İsrail, Batı Şeria'yı bir ‘yerleşimci devletine’ dönüştürdühttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5182161-i%CC%87srail-bat%C4%B1-%C5%9Feriay%C4%B1-bir-%E2%80%98yerle%C5%9Fimci-devletine%E2%80%99-d%C3%B6n%C3%BC%C5%9Ft%C3%BCrd%C3%BC
İsrail, Batı Şeria'yı bir ‘yerleşimci devletine’ dönüştürdü
Bugünün Batı Şeria haritası, İsrail'in Filistin Yönetimi'nin kontrolündeki tüm büyük şehirleri nasıl küçülttüğünü ve bunları yerleşim yerleri, ileri karakollar ve yan yollarla çevreleyerek birbirinden tamamen izole edilmiş adalar haline nasıl getirdiğini gösteriyor. Bugün, Batı Şeria'da yaklaşık 900 bin İsrailli yerleşimci yaşıyor ve Filistin devleti ilan edildiğinde, neredeyse Filistin devletinden daha büyük bir devlet içinde devlet kurmuş oluyorlar.
Arazi müsaderesinin yol açtığı ekonomik zarar, İsrail'in Batı Şeria ve Batı Şerialılara karşı yürüttüğü savaşın en belirgin yönlerinden biri. Batı Şeria’da bugün, 898 askeri kontrol noktası ve demir kapı bulunuyor. Bunların 18'i sadece bu yılın (2025) başından beri, 146'sı ise 7 Ekim 2023'ten sonra inşa edildi.
Filistin yönetimine bağlı Duvar ve Yerleşim Direniş Komisyonu'ndan Emir Davud, yerleşimcilerle ilgili olarak “Filistinlilerin bildiği sokakları, yolları ve alanları aşan, kapatma, kontrol ve dışlama fikri etrafında tasarlanmış alternatif bir coğrafi alan yaratıyorlar” dedi.
İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Filistin devletinin kurulmasını tehdit eden bir hamleyle ağustos ayı sonlarında Batı Şeria'da yerleşim yerleri inşa etmesine izin veren ‘I-1’ projesinin nihai onayını aldığını duyurdu.
Smotrich, yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Filistin devleti sloganlarla değil, eylemlerle ortadan kaldırılacak. Her yerleşim yeri, her mahalle, her konut birimi bu tehlikeli fikrin tabutuna çakılan bir çivi daha demektir.”
Gazze ve el-Faşir'de açlığın silah olarak kullanılması ve uluslararası sistemdeki aşınmanın belirtilerihttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5182323-gazze-ve-el-fa%C5%9Firde-a%C3%A7l%C4%B1%C4%9F%C4%B1n-silah-olarak-kullan%C4%B1lmas%C4%B1-ve-uluslararas%C4%B1
Gazze ve el-Faşir'de açlığın silah olarak kullanılması ve uluslararası sistemdeki aşınmanın belirtileri
Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilerin, Han Yunus'ta zaten yetersiz olan gıdayı paylaşmak için her gün çektikleri acı, 1 Eylül 2025 (AP)
Emced Ferid et-Tayyib
Kıtlık, doğal kuraklık veya kaynak sıkıntısının bir sonucu olmaktan çok, siyasi tercihlerin bir yansımasıdır. Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Hint ekonomist ve filozof Amartya Kumar Sen, 1970'lerde yoksulluk ve kıtlık üzerine yaptığı öncü çalışmasında bunu kanıtlanmıştır. Sen, kıtlığın gıda yetersizliğinden değil, gıdaya erişimin olmayışından kaynaklandığını savunmuştur. Bu gerçek, bugün açlığın kasıtlı olarak bir savaş silahı olarak kullanıldığı Gazze Şeridi ve el-Faşer'de (Sudan) en çarpıcı şekilde görülüyor.
İki paralel durumla karşı karşıyayız. Bir yandan Gazze'de iki milyondan fazla insan İsrail'in uyguladığı abluka nedeniyle sistematik açlığa maruz bırakılırken Kuzey Darfur'daki el-Faşir'de de benzer bir durum yaşanıyor. El-Faşir’de Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) milisleri, geçtiğimiz yılın mayıs ayından bu yana bir milyon sivile abluka uyguluyor ve bölgedeki soykırım trajik bir şekilde tekrarlanıyor.
Her iki sahne de uluslararası sistemdeki derin bir kusuru; sessizlik, suç ortaklığı ve celladı kurbanla eşdeğer gören sahte tarafsızlığı ortaya koyuyor. Gazze ve el-Faşir'de her gün yaşanan trajediler, uluslararası toplumdan daha ilkeli ve etik bir ilgi ve taraflar arasındaki resmi tarafsızlığın sahte rahatlığının ötesine geçerek bu krizlerin gerçekliğini ele alan acil bir müdahale talep ediyor. Dünya, açlığın silah olarak kullanılmasına göz yummamalı, aksi takdirde bunun devam etmesinde suç ortağı olur.
