Doğu Akdeniz bir kavşakta: Artan gerilimler mi yoksa yenilenen nüfuz mu?

Benzersiz bir bölgesel yapı

Tek taraflı deklare edilmiş Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Girne semalarındaki Türk helikopterleri ve savaş gemileri  (AFP)
Tek taraflı deklare edilmiş Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Girne semalarındaki Türk helikopterleri ve savaş gemileri  (AFP)
TT

Doğu Akdeniz bir kavşakta: Artan gerilimler mi yoksa yenilenen nüfuz mu?

Tek taraflı deklare edilmiş Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Girne semalarındaki Türk helikopterleri ve savaş gemileri  (AFP)
Tek taraflı deklare edilmiş Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Girne semalarındaki Türk helikopterleri ve savaş gemileri  (AFP)

Michael Harari

Doğu Akdeniz'de son 15 yılda yapılan doğal gaz keşifleri, bölgede bir dizi önemli siyasi gelişmeye yol açtı ve benzersiz bir bölgesel yapının oluşmasına katkıda bulundu. Bu yapının özü, İsrail-Yunanistan-Kıbrıs üçgeni arasındaki yakın iş birliğinin yanı sıra, Ocak 2019'da Mısır'ın öncü rol oynadığı Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nun kurulmasıdır.

Forum, yukarıda belirtilen ülkelere ek olarak Ürdün, İtalya ve Filistin'i de içeriyor ve merkezi Kahire'de bulunuyor. Türkiye'nin bu çerçevedeki yokluğu tesadüf değil, zira bu bölgesel blok, birçok açıdan, bölgedeki çoğu ülkenin ve kendi çıkarlarıyla uyuşmadığını düşündüğü Türk politikalarına bir tepki olarak ortaya çıktı. Lübnan'ın foruma katılma daveti aldığını, fakat (açıkça duyurulmadığı gibi) gözlemci olarak bile foruma katılamamasının şaşırtıcı olmadığını belirtmek gerekir. O zamandan beri bölgenin sahne olduğu çalkantılara rağmen, bu bölgesel mutabakat büyük ölçüde bir arada kaldı; bu, özellikle Gazze Savaşı'nın tetiklediği derin gerilimler göz önüne alındığında dikkat çekicidir.

Son birkaç yıl boyunca Türkiye, bu bölgesel gerçekliğe meydan okumaya çalıştı. Son zamanlarda da Mısır ve Körfez ülkeleriyle, özellikle Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkilerini yeniden kurmayı başardı. Ankara ve Atina arasındaki ilişkilerde de belirgin bir iyileşme görüldü. Bilhassa Esed rejiminin çöküşü ve Ahmed eş-Şara'nın Şam'da iktidara gelmesi, Başkan Trump'ın ikinci bir dönem için Beyaz Saray'a dönmesi de dahil olmak üzere, bölgesel ve uluslararası gelişmeler Türkiye'nin yeni bir güven kazanmasını sağladı.

Türkiye, 2019'da Libya ile münhasır ekonomik bölgeyi belirleyen bir anlaşma imzalayarak yeni bölgesel düzenlemelere daha erken bir dönemde yanıt vermeye çalıştı. 2011'de Kaddafi'nin devrilmesinden bu yana Libya, uluslararası alanda tanınan Trablus'taki ile General Halife Hafter liderliğinde Tobruk'taki iki rakip otorite arasında bir iç savaş ve siyasi bölünmenin pençesinde. Trablus hükümetiyle imzalanan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması, Girit Adası'nı göz ardı ederek Akdeniz'in büyük bir bölümünü Türkiye ve Libya arasında bölüyordu. Dolayısıyla diğer bölge ülkeleri ve daha geniş ölçüde uluslararası toplumun bu anlaşmayı tanımayı reddetmesi şaşırtıcı değildi.

Son aylarda Ankara, 2019 anlaşmasını onaylamaya her zamankinden daha yakın görünen Tobruk hükümetiyle ilişkilerinde önemli ilerleme kaydetti. Yunanistan, bu hamleyi hemen engellemeye çalıştı ve Dışişleri Bakanı yakın zamanda iki kez Libya'yı ziyaret ederek, Türkiye-Libya deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasını zaten reddeden Kahire'yi ikna etmeye çalıştı. Ancak bu çabaları şimdiye kadar pek başarılı olamadı. Hesaplı bir politika izleyen Türkiye, henüz deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasını resmen onaylamamış olmasına rağmen, General Hafter ile temaslarını güçlendirdi. Ankara, Libya geleneksel olarak Mısır'ın ulusal güvenlik hesaplarında en önemli önceliklerden biri olmasına rağmen, halihazırda nispeten alt sıralara gerilemiş olmasından faydalandı. Türkiye-Mısır ilişkileri son yıllarda iyileşmiş olduğu için de Kahire bu olumlu gidişatı şu anda tersine çevirme riskine girmeye istekli gibi görünmüyor.

