Sudan Başkanlık Sarayı ‘Zorla Çıkış'ın laneti

Saray enkazını geri alan Burhan acı sarmalı sona erdirebilecek mi?

Gordon Paşa dönemindeki eski başkanlık sarayı (Getty)
Gordon Paşa dönemindeki eski başkanlık sarayı (Getty)
TT

Sudan Başkanlık Sarayı ‘Zorla Çıkış'ın laneti

Gordon Paşa dönemindeki eski başkanlık sarayı (Getty)
Gordon Paşa dönemindeki eski başkanlık sarayı (Getty)

Sudan'ın İngiliz Genel Valisi General Charles Gordon, 1885 yılında Nil Nehri kıyısında bulunan başkanlık sarayında Mehdici bayrak taşıyıcısı Mursal Hamouda ‘ tarafından atılan bir kurşunla öldürülmüş, ardından öfkeli ’Ensar kılıçlarıyla başını keserek süngülerine asmış, böylece Sudan devrimlerinin anası “Mehdici devrimin” zaferi ve 26 Ocak 1885'te Sudan'da ilk ulusal hükümetin doğuşu ilan edilmiştir.

O tarihten bu yana Saray, Sudan egemenliğinin bir sembolü olarak kaldı ve ülkenin cumhurbaşkanları, General Gordon'un ülkeyi yönettiği ve 1885'teki son savaşını izlediği bu yerden, 2023'te Hızlı Destek Güçleri'nin kontrolü ele geçirmesine ve yaklaşık bir yıl önce yöneticisi Cumhurbaşkanı Abdülfettah el-Burhan'ı ülkenin doğusuna sürmesine kadar bakmaya devam etti. Sudan sahnesinde tarihi referanslar mı var yoksa Gordon Sarayı'na giren cumhurbaşkanlarının çoğunun zorla çıkarıldığı gibi bir lanet mi?

Gordon'un koltuğunda ezheri

İsmail el-Ezheri Sudanlı milliyetçi ve siyasetçi. 1954-1956 yılları arasında Sudan'ın ilk başbakanı olarak görev yaptı. Ezheri, General İbrahim Abboud liderliğindeki Kasım 1958 darbesiyle devrildi. Abboud 6 yıl boyunca sarayda kaldı, ancak iktidarını deviren Ekim 1964 halk devrimi ve kellesini talep eden göstericilerin sesleri altında sarayı terk etti.

fgthy
İsmail el- Ezherî, Sudan'ın bağımsızlıktan sonraki ilk devlet başkanı (1956-58) (Getty)

İkinci Demokrasi sırasında İsmail el- Ezherî Ekim 1964 devriminden sonra Egemenlik Konseyi Başkanlığı görevini üstlendi. Ezherî, General Cafer Numeyri'nin Mayıs 1969'daki darbesiyle tekrar devrildi.  Numeyri, 16 yıl boyunca Gordon'un koltuğunda kaldı, ancak  Nisan 1985'teki bir halk devrimiyle görevden uzaklaştırdı.

Mirgani Numeyri'nin yerine geçti

Nisan 1985 devriminin ardından Egemenlik Konseyi'nin başına seçilen ve birkaç ay boyunca Gordon Sarayı'ndaki masasında oturan Ahmed el-Mirgani, Haziran 1989'da General Ömer el-Beşir liderliğindeki Ulusal Kurtuluş Devrimi'nin darbesiyle bu görevden zorla uzaklaştırıldı.

sdfrg
Cumhurbaşkanı Mareşal Cafer Numeyri (1969-84) (Getty)

Ömer El Beşir, Sudan'ın en uzun süre görev yapan devlet başkanıdır. Ülkeyi yaklaşık otuz yıl boyunca yönetmiş ve bu süre zarfında eski tarihi sarayı “ inşa ettirmiş ‘ ve modern mimari tarzda yeni bir saray inşa ettirmiştir ki bu sarayın o dönemde bir ’ Çin hediyesi ” olduğu söylenmiştir!