Açlığın kanlı tarihi
Açlık, soykırım savaşlarında faşizmin her zaman tercih ettiği bir silah olmuştur. İnsanlık tarihi, yapay kıtlığın ne doğal bir felaket ne de çatışmanın tesadüfi bir sonucu olduğunu, aksine toplulukların iradesini kırmak ve onları aşağılamak ve yavaş yavaş ölümle boyun eğdirmek için kasıtlı olarak kullanılan bir araç olduğunu doğrulayan kanlı bölümlerle doludur.
Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Ukrayna'dan Gazze'ye, Etiyopya'dan Darfur'a kadar, aynı model farklı şekillerde tekrarlanıyor, ancak yaşamın en temel ihtiyacı olan gıdanın, siyasi ve askeri boyunduruk altına alma aracına dönüşmesi gibi ortak bir nokta var.
Ukrayna, 1930'larda Stalin'in tarımsal ürünlere el koyma politikalarını uygulamaya koymasıyla milyonlarca insanın ‘Holodomor’ adlı kıtlık sırasında hayatını kaybetmesine neden olan en korkunç açlık olaylarından birine tanık oldu. Bu kıtlık, bir kuraklığın ya da gıda yetersizliğinin bir sonucu değil, tüm bir toplumu yok etmek ve iradesini kırmak için kasıtlı olarak kullanılan bir silahtı.
Gazze ve el-Faşir'de yaşanan benzer krizler münferit olaylar değil, İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası sistemdeki daha geniş çaplı bir aşınmanın belirtileridir. Uluslararası insani hukuk kurallarına aykırı şekilde zorunlu açlık, bir baskı aracı olarak kullanılıyor.
Naziler, 1941 ile 1944 yılları arasında Leningrad Kuşatması sırasında şehre 872 gün boyunca boğucu bir abluka uyguladılar ve bu süre zarfında bir milyondan fazla insan açlıktan ve soğuktan öldü. Amaç sadece askeri değildi, aynı zamanda yavaş yavaş kitlesel ölüm yoluyla kasıtlı olarak boyun eğdirmekti.
Etiyopya'da 1970'li ve 1980'li yıllarda, Tigray bölgesinde yardımların engellendiği ve zorla yerinden edilmelerin gerçekleştirildiği bir dönemde kıtlık bir savaş silahı olarak kullanıldı. Dünyanın vicdanını sızlatan korkunç görüntüler doğanın bir sonucu değil, sistematik bir politikanın yansımasıydı. Son on yılda Suriye'de dünya, sivillerin hayatta kalmak için ot yemek zorunda kaldıkları Guta ve Humus kuşatmalarına tanık oldu. Kuşatma tesadüfi değildi, açlığı bir baskı silahına dönüştürmek için kasıtlı olarak uygulanan bir hamleydi. Gazze ve el-Faşir'de, geçmişten günümüze uzanan bu olaylar münferit olaylar değil, açlığı siyasi bir silah olarak kullanan tek bir karanlık zincirin halkalarıdır.
Gazze ve devam eden Filistin trajedisi
Gazze'deki trajedi, Filistinlilerin hayatlarını yerinden edilme, yoksunluk ve acı çekmenin kısır döngüsüne dönüştüren, uzun süredir devam eden Ortadoğu krizinin merkezinde yer alıyor. Uluslararası Gıda Güvenliği Sınıflandırması (IPC), Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki saldırıları ve ardından İsrail'in geniş çaplı askeri müdahalesinden, geçtiğimiz ağustos ayına Gazze'nin gıda felaketi ölçeğinde resmi olarak beşinci ve en yüksek aşırı kıtlık aşamasına girdiğini duyurdu.
Bu durum bir kaza ya da öngörülemeyen koşulların sonucu değil, İsrail'in kasıtlı politikasının bir sonucudur. Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) ve Birleşmiş Milletler (BM) uzmanlarının raporları, yardımların girişine getirilen kısıtlamaların, tarımsal altyapı ve su şebekelerinin tahrip edilmesiyle birleşerek, topluluğun gıda sağlama kapasitesinin sistematik olarak çökmesine nasıl yol açtığını açıkça ortaya koyuyor. Antropolog Alex de Waal, Gazze'nin ‘toplumunun artık kendini besleyemeyecek bir noktaya geldiği’ uyarısında bulunarak, İsrail'i gelecek nesiller boyunca iyileşmeyecek derin yaralar bırakacak ‘soykırım amaçlı açlık’ suçlamasıyla itham etti.
