Ben Gurion füzesinden sonra İran ile yüzleşme Yemen'de mi yoksa Gazze'de mi olacak

ABD ve İsrail savunma sistemlerinin füzeyi engelleme girişimlerinin maliyeti 7 milyon doları aştı

İsrail güvenlik güçleri, Husi füzesinin düşmesinin ardından Ben Gurion Havalimanı'nın dışında bir yolun yakınındaki çukuru inceliyor (AFP)
İsrail güvenlik güçleri, Husi füzesinin düşmesinin ardından Ben Gurion Havalimanı'nın dışında bir yolun yakınındaki çukuru inceliyor (AFP)
TT

Ben Gurion füzesinden sonra İran ile yüzleşme Yemen'de mi yoksa Gazze'de mi olacak

İsrail güvenlik güçleri, Husi füzesinin düşmesinin ardından Ben Gurion Havalimanı'nın dışında bir yolun yakınındaki çukuru inceliyor (AFP)
İsrail güvenlik güçleri, Husi füzesinin düşmesinin ardından Ben Gurion Havalimanı'nın dışında bir yolun yakınındaki çukuru inceliyor (AFP)

Emel Şehade

Pazar günü Yemen'den fırlatılan ve düşürülme girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından Tel Aviv'deki Ben Gurion Uluslararası Havalimanı'na düşen balistik füze, İsrail açısından yeni bir meydan okuma oluşturdu. İsrail'in vekil diye adlandırdığı güçlerin kabiliyetlerinin desteklenmesinde ve güçlendirilmesinde merkez eksen olduğu için İran'a karşılık verilmesi yönündeki artan çağrıların gölgesinde, karar vericileri, durumu değerlendirmek ve bu olayla başa çıkmanın yollarını bulmak için acil görüşmeler yapmaya zorladı.

cdf
İsrail acil servisleri, füzenin düşmesinin ardından Ben Gurion Havalimanı dışındaki bir yolu boşalttı (AFP)

Güvenlik yetkilileri, Yemen'deki Husilerin, İsrail'e yönelik devam eden ve kuzeyden merkeze ve Kudüs’e kadar milyonlarca insanın üç gün boyunca güvenli odalarda ve sığınaklarda kalmasına neden olan füze saldırılarının ardından bugün Tel Aviv için önemli bir tehdit oluşturduğuna inanıyor. Üç gün boyunca devam eden saldırılar pazar sabah saatlerinde ne Amerikan “THAAD” sisteminin ne de İsrail’in “Arrow” sisteminin düşürmeyi ve verdiği zararı engellemeyi başaramadığı balistik füzenin düşüşüyle zirveye ulaştı. Sekiz İsraillinin yaralanmasına neden olan füze, havalimanı alanında ve yolcu terminalinde hasara yol açtı. Bu durum, bir Hint havayolu şirketine ait uçak dahil olmak üzere, uçakların iniş yapamadan geldikleri ülkelere geri dönmelerine neden oldu. Bazıları da olağanüstü hâl kaldırılıp hava trafiği yeniden başlayana kadar havalimanın uzağında uçmaya devam etti.

Bu sürede bazı yabancı havayolu şirketlerinin, bugün yapılması planlanan uçuşlar da dahil olmak üzere İsrail'e uçuşlarını askıya aldıklarını duyurmaları, İsrail'de büyük bir kaosa neden oldu.

Başbakan Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı İsrael Katz, bu füzeye karşılık verecekleri tehdidinde bulundular. Bu arada, güvenlik güçlerinden yetkili kaynaklar, füzenin, İsrail'in Husilere karşılık vermesine ilişkin tüm kısıtlamaları ortadan kaldırdığı değerlendirmesinde bulundular. Netanyahu, bakanların ve güvenlik birimleri başkanlarının katılacağı acil toplantı çağrısı yaptı ve ABD ile koordinasyon halinde Husilere güçlü bir yanıt verilmesine ilişkin senaryo masaya yatırıldı. Güvenlik kaynakları, füze saldırısının ardından “İsrail'in Husilere veya onları finanse eden ve destekleyen İran'a vereceği herhangi bir karşılık konusunda artık herhangi bir kısıtlama olmadığını” söyledi. “Böyle bir karşılık için herhangi bir destek beklemeyeceğiz ve İsrail, Husilere bizzat karşılık verecektir” ifadeleri kullanıldı.

