun kapsamının kabul edilmesidir. Hareketin yanlışlarının kınanması ve hatta Sudan halkından özür dilemesi elzemdir. En önemli sorumluluğu da, Beşir rejimini korumak amacıyla Sudan Silahlı Kuvvetleri pahasına Hızlı Destek Kuvvetleri'ni kurmasıdır.

Üçüncüsü, ötekini kabul etmek ve onunla birlikte yaşamak, yani mutlak güç ideolojisini ve mekanizmalarını reddetmek, Aralık Devrimi'nde ortaya çıkan tüm tezahürleriyle Sudan siyasi güçleriyle ortak bir zemin oluşturmaktır. Bu, Sudan ulusal mutabakatı için bir yuvarlak masanın kurulmasının yolunu açacaktır. Nafi'nin Haçlı-Siyonist projesi olarak adlandırdığı şeyi yenmenin tek yolu budur; Sudan ve Sudanlıları birleştirecek gelecekteki bir projeye karşı popülist sloganlar, seferberlik çağrıları ve kışkırtmalar değil.


İki Devletli çözüme yönelik bir yol haritası: New York Deklarasyonu’nu özel kılan ne?

New York Bildirisi 142 ülkenin desteğini aldı (BM internet sitesi)
New York Bildirisi 142 ülkenin desteğini aldı (BM internet sitesi)
TT

İki Devletli çözüme yönelik bir yol haritası: New York Deklarasyonu’nu özel kılan ne?

New York Bildirisi 142 ülkenin desteğini aldı (BM internet sitesi)
New York Bildirisi 142 ülkenin desteğini aldı (BM internet sitesi)

İnci Mecdi

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurul toplantılarının cuma günü yapılan oturumunda Filistin-İsrail çatışmasında iki devletli çözüme yeni bir ivme kazandırmayı amaçlayan ‘New York Deklarasyonu’nu ezici çoğunlukla kabul etti. Fransa ve Suudi Arabistan tarafından sunulan deklarasyon, barışçıl bir ‘iki devletli çözüme’ yönelik adımları belirliyor.

BM onlarca yıldır, Filistin devletinin tanınması veya ‘iki devletli çözümün’ benimsenmesi ile ilgili deklarasyonlara tanık oldu. BM’nin 1947 yılında aldığı, 181 sayılı karar, Filistin Arap devleti ile Yahudi devleti arasında toprakların bölünmesini önerdi, ancak bu öneri Arap devletleri tarafından reddedildi. BMGK bu yılın başlarında, iki devletli çözüm çağrısı yapan 2002 tarihli 1307 sayılı kararı kabul etti. BM Genel Kurulu o tarihten ‘New York Deklarasyonu’na kadar, Filistin sorununun barışçıl çözümü ve iki devletli çözümü vurgulayan birçok karar kabul etti. Peki, yeni deklarasyon ne sunuyor?

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, dün BM Genel Kurulu'nun Filistin-İsrail çatışmasında iki devletli çözüme yeni bir ivme kazandırmayı amaçlayan New York Deklarasyonu'nu kabul etmesini memnuniyetle karşılarken bunu ‘barışa giden ve geri dönüşü olmayan yolda’ atılmış bir adım olarak nitelendirdi.

Yeni olan ne?

New York Deklarasyonu'nu önceki BM kararlarından ayıran özellik, İsrail ile Filistinliler arasında iki devletli çözüme yönelik bir yol haritası ve ‘somut, zaman sınırlı ve geri dönüşü olmayan adımlar’ sunması oldu. Bunlar sadece açıklamalardan ibaret değil, zira yedi sayfalık deklarasyon Gazze'nin yönetimi ve Filistin Yönetimi'nin rolüne ilişkin hükümleri de barındırırken acil ve zaman sınırlı uygulama adımları öngörüyor. Ayrıca ilk kez Hamas'ın kınandığı bir metin olmanın yanında Hamas’ın resmi olarak sahneden dışlanmasını salık veriyor.

Önceki kararlar veya deklarasyonlar genellikle iki devletli çözüm ilkesine verilen desteği yeniden teyit etmiş, ancak bağlayıcılık veya uygulanabilirlik açısından daha zayıf kalmıştır.

Deklarasyon, BM’nin Hamas'a yönelttiği en sert eleştirilerden bazılarını içeriyor. Fransa Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre BM tarafından duyurulan metinde Hamas'ın 7 Ekim 2023'te gerçekleştirdiği saldırılar ilk kez kınanırken Hamas'ın silahsızlandırılması ve Gazze Şeridi'nin yönetiminden çıkarılması çağrısı yapıldı.

Önceki uluslararası metinler genellikle şiddeti genel olarak kınamış olsa da, Hamas'ı bu kadar açık bir şekilde kınayan ve iktidardan uzaklaştırılmasını talep eden bir metin, New York Deklarasyonu'nda çok net bir şekilde ortaya konmuş oldu. Deklarasyonda, “Gazze'deki savaşı sona erdirmek bağlamında, Hamas, egemen ve bağımsız bir Filistin devleti kurma hedefine uygun olarak, uluslararası destek ve taahhütle, Gazze Şeridi'ndeki iktidarını sona erdirmeli ve silahlarını Filistin Yönetimi'ne teslim etmeli” ifadeleri yer aldı.