BM Genel Sekreteri António Guterres, Gazze’deki durumu ‘insan yapımı bir felaket’ olarak nitelendirdi, ancak açıklamasında bunun arkasında kimin olduğunu belirtmekten kaçındı ve genel siyasi taleplerle sınırlı kaldı. Bu talepler daha geniş kapsamlı çatışma bağlamında geçerli olabilir, ancak açıklamanın temel konusunu, yani yapay kıtlığın ötesine geçiyor. Bu ihmal, açıklamanın ifadesindeki bir eksiklik olmakla kalmayıp, trajediyi siyasi bir açıklamaya indirgeyerek açlık suçunun doğrudan sorumluluğundan dikkatleri başka yöne çekmesi nedeniyle daha geniş kapsamlı bir ahlaki kusuru da yansıtıyor. Böylece açlık, meşru bir savaş silahı olarak normalleşiyor ve failleri, siyasi araçlarla cezadan kaçınmanın ya da yaptıklarını haklı göstermenin bir yolunu buluyor. Ancak, çatışmanın karmaşıklığı ve siyasi ve askeri incelikleri ne olursa olsun, yadsınamaz bir gerçek var. Gazze'de her gün açlıktan ölen çocuklar, ateşkes müzakerelerinin veya esir takası anlaşmalarının sonuç vermesini bekleme lüksüne sahip değiller.
İsrail'in gıda ve ilaç girişine getirdiği kısıtlamalar, güvenlik endişeleri veya misilleme amaçlı gerekçelerle haklı göstermeye çabalasa da bu kabul edilemez. Bu kısıtlamalar sadece uluslararası insani hukuku ihlal etmekle kalmaz, aynı zamanda açlığı kabul edilebilir bir savaş silahı olarak meşrulaştırır, cezasızlığı uzatır ve dünyanın ahlaki vicdanını oluşturması gereken haysiyet ve adalet ilkelerini temelden sarsar.
El-Faşir kuşatması ve soykırım tehdidi
Aynı zamanda, dünyanın başka bir köşesinde, Sudan'ın Kuzey Darfur eyaletinin başkenti El Faşir’de de benzer bir trajedi yaşanıyor. Sudan ordusu, 2023 yılının nisan ayından bu yana HDK'ya karşı şiddetli bir savaş yürütüyor. Bu savaş, Sudan genelinde milyonlarca sivili yerinden etti ve el-Faşir'i boğucu bir kıtlığın yaşandığı bir bölgeye dönüştürdü. IPC, kıtlığın şehirde ve Zemzem ve Ebu Şuuk gibi yakınlardaki yerinden edilmiş kamplarda 1,5 milyondan fazla insana kadar uzanabileceği uyarısında bulundu.
HDK milisleri geçtiğimiz yılın mayıs ayından bu yana el-Faşir'i tamamen kuşatma altında tutuyor. El-Faşir'e giden yolları kapatan milisler, konvoyları yağmaladı ve insani yardımın şehre ulaşmasını engelledi. 2003-2008 yılları arasında yaşanan soykırımın izlerini hala taşıyan Darfur, yeni bir açlık sahnesine dönüştü. Çaresiz aileler hayatta kalmak için hayvan yemi yemek zorunda kalırken, çocuklar acımasız bombardıman altında şiddetli yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybediyor.
Cancavid milislerinin mirasçısı olan HDK üyeleri, açlığı sistematik olarak bir silah olarak kullanıyor.
ABD, bu eylemleri soykırım olarak sınıflandırırken bu durum uluslararası toplumun Darfur'da daha önce başarısızlığa uğramasını hatırlatıyor. Buna rağmen HDK hakkındaki suçlamaları reddediyor ve savaşının devrik Ömer el-Beşir rejiminin kalıntılarını reform etme girişimi olduğunu iddia ediyor. Ancak sivillere karşı sistematik faşist ihlallerin kanıtları, bu iddiaların gerçeği yansıtmadığını ortaya koyuyor.
Silahlı Çatışma Konum ve Olay Verileri Projesi'nden (ACLED) alınan veriler, 2024 yılı sonlarına kadar Sudan'da sivillere yönelik şiddet eylemlerinin yüzde 77'sinin HDK tarafından gerçekleştirildiğini, Sudan ordusu dahil olmak üzere geri kalan tarafların ise çok daha küçük bir paya sahip olduğunu gösteriyor. 2025 yılında da aynı güçler aynı yaklaşımı sürdürdü. Bağımsız kuruluş Insights'ın raporuna göre yalnızca temmuz ayında 765 sivil öldürüldü ve bu suçların yüzde 88'i HDK’ye atfedildi.
Felaketin bariz nedenleri ve sorumluları olmasına rağmen, uluslararası toplum bu sorunu etkili bir şekilde ele almayı başaramadı.
Felaketin nedenleri ve sorumluları açıkça ortada olmasına rağmen, uluslararası toplum bu sorunu etkili bir şekilde ele almayı başaramadı.