Türkiye, 2019 yılında Libya ile münhasır ekonomik bölgeyi belirleyen bir anlaşma imzalayarak yeni bölgesel düzenlemelere daha erken bir dönemde yanıt vermeye çalıştı

Aynı zamanda, son aylarda Yunanistan ve Türkiye arasındaki gerginlikte bir yükseliş yaşandı. Ankara, Yunanistan ve Kıbrıs arasındaki elektrik bağlantısı projesine, güzergahının kendi ekonomik sınırları içindeki bölgelerden geçtiğini iddia ederek itiraz etti. Bu anlaşmazlık, Atina'nın Türkiye'ye kısıtlamalar getirmesi için Avrupa Birliği'nden (AB) destek almaya çalışmasıyla Brüksel'de bir dizi diplomatik hamleye yol açtı.

Türkiye'nin temel amacının, son 15 yıldır dışlandığı bölgesel yapıyı zayıflatmak olduğu aşikar. Ankara'nın stratejik konumunun, özellikle Suriye'deki dönüşümler, Başkan Trump'ın iktidara dönüşü, ABD'nin kıtaya ve NATO'ya olan bağlılığındaki gerileme ile birlikte Avrupa’nın artan güvenlik ihtiyaçları gibi bir dizi radikal gelişme sayesinde son iki yılda iyileştiği göze çarpıyor. Ankara ayrıca, bölgesel konumunu güçlendirmek için göç kartını da kullanıyor ve Libya'dan artan düzensiz göç dalgaları ile ilgili Avrupa'nın ve özellikle de İtalya'nın endişelerinden yararlanıyor.

6u7ı8
ABD Başkanı Donald Trump, 25 Eylül 2025'te Washington D.C.'deki Beyaz Saray'ın Oval Ofisi'nde Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile el sıkışıyor (AFP)

Buna ek olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Washington'a yaptığı başarılı ziyaret ve Başkan Trump ile arasındaki kişisel uyum, Ankara'nın Doğu Akdeniz'deki rolünü yeniden kazanma gücüne olan güvenini artırdı. Ziyaret, Türkiye'nin 2045 yılına kadar ABD'den sıvılaştırılmış doğal gaz ithal etmeye devam etmesi ve 225 adet Boeing yolcu uçağı satın alınması konusunda bir anlaşmaya varmasıyla sonuçlandı. F-35 meselesi henüz çözüme kavuşmamış olsa da Başkan Trump, sorunun çözülebileceğini ima ederek, “Ama önce Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bizim için bir şey yapması gerekiyor” dedi. İki taraf, İsrail ile Suriye'deki Kürtler konusunda da anlaşmazlıkları aşmayı başardı.

Bu hamlelerin, özellikle Ankara ve Atina arasındaki bölgesel gerginlikleri daha da kötüleştirebileceği endişesi devam ediyor. Bu durum, esas olarak Akdeniz ve özellikle de Girit adası yakınlarındaki tartışmalı sularda arama ruhsatları konusundaki anlaşmazlıklara ek olarak, AB için hayati önem taşıyan ve 670 milyon avroluk finansman sözü verdiği elektrik bağlantısı projesi konusundaki anlaşmazlıklardan kaynaklanıyor. Bu bağlamda, Türkiye birkaç hafta önce, planlanan bağlantı için deniz tabanı araştırmaları yapan Cebelitarık bandıralı bir araştırma gemisini durdurdu ve gemiyi geri dönmeye zorladı.

Suriye ve Lübnan arasındaki sınırların belirlenmesi

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Suriye ve Lübnan'da yaşanan köklü dönüşümler, bölgesel rekabeti de etkileyecektir. Şam'da Şara rejiminin istikrara kavuşmasıyla birlikte, iki ülkenin yakında kara ve deniz sınırlarını belirlemek için anlaşmalar imzalamaya çalışması bekleniyor. Akdeniz'deki bu deniz sınırları büyük ekonomik ve stratejik öneme sahip. Ankara'nın Şara ile yakın bağları ve artan özgüveni, Doğu Akdeniz'deki rolünü güçlendirmek için bu müzakerelerin gidişatını etkilemeye çalışacağını gösteriyor. Bu gelişmelerin, başta İsrail, Yunanistan, Kıbrıs ve Mısır olmak üzere bölgedeki çeşitli ülkeler ve Avrupa üzerinde doğrudan etkileri olacaktır.

Filistin tarafının ve özellikle de Gazze Deniz Gaz Sahası'nın bölge enerji sektöründeki rolüne de işaret etmek önemlidir

Bu taraflar arasında Kıbrıs ve Lübnan, 2007 yılında imzalanan ve henüz onaylanmamış olan deniz anlaşmasının tamamlanması için yakın zamanda müzakerelere yeniden başladı. İki taraf da büyük engeller oluşturması beklenmeyen nihai bir anlaşmaya varmayı hedefliyor ve bu anlaşma her iki ülke için de büyük önem taşıyor.