Bakan İsrael Katz, Washington ile yapılan istişareler ışığında kısa bir açıklama yapmakta gecikmedi. İsrail'in kendisine zarar veren herkese yedi katı karşılık vereceğini yineledi, ancak bu karşılığın Yemen'e mi, İran'a mı yönelik olacağını belirtmedi. Ama birden fazla yetkili, İran'a zarar verilmemesi halinde, Husilerin Yemen'de ve çeşitli cephelerde artan tehditlerinin devam edeceğine inanıyor.

Netanyahu hükümeti füzeye nasıl karşılık vereceğini görüşürken, ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth'in 12 Mayıs'ta İsrail'i ziyaret edeceği ortaya çıktı. Bu da karşılık verme kararının Hegseth’in ziyaretine kadar değerlendirme ve hazırlık aşamasında kalmasını sağlayabilir.

Washington'un İsrail'e yönelik tehlikeyi önleyememesi

Havalimanı saldırısına ilk tepkiyi veren isim Resmi Kamp Partisi’nin lideri, eski savunma bakanı Benny Gantz oldu. Gantz, füzelerin fırlatılmasından Yemen'in değil, İran'ın sorumlu olduğunu savundu. Tahran'a karşılık vermekte gecikilmemesi ve “füze damlaması” olarak nitelediği konumda kalınmaması çağrısında bulundu.

Gantz'a göre, “Düşmanı caydırmak ve İsrail’in güvenliğini korumak için sadece vekillere değil, aynı zamanda İran'a doğrudan bir karşılık verilmeli.”

İsrail, Husilere karşı askeri operasyon yürüten ve yüzlerce hedefi vuran Washington ile koordinasyon halinde, son iki ayda Yemen'den kendisine atılan 27 balistik füzeye karşılık vermeme sözüne bağlı kaldığından, Gantz'ın sözleri, füze saldırısını İran'a yönelik tehditlerini gerçekleştirmek ve güçlü askeri saldırılar düzenlemek için fırsat olarak gören birçok kesimden destek aldı.

Güvenlik ve askeri yetkililerin ilk değerlendirmesi, ABD’nin askeri operasyonunun İsrail'e füze veya insansız hava aracı fırlatılmasını engellemede başarılı olmadığı yönünde. Bu nedenle Washington ile koordinasyonun ardından İsrail'in vereceği karşılık konusu masaya yatırıldı.

Güvenlik birimleri, bir İsrail raporuna dayanarak, ABD'nin Yemen'e yönelik saldırılarının, özellikle silah depolarını hedef almasının yanı sıra, İran'dan Yemen'e insansız hava araçları ve füze kaçakçılığını önlemesinin sonrasında, Husi füze saldırılarının sıklığının arttığı tahmininde bulunuyorlar. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre rapor, “bu iki nedenden dolayı Husiler saldırıya uğramadan önce füze ve insansız hava araçlarını fırlatmakta acele ediyorlar. Bunu gündüz yapıyorlar, çünkü gece ABD'nin füzenin fırlatıldığı noktayı ve alevlerini tespit edip yüksek doğrulukla vurması daha kolay” olduğunu belirtti.

Güvenlik kaynaklarının aktardığına göre raporda, “Amerikan harekâtı çok etkili, ancak Husiler hâlâ füze fırlatma kabiliyetine sahipler ve büyük miktarlarda füze fırlatmayı başarıyorlar. Bunların çoğu İsrail'e varmadan önce engelleniyor veya düşürülüyor, ancak bugün atılan füze, yarattığı hasar ve iki savunma sisteminin de kendisini düşürememesine yol açan özel yapısı nedeniyle bir dönüm noktası niteliği taşıyor” ifadeleri yer aldı.

Hava ve deniz ablukası

İsrail güvenlik birimlerinin havalimanı saldırısı sonrası endişesi, Husilerin Kızıldeniz'in girişindeki Bab’ul Mendeb Boğazı'nda gerçekleştirdiği eylemler sonrası İsrail'e uyguladığı deniz ablukasının ardından, İsrail'e hava ablukası uygulama hedefinde de başarıl olması.