BM Genel Sekreteri António Guterres geçtiğimiz haziran ayında El-Faşir'e yardım ulaştırılmasını kolaylaştırmak için yedi günlük bir insani ateşkes önerdi. Sudan hükümeti, Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan'ın doğrudan onayıyla Guterres'in önerisini en üst düzeyde kabul etti. Buna karşın HDK öneriyi reddetti ve El-Faşir'de sivilleri doğrudan hedef alan saldırılarına devam etti.
Sudan Başbakanı, 18 Ağustos'ta BM Güvenlik Konseyi'ne (BMGK) bir mektup göndererek BM’den El-Faşir'deki acıları hafifletmek ve kötüleşen insani felaketi ele almak için acil önlemler almasını istedi. Mektubunda, orada yaşananların ‘sadece bir insani kriz değil, aynı zamanda BM için ahlaki bir sınav’ olduğunu vurguladı. Başbakan bu sözleriyle, uluslararası kuruluşun El Fasher'deki trajediye karşı sessizliğini veya bariz yetersizliğini haklı çıkarmak için kullanabileceği her türlü mazereti ortadan kaldırdı.
Öte yandan jeopolitik karışıklıklar El-Faşir'deki durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Çünkü dış destek milislerin cezasız bir şekilde faaliyet göstermesine olanak tanıyor ve milisler, hesap vermekten kaçınmak için destekçilerinin uluslararası nüfuzunu kullanıyor. BM Uzmanlar Heyeti ve ABD hükümetinin Kongre'ye sunduğu brifingler de dahil olmak üzere çok sayıda rapor, dış güçlerin milislere silah sağladığını ve bunun da milislerin yaygın suçlar işlemesine olanak tanıdığını belgeledi. Sudan'ın Uluslararası Adalet Divanı (UAD) nezdindeki girişimleri de bu desteğin milislerin silahlandırılmasıyla sınırlı olmadığını, aynı zamanda gerçek hesap verebilirliği engelleyen siyasi iş birliğini de içerdiğini gösterdi. Birleşik Krallık gibi diğer uluslararası güçler de bu dış desteğe yönelik eleştirileri örtbas etmeye veya bastırmaya çalışarak milislerin cezasız kalmasına katkıda bulundu. Dış destekçilere karşı çıkma konusunda gösterilen bu küresel isteksizlik, Sudan krizini iktidar mücadelelerinde bir pazarlık kozu haline getirmiş ve insani trajediyi uzattı.
Uluslararası gizli anlaşma ve dünyanın karşı karşıya olduğu ahlaki sınav
Gazze ve el-Faşir'de yaşanan benzer krizler münferit olaylar değil, İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası sistemdeki daha geniş çaplı bir aşınmanın belirtileridir. Uluslararası insani hukuk kurallarına aykırı şekilde zorunlu açlık, bir baskı aracı olarak kullanılıyor ve güvenlik ve siyasi gerekçeler, zulmü meşrulaştırmak için öne sürülüyor. Her iki durumda da faşist benzeri otoriterlik ölüm makinesini besliyor. Bu krizlerin çözümü için yeni kınamalar değil, somut adımlar atılması gerekiyor. Bunları görmezden gelmek pasif bir davranış değil, felaketle sonuçlanacak bir suç ortaklığı, ahlaki sorumluluğun terk edilmesi ve gerçekliğin dehşetine göz yummak olur.
1- ‘Koruma sorumluluğu’ ilkesi: Sivilleri yok olmaktan korumak için ahlaki bir yükümlülük olarak yeniden tanımlanmalı ve onu sadece askeri müdahaleyle eşanlamlı olarak gören entelektüel hapishaneden kurtarılmalı. Bu ilke, orijinal etik ve pratik özüne geri döndürülmeli. İnsanları yok olmaktan korumak, yalnızca askeri müdahale veya siyasi hesaplamalarla ilişkili bir slogan değildir.
2- Gıda ve ilaç temini artık ertelenebilir bir seçenek değil. Uluslararası toplum, yardım ulaştırmak için mevcut tüm pratik araçları kullanmalı. Gazze ve El-Faşir'de insani yardımı havadan atmak artık son çare değil, sivil hayatları kurtarmak için mevcut tek seçenektir. Bu önlem, daha önce başarıyla gerçekleştirilen operasyonlara (Berlin hava köprüsü, Nuba Dağları ve Güney Sudan'daki operasyonlar) dayanıyor.
Sudan ordusundan bir asker, Hartum'da HDK ile cephe hattını izliyor (AFP)
Ahlaki tarafsızlık yanılsaması yıkılmalı. Failleri ve kurbanları eşit muamele etmek tarafsızlık değil, tehlikeli bir suç ortaklığıdır.
3- Yardımın engellenmesini kınamak yeterli değil. Sorumlular, ister yerel aktörler ister milislere silah veya siyasi koruma sağlayan dış destekçiler olsun, isimleri açıklanmalı, kamuoyunda kınanmalı ve uluslararası hukuk çerçevesinde hesap vermeli.