Filistin tarafının ve özellikle de Gazze Şeridi'ne yaklaşık 35 kilometre uzaklıkta bulunan Gazze Deniz Gaz Sahası'nın bölge enerji sektöründeki rolüne de işaret etmek önemlidir. Bu saha, ticarileştirilmesi için uygun koşullar sağlandığı takdirde Filistin için büyük bir potansiyel taşımaktadır.

dfrg
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, Mısır Petrol Bakanı Tarık el-Molla, İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz ve ABD Enerji Bakanı Rick Perry, 25 Temmuz 2019'da Kahire'de düzenlenen Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nda (EMGF) bir araya geldi (AFP)

İsrail, bölgesel sahneyi stratejik bir bakış açısıyla yorumladığını kanıtladı. Türkiye ile yaşadığı anlaşmazlık ve medyada Arap Baharı olarak adlandırılan olayların yansımalarının ardından, hızla inisiyatif alarak Doğu Akdeniz'de ortaya çıkan bölgesel yapıya entegre oldu. Bu strateji hem siyasi hem de ekonomik düzeyde etkinliğini kanıtladı; Mısır ve Ürdün ile ilişkilerinde mevcut gerginliklere rağmen, şimdiye kadar önemli bir kopuş yaşanmadı. Benzer şekilde, Yunanistan ve Kıbrıs, Brüksel'de İsrail'i desteklemeye devam ediyor. Buna ilaveten İsrail, Mısır ve Ürdün için kritik bir doğal gaz kaynağı.

Bölgenin geleceğinin, Gazze'de devam eden savaşın kaderinden ve yakın gelecekte sona erme ihtimalinden büyük ölçüde etkileneceği aşikar. Trump'ın Gazze planı, bölgenin tamamı için yeni ufuklar açabilir. Son 15 yılda Doğu Akdeniz, uluslararası alanda geniş ilgi gören kritik bir alt bölge haline geldi. Ancak, bu ilgiye rağmen gerilimin artması ve bir çatışmanın patlak vermesi riski hâlâ devam ediyor.



ABD ulusal güvenlik stratejisi ve arzulanan Avrupa ‘mucizesi’

ABD Başkanı Donald Trump, görme engelli İtalyan opera sanatçısı Andrea Bocelli'nin Beyaz Saray'da verdiği konser öncesinde konuşuyor. (AP)
ABD Başkanı Donald Trump, görme engelli İtalyan opera sanatçısı Andrea Bocelli'nin Beyaz Saray'da verdiği konser öncesinde konuşuyor. (AP)
TT

ABD ulusal güvenlik stratejisi ve arzulanan Avrupa ‘mucizesi’

ABD Başkanı Donald Trump, görme engelli İtalyan opera sanatçısı Andrea Bocelli'nin Beyaz Saray'da verdiği konser öncesinde konuşuyor. (AP)
ABD Başkanı Donald Trump, görme engelli İtalyan opera sanatçısı Andrea Bocelli'nin Beyaz Saray'da verdiği konser öncesinde konuşuyor. (AP)

Antoine el-Hac

ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin ulusal güvenlik stratejisinin içeriği, Avrupa’daki müttefikleri zayıf gösteren ve Washington’un batı yarımküredeki hâkimiyetini yeniden tesis etmeyi amaçlayan yaklaşım nedeniyle sürpriz olmadı.

5 Aralık 2025 Cuma günü Beyaz Saray tarafından yayımlanan belge, Avrupa'nın geleneksel müttefikleri arasında rahatsızlık yaratacak nitelikte. Strateji, ‘eski kıta’ liderlerinin göç ve ifade özgürlüğü politikalarını sert ifadelerle eleştiriyor, Avrupa'nın ‘medeni varlığının silinme ihtimaliyle karşı karşıya olduğunu’ öne sürüyor ve uzun vadede ABD için güvenilir ortak olup olmadıkları konusunda kuşku yaratıyor.

Belgede, soğuk ve çatışmacı bir üslup eşliğinde, Trump’ın ‘Önce Amerika’ doktrinine yeniden vurgu yapılıyor. Bu yaklaşım, pratikte dış müdahalelerden uzak durmayı, onlarca yıllık stratejik ortaklıkların yeniden değerlendirilmesini ve Amerikan çıkarlarının her şeyin üzerinde tutulmasını ifade ediyor.

Kanunen her yönetim tarafından yayımlanması gereken bu belge, Trump’ın 20 Ocak 2025’te iktidara dönüşünden sonra hazırlanan ilk ulusal güvenlik stratejisi olma özelliğini taşıyor. Metin, Demokrat Başkan Joe Biden döneminin yaklaşımıyla belirgin bir kopuşa işaret ediyor. Biden yönetimi, Trump’ın ilk döneminde zedelenen ittifakları güçlendirmeye ve petrol ile doğal gaz ihracatı sayesinde ekonomik olarak güçlenen Rusya’yı frenlemeye odaklanmıştı.