Güvenlik güçlerinin ilk adımı, THAAD ve Arrow-3 sistemlerinin füzeyi düşürmede başarısız olma nedenlerini araştırmaya başlamak oldu. Hava savunma sisteminin eski komutanı, yedek Albay Tzvika Yachimovich, THAAD sisteminin varlığına ve Amerikan askerleri ile uzmanlarının İsrail askerlerine füzeleri düşürme konusunda destek vermesine rağmen, İsrail’in henüz tam bir savunmayı garantileyebilmiş olmadığını söyledi.

“İsrail'in en stratejik bölgesi olan havalimanına füze düşmesi büyük bir başarısızlık. En az 300 kilogram patlayıcı taşıyan devasa bir füzeden bahsediyoruz. Hava savunma sistemleri birkaç katmandan oluşsa da bunun engellenememesi kapsamlı bir inceleme ve araştırma gerektiriyor” dedi.

zdvfgthy
İsrail, ABD'den Tel Aviv'i korumak için ikinci bir batarya göndermesini istedi, ancak bu talebe henüz yanıt verilmedi (Reuters)

Yachimovich'e göre uyarı ağının başarısı bir felaketi önledi. “Füze düşmeden birkaç dakika önce uyarı ağı, iniş yapmak üzere olan üç uçağı bilgilendirebildi. Bu başlı başına çok önemli bir husus, zira bu uçaklar tehlike noktasında olabilirlerdi ve iniş noktasına ulaşmamaları güvende olmalarını sağladı” diye ekledi.

Yedek Tümgeneral Amos Gilad ise füze saldırısının engellenememesinin ciddi bir soruşturma gerektirdiğini belirterek, verilecek herhangi bir karşılıkta aceleci davranılmaması çağrısında bulundu.

Gilad, İsrail’in bir saldırı düzenlemesi konusunda Washington ile koordinasyonun sağlanması olasılığını dışlamıyor ve “Amerikalıların Yemen'de şimdiye kadar katıldıkları en büyük operasyona katıldıklarına ve bu nedenle kesinlikle biraz kısıtlandıklarına” inanıyor.

Ancak Gilad, diğer güvenlikçiler, politikacılar ve askeri isimler gibi, füze saldırısının sonuçlarının ciddiyetine rağmen, karar vericilerin yeniden Gazze operasyonuna odaklanabileceklerini düşünüyor. “İster İran ister Yemen’e karşı her şeyi bağlamına oturtmak lazım ama önemli olan beklenen kararın pazartesi günü sabah (bugün) alınmasıdır. Eğer ordu Gazze'ye büyük çaplı bir operasyon başlatacaksa, rehinelerin hayatlarının riske atılması endişesi ve korkusu bulunuyor. Aynı zamanda bu operasyonun İran'a veya Yemen'e yönelik bir saldırı ile aynı anda uygulanması da zor olacaktır” değerlendirmesinde bulundu.

Birden fazla habere ve bir hava savunma yetkilisine göre, iki savunma sisteminin havalimanına düşen füzeyi engelleme maliyeti 7 milyon doları aştı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.           



Avustralya: Müfettişler, Bondi Plajı saldırısının faillerinin DEAŞ mensubu olduklarına inanıyor

Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
TT

Avustralya: Müfettişler, Bondi Plajı saldırısının faillerinin DEAŞ mensubu olduklarına inanıyor

Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)

Avustralya Yayın Kurumu (ABC), Avustralya istihbarat biriminin altı yıl önce Bondi Plajı saldırganlarından birinin DEAŞ ile bağlantıları olduğunu araştırdığını bildirdi.

Avustralya polisi, 50 yaşındaki bir adam ile 24 yaşındaki oğlunun pazar günü Sidney’de ünlü bir plajda Hanuka Bayramı kutlaması yapanlara ateş açtığını, saldırıda 15 kişinin hayatını kaybettiğini ve 40’tan fazla kişinin yaralandığını açıkladı.

Avustralya medyası, saldırganların Sajid Akram ile oğlu Naveed Akram olduğunu ve Sajid Akram’ın polisle çıkan çatışmada öldüğünü, Naveed Akram’ın ise polis gözetiminde hastanede tedavi gördüğünü bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın ABC’den aktardığına göre, Bondi Plajı saldırısını soruşturan ortak terörle mücadele ekibindeki üst düzey bir yetkili, Avustralya Güvenlik ve İstihbarat Teşkilatı’nın (ASIO) 2019 yılında Naveed Akram ile ilgili bazı şüpheleri araştırdığını belirtti.