Çin'in hediyesi Sudan'ın Gordon'un sarayına alternatif ve “paralel” bir başkanlık sarayı hediye etmesi, tarihin hala günümüzde devam ettiğinin bir göstergesidir, çünkü General Gordon Sudan'a gelmeden önce Çin'i ve Çinlileri tahkir etmişti. Çin'de  bundan dolayı Gordon'a ait  izi silmek için bir sarayı yapımını finanse etti.

El Beşir zorla görevden alındı

Hakkında ağır suçlamalar bulunan Beşir Aralık 2019'da gerçekleşen devrimle “yeni ve eski” sarayından zorla çıkarılarak hapse atıldı.

dfrg
Sudan'ın devrik Devlet Başkanı Ömer El Beşir 22 Şubat 2019 tarihinde başkent Hartum'daki başkanlık sarayında ulusa sesleniyor (AFP)

El Beşir'i deviren devrimden sonra, ordu komutanı Korgeneral Abdülfettah el Burhan Egemenlik Konseyi'nin başına, Hızlı Destek Kuvvetleri Komutanı Muhammed Hamdan Daklu da (Hamideti) yardımcılığına seçildi. Ofisleri “Çin Sarayı ‘nda birbirine bitişikti, ancak ’komşu laneti” iki adama devredildi ve aralarında savaş çıktı ve ikincisi birincisini sarayından kovdu. Ancak Hamideti de saray'da çok kalamadı. Enkazı haline sarayı Burhan tekrar savaşarak geri aldı.

Çin Sarayı'nın hikayesi

26 Ocak 2015 tarihinde Devlet Başkanı Ömer El Beşir yeni sarayının açılışını yaptı ve yönetim eski başkanlık sarayından (Gordon Paşa Sarayı) yeni ve lüks “Çin” binasına taşındı. El Beşir yeni başkanlık sarayının açılış tarihini keyfi olarak seçmedi; 130 yıl önce aynı tarihte Sudan'ın İngiliz Genel Valisi General Charles Gordon'un öldürülmesinin yıldönümü olan ve Hartum'un Kurtuluşu günü olarak bilinen güne denk getirmeyi tercih etti.

İngilizler, “Tanning” olarak bilinen Çinli köylü isyanını bastırmayı başaran General Gordon'u Sudan'daki Mehdist devrimi bastırması için İngiliz kolonisi Çin ‘den getirmiş, ancak Mehdist devrimciler onu sarayının merdivenlerinde ’öldürmüştür.

swdefr
Başkan General İbrahim Abboud, bağımsızlıktan sonraki ikinci başkan (1856-64) (Getty)

Çinli devrimciler,  “kötü şöhretli” generalin Sudan'da öldürülmesini bir manevi ödül  olarak gördü.

Sarayın ihtişamı

Üç katlı sarayın en üst katı Devlet Başkanınına, ikinci katı ise Devlet Başkan Yardımcılarına tahsis edilmiş olup, 10 toplantı odası, 7 resepsiyon salonu, idari, kontrol ve medya ofisleri, bodrum kat otoparkı ve 14 asansörden oluşmaktadır.

 Bakan Salah Wensi'nin açılış gecesi yaptığı konuşmada sözünü ettiği ultra lüks binanın gerçek maliyeti bilinmiyor. Tüm Afrika'da eşi benzeri olmayan en büyük ve en prestijli saray. Ancak Başkanlık Sarayı Müzesi Müdürü ve Halkla İlişkiler Departmanı Müdürü Abdülnassır Ser al-Şattam maliyetin 40-45 milyon dolar civarında olduğunu belirtiyor.