4- Hesap verebilirlik temel öneme sahip olmalı. Açlık, soykırıma eşdeğer kasıtlı bir silahtır ve bunu ikincil bir sorun olarak ele almak, cezasızlığı meşrulaştırır. Uluslararası toplum, Gazze'deki politikaları için İsrail'e ve Sudan'daki HDK ve destekçilerine işledikleri suçların sorumluluğunu açıkça yüklemeli.
5- “Ahlaki tarafsızlık” yanılsaması yıkılmalı. Failleri ve mağdurları eşit muamele etmek tarafsızlık değil, tehlikeli bir suç ortaklığıdır. Failler ve mağdurlar arasındaki ayrımı ortadan kaldıran sahte bir ahlaki eşitliğe teslim olmak, cezasızlığı meşrulaştırmak ve tarafsızlığı suç ortaklığına dönüştürmekle eşdeğerdir.
Kayıtsızlık ve ihmal, kötülüğün en geniş inkübatörleri ve en tehlikeli tezahürleridir. Amartya Kumar Sen'in dediği gibi, kıtlık doğal bir kaçınılmazlık değil, politik bir yapıdır. Siyasi kararların yarattıkları, karşıt siyasi kararlarla ortadan kaldırılabilir. Ancak bunun ilk şartı tanıma, daha derin koşul ise eylemdir. Gazze ve El-Faşir'deki trajediler sadece iki ayrı felaket değil, aynı zamanda eğer dünya insanlığını yeniden keşfetmezse açlığın 21’inci yüzyılda savaşın baskın silahı haline geleceği, uluslararası sistem tamamen çökeceği, insani değerler anlamlarını yitireceği ve nadiren eyleme geçirilen retorik süslemelere dönüşeceğine dair son bir uyarıya dönüşecek.
BM, Libya'nın başkenti Trablus’ta silahlı hareketlenmelere karşı uyardıhttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5182279-bm-libyan%C4%B1n-ba%C5%9Fkenti-trablus%E2%80%99ta-silahl%C4%B1-hareketlenmelere-kar%C5%9F%C4%B1-uyard%C4%B1
BM, Libya'nın başkenti Trablus’ta silahlı hareketlenmelere karşı uyardı
LUO tarafından dağıtılan ve Libya’nın güneyindeki Sebha şehrinde konuşlandırılmış unsurlarını gösteren fotoğraf
Libya'nın başkenti Trablus'taki yığılmalar ve askeri hareketlilik devam ederken, Birleşmiş Milletler Libya Destek Misoyonu (UNSMIL), geçici Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) Başbakanı Abdulhamid ed-Dibeybe’ye bağlı silahlı gruplar ile Dibeybe karşıtı gruplar arasında devam eden gerginliğin artmasından duyduğu endişeyi yineledi. Öte yandan Libya'nın doğusundaki Usame Hammad liderliğindeki İstikrar Hükümeti, taraflar arasında diyalog kurulması için çağrıda bulundu.
Trablus'taki gergin atmosfer, UNSMIL’i 48 saat içinde ikinci açıklamasını yayınlamaya itti. UNSMIL, açıklamasında ‘gerginliğin tırmanması ve askeri hareketliliğin devam etmesi ile ilgili haberler hakkında ciddi endişelerini’ dile getirdi ve bu gerginliğin “silahlı çatışmalara yol açabileceği” uyarısında bulundu.
UNSMIL’in Başkanlık Konseyi'nin gözetiminde UBH ile Özel Caydırıcı Güç (ÖCG) olarak bilinen muhalifleri arasındaki müzakerelerden bahsedilen açıklamasında, taraflara, bu müzakerelere devam etmeleri ve kalan meseleleri iyi niyetle görüşmeleri çağrısında bulunuldu. Herhangi bir yeni çatışmanın sadece Trablus'un güvenliğini tehdit etmekle kalmayıp, ülkenin diğer bölgelerine de yayılabileceği uyarısı yapılan açıklamada, UNSMIL’in ‘arabuluculuk çabalarına desteğini sürdüreceği’ vurgulanırken, ‘Başkanlık Konseyi'nin himayesinde doğrudan müzakerelere katılmak için iyi niyetli çabalarını sürdüreceği’ belirtildi.
UNSMIL geçtiğimiz cumartesi yayınlanan açıklamada tüm tarafları ‘diyaloga’ davet ederken, BM Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 17 Mayıs'ta sivillere yönelik saldırılardan sorumlu olanların hesap vermesi gerektiği vurgusunu hatırlattı.
Öte yandan Başkanlık Konseyi, mevcut gerginliği yatıştırmak ve gerilimin artmasını önlemek için müdahale edeceğini açıklamasına rağmen, başkentte gerginlik ve savaş çıkacağına dair korkular hakim olmaya devam ediyor.