Haberde, Naveed Akram’ın, Temmuz 2019’da yakalanan ve Avustralya’da bir terör eylemi planlamakla suçlanan DEAŞ üyesiyle yakın bağlantısı olduğunun düşünüldüğü ifade edildi.

ABC, terörle mücadele soruşturmacılarının, Bondi Plajı saldırısını gerçekleştiren silahlı kişilerin DEAŞ mensubu olabileceğine inandığını bildirdi.

ABC’ye konuşan yetkililer, silahlı kişilerin araçlarında iki DEAŞ bayrağı bulunduğunu da açıkladı.

ASIO Genel Direktörü Mike Burgess dün gazetecilere yaptığı açıklamada, saldırganlardan birinin kendileri tarafından bilindiğini ancak ‘acil tehdit’ olarak görülmediğini belirterek, “Dolayısıyla burada yaşanan olayın şartlarını yeniden gözden geçirmemiz gerektiği açık” dedi.

Yeni Güney Galler polisi ise ABC’nin haberini doğrulayamayacaklarını belirtirken, ASIO da ‘bireyler veya devam eden soruşturmalar hakkında yorum yapmadığını’ açıkladı.


Cezaevindeki 4 bin 200 PKK-KCK’lı için kademeli düzenleme: Suça karışmamış 950-1.050 PKK’lı eve dönüş yolunda mı?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Cezaevindeki 4 bin 200 PKK-KCK’lı için kademeli düzenleme: Suça karışmamış 950-1.050 PKK’lı eve dönüş yolunda mı?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Türkiye’de “Terörsüz Türkiye” süreci, kimilerine göre 2. çözüm süreci olarak değerlendiriliyor; bu konuda çok şey yazılıp çiziliyor. Sürecin toplumsallaşması adına tartışılması doğru; ancak bu tartışmanın gündelik siyasi çekişmeler, öne çıkma çabaları ya da kısır hesaplar üzerinden yapılması, sürece yarardan çok zarar veriyor. Burada herkesin dikkatli olması gerektiğinin altını bir defa daha çizmek gerekiyor.

Siyasetin bu süreçte daha cesur olması, daha fazla adım atması ve daha fazla inisiyatif alması gerekiyor. Çünkü artık top, güvenlik bürokrasisinin sahasından siyasetin sahasına geçmiş durumda.

Elbette süreçte daralmalar olacaktır. İşin doğası gereği bu daralmaların olması son derece doğaldır; ancak siyasi aktörlük meselesi üzerinden herkesin kendisini tekrardan sorgulaması gerekiyor. “Her meseleyi Öcalan’a soralım” yaklaşımı, bana göre doğru değil. Siyasetin inisiyatif alması bir bütün olarak gerçekleşmeli ve inisiyatifler alınabilmelidir. Her meselede Öcalan’ı öne çıkarma, aktör yapma isteğinin toplumsal güvende yara açtığı da görülmelidir. Belki artık örgütün partiyi kurma paradigması tersine dönmeli ve parti, örgütü dönüştürebilmelidir.

Pedal çevirme teorisi işlemeye devam ediyor. Örgütün el yükseltme sebebi ya da farklı seslerin çıkma sebebi, bence devlette ciddiyetin ilk defa bu kadar net görülmesidir. Artık herkes yeni bir paradigmaya dönüleceğini görmeye başladı ve doğal olarak bir bocalama süreci yaşanıyor. Süreç tamamlanırsa siyasetin de paradigmasının değiştiği görülmelidir.

Çünkü şu ana kadar siyaseten “zaten masa devrilecek, güvenmiyoruz, gel gel yapıyorlar, sonra yine bizi hapishanelere atacaklar” anlayışı çok hakimdi. Ama atılan adımlar neticesinde işin ciddiyeti anlaşılıyor ve bu da ezber bozuyor. Bu bakımdan şu ana kadar yaşananların, ben sürecin özüne bir tahribat verdiğini düşünmüyorum. Bu düşüncemi görüştüğüm farklı kaynaklarım da doğruluyor.