ı8o9
Hartum'daki Başkanlık Sarayı 1925 (Getty)

2007 yılında eski Çin Devlet Başkanı Hu Jintao'nun ziyareti sırasında Sudan'ın yeni başkanlık sarayının inşası için bir anlaşma imzalanmıştı. O dönemde basında çıkan haberlerde Çin'in sarayın inşasını yüzde 40 hibe ile finanse edeceği, Sudan hükümetinin de kalan miktar için Çin'den kredi alacağı belirtilmişti ancak Sudanlı yetkililer açılışta sarayın tamamen “Çin hibesi” ile inşa edildiğini açıkladı: İmzanın atıldığı andan inşaatın tamamlanmasına kadar geçen sürede Sudan-Çin ilişkileri çok gelişti ve güçlendi, bu da sarayın inşasını tam bir Çin hibesi haline getirdi.

Muhalefetin görüşü

Sarayın gerçek maliyeti ne olursa olsun, o dönemde Sudan muhalefeti ülkenin ekonomik koşulları ışığında yeni bir başkanlık sarayının inşasını yersiz bir “lüks ve önceliklerin yanlış hesaplanması” olarak görüyordu. Ulusal Uzlaşı Güçleri İttifakı sözcüsü Bekri Yusuf Şarku'l Avsat'a verdiği demeçte “Muhalefetin, rejimin sarayı inşa ederek vermek istediği mesaj konusunda kafası karışık” dedi.Yusuf, "Sudan'ın uluslararası ilişkileri geriliyor ve sadece sınırlı sayıda uluslararası yetkili ülkeyi ziyaret ediyor, eğer açık ilişkiler olsaydı, rejimin ülkenin imajını güzelleştirmek istediğini söylerdik, ancak bu bile yok" dedi.

 Bakan Wensi sarayın açılışında yaptığı konuşmada, eski sarayın 190 yıl önce inşa edildiğini, bunun da eskimeye ve yıpranmaya yol açtığını ve yenilenme ihtiyacının Sudanlıların iradesini temsil edecek yeni başkanlık sarayının inşasını gerektirdiğini söyledi.

Arap-İslam tarzı... Yoksa Çin porseleni mi?

Başkanlık Müzesi müdürü teknik olarak sarayı, tarihi yorumlamak ile geleceğe olan inancı somutlaştırmak, Sudan iradesini temsil etmek ile kültürel kimliği ifade etmek arasında harmanlanan, ataların anısını ve sömürgeciliğe karşı direnişlerinden ve bağımsızlık bayrağını yükseltmelerinden ilham alınabilecek şeyleri ihmal etmeyen mimari bir yenilik olarak görüyor. El Beşir'in yeni sarayı geniş, kavisli kapı ve pencereleriyle Arap-İslam mimari tarzını, onu süsleyen kubbesiyle de Türk ve modern mimari tarzını harmanlıyor.

Sarayının Çin'den Sudan'a taşınmış bir Çin porselen sarayına benzediğini ifade eden Beşir, "Tüm özellikleri Sudan'a ait değil, üstündeki kubbe bile Sudan'ın piramit şeklindeki kubbelerinden farklı" dedi.

Tarihi ağaçların kesilmesi

Sarayın halkla ilişkiler departmanı sarayın tarihi bahçesine yapılan müdahaleyi reddetse de Abdülhafız yüz yıldan daha eski olan tarihi ağaçların kesilmesini şiddetle kınayarak eski sarayı sevdiğini belirtmişti. Sarayın inşası, tefrişi ve dekorasyonu ülkenin kültürel zenginliğinin ve çeşitliliğinin özelliklerini bir araya getirirken, resimler ve saray salonlarının isimleri (Taka, Jebel Marra, Bajrawiya ve Kanana) bu çeşitliliği yansıtıyor ve Mavi ve Beyaz Nil'e bakan manzarası ona nefes kesici bir görünüm kazandırıyor.

