Ünlü oyuncu gişe rekortmeni filmi neden reddetti?https://turkish.aawsat.com/ya%C5%9Fam/5128693-%C3%BCnl%C3%BC-oyuncu-gi%C5%9Fe-rekortmeni-filmi-neden-reddetti
Proxima Midnight rolüyle de tanınan 44 yaşındaki Carrie Coon, HBO'nun ödüllü dizisi The White Lotus'ta Laurie Duffy karakterini canlandırıyor (Walt Disney Studios Motion Pictures/HBO)
Proxima Midnight rolüyle de tanınan 44 yaşındaki Carrie Coon, HBO'nun ödüllü dizisi The White Lotus'ta Laurie Duffy karakterini canlandırıyor (Walt Disney Studios Motion Pictures/HBO)
Carrie Coon'un canlandırdığı Proxima Midnight karakterinin 2019 yapımı Avengers: Endgame'de neden hiç konuşmadığını merak eden hayranlar için artık bir yanıt var.
Coon'un eşi Tracy Letts, popüler kültür sitesi The Ringer'ın The Big Picture podcast'inde yaptığı açıklamada, oyuncunun Avengers: Sonsuzluk Savaşı'nda (Avengers: Infinity War) süper kötü karakteri seslendirdikten sonra devam filmi için de açık olduğunu ancak maaş artışı yapılmayacağını öğrenince rolü reddettiğini söyledi.
"Bana daha fazla ödeme yapacak mısınız?"
"Sanırım Marvel onu ikinci film için de istedi ve ona teklif götürdü" diyen Letts ekledi:
O da 'Peki, ilk film şimdiye kadar yapılmış en başarılı film oldu. Bana daha fazla ödeme yapacak mısınız?’' diye sordu. Onlar da 'Hayır' daha fazla ödeme yapmayacağız' dedi.
Sonsuzluk Savaşı, 27 Nisan 2018'de vizyona girdiğinde dünya çapında 2 milyar doları aşan ilk süper kahraman filmi ve yılın en çok hasılat elde eden yapımı olmuştu.
Teklifi geri çevirdi
Letts, The White Lotus yıldızı Coon'un nihayetinde rolü reddettiğini şu sözlerle anlattı:
Carrie, 'Vay canına, bana daha fazla ödeme yapmayacaksanız sanırım projede yer almayacağım' dedi. Onlar da 'Marvel Evreni'nin bir parçası olduğun için kendini şanslı hissetmelisin' diye karşılık verdi. O da teklifi geri çevirdi.
"Bu durumu daha büyük bir mesele haline getirebilirdik ama bunun için filmleri izlememiz gerekecekti ve biz bunu yapmak istemedik" diyen Letts, hem kendisinin hem de Coon'un Sonsuzluk Savaşı ve Endgame'i izlemediklerini ekledi.
2018'de Entertainment Weekly'ye verdiği röportajda Coon, çekimler sırasında hamile olduğunu ve rolün başlangıçta bir seslendirme seçmesi olarak başladığını ancak daha sonra bir hareket yakalama (mo-cap) performansına dönüştüğünü açıklamıştı.
"Atlanta'ya uçup biraz hareket yakalama çalışması yaptım, ağırlıklı olarak yüz hareketleri için" diyen Coon, "Tabii ki bunun tüm övgüsü bana ait değil, esas performansın büyük kısmını üstlenen yetenekli bir animasyon ekibi var. Ama bu süreç bir seslendirme işinden hareket yakalama performansına dönüştü ve bir anda kendimi yılın en çok gişe yapan filminde buldum" şeklinde konuşmuştu.
Independent Türkçe, People, Deadline, Entertainment Weekly, The Big Picture
Kavuşmanın şerefine: İlk 6 sezonun en iyi Black Mirror bölümlerihttps://turkish.aawsat.com/ya%C5%9Fam/5131185-kavu%C5%9Fman%C4%B1n-%C5%9Ferefine-i%CC%87lk-6-sezonun-en-iyi-black-mirror-b%C3%B6l%C3%BCmleri
Kavuşmanın şerefine: İlk 6 sezonun en iyi Black Mirror bölümleri
İlk sezonda yer alan 2011 tarihli Senin Tüm Geçmişin'in yönetmen koltuğunda, suç filmi Beats'le de tanınan Brian Welsh oturuyor (Netflix)
Daha ilk bölümünden seyirciye "Ben senin daha önce izlediğin dizilere benzemiyorum" mesajı verdi. Televizyonun en sıradışı yapımlarından biri olduğunu anında kanıtladı. Teknolojinin karanlık yüzünü çarpıcı bir dille anlattı. İzleyicileri hem düşündürüp hem de iliklerine kadar ürpertti. Ve işte Black Mirror, iki yıllık bir aranın ardından 7. sezonuyla döndü.