Trablus'un güneyindeki Sidre bölgesinde hafif ve orta ağırlıkta silahların sesleri duyuldu. Bu olay, dün sabah Trablus'un çeşitli bölgelerinde askeri hareketlilik olduğuna dair görüntülerle eş zamanlı olarak meydana geldi. Yerel basında yer alan haberlere ve görgü tanıklarına göre silahlı kalabalıklar arasında, İslam Mahallesi Köprüsü’nde Kamu Güvenlik Servisi’ne (KGS) ait araçlar ve UBH’ye bağlı 444. Savaş Tugayı’na bağlı Tekbali Askeri Üssü’nden ayrılan ve Bin Gaşir Sarayı'na doğru ilerleyen tank taşıyan kamyonlar da vardı.
Haddad ve Menfi (Başkanlık Konseyi)
Pazartesi akşamı, birleşik hükümetin İçişleri Bakanı Imad et-Trablusi'nin kardeşi ‘el-Feravle’ lakaplı Abdullah et-Trablusi'nin liderliğindeki KGS ile Trablus'un batısındaki el-Geyran bölgesindeki Canzur'dan silahlı bir grup arasında aniden başlayan ağır silahlı çatışmalar sona erdi. Adli Polis, çatışmalarla herhangi bir bağlantısı olmadığını belirterek, olaylara karışmadığını açıkladı ve herkesi haberleri doğru bir şekilde aktarmaya ve söylentileri yaymamaya çağırdı.
Başkent Trablus'ta bir bekleyiş hakimdi, 11 Haziran bölgesindeki otomobil galerileri tahliye edildi ve el-Medar Caddesi'ndeki bazı cep telefonu mağazaları kapatıldı.
Dibeybe, Trablus'un bazı ileri gelenleriyle birlikte (UBH)
Dibeybe hükümetine karşı çıkan Suuk el-Cuma ve Büyük Trablus'un Oğulları hareketleri, tam seferberlik ve çatışmaya hazırlık kapsamında bugün başlayacak ve Trablus'un dört bir yanında dolaşacak bir kan bağışı kampanyası için çağrıda bulundu. Trablus ve Libya'nın batısındaki bazı şehirlerden gelen vatandaşlar da bir bildiri yayınlayarak, UBH'nin ‘talepleri karşılanmazsa bölgelerini kapatmasını ve silahlı halk hareketi ve eylem ilan etmesini’ talep ettiler. Ayrıca, ‘tam itaatsizliğe geçeceklerini ve bölgeleri, sakinlerinin silah taşıdığı güvenlik bölgeleri haline getirecekleri’ tehdidinde bulundular.
Dibeybe bu gelişmeler hakkında yorum yapmadı, ancak yerel basına göre bir UBH kaynağı, ÖCG’nin tüm koşulları kabul etmesinin beklendiğini, Başkanlık Konseyi ile koordineli olarak müzakerelerin devam ettiğini söyledi.
Öte yandan Usame Hammad liderliğinde ülkenin doğusundaki İstikrar Hükümeti, tüm ulusal tarafları gerginliği tırmandıran söylemlerden kaçınmaya ve siyasi diyaloga davet etti. Dün yaptığı açıklamada, diyalogun, kötü niyetli dış dayatmalara ve müdahalelere boyun eğmeden anlaşmazlıkları aşmanın tek yolu olduğunu belirten Hammad, ayrıca batı şehirlerindeki halka, iktidara tutunan ve devam eden, kaos ve güvenlik gerginliklerinden yararlananların dar kişisel çıkarlarına hizmet eden bir savaşa oğullarını yakıt olarak göndermemeleri çağrısında bulundu.
Şarku’l Avsat’ın yerel medyadan aktardığına göre Temsilciler Meclisi'nin kırk üyesi tarafından yayınlanan bir açıklamada, Dibeybe’nin görevine devam etmesinin ‘siyaset, halk ve sosyal açıdan kabul edilemez’ hale geldiği belirterek, derhal istifa etmesi talep edildi.
Bir diğer gelişmede Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi, Libya Ordusu Başkomutanı sıfatıyla, hükümet yanlısı güçlerin Genelkurmay Başkanı Muhamed el-Haddad ile güvenlik ve askeri durumdaki gelişmeleri, gerilimi yatıştırma ve istikrarı sağlama çabalarını ve ateşkesin uygulanmasını güçlendirme çalışmalarını görüştü.
Menfi ve Mısır Büyükelçiliği maslahatgüzarı (Başkanlık Konseyi)
Trablus'ta yapılan toplantı sırasında Mısır Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Tamer el-Hafni tarafından iletilen Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'nin telgrafını alan Menfi, Toplantıda iki ülke arasındaki kardeşçe ve tarihi ilişkilerin derinliği ile ortak iş birliğini güçlendirme yolları üzerinde durulduğunu belirtti.