Azalan rol

Trump, yeniden Beyaz Saray’a dönmesinden bu yana, yaklaşık dört yıldır süren Rusya-Ukrayna savaşına aracılık ederek son vermeye çalışıyor. Strateji belgesi, bu hedefin Washington açısından hayati çıkarlar kapsamında değerlendirildiğini belirtiyor. ABD’nin, yıllar süren gerginliğin ardından Rusya’yı uluslararası alanda dışlanmış bir aktör olarak görmekten vazgeçmeyi ve Moskova ile ilişkileri iyileştirmeyi hedeflediği ifade ediliyor. Bu nedenle savaşın sona erdirilmesi, ‘Rusya ile stratejik istikrarın yeniden tesisi’ için temel bir Amerikan çıkarı olarak tanımlanıyor.

Ukrayna'nın başkenti Kiev'e düzenlenen Rus hava saldırısının ardından çıkan yangınla mücadele eden bir itfaiyeci (AFP)Ukrayna'nın başkenti Kiev'e düzenlenen Rus hava saldırısının ardından çıkan yangınla mücadele eden bir itfaiyeci (AFP)

Belge, bu yılın sonuna yaklaşırken Avrupa’nın, Trump’ın Rusya-Ukrayna savaşının yükünden kurtulma konusundaki ısrarının sert sonuçlarıyla karşı karşıya kaldığını belirtiyor. Avrupa ülkeleri, iç ekonomik zorlukların yanı sıra Washington’ın tanımladığı şekliyle bir ‘medeniyet’ krizine de sürüklenmiş durumda.

Aslında Avrupa’nın ABD’nin stratejik önceliklerinde geri planda kalması şaşırtıcı değil. Tarihsel olarak, Amerikan büyük stratejisi uzun süre Avrupa merkezli olmuştu; ancak 2000’li yılların başından itibaren kıtada tek bir gücün hâkimiyet kurma ihtimalinin zayıflaması, yeni jeopolitik güç merkezlerinin ve jeoekonomik rekabetlerin ortaya çıkmasıyla Washington’ın odağı başka bölgelere kaydı. Bu değişim, ABD’nin dünya sahnesindeki ağırlık merkezini yeniden düzenlemesine yol açtı. Başkan George W. Bush Ortadoğu’ya yoğunlaşırken, ardından gelen başkanlar -tam anlamıyla uygulayamamış olsalar da- ‘Asya’ya dönüş’ stratejisini öne çıkardı. Trump döneminde ise Asya’ya ek olarak Latin Amerika da öncelikler listesine girdi. Trump’ın Panama hakkında söyledikleri, Venezuela konusunda attığı adımlar ve daha sınırlı ölçüde Kolombiya’ya yönelik politikaları bunun göstergesi olarak değerlendiriliyor.

Farklı bir Amerikan kuşağı

ABD’deki demografik değişimler, Soğuk Savaş kuşağının (NATO’ya ve Avrupa ile tarihsel-kültürel bağlara doğal bir yakınlık duyan neslin) yavaş yavaş sahneden çekildiğini ortaya koyuyor. Yerlerini, etnik açıdan daha çeşitli, daha genç ve ABD’nin küresel rolünü yeniden sorgulayan bir nesil alıyor. Trump’ın NATO ve Avrupa Birliği’ne (AB) yönelik temkinli ve çoğu zaman kuşkulu tutumu, ikinci döneminde Avrupa’yı öncelik sıralamasında aşağıya çekmesi beklenen bir gelişme olarak görülüyor. Washington’ın bakışına göre 1949’da Sovyetler Birliği’ni durdurmak için kurulan NATO’nun bugünkü rolü, Avrupa’nın ‘bağımlı’ güvenlik yaklaşımıyla birlikte tartışmalı hâle gelmiş durumda. Bu nedenle Trump yönetimi, Avrupa’yı korumaya para harcamak yerine Moskova ile Avrupa ve diğer bölgeler konusunda bir uzlaşıya varmayı daha rasyonel bir seçenek olarak görüyor.