İlk olarak Britanya'nın Channel 4 kanalında antoloji formatında ekranlara gelmeye başlayan dizi, üçüncü sezondan itibaren Netflix'e transfer oldu. 7. sezonla birlikte karanlık bilimkurgu hikayelerinden hoşlanan izleyicileri 6 yeni bölüm bekliyor.
Charlie Brooker tarafından yaratılan Black Mirror'ın tüm bölümleri, yakın gelecekteki bir teknoloji, distopik bir toplum ya da kültürel bir takıntının insanların hayatlarını nasıl altüst ettiğini konu ediniyor. Hikayeler genellikle çarpıcı, şoke edici ve kimi zaman şiddet dolu bir finalle noktalanıyor. Ancak Hang the DJ ve San Junipero gibi umut vaat eden istisnalar da var.
Bilindiği üzere dizinin en dikkat çeken özelliklerinden biri de yıldız oyuncu kadrosu. Daniel Kaluuya, Jodie Whittaker ve Letitia Wright gibi isimler dizideki çıkışlarıyla Hollywood'a adım attı. İlerleyen sezonlarda ise Jon Hamm, Miley Cyrus, Will Poulter gibi ünlüler karşımıza çıktı. 6. sezon ise yıldız gücünü daha da artırarak Salma Hayek, Michael Cera, Aaron Paul ve Kate Mara gibi isimleri izleyicilerle buluşturdu. Black Mirror, 7. sezonu için istisna yapmadı ve dünyaca ünlü yıldızları, bizi beynimizden vuran karanlık hikayelerine dahil etti. Awkwafina, Milanka Brooks, Peter Capaldi, Emma Corrin, Patsy Ferran, Paul Giamatti, Lewis Gribben, Osy Ikhile, Rashida Jones, Siena Kelly ve Rosy McEwen bu isimlerden yalnızca birkaçı...
Yapay zeka, sosyal medya ve teknoloji çağında var olmaya çabalıyoruz. Ve Black Mirror belki de hiç olmadığı kadar güncel ve etkileyici. 7. sezon onuruna, dizinin bugüne kadarki en iyi 10 bölümünü sıralamak istedik. Hazırsanız, geri sayıma başlıyoruz...
10. Hang The DJ (4. Sezon 4. Bölüm)
Belki sağa kaydırdınız belki de sola: Modern çöpçatanlık cehennemine hoş geldiniz... Hang the DJ, algoritmaların aşkı yönettiği distopik bir flört ütopyası sunarken Frank ve Amy, 12 saatlik bir deneme süresine tabi tutulan sevimli bir çift olarak karşımıza çıkıyor.
Hang the DJ, flört uygulamalarının ilişkiler üzerindeki etkisini sorgulayan duygusal bir hikaye anlatıyor. Bölümde, "Coach" adlı yeni bir uygulama, insanları eşleştiriyor ve her çifte bir "bitiş süresi" belirliyor. Amaç, bu sistem üzerinden kişinin ideal ömür boyu eşini bulmak. Georgina Campbell'ın canlandırdığı Amy ve Joe Cole'un oynadığı Frank, ilk eşleştirildiklerinde yalnızca 12 saat birlikte olacaklarını öğreniyor. Ancak kurdukları bağ, bu sistemin gerçekten güvenilir olup olmadığını sorgulamalarına neden oluyor.
Fotoğraf: Netflix
Her şeyin süreli olduğu bu evrende, sonsuzluğa inatla göz kırpan bir romantizm izliyoruz. Hang the DJ, basit ama etkileyici anlatımıyla izleyiciyi duygusal bir yolculuğa çıkarıyor.