Bu arada, Usame Hammad’ın başbakanı olduğu paralel İstikrar Hükümeti, yerleşim bölgelerine yakın kamu kurum ve tesislerini hedef alan her türlü girişimi, sivil barışın ciddi bir ihlali olarak değerlendirdi. İstikrar Hükümeti tarafından dün yapılan açıklamada, uluslararası topluma, Libya halkının çıkarlarını gözetmeden diğer ülkelerin çıkarları lehine ihmal ettiği görevleri hatırlatıldı.
UNSMIL ise durumdan ve gelişmelerin şiddete dönüşmesinden hükümeti sorumlu tutarken, tüm ulusal taraflara kışkırtıcı söylemlerden kaçınmaları ve dış baskılara boyun eğmeden siyasi diyaloga başvurmaları çağrısında bulundu.
Şam'ın Suveyda'ya yönelik iyi niyet jestlerihttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5182277-%C5%9Fam%C4%B1n-suveydaya-y%C3%B6nelik-iyi-niyet-jestleri
Hilal-i Ahmer ve uluslararası yardım kuruluşlarının ilk yardım konvoyu Suveyda’ya girerken (Arşiv – Suveyda ilinin Telegram kanalı)
Suriye hükümeti, Dürzilerin çoğunlukta olduğu ülkenin güneyindeki Suveyda ilinde devam eden krizi çözmek için bir dizi önlem alarak sessizce çalışmaya devam ediyor.
Suveyda'daki üst düzey bir yerel kaynak, Şam'ın Şam-Suveyda yolunu açtıktan sonra Tuğgeneral Husam at-Tahhan'ın Suveyda İç Güvenlik Komutanlığı'na atadığını açıkladı. Kaynak, bu hamleyi ‘hükümetin Suveyda'daki durumu iyileştirmek istediğine dair bir mesaj’ olarak değerlendirdi.
Suveyda'daki kötü güvenlik durumu nedeniyle kimliğinin gizli kalmasını tercih eden kaynak, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Hükümetin, Şam kırsalında İç Güvenlik Komutanlığı'na atanan Tuğgeneral Ahmed ed-Dalati'nin yerine, Tuğgeneral et-Tahhan'ı Suveyda İç Güvenlik Komutanlığı'na atadığı bilgisini aldık.”
Dürziler ve Bedevi aşiretleri arasındaki çatışmalar sırasında Suveyda semalarında yükselen dumanı gösteren hava fotoğrafı, 19 Temmuz 2025 (DPA)
Kaynak, ‘Suveyda İç Güvenlik Komutanlığı'na yeni bir ismin atanması ve (birkaç gün önce) Şam-Suveyda yolunun açılması, halkı memnun etti ve durumun iyileşeceğine dair umut verdi. Bunlar, devletin Suveyda’daki durumu iyileştirmek istediğine dair mesajlardır ve biz de bunun gerçekleşmesini umuyoruz” dedi.
Ancak Suveyda'daki durumu iyileştirmek ve bu aşamayı aşmak için atılması gereken birçok adım olduğunu belirten kaynak, bunlar arasında kaçırılanların serbest bırakılması, evlerin yeniden inşa edilmesi ve sakinlerin evlerine geri dönmesi ve yaşananların bir daha tekrarlanmaması için onların korunmasının sağlanmasının yer aldığını belirtti. Kaynak, bu adımların atılmasının devletin iyi niyetini göstereceğini ve devlet ile toplum arasında güvenin yeniden tesis edilmesine yol açacağını da sözlerine ekledi.
Gözlemcilere göre Suriye hükümeti bir çözüme ulaşmak için Suveyda meselesini sessizce ele alıyor.
Burada Suriye'deki Dürzilerin üç dini otoritesinden biri olan Şeyh Hikmet el-Hicri'nin Şam'daki hükümete karşı benimsediği söylemleri yoğunlaştırdığına dikkat çekmek gerekir. Şeyh Hicri geçtiğimiz temmuz ayında, Bedevi aşiretlerden silahlı gruplar ile Dürzi silahlı gruplar arasında çıkan çatışmaları sonlandırmaya çalışan yüzlerce sivilin yanı sıra Dürzi silahlı gruplardan savaşçılar ile ordu ve hükümet güvenlik güçleri üyelerinin ölümüne yol açan olayların ardından Şam yönetimi karşıtı açıklamalarda bulunmuştu.
Suriye'deki Dürzilere verdiği desteklediği gerekçesiyle İsrail'e her zaman teşekkür eden Şeyh Hicri, ayrılıkçı çağrılarının dozunu da artırdı. Şeyh Hicri, 30 Ağustos'ta, daha önce sadece Suveyda'nın bağımsızlığını talep ettikten sonra, Suriye devletinden ‘Suriye'nin güneyinde bağımsızlık’ çağrısında bulundu.