Sürecin geldiği yerde iki mesele, en çok sorulan ve merak edilen konuların başında geliyor: Yasal düzenlemeler ve SDG meselesi.

İmralı Adası’ndan Meclis’e: Fırsat yasası ve sürecin kritik eşiği

Komisyon üyelerinin İmralı Adası’na gitmesi, bir eşiğin daha aşılmasını kolaylaştırdı. MHP Genel Başkanı Feti Yıldız Bey’in okuduğu özet, kendi tuttuğu notların özetiydi. Dolayısıyla 16 sayfalık raporun özeti değildi. Beklenti, hem AK Parti adına Hüseyin Yayman’ın hem de DEM adına Gülistan Koçyiğit’in de notlarını okumasıydı; ama bu gerçekleşmedi. Keşke onlar da komisyon üyelerine notlarını aktarsaydı ve sorulacak olan sorulara da cevap verseydi.

Komisyon üyelerinin tuttuğu 16 sayfalık raporun aslında komisyon üyelerine dağıtılması gerekiyordu. Sürecin şeffaflığı, toplumsal rıza üretme konusunda bunun yapılmasının hâlâ geç olduğunu düşünmüyorum. Görüştüğüm ve raporu bilen kaynaklarım, burada anlatılamayacak bir şeyin olmadığını, Öcalan’ın bugüne kadar söylediği görüşlerin benzerlerinin yer aldığını ifade ediyorlar.

Şimdi top Meclis’te. Nasıl bir yasa çıkarılacak? Toplumda cezasızlık algısına da yol açmadan, süreci de sahiplenerek nasıl bir yol bulunacak?

Görev, öncelikli olarak Komisyon’da bulunan partilere düşüyor. Onlar tekliflerini yavaş yavaş Meclis Başkanlığı’na verecekler. Meclis hukukçuları ve güvenlik bürokrasisi de sürece destek verecek.

Kesinleşen bir şey olmamakla beraber, anladığım kadarıyla çıkarılacak olan “Fırsat Yasası” iki ayağa cevap verecek:

A- Eve dönüş durumu
B- Mevcut tutuklu ve hükümlülerin durumu

KCK-PKK örgüt üyeliğinden şu an Türkiye’de cezaevlerinde bulunanların sayısının 4 bin 200 kişi civarında olduğu belirtiliyor. Bunlar içerisinde müebbet hapis cezası alanlar olduğu gibi, cezası bitmeye yakın insanlar da var.

Bunlar için kademeli bir anlayış ve bakış açısı geliştiriliyor. Kişi bazında durumlar incelenecek, toptancı bir anlayışla düzenleme yapılmayacak. Cezaevindekiler için düzenleme yapılırken, aynı zamanda eldeki bazı uygulamalardan da yararlanılacak. Denetimli serbestlik meselesi, yararlanılacak uygulamaların başında geliyor.

PKK’lıların Türkiye’ye dönüşü: Suça karışmamış 950-1.050 kişi için yasal çerçeve nasıl şekillenecek?

Eve dönüş olarak adlandırılan PKK’lıların Türkiye’ye dönme meselesine gelince…

Öncelikle Ankara, Bağdat ve Erbil arasındaki mekanizmanın hâlâ çalıştığını ifade etmek lazım. Bu mekanizma hem silahların hem mağaraların teslimi hem de Irak’ta kalmak isteyen örgüt mensupları için son derece hayati.

Benim gerek Irak makamları, gerek Irak Kürdistan Bölgesi Yönetimi yetkilileri, gerek PKK ve gerekse de Ankara’dan aldığım bilgiye göre PKK içerisinde suça karışmamış militan sayısı 950-1050 arasında. Bu kişilerin gelmesinin önünde şu an herhangi bir engel bulunmuyor. Diyarbakır annelerinin çocukları başta olmak üzere ilk etapta suça karışmamış kişilerin gelmesi, “Fırsat Yasası” ya da “Çerçeve Yasası”nın şekillenmesiyle birlikte gerçekleşebilir.

