İran-İsrail çatışması boğazların güvenliğini tehdit ediyor ve küresel endişeleri körüklüyorhttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5157226-i%CC%87ran-i%CC%87srail-%C3%A7at%C4%B1%C5%9Fmas%C4%B1-bo%C4%9Fazlar%C4%B1n-g%C3%BCvenli%C4%9Fini-tehdit-ediyor-ve-k%C3%BCresel-endi%C5%9Feleri
İran-İsrail çatışması boğazların güvenliğini tehdit ediyor ve küresel endişeleri körüklüyor
Ortadoğu, İsrail ile İran arasındaki çatışmanın tüm bölgeyi istikrarsızlaştırma tehdidiyle tehlikeli bir gerilime tanıklık ediyor. Mevcut savaşın yansımaları savaş alanlarının ötesine geçerek küresel ekonomiye gölge düşürmeye ve bölgedeki hayati tedarik zincirlerinin istikrarını tehdit etmeye başladı.
Bombardıman yoğunlaştıkça, devam eden gerginliğin deniz yollarının güvenliği, nakliye ve sigorta maliyetlerindeki artış üzerinde geniş yansımaları olacağına işaret eden uzmanlar, enerji fiyatlarında yeni bir krizin enflasyon oranlarını görülmemiş seviyelere çıkarabileceği uyarısında bulundu.
Karşılıklı saldırılar ve artan tehditlerin Hürmüz ve Babu’l Mendeb boğazları gibi stratejik koridorlarda seyrüseferi aksatarak ticari gemilerin ve petrol tankerlerinin hareketini felce uğratabileceğine dair korkular artıyor. Söz konusu gelişmeler, küresel ekonominin halihazırda ekonomik büyüme üzerindeki yüksek belirsizlikten ve ABD gümrük vergilerinin getirdiği enflasyonist baskılardan mustarip olduğu bir dönemde meydana geliyor. Bu da Ortadoğu'da yaşanacak yeni bir gerilimi iki kat daha fazla baskı unsuru haline getiriyor.
Boğazların önemi
Uluslararası ticaret uzmanı Dr. Favaz el-Alemi, küresel ticaretin büyümesinde 2025 ve 2026 yıllarında yüzde 7'den fazla bir yavaşlama bekliyor. El-Alemi bu durumu jeopolitik çatışmaların artmasına ve küresel ticaret hacminin yüzde 90'ını oluşturan deniz taşımacılığının önündeki teknik engellere ek olarak büyük ekonomik güçler arasında süregelen ticaret savaşına ve buna eşlik eden yüksek gümrük tarifelerine bağlıyor.
El-Alemi, bu çatışmalardan kaynaklanan belirsizliğin, küresel ticaretin büyümesinin önündeki başlıca engel olan ihracat ve ithalattaki düşüşün bir sonucu olarak, uluslararası bankalar ve kuruluşlar arasında ekonomik büyümeye ilişkin çelişkili beklentilere yol açtığını kaydetti. Bu bağlamda, bazı finans kuruluşları, ABD ekonomisindeki yavaşlamanın dünyanın geri kalanına olumsuz yansıması ışığında, 2024 yılında yüzde 3,3 olan yıllık ortalama ticaret büyüme oranı tahminlerini bu yıl yüzde 2,9'a düşürdü ve 2026'da yüzde 2,8'e gerileyeceği beklentisini dile getirdi.
El-Alemi, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri ile ilgili olarak şunları söyledi: “Mevcut çatışmaların bölge ekonomileri üzerinde, özellikle de ticaret açısından, olumsuz bir etkisi olacak. Geçen yıl emtia ticareti hacmi endeksinde dünyada altıncı sıraya yükselen Körfez ülkeleri, 1,5 trilyon dolar değerindeki toplam küresel emtia ticaretinde yüzde 3,4'lük bir paya sahip oldu.”
2024 ve 2025'in ilk çeyreği boyunca Hürmüz Boğazı üzerinden gerçekleşen enerji akışı, küresel deniz yoluyla petrol ticaretinin yüzde 25'inden fazlasını ve sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ticaretinin yüzde 20'sini oluşturdu. ABD, toplam ham petrol ve kondensat ithalatının yaklaşık yüzde 7'sini ve petrol sıvıları tüketiminin yüzde 2'sini temsil eden günde yaklaşık 500 bin varil Körfez ham petrolü ve kondensatını Hürmüz Boğaz üzerinden ithal etti.
Geçen yıl Hürmüz Boğazı üzerinden yapılan ham petrol ve kondensat ihracatının yüzde 84'ü ve LNG’nin yüzde 83'ü Asya pazarlarına yapıldı. Çin, Hindistan, Japonya ve Güney Kore, toplam ham petrol ve kondensat akışının yüzde 69'unu oluşturarak bu akışların ana varış noktaları oldu. Hürmüz Boğazı üzerinden yapılan sevkiyatta yaşanacak herhangi bir aksaklıktan en çok bu pazarlar etkilenecek.
İran ile askeri gerilim başlamadan önce İsrail'in kuzeyindeki Hayfa Limanı’nın havadan görünümü (Reuters)
El-Alemi, “Jeopolitik çatışmaların petrol fiyatları üzerinde olumsuz bir etkisi olacak. Nakliye fiyatlarında yüzde 60'lık bir artışa ek olarak petrol fiyatları bugünkünden iki kat daha fazla artabilecek. Bu da talebin azalmasına, büyümenin duraklamasına ve petrol ve gaz fiyatlarının yükselmesine yol açacak. Küresel ekonomi 2025 yılında Kovid-19 pandemisinden bu yana en yavaş büyümesini kaydedecek” ifadelerini kullandı.