9. Artırılmış Gerçeklik (Playtest / 3. sezon 2. bölüm)
Black Mirror'ın en çarpıcı bölümlerinden biri olan Artırılmış Gerçeklik, teknolojik korkunun en kişisel ve rahatsız edici hallerinden birini sunuyor. Wyatt Russell, babasının Alzheimer'la mücadelesinden sonra dünyayı dolaşarak geçmişinden kaçmaya çalışan Cooper rolünde etkileyici bir performans sergiliyor. Cooper'ın bir korku oyununu test etmek için girdiği sanal gerçeklik evreni, kısa sürede zihinsel bir kabusa dönüşüyor.
Fotoğraf: Netflix
Dan Trachtenberg'in yönetmenliğindeki bu bölüm, geleneksel korku ögelerini psikolojik gerilimle ustalıkla harmanlıyor. Dev örümcekler, karanlık evler ve beklenmedik anlarda yüreğinizi ağzınına getiren anlarla ilk bakışta ürkütücü olsa da asıl korku, karakterin bastırdığı travmalarla yüzleşmesinde saklı.
Gerçeklik ve hayal arasındaki çizgiler giderek bulanıklaşıyor, izleyici de Cooper gibi neye inanacağını bilemez hale geliyor. Bölüm, yalnızca teknolojinin değil, insan zihninin de ne kadar kırılgan ve çözülemez olduğunu gözler önüne seriyor.
Alzheimer korkusu, annesiyle olan kopuk ilişkisi ve bastırılmış duygular, oyunun içine yerleştirilmiş birer tuzak gibi karşısına çıkıyor. Finaldeki ters köşeyse izleyiciyi bölüm boyunca yaşadığı her şeyi yeniden sorgulamaya itiyor.
Artırılmış Gerçeklik, teknolojinin bilinçaltımıza müdahale edebilme ihtimaliyle ilgili rahatsız edici sorular sorarken, insan deneylerinin sınırlarını ve çözülmemiş aile meselelerinin ruhsal yükünü de derinlemesine işliyor.
Tempolu anlatımı, yoğun atmosferi ve sürükleyici kurgusuyla bölümü izlemek kadar, sindirmek de zaman alıyor. Artırılmış Gerçeklik, Black Mirror evreninde korkunun en kişisel biçimini temsil eden, iz bırakan bir deneyim...
8. White Christmas (2. sezon 4. bölüm)
Tüm Black Mirror bölümleri tek başına ayakta dursa da birçoğu onları ortak bir dünyada birbirine bağlayan gizli göndermeler içeriyor. Bu durum özellikle dizinin Noel özel bölümü White Christmas için geçerli: Senin Tüm Geçmişin'de kullanılan teknolojiden On Beş Milyon Hak'ta (Fifteen Million Merits) seslendirilen şarkıya kadar ilk iki sezondaki her bölüme bir gönderme içeriyor.
White Christmas, Black Mirror evreninin karanlık ve çok katmanlı bölümlerinden biri olarak öne çıkıyor. Jon Hamm ve Rafe Spall'un etkileyici performanslarıyla örülen bu üç parçalı hikaye, izleyiciyi hem teknolojik hem de psikolojik bir kabusun içine çekiyor.
Fotoğraf: Netflix
Referanslar, iç içe geçmiş üç hikayeye yayılıyor. Her detayı yakalayamasanız bile Jon Hamm'in büyüleyici performansından keyif alacağınızdan emin olabilirsiniz.
Bölüm, flört taktiklerinden dijital bilinç kopyalarına kadar birçok distopik fikri ustalıkla harmanlıyor. Anlatılan her hikaye, modern insanın yalnızlığına ve etik sınırların nasıl kolayca aşılabildiğine ayna tutuyor. Bölümün sonunda gelen çarpıcı hesaplaşma ise izleyiciyi sarsıcı bir boşlukla baş başa bırakıyor.
Soğuk, izole bir ortamda geçen hikaye; yılbaşı temasını kullanarak umut yerine yabancılaşmayı ve suçluluk duygusunu merkeze alıyor. Görsel dili, son derece etkileyici ve atmosferik olan White Christmas, teknolojinin insan ruhundaki kırılganlıkları nasıl su yüzüne çıkarabileceğini çarpıcı şekilde gösteriyor. Haliyle bu bölüm, Black Mirror'ın neden bu kadar çok konuşulduğunun en güçlü kanıtlarından biri.