Belçika'nın başkenti Brüksel'de Avrupa Komisyonu'na ev sahipliği yapan Berlaymont binası (AFP)Belçika'nın başkenti Brüksel'de Avrupa Komisyonu'na ev sahipliği yapan Berlaymont binası (AFP)

Bu yaklaşım, Soğuk Savaş sonrası dönemde Washington’da görev yapan bütün başkanların Avrupa’ya tanıdığı merkezi konumla açık bir tezat oluşturuyor. O yıllarda Avrupa, Amerikan malları ve hizmetleri için başlıca pazar konumundaydı. Ayrıca Avrupa’daki müttefikler, ABD’nin dünya genelindeki nüfuzunu artıran önemli bir güç çarpanı olarak görülüyordu. Buna karşılık Rusya hem Avrupa’nın güvenliği hem de ABD’nin liderliği altındaki küresel düzen için tehdit teşkil ediyordu. Moskova’nın, Pasifik bölgesi de dahil olmak üzere kendi çıkarlarını güçlendirmeye yönelik hamleleri ve birçok konuda Çin’le aynı hizaya gelmesi, bu değerlendirmeyi daha da pekiştiriyordu.

Ağır zorluklar

ABD’nin ulusal güvenlik stratejisi belgesinde, “Avrupa’daki ekonomik durgunluk, karşı karşıya olduğu gerçek ve daha sert bir medeniyet erozyonu ihtimali kadar önemli değildir” ifadesi yer aldı.

Washington’a göre Avrupa, uyguladığı göç politikaları, düşen doğum oranları, ‘ifade özgürlüğünün bastırılması ve siyasi muhalefetin kısıtlanması’, ayrıca ‘ulusal kimliklerin ve öz güvenin yitirilmesi’ nedeniyle zayıflıyor.

Belge şöyle devam ediyor: “Eğer mevcut eğilimler devam ederse, kıta 20 yıl içinde -hatta daha da kısa sürede- tamamen farklı bir yer haline gelecek. Bu nedenle bazı Avrupa devletlerinin güçlü ekonomilere ve ordulara sahip olup olmayacağı, dolayısıyla güvenilir müttefikler olarak kalıp kalamayacakları hiç de kesin değil. Avrupa’nın Avrupalı kalmasını ve kendi medeniyetine yeniden güven duymasını istiyoruz.”

Bu tablo doğru kabul edilirse, Avrupa’nın, ABD’nin Rusya-Ukrayna savaşından muhtemel çekilmesinin sonuçlarını dengelemek veya yumuşatmak zorunda kalacağı sonucu ortaya çıkıyor. Zira kıta, Kiev’in savaşı sürdürmesini sağlayacak ya da Rus askeri gücüne karşı koyacak kapasiteden yoksun. Pek çok Avrupa ülkesinde askeri harcamaların artırılmasının da anlamlı bir denge yaratması beklenmiyor; aksine, Almanya’nın 2,55 trilyon euroya (GSYİH’nin yüzde 62,4’ü) ve Fransa’nın 3,416 trilyon euroya (GSYİH’nin yüzde 115,8’i) ulaşan kamu borçları dikkate alındığında, kırılgan ekonomilerin daha da zorlanmasına yol açabilir.

Hiç kuşkusuz AB’nin, Washington ile Moskova arasında Ukrayna’daki savaşı sonlandırmaya yönelik süren müzakerelerde masada yer alma hakkı bulunuyor. Zira savaş Avrupa topraklarında yaşanıyor ve ‘ev sahiplerinin’ olup bitenle doğrudan ilgisi var.

İletişim, izolasyondan daha faydalı

Söz konusu Avrupa talebi, ancak Brüksel ile Moskova arasında iletişim kanallarının kurulmasıyla hayata geçirilebilir. Aksi halde Avrupa, Ukrayna savaşının nasıl ve hangi şartlarda sona ereceğine ilişkin kararlarda söz sahibi olamaz; savaşın Avrupa güvenliğine etkilerini şekillendirme imkânı da kalmaz. Bu gerçekleşmediği takdirde Avrupa ülkeleri, Washington ve Moskova’nın -ve daha sınırlı ölçüde Kiev’in- aldığı kararları yalnızca izleyen ve gelişmelere tepki vermekle yetinen bir konuma sürüklenebilir.

Fransa'nın kuzeydoğusundaki Soissons kasabası yakınlarındaki açık alanda, Fransa ve Belçika'nın ortak askeri tatbikatına katılan piyadeler (AFP)Fransa'nın kuzeydoğusundaki Soissons kasabası yakınlarındaki açık alanda, Fransa ve Belçika'nın ortak askeri tatbikatına katılan piyadeler (AFP)

Avrupa, mevcut sıkıntılara rağmen hâlâ büyük, zengin ve teknolojik olarak gelişmiş bir güç. Ancak Moskova’yı ciddi müzakerelere ikna edebilecek güçlü bir yeniden silahlanma programına gerçekten ihtiyaç duyuyor.

İkna için ikinci unsur ise AB’nin Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra aşamalı olarak uyguladığı yaptırımlar çerçevesinde dondurulan ya da el konulan Rus varlıkları konusundaki çıkmazın aşılması. Moskova, Avrupa’daki değeri yaklaşık 210 milyar dolar olarak tahmin edilen bu varlıkların çözümü için bir formül arıyor. Buna karşın, Avrupa’da bu varlıkların Ukrayna’ya destek amacıyla kullanılmasını savunan görüş, savaşın ömrünü uzatacak ve kıtayı gereksiz bir Rusya karşıtlığı konumuna sürükleyecek bir yaklaşım olarak değerlendiriliyor.