Zorluklar ve fırsatlar
Körfez petrol gelirleri üzerinde beklenen olumsuz etkilere rağmen el-Alemi, bu zorlukların bölge ülkeleri arasında Arap Denizi veya Kızıldeniz üzerinden petrol ve petrol türevleri ihracatında yeni çıkış noktaları açmak için iş birliği de dahil olmak üzere yeni ekonomik fırsatların önünü açabileceği görüşünde. Bu, küresel şirketlere deniz taşımacılığı ve lojistik merkezleri alanlarında kazançlı yatırım fırsatları sunacak ve Hindistan, Avrupa, Afrika ülkeleri ve Doğu ve Güney Asya'daki ülkelerle ekonomik ortaklıklarını güçlendirecek. Kuşkusuz bu da Körfez ülkelerinin küresel bir ticaret merkezi olarak konumunu ve bilgi teknolojisi ve yapay zekâ alanlarında büyük iş fırsatları yaratmak için yeni inovasyon ve teknoloji merkezlerine yatırım yapma eğilimini güçlendiriyor.
İsrail savunma sistemleri Tel Aviv üzerindeki İran füzelerini engellemek için aktif hale getirildi. (AFP)
El-Alemi sözlerini şöyle tamamladı: “Hürmüz Boğazı'nın küresel güçlerin stratejik hesaplamalarında kilit bir eksen haline gelmesi, dünya ülkelerini bu boğaz üzerinden deniz taşımacılığının güvenliğini sağlamak ve boğaz üzerindeki kontrolü güçlendirmek için mekanizmalar aramaya itti. Bu durum, küresel ticaretin genişlemesi ve gelişmesi için en önemli çıkış noktası ve ülkeler arasında mal alışverişi için ana arter olması nedeniyle bu hayati koridorun önemini iki katına çıkardı. Öte yandan boğaz, deniz seyrüseferi ve uluslararası ticaret karşısında kapanması, genel olarak emtia fiyatlarındaki ve özellikle de uluslararası ilişkilerde kilit bir faktör olan petrol fiyatlarındaki artışı doğrudan etkilediğinden, uluslararası çatışmalar ve anlaşmazlıklar için bir arena olmaya devam etmektedir. Bu boğazın seyrüsefer, ekonomi ve ticaret alanlarında kullanımı, başta 1958 Cenevre Sözleşmesi ve 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi olmak üzere çeşitli sözleşmelerle düzenlenmiştir.”
Tedarik kesintisi
Ekonomi politikaları uzmanı Ahmed eş-Şehri, İsrail ile İran arasında devam eden savaşın küresel tedarik zincirlerini bozacağı ve bunun da küresel enerji için hayati bir eksen olan bölgedeki ticaret hareketini olumsuz etkileyeceği uyarısında bulundu. Eş-Şehri Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte, bölgenin, başta dünya petrolünün yaklaşık üçte birinin taşındığı Hürmüz Boğazı olmak üzere kritik deniz yollarını kapsadığını söyledi. Bu koridorlardaki herhangi bir kesintinin petrol fiyatlarında önemli bir artışa yol açacağına ve bunun da uluslararası düzeyde enflasyon oranlarını yükselteceğine dikkat çekti. Gemileri alternatif rotalar izlemeye zorlamanın sevkiyatlarda gecikmelere ve nakliye maliyetlerinde artışa yol açacağını belirten eş-Şehri, ‘risk priminin yüzde 15'in üzerinde hızlı bir artış gösterebileceğini’ kaydetti. Eş-Şehri ayrıca, savaşların arz yönlü şoklara neden olan en önemli faktörlerden biri olmaya devam ettiğini vurguladı.
Hamaney ve İran’a dönüş: Temel mi yoksa taktiksel bir değişim mi?https://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5200718-hamaney-ve-i%CC%87ran%E2%80%99-d%C3%B6n%C3%BC%C5%9F-temel-mi-yoksa-taktiksel-bir-de%C4%9Fi%C5%9Fim-mi
Dini Lider'in uluslararası spor ve bilim yarışmalarının kazananlarına yaptığı son konuşmada, rejimin dini kimliğinin dayanağını oluşturan ideolojik ve doktrinel tanımlardan hiçbirini kullanmaması dikkat çekiciydi (Batı Asya Haber Ajansı/Reuters)
Hamaney ve İran’a dönüş: Temel mi yoksa taktiksel bir değişim mi?
Dini Lider'in uluslararası spor ve bilim yarışmalarının kazananlarına yaptığı son konuşmada, rejimin dini kimliğinin dayanağını oluşturan ideolojik ve doktrinel tanımlardan hiçbirini kullanmaması dikkat çekiciydi (Batı Asya Haber Ajansı/Reuters)
Hasan Fahs
Açıkça ortaya çıkan ve haziran ayında ABD’nin katılımıyla İran'daki İslam rejimini hedef alan İsrail saldırısının üzerinden zaman geçtikçe daha da netleşen husus, bu saldırının rejimin, liderlerinin ve kurumlarının davranışlarında derin değişikliklere neden olduğudur. Bu değişiklikler, taktiksel bir değişimin ötesine geçerek, genel davranışlarına da yansımaya başlayan köklü bir değişime dönüşebilir. Zira söz konusu değişiklikler, yetkililerin son 40 yıldır ideolojik boyut ile İslami kimliklerini ulusal söylem ve İran kimliğinden daha öncelikli tuttuklarında görmezden geldikleri gerçeklerin anlaşılmasına dayanan gerçekçi bir söylemi, İran liderliğine ve karar alma merkezlerine dayattı. İran rejimi, tehditler ve meydan okumalar karşısında İran ve kendisi için bir savunma hattı tesis edecek bileşik bir kimlik oluşturmak için en azından bunları uzlaştırıp birleştirmedi de. Davranışlarındaki değişikliğin belki de en dikkat çekici tezahürü, rejimin ideolojik kolu olan İslam Devrim Muhafızları Ordusu'nun aldığı darbenin ardından, askeri sınıfın meydan okuyan, İran'a saldırmaya veya onu ihlal etmeye çalışan herhangi bir tarafa karşı yok edici ve ezici yanıt vermekle tehdit eden gösterişçi askeri söylemi terk etmek zorunda kalmasıyla yaşandı. Rejimin ideolojik kolunun askeri gücünü tanımlamada gerçekçi bir anlayışa geri dönmek zorunda kaldı.