Gordon'un Eski Sarayı

Cumhuriyet Sarayı Halkla İlişkiler Departmanına göre, Gordon Sarayı ya da başkanlık sarayı olarak kalacak olan eski başkanlık sarayı, İngiliz valisi General Charles Gordon'un 1885'te merdivenlerinde Mehdist devrim destekçileri tarafından öldürülmesiyle başlayan zengin bir tarihe sahiptir. Aynı zamanda ülkenin bağımsızlığının ilk kutlamalarına tanıklık etmiş ve ilk Sudan Cumhurbaşkanı İsmail El Ezheri, 1 Ocak 1956'da bağımsızlık bayrağını direğine çekerek “Mısır ve İngiliz” ikili yönetiminin bayraklarını indirmiştir.

Lobileri ulusal dönemde siyasi olaylara ve çatışmalara tanıklık etmiştir; bunlardan en önemlisi Temmuz 1971 darbesi sırasında eski Cumhurbaşkanı Cafer Numeyri'nin kısa bir süreliğine gözaltına alınmasıdır. Eskiden Victoria Caddesi olarak bilinen Saray Caddesi güneyden Hartum'un merkezinde son bulurken, eskiden içinden geçen Nil Caddesi kuzeyden paralel olarak uzanmaktadır.

zcvfbg
1930'larda Hartum'daki Başkanlık Sarayı (Getty)

Başkanlık Sarayı ilk olarak 1832 yılında eski Alwa krallığının başkenti Soba'nın kalıntılarından getirilen çamur ve tuğlalardan inşa edilmiş ve o zamanlar “Saraya al-Hakamdar”, daha sonra “Genel Vali Sarayı” olarak adlandırılmış, Sudan'ın bağımsızlığından sonra ise dünyanın dört bir yanındaki ülkelerdeki başkanların karargahlarının isimlerine uygun olarak “Cumhuriyet Sarayı” olarak adlandırılmıştır.

1972 yılında Başkan Numeyri, Binbaşı Haşim El Atta'nın kendisine karşı gerçekleştirdiği darbenin başarısız olmasının ardından saraya “Halk Sarayı” adını vermiş ve Nisan 1985'te Numeyri rejimini deviren halk ayaklanmasının ardından sarayın adı Cumhuriyet Sarayı olarak değiştirilmiştir. Sarayın üçlü direği ve Gordon'un öldürüldüğü merdiven eski sarayın en ünlü simgeleridir. Merdiven, İrlandalı ressam George William tarafından General Gordon'un ölümünü tasvir eden bir tabloya dönüştürülmüştür ve bu tablo İngiltere'nin Leeds şehrinin müzesindedir.

Tüm bu yüküyle “ordu”, liderinin bir yıldan uzun bir süre isteksizce terk ettiği Cumhuriyet Sarayı'na geri dönüyor, ancak bu ne o zarif yeni saray, ne de o antika tarihi saray, çünkü savaş burayı yıktı ve bir saray kalıntısına dönüştürdü, bu yüzden toplar, mermiler, savaşçılar ve marşlar “Gordon'un Sarayı” içinde bir yerlerde saklı bir “laneti” ortadan kaldırdı mı? Yoksa eski, yenilenmiş tarihine mi dönüyor?



Gazze savaşında Ortadoğu oyunu

Filistinliler, 20 Mart 2025'te Gazze Şeridi'nin kuzeyinden güneye doğru kaçıyor (AFP)
Filistinliler, 20 Mart 2025'te Gazze Şeridi'nin kuzeyinden güneye doğru kaçıyor (AFP)
TT

Gazze savaşında Ortadoğu oyunu

Filistinliler, 20 Mart 2025'te Gazze Şeridi'nin kuzeyinden güneye doğru kaçıyor (AFP)
Filistinliler, 20 Mart 2025'te Gazze Şeridi'nin kuzeyinden güneye doğru kaçıyor (AFP)