Burada yapılacak olan yasal düzenleme netleştiğinde, atılacak olan adımların daha da hızlanacağını göreceğiz. Meclis’ten çıkacak olan yasa büyük bir ihtimalle özel bir yasa olacak. Hukukçular bu yasayı çalıştırırken bir taraftan Anayasa’nın eşitlik ilkesinin çiğnenmemesine, diğer taraftan da FETÖ başta olmak üzere diğer örgütlerin yararlanmasının önünü kapatacak. Burada kendisini fesheden bir örgüt olduğu için yeni bir yasa zorunluluğu ortaya çıkıyor.

Hem eve dönüş hem de mevcut cezaevindekilerle ilgili düzenleme yapılırken iki ayrımın altını çizmek gerekiyor. Yapılacak olan düzenleme ile birlikte “örgüt” ortadan kalkarsa örgüt üyeliği ya da örgüte üye olmamakla birlikte oluşan suç ortadan kalkacak; ancak işlenen suçlar ortada duracağı için yapılacak olan düzenlemede kademeli olarak buna cevap verilecek.

Örneğin, örgütte yıllarca kuryelik yapan ama silahlı eylemlere katılmayan kişiler örneğinde olduğu gibi belirli ayrımların yapılması gerekiyor. Benim kaynaklarımdan aldığım bilgiye göre, kişinin durumu üzerinden bir değerlendirme yapılacak, toptan bir değerlendirme yapılmayacak.

Çıkarılacak olan yasada bir süre sınırı konulması, denetimli serbestlik vb. uygulamaların işletilmesi de karşımıza çıkacak gibi duruyor. Burada belki tekrar altını çizeceğim, bireylerin durumunun tek tek ele alınacağı.

Örgüt üst düzey yönetici dediğiniz 232 kişi civarında. Bunlardan 30-40’ı en önemli üst düzey yönetici olarak karşımıza çıkıyor. Bunların büyük bir kısmının Irak’ta kalması ya da seyahat özgürlüğü kapsamında Avrupa ve Irak arasında olması bekleniyor. Burada da Bağdat-Erbil ve Ankara arasındaki mekanizmanın devreye girmesi öngörülüyor.

SDG meselesinde kilit güç ABD: Mazlum Abdi ve YPG’nin silahlı sayısı gerçekçi rakamlarla değerlendiriliyor

SDG meselesine gelince:
Öncelikle Mazlum Abdi’nin verdiği 100 bin rakamı çok abartılı bulunuyor. Hem Suriye’deki kaynaklar hem Ankara’da görüştüğüm kaynaklar, SDG ve onun silahlı kanadını oluşturan YPG’nin silahlı sayısının 45 bin civarında olduğunu belirtiyor.

Suriye’de muhatabın esas olarak ne Şara ne Abdi olduğu, muhatabın ABD olduğu ve SDG meselesinin çözümünde sürecin ABD ile yürütüldüğünün altı çiziliyor. Yani esas patron kimse, müzakereler de onlarla yürütülüyor.

Bu noktada özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump’la olan kişisel ilişkisinin, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın temaslarının ve zamanın ruhunun Türkiye’nin işini kolaylaştırdığı belirtiliyor. Erdoğan-Trump görüşmesi, ardından Şara-Trump görüşmesi, CENTCOM’un Trump politikalarıyla paralel hareket etmesi ve Tom Barrack’ın Mazlum Abdi’ye ABD politikaları konusunda net mesajları, aslında Suriye’de önümüzdeki haftalarda bazı olumlu adımların SDG tarafından atılacağını gösteriyor.

Bu aşamada süreci bozma noktasında Fransa, İran ve İsrail gibi ülkelerin SDG’nin kulağına fısıldadığı da gözlerden kaçmıyor.

Sınır kapılarının devri, enerji sahalarının devri ve silahlı unsurların Savunma Bakanlığı’na entegrasyonu sağlanırsa, SDG Türkiye açısından tehdit olmaktan çıkacak.

SDG içerisinde iki anlayış hâkim.

1- Anlayış, “Ankara’nın hem SDG’nin tamamen tasfiyesini hem de 10 Mart mutabakatının uygulanmasını aynı anda talep etmesi, Suriye’de siyasi çözümü engellemeye yönelik politikasını açıkça ortaya koyuyor” derken,

2- Anlayış, “Türkiye Şam Hükümeti ile aramızda garantör ülke olsun. Kolaylaştırıcı olursa süreç daha çabuk ilerler” anlayışında.