Kimilerine göre Kremlin yalnızca ‘güç dilinden’, Beyaz Saray ise yalnızca ‘iş dilinden’ anlıyor; bu nedenle Avrupa her iki dili de öğrenmek zorunda. Fakat buna itiraz edenler, Washington’a dair değerlendirmenin doğru olduğunu, Kremlin’e yönelik değerlendirmenin ise yanıltıcı olduğunu savunuyor.

Gerçekte ise bu denklemin tamamının gerekli olmayabileceği ifade ediliyor. Avrupa’nın iki dili birden öğrenmekten ziyade, tarihi bilen ve geleceğe dair net vizyonlar ortaya koyacak gerçek liderler yetiştirmesi gerektiği vurgulanıyor. Ancak bu şekilde ‘medeniyet erozyonu’ ve ‘kimliklerin silinmesi’ gibi kaygıların önüne geçilebileceği ileri sürülüyor. Peki, bu ‘mucize’ mümkün mü? Bu soru, Avrupa’nın karşı karşıya olduğu stratejik belirsizliğin merkezinde yer alıyor.


Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?
TT

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, dün Washington'un küresel rolüne ilişkin bakış açısında derin dönüşümü yansıtan, uzun zamandır beklenen yeni bir stratejiyi duyurdu. Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana hakim olan ve “tek süper güç” konumunu korumaya dayanan geleneksel model yerine belge, ABD'nin odağının, yönetimin doğrudan çıkarlarıyla daha yakından bağlantılı gördüğü bölgelere, özellikle de Latin Amerika bölgesine ve göç meselesine kayacağını ortaya koyuyor.

Ulusal Güvenlik Strateji belgesi, Trump'ın, daha önceki yönetimlerinkinden kökten farklı, “Önce ABD” sloganına dayanan, uluslararası sistemin artık dünyanın her bölgesinde geniş bir Amerikan katılımı politikasına izin vermediği inancını temel alan bir vizyon benimsediğini gösteriyor. Belge, Çin'i göz ardı etmeyip, en büyük rakip olarak görse de son dönemdeki Amerikan stratejilerine hâkim olan geleneksel “Asya'ya odaklanma” yaklaşımından uzaklaşıyor.

Trump, belgenin girişinde, “Yaptığımız her şeyde ABD'yi ön planda tutuyoruz” ifadesini kullandı. Belge, bu stratejinin uluslararası ilişkiler ve ittifakların kökten yeniden değerlendirilmesini gerektirdiğini de belirtiyor. Amaç artık geniş kapsamlı bir liberal dünya düzenini desteklemek değil, dış yükleri azaltıp “doğrudan gelir” alanlarına yoğunlaşarak Amerikan gücünü korumak. Belge ayrıca, “kitlesel göç çağının sona ermesi gerektiğini” ve ABD sınırlarına doğru göçü engellemek için Avrupa ve Latin Amerika içinde adımlar atacağını da vurguluyor.

Geleneksel Amerikan söyleminden açık bir şekilde kopan strateji, “ABD'nin meşum küresel egemenlik ilkesini sürdürmeyi reddettiğini” vurguluyor. Bu açıklama, son Amerikan belgelerinde eşi benzeri görülmemiş bir şey, zira küresel hegemonyayı sürdürmenin maliyetlerinin fahiş ve sürdürülemez hale geldiğini dolaylı olarak itiraf ediyor.

Strateji, Washington'un başta Çin ve Rusya olmak üzere büyük güçlerin aşırı nüfuz kazanmasını önlemek için çalışacağını ifade ediyor, ancak bunun “dünyanın tüm büyük ve orta güçlerinin nüfuzunu sınırlamak için kan dökeceği ve servet harcayacağı anlamına gelmediğini” vurguluyor.

Strateji, Latin Amerika'yı Amerikan gündeminin en üst sıralarına taşıyor. Bu, belgedeki en önemli bölgesel dönüşüm

Belge, son on yıllardaki en önemli askeri dönüşümlerden birini içeriyor ve kaynakları Batı Yarımküre'ye yönlendirirken, “acil tehditlerle başa çıkmak için küresel askeri duruşumuzu revize etme” sözü veriyor. Bu, Ortadoğu gibi bir zamanlar hayati önem taşıyan bölgelere olan Amerikan ilgisinin fiilen azalması anlamına geliyor.