7. Beyaz Ayı (White Bear / 2. sezon 2. bölüm)
Black Mirror, Beyaz Ayı'yla kült dizi Alacakaranlık Kuşağı'nın (The Twilight Zone) izinden gittiğini hiç olmadığı kadar belli ediyor. Bu bölüm, Black Mirror evreninin en sarsıcı ve en karanlık bölümlerinden biri olarak öne çıkıyor. Bölüm boyunca hafızasını kaybetmiş Victoria'yı izliyoruz. Genci yaşlısı, çoluğu çocuğu demeden çevresindeki herkes onu sessizce izliyor, bir yandan da telefonlarına kaydediyor. İzleyiciye "Nasıl bir dünyaya düştüm ben?" diye sordurarak başlayan hikaye, zaman kaybetmeden hepimizi bir kabusun tam ortasına sürüklüyor.
Fotoğraf: Netflix
Başta bir distopya, hatta bir zombi kıyameti gibi görünen dünya, giderek daha rahatsız edici ve sorgulatıcı bir hale bürünüyor. Maskeli ve silahlı bir adam tarafından takip edilen Victoria'nın hayatta kalma çabası, merhamet ve korkunun sınırlarını zorluyor. Ancak bölümün sonunda gelen çarpıcı ters köşe, tüm anlatıyı baştan sona yeniden yorumlamaya zorluyor.
Bu bölümde adaletin ve cezanın nasıl bir gösteriye dönüştüğünü izlemek hem dehşet verici hem de düşündürücü. Beyaz Ayı, toplumun şiddete olan kayıtsızlığını ve adalet kisvesi altında yapılan zulmü sert bir dille eleştiriyor. Lenora Crichlow'un performansı, karakterin korkusunu ve çaresizliğini izleyiciyle başarıyla buluşturuyor.
Bölüm, gerçek suç hikayelerinden beslenerek modern dünyanın linç kültürünü de gözler önüne seriyor. Korkunun yalnızca canavarlardan değil, insanoğlunun vicdansızlığından da doğabileceğini hatırlatıyor. Brooker'ın dehasıyla yazılan bu hikaye, empatiyle eğlencenin ne zaman yer değiştirdiğini sorgulayan bir ayna sunuyor. Özetle Beyaz Ayı, Black Mirror’ın en rahatsız edici ama unutulmaz bölümlerinden biri olarak izleyicinin zihninde uzun süre yer ediyor.
6. Hemen Döneceğim (Be Right Back / 2. sezon 1. bölüm)
Hemen Döneceğim, Black Mirror'ın en yürek burkan ve insani bölümlerinden biri olarak hafızalara kazınıyor. Hayley Atwell ve Domhnall Gleeson'ın güçlü performansları, hikayenin duygusal ağırlığını derinleştiriyor.
Ash'in ani ölümü sonrası Martha'nın yaşadığı yas süreci, teknolojinin sunduğu suni tesellilerle daha da karmaşık hale geliyor. Sosyal medya verileriyle oluşturulan yapay zeka, Ash'in bir yansıması gibi görünse de onun yerini asla dolduramıyor.
Fotoğraf: Netflix
Bölüm, dijital kimlikle gerçek benlik arasındaki farkı çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Geride kalanların tutunacak bir şeye ihtiyaç duyduğu o boşlukta teknoloji bir umut gibi parlasa da hiçbir şey aslının yerini tutmuyor.
Brooker, yasın evrenselliğini yüksek teknolojili bir distopyada yeniden kurgulayarak izleyiciye unutulmaz bir deneyim sunuyor. Hemen Döneceğim, ölümden sonra yaşam fikrini sorgularken, insani kayıpların yerini hiçbir şeyin dolduramayacağını anlatıyor. Kara mizahı bir kenara bırakan bölüm, derin bir melankoliyle örülmüş bir anlatıya odaklanıyor.
Hemen Döneceğim, sevmenin, kaybetmenin ve kabullenmenin dijital çağdaki halini büyük bir zarafetle işliyor. Tam da bu nedenle, Black Mirror külliyatında kalbin en çok sıkıştığı yerlerden birini temsil ediyor.
5. Senin Tüm Geçmişin (The Entire History Of You / 1. sezon 3. bölüm)
Hiç hoşlandığınız kişiden gelen mesajı kelime kelime inceleyip, her emoji ya da her noktalama işaretinden anlam çıkarmaya çalıştınız mı? İşte bu bölüm, bu tür detaylara takılma halinin teknolojiyle nasıl kabusa dönüşebileceğini anlatıyor. Charlie Brooker bu bölümde kalemi, daha sonra Succession'ın yaratıcısı olacak Jesse Armstrong'a devrediyor ve ortaya kıskançlık, güvensizlik ve öfkeyle harmanlanmış acımasız bir ilişki draması çıkıyor.