Rejimin terminolojisinden vazgeçmek
Uluslararası spor ve bilim yarışmalarının kazananlarına yaptığı son konuşmada, Dini Lider'in 27 dakikalık konuşması boyunca, rejimin dini kimliğinin dayanağını oluşturan İslam rejimi, İslam Devrimi ve Devrim Muhafızları gibi ideolojik ve doktrinel tanımlardan hiçbirini kullanmaması dikkat çekiciydi. Kazananların sportif ve bilimsel başarılarını ideolojik boyutlara ve dini saiklere bağlamadığı gibi, bunları İslam rejimi ve devriminin başarılarının bir parçası olarak, sürekli kökleştirmeye çalıştığı önceden hazırlanmış çerçevelere de yerleştirmedi. İslami rejim terimine hiçbir atıfta bulunmayan ve devrimden bahsederken İslami terimini kullanmayan, hatta İsrail saldırısında öldürülen askeri liderlerden kasıtlı olarak bahsetmeyip, sadece nükleer bilim adamlarından bahseden Dini Lider'in bu konuşması, bir gaf veya toplantının doğası gereği öylesine benimsenmiş bir yaklaşım olarak değerlendirilemez. Aksine bu, Dini Lider'in ideolojik, doktrinel ve dini terimler kullanmasına yol açabilecek konulardan kaçınmaya çalıştığı, önceden planlanmış ve bilinçli bir karardı; öldürülen Devrim Muhafızları liderlerinden bahsetmek istemedi, çünkü bu kurum ideolojik, doktrinel ve İslami bir kurum.
Meydan okumaların derinliği
Dini Lider'in “anavatan”, “İran” ve gayretli “İran gençliği” merkezli söylemi, İran içine yönelik siyasi söylemde yeni ve stratejik düzeye varan bir değişime işaret ediyor olabilir. Aynı zamanda bu, rejimin hem meşruiyet hem de halk tabanıyla arasındaki uçurumu kapatma çabaları açısından karşı karşıya olduğu meydan okumaların büyüklüğü ve derinliğine dair derin bir farkındalığının sonucu olabilir. Bu uçurumu kapatmak için de rejim, İran halkının mezhepsel, ulusal ve etnik bileşenlerini, siyasi veya dini aidiyetlerinden bağımsız olarak birleştiren ulusal ve İran kimliğine odaklanıyor.
Kapsayıcı ulusal söylem
Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın seçilmesinden bu yana hükümetin benimsediği ve Dini Lider'den açık destek alan çalışma programının özünü oluşturan kapsayıcı ulusal söyleme dönüş, ideolojik rejim ile halk tabanı arasında oluşan ayrışmanın boyutuna dair derin bir farkındalığın sonucudur. Bu ayrışma, tek bir muhalefet, laik akım, reformist grup veya rejimi devirmek ve yıkmak için çalışan güçlerle sınırlandırılamayacak kadar çeşitli eğilim ve yönelimleri temsil ediyor. Dahası bu durum, Dini Lider'in ve otoriter sistemin, halk nezdinde geriye kalan azıcık meşruiyetlerini de kaybettikleri, bunun rejim yanlısı grupların da artık telafi edemeyeceği bir kayıp olduğu hissinde ifade buluyor. Rejim bu grupların, özellikle Eylül 2022'de Mahsa Amini’nin öldürülmesinin ardından patlak veren, rejimin ideolojisi ile toplumun yönelimleri arasında bir kültürel uçurum olduğunu ortaya çıkaran, rejimin dini kimliği için en tehlikeli olan, rejimi gelecekteki varlığı ve iktidarının sürekliliğiyle ilgili varoluşsal sorularla yüzleştiren halk ayaklanmasından sonra, rejimin dini ve ideolojik kimliğini koruyan bir araç görevi göremeyeceğini de anladı. Bu bölünme, geçmişte ekonomik ve siyasi arka planı olan bir dizi yüzleşme sonucunda ortaya çıkan halk hareketlerinin ve protestoların doruk noktasıydı. Dini Lider'in konuşmasında ulusal ve İran kimliğine odaklanması, rejim ile her türlü değişim sürecinin omurgasını oluşturan, mevcut otoritenin devamlılığı için oluşturdukları gerçek tehlikeler de dahil olmak üzere, dönüşümün tohumlarını içlerinde taşıyan bu toplumsal kesimler arasındaki mevcut uçurumu kapatma girişimiydi. Aynı zamanda Dini Lider'in rejimin karşı karşıya olduğu ve onu, İran halkının çoğunluğu, özellikle de gençler için çekiciliğini yitirmiş ideolojik söylemden uzak, kapsamlı bir ulusal söylem aracılığıyla halk nezdinde meşruiyetini yeniden tesis etmek için harekete geçmeye zorlayan krizin derinliğini anlama çabasını da temsil ediyordu.