Stratejik belgenin temel küresel meseleler hakkındaki duruşu şöyle:

ABD Başkanı Donald Trump, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ve aralarında Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in de bulunduğu Avrupalı ​​liderler, 18 Ağustos 2025'te Washington'daki Beyaz Saray'da (Reuters) ABD Başkanı Donald Trump, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ve aralarında Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in de bulunduğu Avrupalı ​​liderler, 18 Ağustos 2025'te Washington'daki Beyaz Saray'da (Reuters)

Avrupa: Müttefik bir bölge, ancak eşi görülmemiş eleştirilerin konusu

Belge, Avrupa'ya yönelik sert bir dil kullanıyor; bu dil, önceki ABD ulusal güvenlik belgelerinde nadiren kullanılmıştır. Avrupa'nın göç nedeniyle “kültürel erozyon” ile karşı karşıya olduğunu iddia ediyor ki bu söylem, Avrupa aşırı sağının söylemine çok benziyor. Belge, bazı Avrupa ülkelerinin on yıllar içinde “Avrupalı ​​olmayan çoğunluk” haline gelebileceğine ve bunun kıtanın demografik ve siyasi doğasını değiştirebileceğine işaret ediyor.

Belge, “Avrupa ülkeleri içinde Avrupa'nın mevcut gidişatına karşı direniş geliştirilmesi” çağrısında bulunuyor; bu ifade, milliyetçi ve sağcı partilerin lehine Avrupa'daki iç siyasi tartışmalara doğrudan müdahaleyi yansıtıyor. Avrupa'da aşırı sağ söylemlere getirilen kısıtlamalara atıfta bulunarak, “ifade özgürlüğünün baskı altına alınmasını” eleştiriyor. NATO’nun genişlemesine karşı çıkışını yineliyor ve bu da Rusya ile savaş halindeki Ukrayna'nın ittifaka katılma umutlarını suya düşürüyor.

Strateji, Çin, Hindistan ve gelişmekte olan ekonomilerin yükselişi nedeniyle Avrupa'nın küresel ekonomideki payının azalmasının “daha karanlık bir olasılığın, Avrupa medeniyetinin aşınmasının” habercisi olduğunu savunuyor. Güçlü tepkiler içeren bir duruş ile Almanya, “dışarıdan tavsiyeye ihtiyacı olmadığını” belirtti.

Latin Amerika: Trump Doktrini’ndeki yeni ağırlık merkezi

Strateji, Latin Amerika'yı Amerikan gündeminin en üst sıralarına taşıyor. Bu, belgedeki en önemli bölgesel dönüşüm, çünkü Monroe Doktrini'ni “Trumpçı” bir yorumla yeniden canlandırmaya yönelik yeni bir vizyon sunuyor. Bölgedeki rejimlerin istikrarını sağlayarak göç dalgalarını önlemeyi amaçlayan ve belgede “Trump Doktrini” olarak adlandırılan bir öneriye yer veriliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre başta Çin olmak üzere bölge dışı güçlerin asker konuşlandırmasının veya kritik altyapıları kontrol etmesinin engellenmesi gerektiği vurgulanıyor.

Belge, ABD'nin Ortadoğu'daki müdahalelerinin azaltılması çağrısında bulunuyor ve bunu, Washington'un Körfez petrolüne olan bağımlılığının azalması ve bunun bölgenin ABD ulusal güvenlik hesaplarındaki önemini azaltmasıyla gerekçelendiriyor

Belgede, denizdeki uyuşturucu kaçakçılığı şebekelerinin hedef alınması, sol görüşlü liderlere müdahale edilmesi ve Panama Kanalı gibi hayati önemdeki kaynakların kontrol altına alınması gibi önlemler ayrıntılı olarak ele alınıyor.

ABD Başkanı Donald Trump ve Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei, 14 Ekim 2025'te başkent Washington'daki Beyaz Saray'da (AFP) ABD Başkanı Donald Trump ve Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei, 14 Ekim 2025'te başkent Washington'daki Beyaz Saray'da (AFP)

1823'te açıklanan Monroe Doktrini'nin bu yeniden canlandırılması, Washington'un son yıllarda uzak durduğu “arka bahçe” politikasına geri döndüğünü gösteriyor; tek fark, yeni versiyonun daha açık ve daha az diplomatik olması.

Asya: Askeri tehditten önce ekonomik bir rakip olarak Çin

Asya'nın stratejik önemine rağmen, belge önceki belgelerden farklı bir yaklaşım sunuyor. Çin'i askeri bir tehditten önce birinci ekonomik rakip olarak görüyor. Tedarik zincirleri ve teknoloji de dahil olmak üzere Çin ile ekonomik ilişkilerin yeniden dengelenmesi gerektiğini vurguluyor. Tayvan'daki “statükoyu” korurken, Japonya ve Güney Kore'den adayı korumaya yönelik savunma katkılarını artırmalarını talep ediyor.

Trump ABD’si, Hindistan ile ilişkileri derinleştirmeye ve Hint-Pasifik güvenliğinde öncü bir rol oynamasını teşvik etmeye açık olduğunu da ifade ediyor.