Fotoğraf: Netflix
İlk sezonun "teknoloji verir ama almasını da bilir" temalı final bölümü, insanların anı implantları geliştirdiği bir dünyada geçiyor. "Grain" adı verilen bu teknoloji, kullanıcıların gördüğü ve yaşadığı her şeyi kaydedip tekrar izlemelerine olanak tanıyor. Hikaye, baş karakter Liam'ın, eşi Ffion'la onun eski sevgilisi Jonas arasındaki ilişkiyi sorgulamaya başlamasıyla şekilleniyor. Liam, eşinden şüphelenince bu kayıt teknolojisini kullanarak geçmişte olanları didik didik etmeye başlıyor. Ancak bu teknoloji, çiftin ilişkisini derin bir uçuruma sürüklüyor.
Bu arada küçük bir not: Robert Downey Jr., bölümün fikrine o kadar hayran kalmış ki 2013'te film haklarını satın almış.
4. Nosedive (3. sezon 1. bölüm)
Günümüzde, özellikle sosyal medyada onaylanmanın hayatın merkezine oturduğu bir çağda Nosedive, Black Mirror'ın pastel renklerle kaplı ama içten içe çürümüş dünyasını mümkün olan en çarpıcı şekilde gözler önüne seriyor.
Lacie'nin yaşadığı toplumda herkes birbirini 5 yıldız üzerinden puanlıyor. Üstelik bu puanlar, kişinin hayatını doğrudan etkiliyor. Yapmacık gülümsemeler, sahte ilişkiler ve yüzeysel başarılar arasında sıkışan Lacie, sistemin acımasızlığıyla yüzleşiyor. Kendi statüsünü yükseltme arzusuyla çıktığı yolculuk, tüm itibarını kaybedip dibe vurmasıyla sonuçlanıyor. Ancak bu düşüş, Lacie'yi ilk kez gerçekten özgür bırakıyor. Sonunda puan kaygısı olmadan, dürüstçe konuşabildiği bir hayata kavuşuyor.
Fotoğraf: Netflix
Bölüm, onaylanma ve kabul edilme uğruna insanlığımızdan nasıl vazgeçtiğimizi ironik ve dokunaklı bir dille anlatıyor. Nosedive, hem göz alıcı görselliğiyle hem de keskin eleştirisiyle akıllarda yer ediyor.
Netflix'te yayımlanan ilk sezonun açılış bölümü olarak dikkat çeken Nosedive, Hollywood'un güçlü isimlerini bir araya getiriyor: Başrolde Bryce Dallas Howard, yönetmen koltuğunda Aşk ve Gurur'un (Pride & Prejudice) beyazperde uyarlamasıyla tanıdığımız Joe Wright; senaryoda ise The Good Place'in yaratıcısı Michael Schur ve The Office'ten Rashida Jones yer alıyor. Şeker pembesiyle yıkanmış, yumuşak ışıklarla çekilmiş bu steril distopya, gülümsedikçe özgürlükleri elinden alınan insanların hikayesini, telefonunuzu var gücünüzle duvara fırlatma isteğini tetikleyerek anlatıyor.
Black Mirror'ın temel teması olan "teknolojinin insan davranışlarını nasıl değiştirdiği", belki de hiçbir bölümde bu kadar net ve çarpıcı anlatılmamıştı.
3. USS Callister (4. sezon 1. bölüm)
USS Callister, izleyicisine "Star Trek mi bu?" diye sordurup sonunda şaşkına çeviren bir Black Mirror harikası. Jesse Plemons, sanal evrende Tanrı kompleksine kapılmış bir ezik olarak hem korkutuyor hem düşündürüyor. Ofis arkadaşlarından intikamını, onların dijital klonlarını uzay gemisine tıkıp köle gibi kullanarak alıyor. Ancak oyuna sonradan katılan Nanette, bu çarpık düzeni bozmaya kararlı...
Fotoğraf: Netflix
Hem güldüren hem geren bu dijital distopya, "Yazılımcının canını sıkarsanız neler olur?" sorusuna cevaben geliyor. Kısacası, bu bölüm sizi uzaya fırlatmadan önce ahlak pusulanızı hafifçe sarsıyor.
