Rüstem Mahmud
PKK'nın kısa bir süre önce gerçekleştirdiği 12. Olağanüstü Kongresi’nde alınan kararlara uygun olarak askeri yapısını nasıl bir mekanizma ile lağvedeceğine dair analizler yapılmaya ve bilgiler aktarılmaya devam ediyor. Bu arada bölgedeki askeri ve güvenlik çevreleri, PKK’nın 1980’li yılların ortalarından bu yana Batılı askeri sistemlerden en üst düzeyde finansman ve silah desteği alan, bölgenin en modern ve en güçlü orduları arasında sınıflandırılan Türk ordusuna ve Türk güvenlik ve istihbarat servislerine karşı kırk yıl boyunca ‘direnmesini’ sağlayan sahip olduğu lojistik araçları, askeri örgütlenme biçimlerini ve silah türlerini merak ediyor.
Seri çatışmalara yönelik silahlar
Al Majalla geçtiğimiz birkaç hafta boyunca PKK'nın medya platformlarında yayınladığı ve son yıllardaki askeri faaliyetlerini anlatan bir dizi videoyu gözden geçirdi. Güvenlik konularında uzmanlaşmış Türk ve uluslararası kuruluşlar tarafından yayınlanan çok sayıdaki güvenlik raporunu inceledi. Bunun sonucunda PKK'nın askeri/silahlanma stratejisi hakkında çeşitli sonuçlara ulaştı.
Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre PKK, bu uzun yıllar boyunca hiçbir zaman Türk ordusuyla cephe şeklinde doğrudan çatışmaya girme ya da belirli bölgeleri sürekli kontrol etme eğiliminde olmadı. Bu savaş doktrini 1990'lı yılların başlarında askeri yükselişinin zirvesindeyken bile böyle devam etti. PKK'nın başlıca askeri seçeneği her zaman ya ‘sabit mevzilere hafif saldırılar’ ya da ‘araçlı ya da yaya askeri devriyelerin güzergahına bomba yerleştirmek ve pusu kurmak’ şeklinde olmuştur. Bunun yanında çok fazla kayıp vermemek için ve tüm çatışmalarda silah kalitesi, teknoloji ve lojistik kapsam arasındaki muazzam farkın bilincinde olarak her zaman her çatışmadan hızlı ve güvenli bir şekilde çekilmeyi tercih etmiştir.
Türk istihbarat servislerince hazırlanan raporlar, PKK'nın 2015 yılında ticari sınıf İHA’lar edinerek ve bunları modifiye ederek üyelerini İHA kullanımı konusunda eğitmeye başladığını ortaya koydu.
Rus yapımı Kalaşnikof tüfeği, özellikle de geleneksel tip, örgüt tarafından kullanılan en yaygın tüfekti. Hatta ilk ve en ünlü askeri liderlerinden Masum Korkmaz, ikonikleşen fotoğrafında bu tüfekle görülüyor. Tüfek, örgütün silahlı mücadeleye başladığı 1980'lerin başlarında Türkiye'nin güneydoğusundaki Kürt kırsalında bol miktarda bulunuyordu. Hafifliği, kalitesi ve Türkiye'nin engebeli dağ sıralarına sahip coğrafi komşuları Irak ve İran arasında on yıl süren savaş sırasında karaborsada bulunabilmesi bu tüfeği örgütün ilk tercihi haline getirdi.
Aynı lojistik nedenlerden dolayı, PKK uzun süredir Rus yapımı RPG/RPG-7 tanksavarını kullanıyordu. Bu silah PKK tarafından her zaman Türk askeri araçlarına ve karargahlarına yakın mesafeden, özellikle de izole kırsal alanlarda saldırı için kullanıldı. 500 metre menzile sahip olan tanksavar, PKK üyelerine hızlı bir şekilde çatışmaya girme ve geri çekilme yeteneği kazandırdı.
PKK üyeleri, bu iki gelişmiş silahın yanında 1990'ların başlarından bu yana Dragunov keskin nişancı tüfeğini siper almak ve askeri noktaları uzaktan vurmak için kullandı. PKK kaynakları, bu keskin nişancı tüfeğinin etkili menzilinin (bin 200 metre) PKK militanları tarafından iki katına çıkarılarak 2 bin metrenin üzerine çıkarıldığını ve bu tüfeğe “Zagros Tüfeği” adını verdiklerini birçok kez dile getirdi.
PKK her ne kadar bu silahları ona veren ülkelerin siyasi sorumluluğu nedeniyle Konkurs ve Metis tanksavarlarına sahip olduğunu teyit etmemiş olsa da bunların PKK’nın elinde olduğu biliniyor. Çok sayıdaki askeri rapora göre bu silahlar, 1993 yılından itibaren Türkiye ile Irak arasındaki sınır bölgelerinde yer alan engebeli dağlık alanlarda yaşanan sürekli çatışmalar sırasında PKK'nın başlıca silahı oldu. PKK’nın elinde bu silahlardan halen yüzlerce var. PKK, bu silahların yanında Türk lojistik destek helikopterlerini düşürmek için kullandığı omuzdan ateşlemeli füze sistemlerine de sahipti. Bu helikopterler ordunun mevzilenme noktalarına ulaşmak için alçaktan uçmak zorundaydılar ve böylece PKK’nın sahip olduğu bu sistemin hedef menziline giriyorlardı. PKK tarafından yayınlanan onlarca video, PKK'nın 1990'lardan bu yana söz konusu sistemlere sahip olduğunu kanıtlıyor.