Refik Huri

İsrail'in Gazze, Lübnan, Batı Şeria ve Suriye'deki savaşı, ateşkes ve Oslo anlaşmalarına, Esed rejiminin devrilmesine rağmen devam ediyor. Gazze'ye yönelik soykırımcı savaşın Ramazan ayında yeniden başlaması yalnızca ABD, Mısır ve Katar'ın arabuluculuğunda yürütülen müzakerelerdeki engellere bir yanıt değil. Bu, yalnızca Netanyahu'nun kişisel ve siyasi hedeflerinin yönlendirdiği bir savaş değil, aynı zamanda Jabotinsky'nin hayalini gerçekleştirip Filistin sorununu ortadan kaldırmak için “tarihi bir fırsat” gören aşırı İsrail sağının da savaşı. Üstelik bu savaş sadece İsrail'in de değil, oyun Donald Trump yönetimindeki ABD'nin kontrolünde. Gazze halkının üzerine füzeler yağıyorsa, sahada Ortadoğu'daki büyük oyun tehlikede demektir.

George Washington Üniversitesi'nde siyaset bilimci ve uluslararası ilişkiler uzmanı olan Profesör Marc Lynch’in, “Ortadoğu'nun Sonu” başlıklı makalesinde yazdığı gibi, Ortadoğu “artık Amerikan üniversitelerinin, Dışişleri Bakanlığı’nın ve Avrupa başkentlerinin haritalarında görüldüğü gibi Arap dünyası, İsrail, Türkiye ve İran’dan ibaret değildir. ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (Centcom) haritası, Dışişleri Bakanlığı haritasından daha büyüktür; zira Afganistan, Cibuti, Eritre, Etiyopya, Kenya, Pakistan ve Somali'yi de kapsamaktadır.”

Bu elbette İsrail'in hırslarından daha büyük, ABD'nin hırslarından ise daha küçüktür. Her iki durumda da Washington ve Tel Aviv'in kendisini gerçekleştirip karşı kıyıya geçme kabiliyetlerinden çok daha büyüktür. Zira Netanyahu, Gazze savaşına ilişkin “ek”te, savaşın başında koyduğu hedefleri yineliyor: “Rehineleri kurtarmak, Hamas'ı ortadan kaldırmak ve Gazze'nin İsrail için bir tehdit oluşturmamasını garanti altına almak.” Bunlar İsrail ordusunun 15 aylık savaş süresince tam anlamıyla gerçekleştiremediği hedeflerdir.

Gazze ve Lübnan'daki büyük başarısızlık “caydırma” ve ardından “kümülatif caydırma” stratejisinin başarısızlığıdır. Bu nedenle İsrail ordusu “önleyici eylemler” yoluna gitti. Gazze'de, Batı Şeria'da, Lübnan'da ve Suriye'de yaptığı da budur; işgal alanlarını genişletmek ve İsrail'de Aksa Tufanı operasyonunun yol açtığı depremin tekrarlanmasını önlemek için “tampon bölgeler” oluşturmak. Ancak bu, Ortadoğu'ya hâkim olma yolunda ABD’ye ortak olacak Büyük İsrail'i kurma hedeflerinin sadece bir parçasıdır. Netanyahu, Gazze ve Lübnan savaşlarından, İran nüfuzunun gerilemesi ve Suriye rejiminin devrilmesinden sonra, “Ortadoğu'yu değiştirdik” demişti. Ama soru şu; nasıl bir değişiklik ve tehlikeli seçenekler arasında nereye gidilecek?

Yeni Ortadoğu inşa etme yönünde pek çok girişimde bulunuldu ve ne zaman yeni bir Ortadoğu ortaya çıksa, eski Ortadoğu daha dayanıklı, uzun ömürlü ve istikrarlı görünüyor. Geçtiğimiz yüzyılın sonlarında Şimon Peres, “Arap parası ile İsrail aklının ortak olacağı” yeni bir Ortadoğu çağrısında bulunmuştu ama bu gerçeküstü bir hayaldi.

Çöl Fırtınası'ndan sonra, baba Başkan George Bush “yeni bir dünya düzeninden” söz etmişti ve Madrid Konferansı'nda Arap-İsrail ihtilafını çözmek için müzakerelerin kapısını açmıştı. Oğul Başkan Bush, neocon'larla birlikte Afganistan ve Irak'ı işgal etme yoluna gitmişti. Ardından 2006'da İsrail ile Hizbullah arasındaki savaş da onun döneminde yaşandı. Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, kuvvet kullanımına dayalı “daha geniş bir Ortadoğu”dan söz etmişti, ancak bu elbette başarısız oldu.