Önceki Black Mirror bölümlerine kıyasla epey farklı bir yapım olan USS Callister, prodüksiyon kalitesi ve görsel efektler açısından çok daha üst düzeyde. Üstelik dizinin karanlık tonuna rağmen son derece renkli sahneler barındırıyor.
Charlie Brooker, bu bölümde doğrudan bir saygı duruşu yerine, nostaljik bilimkurgu estetiğini kullanarak hayran kurgusu kültürünü ve erkek egemen güç fantezilerini sorguluyor. 7. sezonun finalinde, USS Callister'ın devamını izleyeceğimizi de hatırlatalım...
2. San Junipero (3. sezon 4. bölüm)
Gugu Mbatha-Raw ve Mackenzie Davis'in başrolleri paylaştığı San Junipero, Black Mirror evreninin karanlık atmosferini ters yüz eden bir istisna. Alışılmadık şekilde umutlu ve duygusal bir anlatı sunan bölümde, Yorkie ve Kelly'nin dijital bir sahil kasabasında başlayan ilişkisi, zamanla derinleşerek aşk dolu bir hikayeye dönüşüyor.
Fotoğraf: Netflix
Bu kasaba aslında, yaşlı insanların ölümden sonra bilinçlerini aktarabildikleri nostaljik bir sanal gerçeklik dünyası. İki karakterin kendi içsel mücadeleleri ve geçmişleri, aşklarını sınasa da sonunda birbirlerini seçiyorlar. Bölüm, sonsuz yaşam fikrini romantik bir umutla ele alıyor. Dizinin tamamına hakim olan umutsuzluk yerine, iyileştirici bir sevgi ve ikinci bir şans duygusu yaratıyor. San Junipero, teknolojinin sınırlarını sorgularken, sevginin zamandan ve bedenden bağımsız olabileceğini de gösteriyor.
Dizinin duygusal derinliği en yüksek bölümlerinden biri olan Emmy ödüllü bölüm, müzikleri, pastel renkleri ve duygusal derinliğiyle hafızalarda yer ediyor. San Junipero, Black Mirror'ın en dokunaklı ve beklenmedik şekilde en mutlu eden bölümlerinden biri.
1. Milli Marş (The National Anthem / 1. sezon 1. bölüm)
Televizyon tarihinde eşine rastlanmamış bir başlangıç yapan Black Mirror, izleyicisine neler sunacağını daha ilk bölümden belli etmişti. Dizinin açılış bölümü Milli Marş, izleyiciyi rahatsız edici bir ahlak testine sokarak cesur bir başlangıç yapıyor. Bu bölümde, kraliyet ailesinin sevilen bir üyesinin kaçırılması sonrasında, Birleşik Krallık Başbakanı'nın canlı yayında bir domuzla cinsel ilişkiye girmesi şart koşuluyor. Bu olay örgüsü ilk bakışta absürt bir kurgu gibi görünse de bölümü izledikçe her detay rahatsız edici biçimde olası hale geliyor.
Fotoğraf: Netflix
Charlie Brooker, bu hikayeyle hem politik sistemlerin kırılganlığına hem de medyanın kitleleri nasıl yönlendirdiğine dikkat çekiyor. Sosyal medyanın gücü, bilgi kirliliği ve kamuoyunun yön değiştiren tepkileri bölümde ustalıkla işleniyor. Başbakan Callow'un verdiği kararlar trajik, ama bir o kadar da anlaşılır biçimde sunuluyor. Bölüm, teknolojik distopyadan çok, insani zayıflıkları ve toplumsal ikiyüzlülüğü öne çıkarıyor. Finalde her şey normale dönmüş gibi görünse de aslında hiçbir şey eskisi gibi olmuyor.
Rory Kinnear'ın performansı, karakterin içsel çatışmalarını çarpıcı biçimde yansıtıyor. Milli Marş, Black Mirror'ın odak noktasının yalnızca teknoloji değil, insanın ta kendisi olduğunu kanıtlıyor. Distopik mizahla toplumsal eleştiriyi ustaca harmanlayan bu bölüm, dizinin sınır tanımayan tonunu belirliyor. İzleyeni hem utandıran hem de düşündüren bu başlangıcı kim unutabilir ki? Bize kalırsa hiç kimse...