Milliyetçi ve ulusalcı söylemin öne çıkarılması, herhangi bir dönüşümü çıkarlarına, kazanımlarına ve ideolojik yapılarına varoluşsal bir tehdit olarak gören katı görüşlüler veya radikaller hariç, iktidar sisteminin ve karar alma mekanizmasının bir kısmıyla birlikte İran Dini Lideri'ni, rejimin stratejik derinlik kavramını yeniden tanımlamaya itebilir. Söz konusu kavram, daha önce nüfuz ve bölgede rejime sadık gruplar aracılığıyla yayılma anlamına geldiği için dış politikayı önceliklendirme ilkesine dayanıyordu. Yeniden tanımlama ile bu derinlik, İslami ve ideolojik boyuttan ziyade İran'ın ulusal boyutuna dayanabilir. Yani liderlik ve iktidar sistemi içinde bölgesel sistemde ulusal çıkarlara odaklanan dönüşümlere ilişkin yeni bir anlayış tesis edebilir. Bu, bir bakıma, bu liderliğin ve mekanizmanın, devrimi ihraç etme kavramının ötesine geçerek stratejik menfaatler ilkesine geçiş yapan bölgedeki önceki yatırımlarının, rejim bu menfaatlere dair milliyetçi ve ulusalcı bir anlayış netleştirmediği sürece, hedeflerine ulaşamayacağını örtük olarak kabul ettiği anlamına geliyor. Bu ise onun son on yıllarda kurduğu içerisi, krizleri ve talepleri yerine dış etki ve nüfuza öncelik veren denklemi tersine çevirmesini gerektiriyor. İçerisini, rejimin yayılmacı politikalar sonucunda karşılaştığı meydan okumalar ve baskılarla başa çıkabilmesini kolaylaştıracak bir savunma duvarı oluşturabilecek güç olarak önceliklendirmesi gerekiyor.
Ancak İran Dini Lideri'nin söyleminde ve hükümet politikalarında yaşanan bu değişiklikler şu soruyu gündeme getiriyor: Bu değişiklikler, otorite ve yönetim anlayışında yeni bir yol açacak ve tüm İranlıları kapsayan, kişisel ve siyasi hak ve özgürlüklerini geniş bir çoğulcu çerçeve içinde garanti altına alan, köklü bir dönüşüm olarak tanımlanabilecek gerçek bir açılım aşamasına geçişi sağlayacak mı? Yoksa rejim, özellikle de birincil ideolojik müttefikleri olan radikal grupların böyle bir değişim karşısında en üst düzeyde direneceği düşünüldüğünde, tehlike bölgesinden uzaklaştığını hissettiği anda aleyhine dönebileceği taktiksel bir bakış açısıyla mı bu söylemi benimsedi?
Vance: Trump'ın politikası Batı Şeria'yı İsrail'e ilhak etmek değilhttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5200701-vance-trump%C4%B1n-politikas%C4%B1-bat%C4%B1-%C5%9Feriay%C4%B1-i%CC%87sraile-ilhak-etmek-de%C4%9Fil
ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance, 22 Ekim'de Kudüs'teki Cumhurbaşkanlığı konutunda İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ile yaptığı görüşmenin ardından basın mensuplarının sorularını yanıtladı. (AFP)
Vance: Trump'ın politikası Batı Şeria'yı İsrail'e ilhak etmek değil
ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance, 22 Ekim'de Kudüs'teki Cumhurbaşkanlığı konutunda İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ile yaptığı görüşmenin ardından basın mensuplarının sorularını yanıtladı. (AFP)
ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance bugün yaptığı açıklamada, Başkan Donald Trump'ın İsrail'in Batı Şeria'yı ilhak etmemesi gerektiği yönündeki politikasının devam ettiğini söyledi.
Vance, Tel Aviv'de gazetecilere yaptığı açıklamada, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüşmesinin ardından Gazze Şeridi'ndeki ateşkesten ‘çok memnun’ olduğunu belirtti.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, şu anda ülkeyi ziyaret eden ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance'in önünde kendisini utandırmamaları için iktidar koalisyonu üyelerine çağrıda bulundu. Diğer yandan Knesset dün Batı Şeria'nın bazı bölgelerine egemenlik uygulanmasına yönelik iki yasa tasarısını onayladı.
Tekliflerden biri Noam Partisi'nden Avi Maoz tarafından, diğeri ise muhalefet partisi Yisrael Beiteinu'nun (Evimiz İsrail) lideri Avigdor Liberman tarafından sunuldu. İlk yasa tasarısı, 120 milletvekilinin 25'inin (24 hayır) oyuyla kabul edildi. Bu, muhalefetin 52 milletvekilinin tamamı hazır bulunmuş olsaydı tasarıyı reddedebileceği anlamına geliyor. Ancak, 28 milletvekili hazır bulunmadığı için tasarı kabul edildi.
Knesset, Kudüs'ün güneyindeki Ma'ale Adumim yerleşimini derhal ilhak etmeyi ve bu bölge üzerinde tam İsrail egemenliği kurmayı öngören Liberman'ın tasarısını onayladı. Tasarı, 31'e karşı 9 oyla kabul edildi.
Japonya Çin’in estirdiği fırtınalar ve ABD’nin değişen koruma şemsiyesi karşısında sessiz bir kaygı içindehttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5200607-japonya-%C3%A7in%E2%80%99-estirdi%C4%9Fi-f%C4%B1rt%C4%B1nalar-ve-abd%E2%80%99nin-de%C4%9Fi%C5%9Fen-koruma-%C5%9Femsiyesi-kar%C5%9F%C4%B1s%C4%B1nda
Japonya Çin’in estirdiği fırtınalar ve ABD’nin değişen koruma şemsiyesi karşısında sessiz bir kaygı içinde
Fotoğraf: Majalla
İbrahim Hamidi
Son yirmi yıl içinde Japonya'yı birkaç kez ziyaret ettim. Her ziyaretim farklı bir dönemin aynası oldu. Japonya, ruhunu değiştirmeden sürekli yenilenen bir ülke. Vücudu yaşlanıyor, ama gözleri hala parlak. Her gidişimde dış dünyadan habersiz, geçmişin ve geleceğin sessizce sohbet ettiği bir zaman laboratuvarına giriyormuşum gibi hissediyorum. Japonya yaşlanmıyor, yavaşça olgunlaşıyor, her dönemin kendi dili ve endişeleri olduğunu bilen bilge bir adam gibi, ya da Japonlar böyle düşünüyor.