Peki SDG bu adımı atar mı?

Bana göre zaman içerisinde SDG bu adımı beş sebepten dolayı atmak durumunda kalacak.

1- Amerika Birleşik Devletleri’nin bunu istemesi
2- SDG’yi oluşturan en büyük güçlerden Arap aşiretlerinin tavrı
3- YPG içerisindeki silahlı dağılım
4- Türkiye ve ABD’nin arabuluculuğu ve garantörlüğü meselesi
5- Zamanın ruhu

Şam yönetimi SDG’den ne istiyor?

Şara yönetimi, SDG’den askerlerinin %75’ini kendilerine vermesini ve Savunma Bakanlığı’na dâhil olmasını istiyor. Geri kalanların ise yerel yönetimlerde asayiş gücü olarak kullanılabileceği belirtiliyor.
SDG, Şam’a üç tümen vereceğini ve komutanların isimlerini Şam’a bildirdiğini ifade ediyor.

Önce saha gerçekliği adına şunu görmemiz gerekiyor:
SDG’nin sahip olduğu 45 bin kişilik gücün %75–%80’inin Arap aşiretlerden oluştuğu, geri kalanının ise farklı Kürt yapılardan oluştuğunun altı çiziliyor.

Saha kaynakları YPG içerisindeki formülasyonu şöyle yapıyorlar:

Irak’tan gelen Irak Kürtlerinin sayısı yaklaşık olarak 1350 civarında.

PKK’dan YPG’ye gelen militan sayısı 1500 civarında.

Suriye Kürtlerinin ise 6 bin civarında olduğu belirtiliyor.

Şam ve SDG anlaşırsa kalan silahlı güç nasıl entegre edilecek: Savunma Bakanlığı mı, polis gücü mü?

Peki diyelim ki Şam Hükümeti ve SDG arasında bir anlaşma oldu; kalan %25 silahlı güç ne olacak sorusuna cevap, silahlı unsurların Savunma Bakanlığı’na bağlanması gibi Suriye Hükümeti’nin karar vereceği bir konu, ancak asayiş ya da polis gücü olarak kullanılmaları güçlü bir olasılık.

Burada özellikle polis gücü olmak istedikleriyle ilgili olarak, merkezi hükümetin denetiminde bir yapı oluştuğunda; Dürzi bölgelerinde Dürzilerden, Arapların yoğun olduğu yerlerde Araplardan, Kürtlerin yoğun olduğu yerlerde ise Kürtlerin alınması son derece doğal. Burada anlaşmazlık, bunların kimin kontrolünde olacağı. Merkezi hükümet, bu polis gücünün Suriye Devleti’nin polis gücü olacağını söylüyor ve Kamışlı’da görev alan bir polisin Süveyda’ya, Lazkiye’de görev alan bir polisin de Kamışlı’ya tayinle gönderilebileceğini ifade ediyor. Aynı şekilde Savunma Bakanlığı bünyesine katılacak olan yapıların da komuta merkezinin Suriye Hükümeti’nde olacağı belirtiliyor.

Suriye’de tamamlanmamış devlet tamamlanırsa, hem anayasal güvence hem de diğer haklar garanti altına alınmış olacak ve Dürzilerin de, Nusayrilerin de olduğu gibi Kürtlerin de devlette karar alma süreçlerinde yer alacağını görmemiz gerekiyor.

Bu geçiş sürecinde SDG yasal garanti istiyor. Bu garanti büyük ihtimalle ABD tarafından verilecek. Türkiye’nin istediği adımlar atılmaya başlanırsa, Türkiye de bu noktada süreci kolaylaştıracak her adımı atacak. Bu adımlardan en önemlisi Nusaybin Sınır Kapısı’nın açılması ve Kamışlı ile ticaretin Türkiye üzerinden devam etmesi olacak.

Amerikalılar Esad döneminde Arap aşiretlerini SDG bünyesine dahil ettiler ve hâlen maaşlarını ödemeye devam ediyor. ABD Kongresi’nden geçen bütçenin büyük bir kısmı bu maaşlara gidiyor.
PKK, Türkiye’de sürecin ciddileştiğini görüyor; SDG de Suriye’de ABD’nin entegrasyonu istediğini ve bu konuda ısrarcı olduğunu biliyor.