Siyasi yol haritasını acil insani ihtiyaçlarla ilişkilendiren deklarasyonda, Gazze'deki savaşın sona erdirilmesi ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Gazze Şeridi'nde saldırıları yoğunlaştırarak ulaşmaya çalıştığı zorla yerinden edilmenin durdurulması gerektiğini belirtildi. Ayrıca, rehinelerin serbest bırakılması gerektiği vurgulanan deklarasyonda bu noktalar, 2024 yılının aralık ayında önceki kararlarında ele alınmamış ve iki devletli çözümün Ortadoğu'da ‘kalıcı barışı sağlamanın tek yolu’ olduğu belirtilmişti.

Dün yayınlanan bu son deklarasyon BMGK’nın yetkisi altında Gazze'ye geçici bir uluslararası istikrar misyonu gönderilmesini desteklerken İsrail'in Gazze'deki sivillere, sivil altyapıya yönelik saldırılarını, ablukayı ve açlık politikasını kınıyor.

İsrail karar aleyhinde oy kullanmış olsa da Washington'da bulunan bir araştırma kuruluşu olan Uluslararası Kriz Grubu'nun (ICG) Üyesi Richard Gowan, BM Genel Kurulu’nun Hamas'ı doğrudan kınayan bir metni desteklemesinin önemli olduğunu belirtti.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Gazze Şeridi’nde yaklaşık iki yıldır süren savaş ve İsrailliler ile Filistinliler arasındaki daha geniş çaplı çatışma, 22 Eylül'de başlayacak olan BM Genel Kurulu'daki yıllık toplantıda dünya liderlerinin gündemini domine etmesi bekleniyor. Filistinliler, halihazırda Filistin Devleti'ni tanıyan 145'ten fazla ülkeye en az 10 ülke daha eklenmesini umduklarını belirtiyor.

Filistin'in BM Daimi Temsilcisi Riyad Mansur, kararın desteklenmesinin ‘neredeyse tüm uluslararası toplumun barış seçeneğine kapı açma arzusunu’ yansıttığını söyledi. İsrail'in adını anmayan Mansur, “Savaş ve yıkımı sürdürmeye devam eden, Filistin halkını ortadan kaldırmaya ve topraklarını çalmaya çalışan tarafa, mantığın sesini, mantığın sesini dinlemeye, bu sorunu barışçıl bir şekilde çözmeye ve bugün Genel Kurul'da yankılanan ezici mesajı dinlemeye çağırıyoruz” diye ekledi.

Retler ve eleştiriler

İsrail dün, bu kararın sadece Hamas'ın yararına olduğunu öne sürerek kararı reddetti. İsrail'in BM Daimi Temsilcisi Danny Danon, bu tek taraflı bildirinin barışa doğru atılmış bir adım olarak değil, BM Genel Kurul’un güvenilirliğini zedeleyen bir başka boş jest olarak hatırlanacağını söyledi. Öte yandan İsrail Başbakanı Netanyahu, işgal altındaki Batı Şeria'daki bir İsrail yerleşim birimini ziyareti sırasında bağımsız bir Filistin devleti kurulmasını istemediğini yineleyerek, “burası bizim” diye vurguladı.

İsrail'in en yakın müttefiki olan ABD de aynı görüşü dile getirdi. ABD Başkanı Donald Trump'ın Orta Doğu Özel Temsilci Yardımcısı Morgan Ortagus, bu kararı, çatışmayı sona erdirmek için yapılan ciddi diplomatik çabaları baltalayan, yanıltıcı ve zamansız bir reklam kampanyası olarak nitelendirdi. Ortagus, Söz konusu kararın Hamas'a bir hediye olduğunu öne sürdü. Bu karar aynı zamanda, ciddi bir dış politika gündeminden çok iç politikadan kaynaklanan alaycı bir karardı.

Ancak Boston Üniversitesi profesörü Susan M. Akram'a göre bu karar Filistin yanlısı kesim tarafından da eleştiriliyor. Çünkü bu kesime göre karar Filistinlilere baskı uygulayan eski stratejileri yeniden kullanıyor. Akram, geçtiğimiz ağustos ayı ortalarında Washington’daki Arap Merkezi tarafından yayınlanan bir makalede, BM'nin temmuz ayında gerçekleştirdiği iki devletli çözüm konulu konferansının ilk bölümünde, aralarında birkaç Arap devletinin de bulunduğu 17 ülke tarafından imzalanan New York Deklarasyonu’nun imzacılarının taahhüt ettiği çerçeve, Arap ve Batı ülkeleri ile Avrupa Birliği'nin (AB) on yıllardır izlediği stratejiyi yansıttığını yazdı. Makaleye göre bu strateji, Filistinlilere, uluslararası toplumun iki devletli çözümü gerçekleştirme vaadiyle, İsrail'e karşı ‘silahlı mücadeleyi’ sona erdirip müzakere masasına oturmaları için baskı uyguluyor.