Suveyda'daki Ulusal Muhafızlar komutanları, Şeyh Hikmet el-Hicri (ortada) ile birlikte (Arşiv - Facebook)
Atamalar Şeyh Hicri’nin, Suveyda'daki Dürzi silahlı grupları ‘Ulusal Muhafızlar’ adıyla tek bir çatı altında toplamasının ve ilde ‘Yüksek Hukuk Komitesi’ ve ‘Yerel Yönetim Komiteleri’ kurmasının ve geçtiğimiz ağustos ayı başlarında da Suveyda’da yeni bir yürütme konseyinin kurulduğunun ve İç Güvenlik Komutanı’nın atandığının duyurulmasının ardından gerçekleşti.
Şeyh Hicri’nin attığı adımların ardından Suveyda'daki durumda herhangi bir iyileşme görülmedi. Şarku’l Avsat’a konuşan Suveydalı üst düzey bir kaynak, “Durum değişmedi ve hiçbir iyileşme görülmedi” ifadelerini kullandı.
Ulusal Muhafızlar çatısı altında toplanan tüm gruplar kendilerini bir güç kaynağı olarak görüyor ve başkalarına herhangi bir rol vermeyecekler. Kaynak, aralarında anlaşmazlıklar çıkacağını öngörerek, bu oluşumun başarısız olacağını, çünkü bu gruplara kötü bir geçmişi olan liderler dayatılmış olduğunu ve onların bu liderlerle çalışmayı reddettiklerini belirtti. Kaynak, Ulusal Muhafızlar lider kadrosunda el-Hicri'nin oğlu Selman ve esasen çete liderlerinden oluşan bir grubun yer aldığını belirtti.
Bedeviler ve Dürziler arasındaki çatışmaların sonucu olarak Suveyda'da meydana gelen yıkımı gösteren bir kare, 19 Temmuz 2025 (DPA)
Kaynağa göre Suveyda'da sayı ve teçhizat açısından en büyük grup olan Onurlu Adamlar (Rical el-Kerame) Hareketi, güçlü bir yapı ve Şeyh Hicri'nin oğlu Selman'ın liderliğindeki bir grubun çatısı altına girmeyi ve ondan emir almayı kabul etmez. Bu yüzden aralarında anlaşmazlıklar çıkabilir.
Dün, Suveyda’da Ulusal Muhafızlar liderlerinden Firas Hamayel öldürüldü.
Kaynağa göre Firas, Suriye dışında yönetilen ve Suveyda'nın Suriye devletinden ayrılmasını istediği iddia edilen Suriye Tugay Partisi'nin liderinin kardeşi ve bu partinin silahlı kanadı Ulusal Muhafızlar çatısı altındaki gruplardan biri.
Firas'ın ölümüne ilişkin koşullar hakkında konuşan kaynak şunları söyledi:
“Eski rejimin bakanlarından Mansur Azzam'ın Dehr el-Cebel bölgesinde bulunan evini ele geçirmek istedi, ancak evin muhafızlarıyla çıkan çatışmada hayatını kaybetti.”
Şeyh Hicri’nin Suveyda ve Suriye'nin güneyinin devletten ayrılması çağrısını eleştiren kaynak, “Proje başarısızlığa mahkum. Hicri aceleci davranıyor. Halka vaatlerde bulundu ve bu vaatlerin yerine getirileceğine dair defalarca kez garanti verdi. Ancak uluslararası geçiş noktası dahil hiçbir şey gerçekleştirilmedi.
Kaynak, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Uluslararası onay olmadan bölünme talep ediyor ve bu konu kaotik ve rastgele bir şekilde gündeme getiriliyor. Bence artık başarısızlık noktasına geldi. Bu yüzden acele ediyor. Bu da sorunların gün geçtikçe birikmesine yol açıyor. Kaçırılanlar ve yerinden edilenler sorunu var, yeniden inşa edilmesi ve bölge sakinlerinin geri dönmesi gereken köyler var, ama o bu konulara hiç dikkat etmiyor. Odak noktası, başı olan bir bedene sahip olmaktır ve bu da onu sosyal açıdan zayıflatır. Yakın gelecekte, mevcut birden fazla boşluk ortaya çıkacak ve işler şu anki gibi devam etmeyecektir.”
Kaynak, şöyle devam etti:
“Bir devletin temelleri bizde yok ve bunu başaramayız. (Ölü doğan) Dürzi devletine güvenilmemeli. Etrafımız Araplar ve Müslümanlarla çevrili ve bu ortamdan kaçamayız, çünkü biz okyanustaki bir damla gibiyiz; buradan ayrılırsak yutuluruz.”
Yapılması gerekenin Suveyda ve halkının mahremiyetini korumak ve Arap ve İslam dünyası ile çoğunluk tarafından tanınan mevcut devletle olumlu bir diyalog kurmak olduğunu belirten kaynak, bir orta yol bulunması ve devletle bağların koparılmaması gerektiğini vurguladı.
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة