Malik Athamneh
‘Yeni’ ifadesine yapılan atıf ve bunun herhangi bir şehrin adına eklenmesi, ‘Yeni Dünya’nın yeni temeller üzerinde şekillenmeye başladığı günden beri Amerikan zihniyetine yerleşmiş bir fikir. Örneğin, İngiliz şehri York, yeni coğrafyada New York, İngiliz Hampshire ilçesi ise yeni dünyada New Hampshire oldu, tıpkı Fransız şehri Orleans'ın New Orleans'a dönüşmesi gibi.
Bu nedenle, Donald Trump o zamanlar ‘Yüzyılın Anlaşması’ olarak adlandırdığı ilk planını açıkladığında, birçok kişi bunu, politika oluşturmaktan çok slogan satmayı bilen bir adamın seçim kampanyasının parçası olarak değerlendirdi. Ancak bu hafta açıklanan ve ‘Yeni Gazze’ olarak bilinen yeni plan, biçim, içerik ve belki de zamanlama açısından farklı görünse de ABD’nin tüm dünyanın sadece bir sürü coğrafya ve biraz tarihten ibaret olduğu şeklindeki temel düşüncesiyle tutarlı görünüyor.
Başlangıçta 21 maddeden oluştuğu belirtilen plan, yüzeysel olarak Gazze'deki savaşı sona erdirmek için cazip bir vizyon gibi görünse de gerçekte tüm bölgeyi, özellikle de Ürdün’ü etkileyebilecek siyasi ve güvenlik değişikliklerinin önünü açıyor.
Planın The Times of Israel gazetesi tarafından sızdırılan ilk versiyonuda, 21 maddeden oluştuğu ve barışın nihai hedefi olarak gelecekteki Filistin devletinin kurulması için siyasi ufukların açılmasını talep eden açık bir maddeye yer verdiği belirtildi. İsrail ve Amerikan çevrelerinde yaygın tartışmalara yol açan madde de bu maddeydi.
Ancak daha sonra planın Beyaz Saray tarafından yayınlanan versiyonu 20 maddeden oluşuyordu ve Filistin devletiyle ilgili madde çıkarılmıştı. Bu değişiklik dikkat çekiciydi ve yeni bir stratejik vizyonun ya da ilk tekliften geri adım atılmasının işaretiydi.
Bu kez Trump kendisini İsrail'in körü körüne müttefiki olarak değil, barışın savunucusu olarak tanıtıyor. Bu yaklaşım, Araplar tarafından ihtiyatlı bir hoşgörüyle ve Körfez ülkeleri tarafından da zımni bir destekle karşılanmış görünüyor.
Bu eksikliğin birkaç mantıklı nedeni bulunuyor. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1- Filistin devletini açıkça ilan etmek İsrail içinde kırmızı çizgi oluşturur ve hükümetin aşırı sağ kanadının reddine yol açabilir, bu da planın nihai metne dahil edilmesi halinde uygulanmasını olasılık dışı hale getirir.
2- Bu maddenin çıkarılması, ABD yönetimine ve müzakerecilere esneklik ve müzakere alanı sağlar, böylece taraflara daha sonra reddedilebilecek resmi bir taahhütte bulunma riskini almazlar.
3- Bu eksiklik, maddenin teknik veya siyasi açıdan olgunlaşmamış olduğunu ya da bölgesel ve Filistinli ortaklarla henüz üzerinde anlaşmaya varılmadığını, bu nedenle doğrudan çatışmayı önlemek için ertelendiğini veya dondurulduğunu gösterebilir.
Son maddesi çıkarılarak sunulan plan, başlangıçta sızdırılandan daha muhafazakâr bir nitelik taşıyor. Bu durum, planın nihai metninin, nihai yapısını etkileyen bölgesel ve İsrail'in tepkilerine tabi olduğunu ortaya koyuyor.
ABD’nin önde gelen yazarlarından David Ignatius, The Washington Post gazetesindeki son makalesinde bu planı, savaşın başlangıcından bu yana sunulan en ciddi plan olarak nitelendirdi ama planın beklenen sonuçlar açısından iddiasız ve uygulanması ve hayata geçirilmesi için gerekli mekanizmalardan yoksun olduğunu belirtti. Ignatius, makalesinde planı “Bu, iradeye dayalı, ancak uyuma bağlı bir vizyon” diyerek özetledi.
Plan temel olarak, Hamas'ın tamamen silahsızlandırılması, tüm rehinelerin serbest bırakılması, cesetlerin iadesi ve Hamas’ın Gazze Şeridi'nden ayrılmak isteyen tüm üyelerine güvenli geçiş imkanı sağlanması karşılığında kapsamlı bir ateşkes öneriyor. Ardından, Trump ve Tony Blair'in başkanlık ettiği uluslararası bir ‘Barış Konseyi’nin denetimi altında, Gazze için geçici bir sivil yönetim kurulması ve Hamas'ın katılmayacağı bir geçiş dönemini yönetecek Filistin hükümeti kurulmasının önünün açılması öngörülüyor.
Ancak asıl değişiklik şartlarda değil, üslupta. Bu kez Trump kendini İsrail'in körü körüne müttefiki olarak değil, barışın savunucusu olarak gösteriyor. Bu yaklaşım, Araplar tarafından ihtiyatlı bir hoşgörüyle, Körfez ülkeleri tarafından gayri resmi bir destekle ve Mısır, Türkiye ve Katar gibi ülkeler tarafından ilk etapta kabul gördü. Ürdün ise, kamuoyunda adı pek geçmese de her zaman sahnede yer alıyor.
Ürdün’de resmi makamlar, özellikle Filistinlilerin topraklarından yeniden yerinden edilmelerini veya zorla çıkarılmalarını reddetme konusunda halkın verdiği açık desteğe sahip.
Ancak asıl endişenin temelinde söylenmeyenler yatarken, “Bu plan, kaosun tohumlarını ekmeden Hamas'ı etkili bir şekilde ortadan kaldırmayı başarabilecek mi? Gazze, Batı Şeria'ya ihraç edilebilecek bir model haline gelecek mi? Siyasi süreç başarısız olursa ve uygulama mekanizması çökerse ne olacak? Ürdün, savaş sonrası denklemler için gerekli bir kanal haline gelecek mi?” soruları gündemi meşgul ediyor.
Ignatius, Ürdün gibi ülkelerin ya oyuna katılmak ya da uzaktan izlemek arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaklarını açıkça belirtse de bu durumda oyuna katılmak hiç kolay değil. Bir yandan Ürdün, savaşı durdurmak ve sivilleri korumakla ilgileniyor. Öte yandan, sınırlarında demografik ve siyasi baskıları yeniden üretecek herhangi kısmi çözüme karşı tarihi bir takıntısı var.
Filistin meseleleri uzmanı Hamid Karman, planda iki devletli çözüme atıfta bulunan 21’inci maddenin çıkarılmasının Netanyahu'nun planının hükümet içinde kabul edilmesini kolaylaştırmak için yapıldığını, planın yine de kabul edilebilir ve faydalı olduğunu düşünüyor. Çünkü Karman’a göre planın hemen uygulanması halinde üç hayati hedef gerçekleştirilebilir. Bunlar; ateşkes, Gazze'deki katliamın sona ermesi, yerinden edilme fikrinin ortadan kalkması ve son olarak, plan Gazze Şeridi veya Batı Şeria'nın ilhakı fikrini durdurmak için bir temel oluşturması.
Filistin Yönetimi’ne yakın bir isim olan Karman'a göre planın ilk aşamasının uygulanması zaman alacak, muhtemelen en az üç yıl sürecek, bu da bize Trump'ın o zamana kadar görevde olmayacağı gerçekçi bir olasılık sunuyor.
Ürdün’de resmi makamlar, özellikle Filistinlilerin topraklarından yeniden yerinden edilmelerini veya zorla çıkarılmalarını reddetme konusunda halkın verdiği açık desteğe sahip. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre plan ‘yeniden yerleştirme’ ifadesini kullanmaktan tamamen kaçınsa da Hamas üyelerinin Gazze Şeridi’nden ayrılması, Gazze Şeridi'nin güneyindeki güvenlik düzenlemeleri ve Filistin Yönetimi'nin yeniden yapılandırılması konularından her bahsedildiğinde şüpheler artarak devam ediyor.
Ürdünlü Milletvekili Ömer el-Ayasira, planın nihayetinde Ürdün'ün çıkarlarına uygun olduğu yönündeki açıklamalarına ilişkin olarak, “Başka bir seçeneğimiz yok” dedi.
İsrail'in tutumunda belirgin bir değişiklik olduğunu düşünen Ayasira, bunun etkili Arap ülkelerinin artık sadece seyirci değil, aktif oyuncular haline gelmesinden kaynaklandığını düşünüyor.
Ürdün, her zamanki gibi ortada kalmış, risk alamıyor ve yokluğu tolere edemiyor. Fırtına dört bir yandan yaklaşırken, temkinli hareket ediyor ve sakin bir ses tonuyla konuşuyor.
Planın bazı yeni fırsatlar içerdiğini, bunların başında Hamas'ın tamamen ortadan kaldırılması karşılığında Filistin Yönetimi'nin yeniden faaliyete geçirilmesinin geldiğini vurgulayan Ayasira’ya göre bu plan Netanyahu'nun hırslarını frenledi ve aşırı sağın saldırganlığını önemli ölçüde durdurdu. Ürdünlü Milletvekili, “Siyasi ritim bu şekilde devam ederse, Netanyahu hükümetinin çok yakında düşüşünü görebiliriz” değerlendirmesinde bulundu.
Ancak bazı gözlemciler Ayasira’nın açıklamalarının aksine tehlikenin, planın metninde değil, metnin yorumunda yattığını düşünüyor. Gözlemcilere göre en büyük tehlike, Amman'ın çözümün mimarlığında gerçek bir ortak olmadan Filistin davasının yeniden şekillenmesine tanık olması.
Arka planda, Trump kararlı bir dille geri döndü ve Beyaz Saray'a geri dönüş yolunu açabilecek bir plan önerdi. Ancak aynı zamanda bölge için Hamas'sız Gazze, yönetimi değiştirilmiş Batı Şeria, gelecek vaat etmeyen Kudüs ve zayıf uluslararası koruma altında ilerleyen İsrail gibi yeni bir gerçekliği de beraberinde getirdi.
Tüm bunlarla birlikte Ürdün, her zamanki gibi orta yoldan gitmeye devam ediyor. Ne risk almayı ne de ortadan kaybolmayı göze alabiliyor. Fırtına dört bir yandan yaklaşırken temkinli adımlar atıyor ve sakin bir ses tonuyla konuşuyor.
Ancak ‘Bu itidal, önümüzdeki aşamaya hazırlıklı olmak için yeterli mi yoksa bugün Filistinlilerin sesini duyurmaya devam eden ve bizim görüşümüz alınmadan bizim için yeni bir plan yazılmadan önce bölgesel dengeyi yeniden belirleyen bir karşı-Ürdün stratejisine mi ihtiyacımız var?’ sorusu halen yanıt bekliyor.
*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.