Türk istihbarat servislerince hazırlanan aynı raporlar, PKK'nın 2015 yılında ticari sınıf İHA’lar edindiği ve bunları modifiye ederek militanlarını İHA kullanımı konusunda eğitmeye başladığını ortaya koydu. PKK'nın ayrıca, özellikle zorlu hava koşullarında, güçlü noktalarda saklanan üyelerine malzeme taşımak ve onlara lojistik destek vermek için İHA’lardan yararlandığı da görüldü.
PKK, ilk İHA’lı saldırısını 10 Kasım 2018 tarihinde gerçekleştirdi. Türk ordusu, bubi tuzaklı iki İHA’yı Türkiye'nin güneydoğusundaki Hakkari ilinde bulunan Türk ordusuna ait bir askeri karargâha ulaşamadan düşürdü. 2021 yılının mayıs ayı ortalarında ise bomba yüklü bir İHA, Türkiye'nin güneydoğusundaki Diyarbakır şehri yakınlarındaki bir askeri uçak üssüne ulaşmayı başardı. Başka İHA'lar da aynı gün Şırnak'taki 23. Piyade Tümeni karargâhını vurdu.
PKK ve Türk ordusu arasındaki askeri kabiliyet farkı 2020 yılından sonra, PKK'nın modern İHA’ları yoğun bir şekilde kullanmasının ardından açılmaya başladı. Türk ordusu, en zorlu coğrafyalarda bile yüzlerce PKK militanını etkisiz hale getirmeye odaklanmış hedefleme tekniklerini kullanıyordu. İlerleyen aşamalarda PKK, İHA'lar tarafından tespit edilemeyen koruyucu ‘kalkan’ türlerini elde etmeyi başardı.
Entegre askeri örgütlenme
Güvenlik araştırmacısı Pervin Muhammed, PKK'nın varlığını sürdürebilmesini elindeki silahların kalitesiyle ilgili olduğunu düşünmüyor. Muhammed, bu tür çatışmalarda en önemli faktörleri ‘örgütsel organizasyon, ideolojik bağlılık, engebeli dağlık ortamda lojistik bir yapı inşa etmek ve saldırılar sırasında çok küçük birimlere güvenmek’ şeklinde sıralıyor.
Muhammed değerlendirmesini şöyle sürdürdü:
“PKK, kuruluşundan bu yana örgüt liderliğini devirebilecek herhangi bir istihbarat sızmasına karşı korunmak için saflarına, özellikle de genç kadrolarına yeterli ideolojik aktarımla sıkı bir örgüt oluşturmaya önem verdi. PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan'ın sembolik ve liderlik konumu, örgütü çeşitli Kürt siyasi partilerinin yaşadığı ve Kürt hastalığı olarak bilinen iç bölünme ve hizipleşme ihtimalinden korumada önemli bir rol oynadı. Yürütme Konseyi (Kürdistan Toplulukları Konseyi) örgütün iç meclisiydi. Propaganda, siyasi, mali ve hatta istihbarat ve askeri faaliyetlerini denetliyordu. Örgütün kurucu kadrolarının yanı sıra üst düzey yeni liderlerinden oluşuyordu.”
PKK üyeleri, 1980'lerin ortalarından 1993 yılına kadar Küba gibi dünyadaki başka deneyimlerden ilham alarak ve kendi lehlerine halk ayaklanmalarını öngörerek geniş çaplı bir kırsal gerilla savaşı yürüttü.
Araştırmacı Pervin Muhammed, sözlerini şöyle devam etti:
“(PKK’nın uzantılarından biri olan) Halk Savunma Güçleri (HPG) örgüt tarafından benimsenen ana askeri yapılardan biriydi. Çünkü her ikisi de en zor koşullar altında kapsamlı saha eğitimine dayanan askeri organizasyonlar olan özel (saldırgan gerilla savaşı) güçleri ve özgür kadın birliklerini içeriyordu. Ancak, özellikle 1990'ların ortalarından sonra PKK, tüm büyük askeri üslerini ve çok sayıda üyesi olan grupları dağıtarak. PKK çevrelerinde ‘Çelik’ adıyla bilinen hem Türkiye içinde hem de dışında engebeli dağlık bölgelerde seyahat eden 10'dan az militandan oluşan küçük mobil birimlere yöneldi. Buna paralel olarak, şehir ve kasabalarda ve bunların yakınlarında konuşlu ve görevleri örgütün şehirlerdeki istihbarat faaliyetlerini örtbas etmek, özellikle silah, finans ve sağlık alanlarında mobilize unsurlara lojistik destek sağlamak ve son üç yılda birçok kez olduğu gibi gerektiğinde askeri operasyonlar gerçekleştirmek olan şehir birimleri vardı.
PKK hayatta kalmasını değişime borçlu
PKK, özellikle Türkiye-Irak-Türkiye sınır üçgeninde, Hakkari, Mitni, Kari, Xwakurk, Afşin ve Kandil dağlarındaki engebeli arazilerde çok sayıda askeri üs kurdu.
Bu askeri üsler kırk yıldır PKK militanlarının sabit karargahları olurken Türk ordusu, karmaşık coğrafi konumları nedeniyle buraları bombalayamıyor ya da buralara ulaşamıyordu. Bu da Türk ordusunun hiçbir zaman kalkışmadığı bir kara saldırısının düzenlenmesini gerektiriyordu. İçeriden alınan bilgilere göre bu bölgelerde 500 metreden daha derin dağ mağaraları vardı. Buralara ulaşmak için PKK’nın keskin nişancıları tarafından kontrol edilen çok dar geçitlerden yürümek gerekiyordu.
Askeri ve güvenlik gözlemcileri, PKK'nın Türk ordusuyla çatışmasını üç aşamaya ayırıyor. Bu aşamaların her biri, PKK'nın her seferinde benimsediği çatışma ve konumlanma biçimine göre diğerinden farklılık gösteriyor.
PKK unsurları,1980'lerin ortalarından 1993 yılına kadar Küba gibi dünyadaki başka deneyimlerden ilham alarak ve kendi lehlerine halk ayaklanmalarını öngörerek geniş çaplı bir kırsal gerilla savaşı yürüttü. Bu savaş nispeten başarılı oldu ve 1993 yılında eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın barış girişimiyle sonuçlandı.
Gerek 2008'de gerekse 2013'te birçok girişim başlatıldı. Ancak, Türkiye'nin iç siyasi ortamındaki anlaşmazlıklar ya da Türkiye'yi engelleyen dış faktörlerin ortaya çıkması nedeniyle başarısız oldular.
Bu aşama, Cumhurbaşkanı Özal'ın ölümünün ardından barış girişiminin başarısızlığa uğraması ve Özal’ın ölümünün ‘derin devlet’ tarafından gerçekleştirilen bir suikast olabileceği iddiaları sonrası sona erdi. Türkiye, PKK’yı engellemek için modern ölümcül silahlar edindi ve ‘Korucu’ adlı Türk ordusunu destekleyen Kürtlerden oluşan köy birimleri kurmaya başladı.
İkinci aşama, barış girişiminin başarısızlığa uğramasından PKK lideri Abdullah Öcalan'ın tutuklanmasına kadar geçen 1993-1999 yılları arasındaki dönemdir. Bu aşamada PKK, eski Irak rejimine karşı 1991 yılındaki ayaklanmanın başarıya ulaşmasının ardından Iraklı Kürt grupların tahkim edilmiş sınır karargahlarından tahliye edilmesinden faydalanarak bu karargahları lojistik destek merkezi olarak kullandı ve sınır ötesi saldırılar düzenledi. Böylece Türk ordusuna önceki yıllara kıyasla büyük kayıplar verdirdi.
Türkiye bu değişimi üç mekanizma ile kontrol edebildi. Bunlardan birincisi, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) topraklarına kara saldırıları düzenlemek, ikincisi, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın teslim edilmesi için Suriye'ye askeri baskı yapmak ve üçüncüsü, Türkiye'nin PKK'yı askeri olarak desteklemekle suçladığı İran, Rusya ve eski Irak rejimi üzerinde baskı kurmak için uluslararası nüfuzunu kullanmaktı.
Son aşama, Öcalan'ın tutuklanıp yargılanmasının ardından, PKK militanlarının Türkiye topraklarından çekilmesini talep ettiği ve siyasi çözümler için geniş bir marj alanı bıraktığı aşamadır.
Bu süreç boyunca, 2000 yılından günümüze kadar, özellikle de AK Parti'nin Türkiye'de iktidara geldiği ve kendisini geleneksel siyasi sınıftan farklı, askeri elitin ve derin devletin şartlarına ve koşullarına tabi bir siyasi hareket olarak sunduğu 2002 yılından sonra, ülkedeki Kürt sorununun varlığını hatırlatmak ve siyasi güçleri ve derin devleti, PKK’nın hapisteki lideri Abdullah Öcalan ile müzakere ederek siyasi çözümler bulmayı düşünmeye itmek için yılda beşten fazla olmamak üzere çok sınırlı askeri harekatlara izin verdi.
Biri 2008 yılında, diğeri 2013 yılında olmak üzere birçok girişim başlatıldı. Ancak bunlar ya Türkiye'nin iç siyasi ortamındaki anlaşmazlıklar ya da Türk yetkililerin bu kez her şekilde üstesinden geleceklerini söyledikleri dış engellerin ortaya çıkması nedeniyle başarısız oldu.