Nitekim yakın zaman içerisinde Şammar Aşireti’nin lideri el-Cerba, Şam’a gidip Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile bir araya gelmiş, daha sonra da Mazlum Abdi ile görüşmüştü. Saha kaynakları, Cerba’nın SDG’yi de 10 Mart Anlaşması çerçevesinde Şam ile anlaşmaya ikna etmek için arabuluculuğa başladığını ifade ediyor.

Toparlayacak olursam, Arap aşiretlerini SDG’ye entegre eden ABD’nin kendisi ve şu ana kadar maaşlarını da ödemeye devam ediyor. ABD’nin tavrı burada çok net: Şam’a entegrasyon, Türkiye’nin güvenlik kaygılarının giderilmesi, bununla birlikte toprak bütünlüğü ve politik birliğin sağlanması noktasında Şara’nın güçlendirilmesi. Nitekim CENTCOM Komutanı Brad Cooper, ABD’nin Suriye’deki üç önceliğini, “IŞİD’e karşı mücadele, SDG’yi Suriye devlet yapısına entegre etmek ve Suriye hükümetiyle koordinasyon sağlamak” olarak açıkladı.

10 Mart Mutabakatı ile Suriye’de Kürt, Dürzi ve diğer grupların güvenliği sağlanıyor

Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye’nin garantörlüğünde 10 Mart mutabakatının hayata geçirilmesi, Kürtlerin, Dürzilerin ve diğer grupların Suriye’de güvenceye kavuşmaları ve Suriye’nin geleceğine Suriyelilerin karar vermesi herkesin faydasına olacaktır.

Ankara’da görüştüğüm kaynaklar, “Bugün Türkiye çatışma ortamının oluşmamasını istiyorsa, İsrail’in Suriye’de nüfuzunu genişletmemesi için yapıyor. Bu yapamadığımızdan değil, İsrail’e alan açmama isteğimizden kaynaklanıyor” diyorlar.

SDG konusunda 10 Mart mutabakatının bana göre iyi niyet adımı Deyrizor’da görülecek.
Suriye’de 10 Mart mutabakatıyla ilgili önümüzdeki hafta birkaç adımın atılma ihtimali, aynı adımların Kuzey Irak’ta da (IKBY) gelme ihtimali çok yüksek. Güven artırıcı adımların atılmasına devam edilecek.

Başta ifade ettiğimi tekrar söyleyeyim. Devlet iradesi devam ediyor, ABD’nin Türkiye ve Şara’yı destek politikası devam ediyor, uluslararası konjonktür uygun, Öcalan paradigmada ısrar ediyor ve sürece katkı vermekten geri durmuyor.

Sürecin ciddiyeti noktasında iki hafta içerisinde güzel şeyler görmeye devam edeceğiz. Partiler taleplerini dillendirecekler; bu, hepsinin kabul edildiği ya da edileceği anlamına gelmez. Herkes kendi tabanına sesleniyor ama bu işin siyaset üstü olduğunu da artık görmek gerekiyor.


Zelenskiy, Ukrayna’nın NATO üyesi olması hedefinden vazgeçti

Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
TT

Zelenskiy, Ukrayna’nın NATO üyesi olması hedefinden vazgeçti

Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)

Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy dün, ülkesinin Rusya ile savaşı sona erdirecek bir uzlaşı olarak Batı'nın güvenlik garantileri karşılığında NATO üyesi olma hedefinden vazgeçtiğini açıkladı. Bu adım, Rusya'nın saldırılarına karşı bir koruma olarak Batılı ülkelerin askeri ittifakına katılmak için mücadele eden Ukrayna için önemli bir dönüşüm anlamına geliyor.

Zelenskiy bu açıklamayı, Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ın Avrupalı yetkililerle yapacakları üst düzey görüşmeler önce yaptı.

Ukrayna Devlet Başkanı, ülkesi ile Rusya arasındaki savaşı sona erdirecek bir uzlaşı sağlamayı amaçlayan görüşmelerde ‘diyaloga’ hazır olduğunu vurguladı. Zelenskiy ayrıca, ABD'yi Ukrayna'daki cephe hatlarını dondurma fikrini desteklemeye ikna etmeyi umduğunu ifade etti.