Bu sefer ki yolculuğuma Osaka'dan başladım. Burası gürültü olmadan kalabalığı yöneten bir şehir. Kuyruklar makul bir hızda ilerliyor, teknoloji gösterişten çok bir araç olarak kullanılıyor ve kamu tesisleri ortak mülkiyet olarak değerlendiriliyor. Ne sokaklarda gürültü ver ne de hayatın ayrıntılarında kendini gösteren ilerlemede abartı.
Expo 2025'e veda etmeye ve bayrağı Expo Riyad 2030'a devretmeye hazırlanan Osaka’ya geldim. Yıllar önce bu etkinliğe hazırlandığını görmüştüm. Şimdi de sonunu görmek için geri döndüm. Nahif selamlamalar, disiplinli alkışlar ve düzenin sınırında yürüyen müzik, sadece bir etkinlik değil, 20. yüzyılda mucizesini yaratan Japonya ve 21. yüzyılda rüyayı yeniden tanımlayan Suudi Arabistan olmak üzere iki rönesans süreci arasındaki bir köprü görevi görüyordu. Disiplinden hırsa, deneyimden yenilenmeye olan iki dönemi ve iki vizyonu özetleyen sembolik bir an.
Sergi salonlarında, yapay zekaya (AI) adanmış olanlar da dahil olmak üzere birçok standın arasında dolaştım. Salonlar soğuk ışıkla aydınlatılmıştı, ekranlarda değişen görüntüler geçiyordu, robotlar sanki insanları taklit etmeyi öğreniyormuş gibi hareket ediyorlardı. Osaka'da ilerleme, bir yarıştan çok bir tefekkür gibi görünüyor. Dünya, Çin'in yükselişinden ve büyük güçler arasındaki yarıştan bahsetse de Japonya üçüncü bir yolu, yani sabır yolunu izliyor.
Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Osaka, Expo 2025 çerçevesinde yeniliklerle göz kamaştırmaktan çok, kullanışlılığıyla ikna ediyor, işlevsellik katan ve hayranlık uyandıran mütevazı bir gelecek sunuyor. Tüm seyahatim boyunca ‘Japonya, sakin tavrından ödün vermeden, deniz, hava ve ekonomi alanlarında ‘sınırları’ zorlayan ve kendine güveni artan dev bir komşuyla nasıl yaşıyor?’ sorusu zihnimi meşgul etti.
Pusulanın düzeltilmesi
Osaka'dan hızlı trenle Hiroşima'ya gittim. Kısa bir yolculuktu, ama beni geleceğin gürültüsünden anıların ağırlığına taşıyacak kadar uzundu. Pirinç tarlaları çarpıcı bir geometrik düzen içinde uzanıyordu ve küçük evler sanki ders veriyormuş gibi sıralanmıştı.
Tokyo içerideki bu kırılgan durumla dışarıdaki dengesini korumaya çalışırken ABD ile güçlü bir ittifak ve kapsamlı bir güvenlik anlaşmasına sahip.
Şinkansen (Japonya'da Japan Railways tarafından işletilen yüksek hızlı demiryolu ağı) ile gidilebilecek uzaklıktaki Hiroşima pusulasını yeniden ayarlıyor. Tarihin eşiğinde yürüyen bir şehir. Burada hiçbir şey sıradan değil. Havanın kendisi bile yıkımın bir ders haline getirilebileceğini hatırlatıyor. Barış Parkı'nda, yıkılmış kubbenin yanında ağaçlar sallanıyor ve üniformalı okul çocukları çiçekler taşıyor. Ağaçların dallarına yüzlerce kağıttan turna asıyorlar. Her kağıt turnanın üzerinde kurbanlar için barış, umut ve anma sözleri yazılı. Turistler, eski ABD Başkanı Barack Obama'nın anılarla barışmak için cesaretle ziyaret ettiği kemerin altında fotoğraf çekilmek için sıraya giriyor.
1945 yılında Hiroşima'ya atılan atom bombasının kurbanları ve şehrin anısına ithaf edilen Barış Müzesi’ndeki ‘Barış Alevi’ anıtı, 30 Mayıs 2025 (AFP)
Burada hafıza, bir slogan ya da intikam için bir bahane değil, etik konusunda bir ders olarak karşımıza çıkıyor. Ziyaretçiler Barış Müzesi'ne girdiklerinde gerçeği olduğu gibi görürler, sonra da her zamanki gibi işleyen şehre geri dönerler. Trajedi, hatırlatılmak için değil, yönetilmek için öğretilir. Gerçeklere saygı duyarak insanlara saygı duymak, bir davranış kuralı haline gelmiştir. Düzen ve medeniyete yönelik bu eğilim, yalnızca sosyal bir davranış değil, bir savunma biçimidir. Japonya'da bir konuşmacı, ülkesinin ‘yenilginin anlamını erken öğrendiğini ve buna düzenle yanıt vermeye karar verdiğini’ söyledi. Japonların çoğu açıkça “İkinci Dünya Savaşı'nda yenildik. Japonya yenildi ve teslim oldu” demekten çekinmiyor ve ‘yenilgi’ ifadesi yumuşatılmıyor.
Dar sokaklar, geniş sorular
Hiroşima’dan Kyoto’ya kadar dil değişir ama fikir aynı kalır. Dar sokaklar boğucu değil, çünkü yollar işaretlidir. Tapınaklar ikonlar olarak değil varlıklar olarak yönetildikleri için faaldir. Yaşlı satıcılar bile bu felsefeyi basit bir cümleyle ‘sakinlik, dinleme ve organizasyon’ olarak özetliyor. Huzur, mimaride saklı. Japonya'nın bugün Çin'in yükselişi ve çevresindeki değişen dünya hakkındaki endişelerini nasıl sakin bir şekilde yönettiğini açıklayanda bu hesaplı sakinliktir.
Asla uyumayan başkent Tokyo'da, kültürel yoksunlukla ilgili endişeler somut siyasi ve ekonomik sorunlara dönüşüyor. Burada her şey, hatta şehrin kendisi sanki insan hassasiyetiyle çalışan bir saatmiş gibi, kesin bir hızda ilerliyor. Shibuya'nın gökdelenlerinden Ginza'nın mağazalarına, imparatorluk bahçelerine kadar her ayrıntı hesaplanmış, her sessizlik bilinçli olarak planlanmıştır. Ancak bu disiplinin arkasında gizli bir endişe yatıyor. Kafelerde ve sohbetlerde sürekli olarak, yükselen Çin, tehditkâr Kuzey Kore ve ağırlığıyla yakınlarda beliren Rusya konuşuluyor. Ginza İstasyonu’nun yakınlarındaki bir kafede, genç bir adam “Biz temkinli bir nesiliz. Babalarımızın ihtişamı ile Çin çağında en zayıf halka olma korkusu arasında yaşıyoruz” diyor.
ABD tarafından 80 yıl önce nükleer bombayla hedef alınan Hiroşima'nın genel görünümü (Al Majalla)
“Korkmuyorlar, sadece kendilerini gözden geçiriyorlar.” Bu cümle, Japonların genel ruh halini özetliyor. Çünkü onlar bağırmak yerine sessizce gözden geçirmeyi, acele etmek yerine düşünmeyi tercih etti. Ancak bu sefer yeni bir şey var; siyasi fırtınalar. Bir uzman, Liberal Parti hükümetinin çöküşü, yolsuzluk iddiaları, boğucu enflasyon ve popülizmin yükselişi gibi içeride eşi benzeri görülmemiş krizlerin yaşandığını söyledi. Aynı uzman, Japon popülizminin Batı'daki popülizmin bir kopyası olmadığını, daha çok ‘demografik endişe ve ekonomik zorlukların bir karışımı’ olduğunu ifade etti. Binlerce adadan oluşan bir ülke olan Japonya, büyük bir nüfus yaşlanmasıyla karşı karşıya. Bu durum göçmenleri ekonomik bir zorunluluk haline getirirken, aynı zamanda sosyal gerginliğin artmasına da neden oluyor.
Su üzerinde uzanan bu adalar, tehditlerin aynasında kendilerini seyrediyorlar. Önceki ziyaretlerimde, Rusya ile barış anlaşması konuşuluyordu ve merhum Başbakan Abe Şinzo, tartışmalı ada meselesini sonuçlandırmak ve Tokyo'nun 80 yıldır beklediği barış anlaşmasını imzalamak için Başkan Vladimir Putin ile 28 kez bir araya gelmişti. Şimdi ise durum değişti. Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini kınayan sesler yükseliyor ve eski anlayışlılığın artık mümkün olmadığına dair bir his hakim. Çin'in artan nüfuzu ve Senkaku Adaları'ndaki statükoyu değiştirme çabaları ile Kuzey Kore'nin füze denemeleri de Japonların sabrının sınırlarını hatırlatarak endişeleri artırıyor.
Tokyo içerideki bu kırılgan durumla dışarıdaki dengesini korumaya çalışırken ABD ile güçlü bir ittifak ve kapsamlı bir güvenlik anlaşmasına sahip. Fakat İkinci Dünya Savaşı sırasında atom bombası atılmasıyla aldığı yenilgiden bu yana, geleneksel anlamda güç kullanımı veya ordu kurulması anayasa tarafından yasaklı olmaya devam ediyor. Japonya, kuzeyde Rusya, doğuda Kuzey Kore, güneyde ve batıda Çin gibi sorunlu ülkelerle çevrili. Güvenliği için Washington ile olan ittifakına güvense de bu kez Washington'da başkanlık koltuğunda Biden değil Trump oturuyor.
Japonları en çok, Çin'in Tayvan'ı ilhak etme olasılığı endişelendiriyor. Çünkü Tayvan’da gerginliğin herhangi bir şekilde tırmanması, Japonya'nın güney adalarına mülteci akını ve Okinawa'daki ABD üslerinin kullanılması anlamına geliyor.
Japonya’da yaklaşık 200 bin kişilik bir öz savunma gücü var, ancak gençleri bu güce katılmaya ikna etmek giderek zorlaşıyor. Bir uzman, “Ordu fikri hala hassas bir konu. Dünya değişti ve savaşlar artık tarih kitaplarında kalmadı” değerlendirmesinde bulundu. Ancak İkinci Dünya Savaşı'ndan kalma silahlar müzelerde sergilenmeye devam ediyor. Eski Başbakan Kişida Fumio hükümeti, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin ardından savunma bütçesini artırmış ve 2027 yılına kadar askeri harcamaları gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) yüzde 2'sine çıkarmak için bir plan uygulamaya başlamıştı. Bu rakam, son 70 yılın en yüksek seviyesi.
Güneyden endişe rüzgarları esiyor
Ancak bu kez endişe kuzeyden değil, güneyden geliyor. Ekonomik ve askeri gücüyle Çin, denizde ve havada Japonya’nın sabrını sınamaya devam ediyor. Arka planda ise, bu rekabetin Japonya'nın aleyhine Donald Trump ve Şi Cinping başkanları arasında bir uzlaşmaya dönüşeceğine dair artan bir korku var.
Liberal Demokrat Parti lideri Sanae Takaichi, Tokyo'daki Temsilciler Meclisi'nin olağanüstü oturumunda Japonya'nın yeni başbakanı seçildikten sonra, 21 Ekim 2025 (AFP)
Uzmanlardan biri, “Tokyo, Trump ve Xi arasında kendi arkasından yapılabilecek olası bir ticaret anlaşmasından endişe duyuyor” yorumunda bulundu. Bu yüzden Japonya, Trump'ın 28 Ekim'de Güney Kore'de Çin devlet başkanıyla görüşmesinden önce ülkeyi ziyaretine hazırlık olarak, ‘Demir Leydi’ olarak anılan Takaiçi Sanae’nin başbakanlığında yeni bir hükümet kurdu.
Aynı uzman şunları söyledi:
“Biden, Çin'in Tayvan'a yönelik tek taraflı herhangi bir hamlesine karşı olduğunu defalarca söyledi. Bugün Şi, Trump'ın Tayvan'ın tek taraflı herhangi bir hamlesine karşı olduğunu söylemesini istiyor. Cümleyi tekrarlamak ve bağlamını biraz değiştirmek, caydırıcılık dengesini değiştiriyor.”
Büyük başkentlerde diplomasi alanında uzun süre çalışmış bir başka uzman ise şöyle dedi:
ABD uzun süredir küresel polis rolünü üstlenmiş ve pazarlarını açmıştır. Trump bunu değiştirmek istiyor. Adalet hakkında konuşuyor, ancak adaletin anlamı kişiden kişiye değişir.”
ABD Başkanı Donald Trump ve eski Japonya Başbakanı İşiba Şigeru, Beyaz Saray'da bir araya geldi, 7 Şubat 2025 (AFP)
Çin adeta Japonya ve diğer müttefiklerin ABD’nin müttefikliği hakkındaki sorularına yanıt verircesine istikrarlı bir şekilde ilerliyor, Asya'daki varlığını güçlendiriyor ve Rusya ve Kuzey Kore ile ittifakını derinleştiriyor. Pekin, Moskova’nın Ukrayna'ya karşı savaşını destekliyor ve Rusya’dan büyük miktarlarda petrolü satın alıyor. Putin ve Kim Jong-un'un Zafer Bayramı kutlamalarına katılımı, bölgedeki yeni ittifakın sembolik bir işareti oldu. Bir Japon uzman, bu görüntünün ardında yatanlara dair “Şi, Putin ve Kim ile ittifakında temkinli davranıyor. Kendini sorumlu bir güç olarak göstermeye çalışıyor, ancak aynı zamanda Asya'daki güç dengesini kendi tarzında yeniden şekillendiriyor” değerlendirmesinde bulundu.
Çin'in Ukrayna'sı: Tayvan
Japonları en çok, Çin'in Tayvan'ı ilhak etme olasılığı endişelendiriyor. Çünkü Tayvan’da gerginliğin herhangi bir şekilde tırmanması, Japonya'nın güney adalarına mülteci akını ve Okinawa'daki ABD üslerinin kullanılması anlamına geliyor. Bu da Tokyo'yu krizin doğrudan tarafı haline getirir. Bir askeri uzman, Japonya’nın, ‘Çin'in Ukrayna'sı olan Tayvan’ olmak istemediğini belirtti. Bu yüzden Japonya, kendi tanımını değiştirmeden savunmasını güçlendirmek için sessizce çalışıyor.
Hiroşima Müzesi'ndeki ABD'nin 1945 yılında İkinci Dünya Savaşı sırasında şehri bombaladığı anı gösteren saat ve sayaç (Al Majalla)
Sahada ise Senkaku Adaları çevresindeki sular sinirlerin sınandığı bir test alanı haline geliyor. Japonya’nın 1895'te işgal ettiği adalar, 1969 yılında Birleşmiş Milletler’in (BM) bir raporunda petrol rezervleri olabileceği öne sürülene kadar neredeyse tamamen unutulmuştu.
O tarihten beri Çin, 1992'de Senkaku'nun Çin'e ait olduğunu iddia eden bir rapor, 2008'de gemilerinin karasularına girmesi, 2016 yılında yaklaşık 200 geminin yaklaşması ve ardından son yıllarda tekrarlanan ihlaller, en sonuncusu ise geçtiğimiz mayıs ayında bir Çin helikopterinin adanın hava sahasına girmesi gibi gerginliği tırmandıran bazı adımlar attı.
Tokyo, Washington ile olan tarihi ittifakının artık eskisi kadar güvenli olmadığını düşünüyor.
Çin şu anda üç uçak gemisine sahip ve bunlardan biri geçtiğimiz yıl eylül ayında Japonya kara sularına girdi, ikisi ise sadece iki ay sonra Japonya çevresinde tatbikatlar gerçekleştirdi. Tokyo için bunlar münferit olaylar değil, ‘düşmanca normalleşme’ olarak adlandırdığı, yani tehlike hissini azaltmak için sürtüşmeleri günlük bir olay haline getirme eğiliminin işaretleriydi. Japonya'nın yüksek perdeden ses çıkan bir tepki vermedi, yasal belgeler, aralıksız devriyeler ve sürpriz unsurunu azaltan sofistike elektronik gözetim sistemini devreye sokmak gibi önlemler aldı. Bu konuyla ilgili diplomatik bir uzman, “Japonya gerginlik istemese de zorla değişimi kabul etmiyor. Çin'e her türlü karasuları ihlalini bildiriyoruz ve sürekli iletişim halindeyiz, çünkü iletişim eksikliği yanlış anlaşılmalara giden en kısa yoldur” ifadelerini kullandı.
Caydırıcılık felsefesi
Burada iletişim, caydırıcılık felsefesinin bir parçası. Tokyo, Pekin ile ilişkilerini koparmak istemiyor, ancak ona tamamen de güvenmiyor. Bunun yanında ABD ve Avustralya filolarıyla tam koordinasyon içinde faaliyet gösteren ve Güney Kore ile ortak tatbikatlar düzenleyen, fiilen küçük bir ordu haline gelen deniz sınır muhafızlarını güçlendirmeye devam ediyor.