Başkan Barack Obama, Ortadoğu'daki yüklerini hafifletmek, gücün ve zenginliğin merkezi olan Uzak Doğu'daki “eksen”e odaklanmak için sözde “Arap Baharı” devrimlerini kullanmaya çalıştı. Müslüman Kardeşler'in temsil ettiği siyasi İslam'ın Libya, Tunus ve Mısır'da iktidara gelmesini destekledi. Sünnilerin liderinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olması için bunu Suriye'de de yapmayı denedi. Ortadoğu'ya ilişkin vizyonu, Türkiye liderliğindeki Sünni güç ile İran liderliğindeki Şii güç arasında bir güç dengesini desteklemekti. Dahası Ortadoğu'da nüfuzun Tahran ile Arap başkentleri arasında paylaşılmasından açıkça söz etti ve sonuç elbette başarısızlık ve felaket oldu.

Başkan Joe Biden, sopayı ortadan tutmaya çalıştı ve ne Netanyahu'nun Gazze savaşındaki vahşetini engelledi ne Suriye ile İsrail arasında uzlaşma dosyasını açtı ne de iki devletli çözüme ivme kazandırabildi. Başkan Donald Trump, ilk döneminde Yüzyılın Anlaşması adı altında ekonomik Ortadoğu'ya odaklanmıştı; ancak bu anlaşma ölü doğmuştu. Daha sonra İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas ve Sudan arasında İbrahim Anlaşmaları imzalanmıştı. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre mevcut ikinci döneminde, coğrafi olarak İsrail'e topraklarının dar geldiğini ve Suriye'de, Golan Tepeleri’nin yanı sıra ek toprağa, Güney Lübnan ile Batı Şeria ve Gazze topraklarına ihtiyacı olduğunu düşünüyor. Filistin devleti artık gündeminde değil ve Filistin devleti olmadan Ortadoğu'da istikrar olamaz.

Buna karşılık İran'ın Dini Lideri Ali Hamaney, elbette İran'ın önderlik ettiği bir “İslami Ortadoğu”dan söz etti. Düşmanı Saddam Hüseyin rejiminin ABD tarafından devrilmesiyle nüfuzu daha da arttı. Irak, Suriye ve Lübnan'da kurduğu silahlı ideolojik grupları destekledi, Gazze ve Yemen'de de onlara destek verdi. Ne var ki, İran'ın bölgesel projesi yayılma döneminden gerileme dönemine geçti. ABD ve İsrail'de, Devrim Muhafızları'yla bağlantılı fraksiyonları vurma değil –zira bu bugünün meselesi- İran rejiminin kaderi sorgulanıyor.

Suriye'deki “savaşı” kazanan Erdoğan'ın, “neo-Osmanlıcılık” gölgesini Ortadoğu'ya uzatması kolay değil. Ortadoğu'yu ve diğer bölgeleri değiştirmek, Kanada'yı, Panama Kanalı'nı ve Grönland'ı zorla ilhak etmek isteyen Trump'a gelince, oğul Bush'tan, Irak işgalinden ve neoconların altı Arap rejimini devirme çağrısından ve bu maceranın bilinen sonundan bu yana çıkarılan ders, önündeki duvarda yazılıdır. Ortadoğu için yarış veya Ortadoğu için ve üzerine çatışmalar ise zirvede ABD, Rusya ve Çin, eteklerde ise Türkiye, İran ve İsrail arasında dönen bir oyundur. Ama toprak, para, yeni güç ve açılım yeteneğinin sahibi Araplardır.

Kanadalı tarihçi Margaret McMillan, “Herhangi bir uzun savaşta her iki tarafın hedefleri de değişir” der.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.