Bu değişim, Trump'ın dünya görüşünün temel bir özelliği olan ekonomik rekabeti genişletme lehine doğrudan askeri odaklanmayı azaltma politikasına işaret ediyor.

Ortadoğu ve Afrika: ABD'nin rolünün azaltılması ve önceliklerin belirlenmesi

Belge, ABD'nin Ortadoğu'daki müdahalelerinin azaltılması çağrısında bulunuyor ve bunu, Washington'un Körfez petrolüne olan bağımlılığının azalması ve bunun bölgenin ABD ulusal güvenlik hesaplarındaki önemini azaltmasıyla gerekçelendiriyor.

Belge, ABD ve İsrail saldırılarıyla “İran'ın zayıflatıldığına” işaret ediyor, İsrail'in, “güvende” olması gerektiğini vurguluyor ama Trump yönetiminin daha önce kullandığı sert söylemlerden uzak duruyor.

Belge, Suriye ve Irak gibi geleneksel çatışmalardan çok bahsetmiyor. Ayrıca, Afrika'da “yardım yaklaşımından” uzaklaşılarak, hayati önem taşıyan maden ve minerallere odaklanılması çağrısında bulunuyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


İrlanda'daki anne ve bebek tesisinde mezarlık bulundu: "796 ceset olabilir"

İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
TT

İrlanda'daki anne ve bebek tesisinde mezarlık bulundu: "796 ceset olabilir"

İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)

Maira Butt 

Geçmişte İrlanda'nın Galway Kontluğu'nun Tuam bölgesinde bekar anneler ve çocuklarının kullanımına ayrılmış bir kuruluşta, bir mezara dair kanıtlar bulundu.

Anne ve bebek evi, yerel tarihçi Catherine Corless'in başını çektiği araştırmanın, 796 bebek ve küçük çocuğun defin kaydı olmadan orada öldüğünü ortaya koymasının ardından, 2014'te uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmişti.

Temmuzda tesisteki çalışmalarına başlamasından bu yana dördüncü güncellemesini yapan Tuam Yetkili Müdahale Direktörlüğü (Office of the Director of Authorised Intervention, Tuam/ODAIT), "Bu bölgedeki mezarların varlığı artık doğrulandı" diye yazdı.

1925'ten 1961'e kadar faaliyet gösteren tesisin kenarında "çocuk veya bebek büyüklüğünde mezarlar" bulunduğu yeni güncellemede belirtildi:

Mezarların yerleşimi ve büyüklüğü, tesisin bu bölümünde anne ve bebek kurumunun faaliyet gösterdiği zamandan kalma bir mezarlık bulunduğuna dair tutarlı bir kanıt.

İlk değerlendirmelere göre kazıda 4 grup bebek kalıntısı bulundu ve bunlar hepsi geçen ay keşfedilen tabutlara gömülmüş 7 grup insan kalıntısına eklendi. Adli analiz çalışmaları sürdürülüyor.

ODAIT'in aktardığına göre, tarihi belgeler bir mezarlık olasılığını işaret etse de bunun varlığına dair ilk işaretler zemin veya yüzey seviyesinde görünmüyordu.

2017'de yürütülen resmi bir soruşturmada, tesisin başka bir yerine sadece 100 metre mesafedeki yeraltı odalarında "önemli miktarlarda" insan kalıntısı bulunmuştu.

ODAIT Direktörü Daniel MacSweeney, cesetlerin kimlere ait olduğunun belirlenmesi için en az 160 kişinin DNA örnekleri vermeyi teklif ettiğini RTÉ'ye söyledi:

Deneyimlerimden biliyorum ki bazen kalıntıların keşfi, insanların öne çıkması için bir katalizör görevi görebilir.

Görsel kaldırıldı.Pembe dikdörtgenle çevrilen alan, kazı çalışmalarında mezarlara dair kanıtların bulunduğu çadırı gösteriyor (ODAIT)

2021'de İrlanda lideri Micheal Martin, ülke genelindeki anne ve bebek evlerine yerleştirilen kadın ve çocuklara gösterilen muameleden dolayı devlet adına özür dilemişti.

Bu özür, evlilikdışı hamile kalan anneleri barındıran 18 anne ve bebek evinde 9 binden fazla çocuğun öldüğü sonucuna varılan bir soruşturmanın nihai raporunun ardından gelmişti.

İrlanda parlamentosunda "Orada olmamalıydılar" demişti:

Devlet sizi, bu evlerdeki anneleri ve çocukları hayal kırıklığına uğrattı.

Bu evlerdeki tüm çocukların yüzde 15'inin hastalık ve mide gribi gibi enfeksiyonlardan öldüğü, raporda belirtilmişti. Bu rakam, ülke çapındaki bebek ölüm oranının neredeyse iki katı.

Independent Türkçe, independent.co.uk/news/uk