Diğer yandan hükümet yeni bir farkındalık kampanyası başlattı. Japonya'nın merkezinde bulunan bir müze, genç nesillere Rusya, Güney Kore ve Çin ile olan denizcilik ve egemenlik anlaşmazlıklarını anlatıyor. Bu küçük bir adım olsa da kültürel bir değişimin işaretidir. Tehditlerden bahsetmekten kaçınmaktan, halkın bu tehditler konusunda farkındalığını artırmaya doğru bir adım.
İkinci Dünya Savaşı’nda Japon ordusu tarafından donatılan intihar denizaltısı, Deniz Kuvvetleri Koleji Müzesi'nde sergileniyor (Al Majalla)
Çin ile olan çatışma sadece askeri alanda değil. Japonya, sivil araçları kullanarak caydırıcılık sağlayan ve “ekonomik güvenlik” olarak adlandırdığı bir strateji izliyor. Buradaki amaç, ilişkilerin kesilmesi değil, bağımlılığın azaltılmasıdır. Tokyo, Çin'e 23 kategorideki gelişmiş çip üretim ekipmanlarının ihracat kısıtlamalarını sıkılaştırırken, aynı zamanda bu alanda büyük iç yatırımları çekiyor. Bu projeler sadece ekonomik değil, aynı zamanda politik niteliktedir. Bunlar, kritik tedarik zincirlerinde Çin'in nüfuzunu azaltma girişimidir.
Üç kelime arasında denge kurmak
Kısa bir süre önce yapılan bir ankette, Japonların yüzde 90'ı Çin hakkında olumsuz bir izlenime sahip olduklarını ifade ederken benzer bir yüzdeyle Çinliler de Japonya hakkında aynını hissettiği ortaya çıktı. Bu psikolojik ayrılık, karşılıklı güvenin kurulmasını zorlaştırıyor, ancak iletişim ihtiyacını ortadan kaldırmıyor. Deneyimli bir diplomat bu durumu “Japonya sürekli bir çatışma içinde yaşayamaz, ancak komşusuna da güvenemez. Bu nedenle ortaklık, rekabet ve çatışma olmak üzere bu üç kelime arasında denge kurmaya çalışıyoruz” diye özetliyor. Aynı diplomat, “Akıllıca olanı, diyaloga imkan veren ve çatışmaya sürüklenmemizi önleyen bir mesafe korumaktır” diye ekledi.
Öte yandan Tokyo, Washington ile olan tarihi ittifakının eskisi kadar güvenli olmadığını düşünüyor. Emekli bir diplomat, “Eskiden dünya için tek bir polise güveniyorduk. Şimdi ise bu polis memuru daha yüksek maaş istiyor ve hizmet kurallarını değiştiriyor” şeklinde konuştu. Bu endişe, Japonya'yı Avustralya, Hindistan ve Filipinler ile ortaklıklar kurarak güvenlik ağını genişletmeye itiyor. Böylece hükümet, tek bir müttefike bağlı olmayan, ‘çok katmanlı caydırıcılık’ olarak adlandırdığı bir sistem oluşturmaya çalışıyor.
Japonya tehlikelerle, tıpkı sokaklarını temizlediği gibi yavaşça, dikkatlice ve sessizce başa çıkıyor.
Tokyo, gürültünün ödüllendirildiği bir dünyada gücünü sessizce artırmayı seçti. Açıklanan programa göre savunma harcamalarını artıran Japonya, kurumlarını yavaş yavaş reformdan geçiriyor ve uzun vadede kolektif sinirlerini eğitiyor. Ben gizemli bir ‘Japon sırrına’ rastlamadım. Daha ziyade basit bir yaklaşım buldum. Gücü dizginleyen bir hafıza, paniği önleyen bir sistem ve sakinliği bir strateji haline getiren bir politika ile karşılaştım. Çin'in yükselişi yadsınamaz bir gerçekse, Japonya'nın bu konudaki yaklaşımı da yerleşik bir gerçek haline gelmiş durumda. Taklit yok, uyuşukluk yok. Uzun vadeli bir yaklaşım, mantıkla yönetilen ve komşularının gerginliği artarken ülkenin normal yaşamını sürdürme kabiliyetiyle ölçülen bir yaklaşım.
Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi, Japonya hükümetinin Rusya, Güney Kore ve Çin ile yaşadığı deniz sınırı anlaşmazlıkları üzerine kurduğu müzeyi gezerken (Al Majalla)
Burada endişe gürültüye dönüşmüyor. Japonya tehlikelerle, tıpkı sokaklarını temizlediği gibi yavaşça, dikkatlice ve sessizce başa çıkıyor. Osaka'dan Hiroşima'ya, oradan Kyoto'ya ve Tokyo'ya kadar aynı manzara tekrarlanıyor. Japonya, endişelerine duygusal değil mantıklı bir şekilde yaklaşan, Çin'in yükselişinden ve ABD’nin koruma şemsiyesinin değişmesinden duyduğu korkuyu organizasyon ve hazırlık için enerjiye dönüştüren bir ülke.
Kyoto'da, Japonya'nın tek bir yeri değil, bütünü içine alan bir mozaik olduğunu fark ettim. Her şehir bir renk ve her deneyim daha büyük bir kompozisyonun bir detayı. Pratik zihniyle Osaka, yaralı hafızasıyla Hiroşima, düşünceli ruhuyla Kyoto ve gerilmiş sinirleriyle Tokyo... Dengesi bozulmadan zıtlıkları bir araya getirmeyi başaran, çelişkiyi uyumun kaynağı haline getiren ve zafer peşinde koşmadan yenilgiyi kabul eden bir ülkenin görüntüsü tamda bu mozaiğin içinde belirginleşiyor.
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة