Gazze planının başarısız olması halinde Trump'ın önündeki üç seçenek

Gazze, daha derin bir transatlantik uçurumun yan etkilerinden sadece biri

Görsel: Al Majalla
Görsel: Al Majalla
TT

Gazze planının başarısız olması halinde Trump'ın önündeki üç seçenek

Görsel: Al Majalla
Görsel: Al Majalla

Christopher Phillips

Daha önceki Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurul görüşmelerinin büyük kısmında bu yıl tanık olunana benzer bir heyecan yaşanmamıştı. ABD Başkanı Donald Trump, her zamanki gibi yaklaşık bir saat süren uzun ve kışkırtıcı konuşmasıyla manşetlere çıktı. Aynı durum, daha sonra İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu Beyaz Saray'da kabul edip, Gazze Şeridi’ndeki savaşı sona erdirmek için 20 maddelik bir plan açıklarken de tekrarlandı.

Trump'ın New York'ta yaptığı en şok edici açıklamalardan biri, özellikle Batı Avrupa ve İngiltere'deki müttefiklerini eleştirerek, göç ve yeşil enerjiyi benimsemeleri nedeniyle ‘gerçek bir sorunla karşı karşıya olduklarını’ ve ‘başarısız olacaklarını” söylemesiydi. Bu açıklama, dinleyicilerini hayrete düşüren açıklamalarının oluşturduğu uzun liste içinde yer aldı. Trump'ın ikinci döneminin ilk sekiz ayında transatlantik ilişkilerde sert gerilimler yaşanırken, heyetler salondan Batı ittifakının gerçek bir sorunla karşı karşıya olup olmadığını merak ederek ayrıldılar.

dfrgty
ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray'ın Devlet Yemek Salonu'nda düzenlenen ortak basın toplantısında tokalaşırken, gazeteciler soru sormak için söz istiyor, 29 Eylül 2025 (Reuters)

Batı ittifakı içindeki görüş ayrılığı, Gazze konusunda diğer yerlere göre daha belirgindi. BM Genel Kurulu'ndaki müzakerelerin başlıca gündem maddesi de buydu. Binyamin Netanyahu, kendisini eleştiren liderleri ‘önyargılı medya, radikal İslamcı seçmenler ve anti-Semitik kitlelerin’ baskısına boyun eğmekle suçladıktan sonra, onlarca delege Binyamin Netanyahu'nun konuşmasını dinlemekten kaçındı ve o kürsüye çıkmadan salonu terk etti. Bu olay, Fransa, İngiltere, Kanada ve Avustralya başta olmak üzere bazı Batı ülke hükümetlerinin Genel Kurul toplantıları sırasında Filistin devletini tanımasının ardından yaşandı. Filistin devletinin bu ülkelerce tanınması İsrail'i öfkelendirdi ve Gazze savaşının başlamasından bu yana ABD’nin tutumunda belirgin bir ayrışmaya yol açtı. Batı ittifakı içinde Filistin konusunda ortaya çıkan bu yeni farklılıklar ne kadar önemli? Bunlar sadece yüzeysel mi, yoksa zaten artan gerginlik yaşayan ilişkilerde bir değişimin başlangıcı mı?

Bölünme çizgisi nerede?

Batılı müttefikler arasında Gazze konusunda anlaşmazlıklar yeni başlamadı. ABD, Gazze’deki savaş boyunca İsrail’i kararlılıkla desteklemeye ve eleştirilerden korumaya devam ederken, Washington'ın müttefiklerinin kınamaları giderek yoğunlaştı. İtalya, İspanya, Japonya ve Kanada silah ihracatı yasağı getirirken, İngiltere 350 silah ihracat lisansından 30'unu askıya aldı ve İsrailli aşırı sağcı iki bakana yaptırım uyguladı. Filistinliler için büyük bir sembolik öneme sahip olsa da bazı Batılı hükümetlerin eylül ayında Filistin devletini tanıması ilave bir zafer olarak görülebilir.

BM Genel Kurul toplantılarının ardından yaşanan gelişmeler, Batılı müttefikler arasında Gazze konusunda bir bölünme değil, bir dereceye kadar uzlaşı olduğunu gösteriyor

Görünüşe bakılırsa, ABD ile Batılı müttefikleri arasındaki uçurum giderek genişliyor. Trump, BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, Filistin'in tek taraflı olarak tanınmasının ‘Hamas için ‘çok büyük bir ödül’ olacağını söylerken, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Filistin’in tanınmasının, süreci ‘ne ilerleten ne de geciktiren’ bir adım olduğunu ifade etti.

Ancak ABD bu kınayıcı açıklamalarına rağmen, direktiflerini ihlal eden müttefiklerine karşı herhangi bir adım atmadı. İsrailli politikacılar, Filistin devletini tanıma kararlarına yanıt olarak Netanyahu'dan Batı Şeria topraklarını ilhak etmesini talep ettiğinde, Trump ‘böyle bir şeye izin vermeyeceğini’ açıkça ifade etti. Bu açıklama, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Körfez ülkelerinden müttefiklerinin baskısından kaynaklanıyordu. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), gerginliğe neden olacak herhangi bir adımın Trump'ın ilk dönemindeki en önemli başarılarından biri olan Abraham (İbrahim) Anlaşmaları'nı tehlikeye atabileceğini ima etti. Trump'ın Macron'la uyumlu tutum sergilemesi, onun Paris'in Filistin'i tanımasına karşı ciddi bir düşmanlık beslemediğini gösterdi.

u7ı8
ABD Başkanı Donald Trump, New York'ta Arap ve Müslüman ülke liderleriyle yaptığı toplantı sırasında, 23 Eylül 2025 (Reuters)

Esasen BM Genel Kurul toplantılarının ardından yaşanan gelişmeler, Batılı müttefikler arasında Gazze konusunda bir bölünme değil, bir dereceye kadar uzlaşma olduğunu gösterdi. Trump yönetimi, Gazze’deki savaş konusunda bir ‘anlaşmaya’ varmak üzere olduğunu iddia ediyor. Bu yüzden BM Genel Kurulu’nu Arap ülkeleri, İsrail, Türkiye ve Avrupa ülkelerinin liderleriyle bu anlaşmayı görüşmek için kullandı. Detaylar belirsiz olsa da haberlere göre Beyaz Saray, Hamas'ı dışlayan geçici bir teknokrat yönetimin başına eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'i atamak için tartışmalı bir planı destekliyor. Bu plan hedeflerine ulaşamayabilir, ancak amaç ateşkes ve siyasi çözüm için baskı yapmaksa, Batılı müttefiklerin desteğini sürdürmek, Filistin devletinin tanınması konusundaki anlaşmazlıklardan önce ABD yönetimi için bir öncelik olmaya devam edecektir.

Ufukta sorunlar mı var?

Peki, ya tüm bunlar İsrail ve Filistin konusunda transatlantik ittifak içindeki çatlakları maskelemekten başka bir işe yaramazsa? Ya böyle bir anlaşma başarısız olursa ya da hiç gün yüzü görmezse? O zaman bu farklılıkların yeniden su yüzüne çıkması gibi gerçek bir tehlike ortaya çıkar. Batılı liderlerin çoğu Trump'ın aksine İsrail'e karşı daha eleştirel bir tutum sergilemeleri için içerden gelen bir baskı altında ve savaşı sona erdirmek için çaba gösteriyorlar. Bu yüzden Filistin devletinin tanınması sürecin sadece başlangıcıdır, sonu değil. Savaş devam ederse ve Filistinlilerin ölümleri artarsa, bu liderler muhtemelen daha ileri adımlar atacaktır.

Bir BM soruşturma komisyonu kısa süre önce İsrail'in Gazze'de soykırım gerçekleştirdiğini açıkladıktan sonra, özellikle Avrupalılar ilave yaptırımlar uygulamayı düşünmeye başladı. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Avrupa Birliği (AB)-İsrail Ortaklık Anlaşması'nın belirli maddelerinin askıya alınmasını önerdi. Bu durumda İsrail mallarının AB pazarına ayrıcalıklı erişimi engellenecek.

tyu
ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Görsel: Eduardo Ramon)

İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, İsrail'in Ukrayna'yı işgalinden sonra Rusya'ya uygulanan muameleye tabi tutulmasını ve uluslararası spor müsabakalarına katılımının yasaklanmasını istedi. Avrupa Futbol Birliği, başta Türkiye olmak üzere üyelerinin baskısıyla, İsrail milli takımını ve İsrail futbol kulüplerini müsabakalarından ihraç etmek zorunda kalabilir. Bu tür yaptırımlar veya benzer önlemler açıklanırsa, Macron ve İngiltere Başbakanı Keir Starmer gibi Batılı liderler, Netanyahu hükümetine karşı eylemlerini genişletmeleri yönünde taleplerle karşı karşıya kalacaklar. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bu durum Trump'ı kızdırabilir, zira ABD Dışişleri Bakanlığı, ABD'nin diğer ülkelerle ortaklaşa düzenleyeceği 2026 Dünya Kupası'na İsrail'in katılımını engellemeye yönelik her türlü girişime karşı çıkacağını zaten açıkladı.

Trump'ın FIFA Başkanı Gianni Infantino ile yakın ilişkileri göz önüne alındığında, UEFA'nın uyguladığı herhangi bir yasağı geçersiz kılmak için baskı yapabilir. Trump, kendisini İsrail'in uluslararası savunucusu olarak göstermeye devam ederse, Batılı müttefikleri Netanyahu'ya baskı uygulamakta ellerinin bağlı olduğunu hissedecek, bu da Batı ittifakı içinde bölünmelerin artmasına yol açabilir.

İsrail'in Katar'daki Hamas liderlerine yönelik saldırısı, Körfez’deki ABD müttefikleri arasında öfkeye yol açtı ve Beyaz Saray'a Netanyahu’nun saldırganlığını durdurması için baskı yapmaya sevk etti.

Ancak, Beyaz Saray’ın böyle bir tepki vereceğine dair herhangi işaret yok. Trump’ın şimdiye kadar İsrail'e verdiği güçlü desteğe rağmen, ABD başkanı öngörülemezliği ile biliniyor. İsrail’in Katar’daki Hamas liderlerine yönelik saldırısı, Körfez'deki ABD müttefikleri arasında öfkeye yol açarak, Beyaz Saray'a Netanyahu'yu dizginlemesi için baskı yapmalarına neden oldu. Ateşkes için açıklanan bu son plan, bu baskının sonucu olabilir, ancak plan başarısız olursa Trump, İsrail'e koşulsuz desteğin sonuçlarına değip değmeyeceğine karar vermek zorunda kalacak. Avrupa ve hatta Körfez ülkeleriyle daha fazla ayrılık kabul etmeye istekli olabilir, ancak tamamen ticari hesaplamalarıyla tanınan Trump’ın, Netanyahu’nun bu desteğin karşılığında kendisine yeterince şey sonucuna varması da mümkün.

Hamas ve İsrail'in Gazze’de savaşı sona erdirme planını onaylaması ve Mısır'ın planın ayrıntılarına ilişkin müzakerelere ev sahipliği yapma niyetini açıklaması üzerine, Trump'ın Gazze planı başarısız olursa bir sonraki aşamada önünde üç seçeneği olacak:

1- Batı ittifakına verilebilecek zarara bakılmaksızın İsrail'i desteklemeye devam etmek.

2- İsrail'e savaşı durdurması ve bölünmelerin genişlemesini önlemesi için güçlü baskı uygulamaya devam etmek.

3- Müttefikleriyle ilişkilerinde anlaşmazlıkları stratejisinin odak noktası haline getirmeden farklılıkların var olmasına izin vermek.

Trump, şimdiye kadar üçüncü seçeneğe eğilimli bir tutum sergiledi. Trump'ın İsrail'e karşı güçlü duyguları olduğunu herkes biliyor, ancak BM’deki konuşmasından da anlaşıldığı üzere Avrupalı müttefiklerine bakışı sadece Filistin'deki durumla ilişkili değil. Konuşması, şahsi görüşlerini ve bir dizi başka faktörü de yansıtıyor. Trump, Gazze konusundaki anlaşmazlıkları, Avrupa'ya karşı sert tutumunu haklı çıkarmak için kullanıyor olabilir. Ancak Gazze, Batı ittifakı içindeki daha derin bölünmenin yan etkilerinden sadece biri.

* Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



İnsan ve zaman: Siyasi tarihte kişiliğin rolü

 Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
TT

İnsan ve zaman: Siyasi tarihte kişiliğin rolü

 Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump (AFP)

Remzi İzzettin Remzi

‘İnsan ve zaman’ meselesi, uluslararası siyasette her zaman düşünce odağı olurken, araştırmacıları ve genel kamuoyunu meraklandıran bazı soruları da gündeme getirmiştir.

Kişi ile yaşadığı dönem arasındaki ilişki nedir? İnsan kendi dönemini mi yaratır, yoksa dönem insanı mı yaratır? Tarih, ihtiyaç duyduğumuz liderleri üreten karşı konulamaz bir güç mü, yoksa tek bir kişinin iradesi ve vizyonunun netliği sayesinde tarihi kontrol altına alıp seyrini değiştirebileceği belirleyici anlar var mıdır?

Cevap basit olmamakla birlikte, bir tarafla da sınırlı değil. Daha ziyade ikisi arasında karmaşık, büyüleyici ve genellikle öngörülemez bir etkileşim bulunuyor. Bu, şahısların ve dönemlerin sürekli bir yeniden tanımlama sürecinde birbirlerini etkiledikleri ve şekillendirdikleri dinamik bir ilişkidir.

Cevaba yaklaşmak için bu hassas ilişkiyi kişiliğin siyasi tarihteki rolü açısından incelemeliyiz.

İnkar edilemez karakter gücü

Öncelikle, bireyin yadsınamaz gücünü kabul ederek başlayalım. Tarihin sayfaları, zaman ve mekan sınırlarını aşan, iradeleri, hırsları, vizyonları ve hatta ciddi hatalarıyla olayların gidişatını yeniden şekillendiren şahsiyetlerle dolu.

Eski firavunları ve imparatorları düşünün. Antik Mısır imparatorluğunun sınırlarını genişleten büyük savaşçı 2. Ramses, adını taşa kazıyarak ölümsüz kalan tanrı-kral ve saygıdeğer bir mimar. Geniş topraklara sahip bir imparatorluğu yöneten Büyük Darius.

Kişilik ne zaman belirleyici olur? Bazen belirleyici olsa da diğer zamanlarda kurumlar, sosyal normlar ve daha geniş ekonomik güçler bireyi ezip geçer.

Bir de fatihleri ve ulus kurucuları düşünün. Rubicon Nehri'ni geçen Julius Caesar, kıtalararası bir imparatorluk kuran Cengiz Han, Avrupa haritasını yeniden çizen Napolyon Bonapart, ABD’yi kuran ve koruyan George Washington ve Abraham Lincoln. Rus İmparatorluğu'nu kuran Büyük Petro ve Büyük Catherine.

Peki, ya büyük stratejistler? Diplomatik becerisiyle Almanya'yı birleştiren Otto von Bismarck ve tüm kıta için muhafazakar bir düzen kuran Klemens von Metternich.

Ardından şahsi inançları bütün ulusları özgürleştirmenin aracı haline gelen ahlaki liderler, Gandhi ve Mandela'yı düşünün.

xscdf
Napolyon Bonapart'ın atlı heykelinin önünde kılıçlarını selamlama pozisyonunda tutan Saint-Cyr Askeri Uzmanlık Okulu öğrencileri, 19 Temmuz 2002 (AFP)

Bu kişilerden her biri, sadece kendi ülkelerinde değil, bölgelerinde ve çoğu durumda tüm dünyada silinmez izler bıraktı. Ancak önemli bir nokta olarak onların etkisi mutlak değildi. Tarihteki bir şahsiyetin ağırlığı sabit değil, değişkendir.

Kişiliğin değişken ağırlığı

Kişilik ne zaman belirleyici olur? Bazen belirleyici olsa da diğer zamanlarda kurumlar, sosyal normlar ve daha geniş ekonomik güçler bireyi ezip geçer.

Bugünü anlamak için geçmişe bakmalıyız. Yüzyıllar boyunca uluslararası diplomasi kralların kişisel alanıydı.

Kriz zamanlarında, savaşlar, devrimler ve sistemik çöküşler sırasında, eski düzen çöktüğünde boşluğu doldurmak ve halkı yönlendirmek için güçlü ve kararlı liderler ortaya çıkar. Ancak istikrarlı zamanlarda parlamentolar, mahkemeler ve bürokrasiler gibi kurumlar öne çıkarak sorumluluğu üstlenir. Sistemin düzenini korurlar, esneklik sağlarlar ve bireylerin aşırılıklarını sınırlarlar.

Ancak en ilginç ve belki de en tehlikeli dönemler, bugün yaşadığımız gibi, iki geçiş dönemi arasında kalan dönemlerdir. Bu değişken ve çalkantılı zamanlarda kişilik, çoğu zaman bağlamla orantısız bir şekilde büyük bir önem kazanır.

Dönüşüm çağı olarak 21. Yüzyıl

Bugünün dünyasını bir düşünelim. Eşi benzeri görülmemiş eşzamanlı devrimlerin yaşandığı bir çağda yaşıyoruz. Şaşırtıcı teknolojik dönüşümler ve derin jeopolitik değişimlere tanık oluyoruz. Derinleşen bir güven krizine tanık olmamız ise durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Kurumlarımıza hükümetlere, medyaya ve uluslararası kuruluşlara duyulan güven, artan eşitsizlik, dezenformasyon dalgaları ve küresel bir pandeminin yarattığı toplumsal travma nedeniyle zedelendi.

fgth
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Japonya'ya karşı kazanılan zaferin 80. yıldönümü için düzenlenen askeri geçit töreninin ardından Büyük Halk Salonu'nda düzenlenen resepsiyona katıldılar, 3 Eylül 2025 (AFP)

Bu iklim, şahıs odaklı siyasete güçlü dönüş için verimli bir zemin oluşturdu. Küresel sahnede, ulusların kaderi bir kez daha liderlerinin vizyonuna ve karizmasına, bazen de bireysel kaprislerine bağlı hale geldi. Bu durum, ‘Modern, dijital bir "krallar diplomasisi" biçimine dönüşe mi tanık oluyoruz? Daha da önemlisi, iklim değişikliğinden siber güvenliğe ve salgınlara kadar günümüzün varoluşsal zorlukları, yalnızca güçlü kişiliklere güvenerek çözülebilir mi?’ gibi acil yanıt bekleyen bazı soruların gündeme gelmesine neden oldu.

Krallıklardan kurumsallaşmalara geçildikten sonra tekrar geri mi dönüldü?

Bugünü anlamak için geçmişe bakmalıyız. Yüzyıllar boyunca uluslararası diplomasi kralların kişisel alanıydı. XIV. Louis'in “Ben devletim” sözü meşhurdur. Gerçekten de onun kişiliği Fransa'nın dış politikasını şekillendirmişti. Napolyon'dan sonra Avrupa haritasını yeniden çizen 1815 Viyana Kongresi, imparatorlar ve kralların (Çar I. Alexander, İmparator I. Francis ve Kral III. Frederick William) şahsi ilişkilerine ve aile çıkarlarına dayalı anlaşmalar yaptıkları bir toplantıydı. Kısacası devlet hükümdarın kişiliği idi.

Güçlü liderler bürokratik karmaşıklıkları aşabilir ve krizlerde hızlı hareket edebilir. Liderler arasındaki şahsi ilişkiler, kritik zirvelerde görüldüğü gibi, kurumların açamadığı kapıları açabilir.

Yirminci yüzyılda bu modelden kasıtlı ve zorlu bir şekilde uzaklaşıldı. İki dünya savaşı, kontrolsüz kişisel hırsların tehlikelerini ortaya çıkardı. Buna yanıt olarak, diplomasiyi profesyonel, kurumsallaşmış ve kurallara dayalı hale getirmek ve şahısları sisteme tabi kılmak için Birleşmiş Milletler (BM), Bretton Woods Sistemi ve bölgesel örgütler ağı gibi çok taraflı bir yapı ortaya çıktı.

Bugün, bu sistem çökmek üzere gibi görünüyor. Kurumlarımız uyum sağlamakta zorlanıyor, halk güvenini kaybediyor ve bu boşlukta liderler, hizmet etmeleri gereken kurumları yeniden domine etmeye başlıyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre tüm bunlar, geriye doğru bir dönüşe işaret ediyor.

“Güçlü adam” dönemi mi?

Bu eğilim, çeşitli şekillerde küresel olarak tekrarlanıyor. Popülist liderler, karizma ve milliyetçiliği kullanarak, yalnızca kendilerinin ‘halkın iradesini’ temsil ettikleri iddiasıyla kurumsal denetimden kurtuluyor. Sosyal medya, sembol isimleri güçlendirerek, soğukkanlı düşünmeyi bir kenara bırakarak ve siyasi dramayı teşvik ederek güçlü bir etki unsuru olarak işlev görüyor. Çin, Rusya ve ABD gibi büyük güçler arasında jeopolitik rekabetin yeniden canlandığı ve yeni ortaya çıkan orta güçlerin rolünün arttığı bir dönemde, uluslararası sahnede sağlam kararlar alabilen merkezi liderlik tercih ediliyor.

Uluslararası ilişkiler, giderek artan bir şekilde, liderler arasında, zirvelerde, ‘kralların diplomasisi’ formülünün çağdaş bir versiyonu olarak yürütülüyor.

Fırsatlar ve riskler

Ancak siyaset sahnesinde yeniden şahısların öne çıkması, iki ucu keskin bir bıçak. Olumlu tarafı, güçlü liderler bürokratik karmaşıklıkları ortadan kaldırabilir ve krizlerde hızlı hareket edebilirler. Ayrıca liderler arasındaki şahsi ilişkiler, kritik zirvelerde görüldüğü gibi, kurumların açamadığı kapıları açabilir. Ancak benim görüşüme göre bunun riskleri faydalarından daha ağır basıyor. Siyasetin aşırı kişiselleştirilmesi onu öngörülemez hale getirir ve tek bir tweet veya ruh hali değişikliği, yıllarca süren ölçülü politikaları bozabilir. Kurumlar bir kenara bırakılıp şahısların yüceltilmesi, yargıyı, basın özgürlüğünü ve seçim sistemlerini zayıflatarak, tartışmalı seçimlere ve iktidarın tek elde toplanmasına yol açar. Pandemilerden yapay zekanın (AI) yönetilmesine ve iklim değişikliğine kadar sınır ötesi zorluklar, güçlü iradeli bireylerin tek taraflı kararlarıyla değil, sürdürülebilir kolektif iş birliği ile aşılabilir.

Bir model olarak Mısır

Bu teoriyi somut olarak ortaya koymak için Mısır örneğini ele alalım. Modern Mısır, geçtiğimiz yüzyılda temelde birbirinden çok farklı iki önemli isim olan Cemal Abdunnasır ve Enver Sedat tarafından şekillendirildi.

Onların mirası hakkında nihai yargıda bulunmak istemiyorum, zira tarih bunu yapacaktır.

Vurgulamak istediğim, bu düşüncenin ana fikri olan ‘bu adamlar yaşadıkları dönemin etkisiyle şekillenirler, ancak yaptıkları seçimler tarihi yeniden şekillendirir’ düşüncesidir.

Her iki adam da oldukça benzer sosyal ortamlarda büyüdü. İlk olarak devlet okullarında, ardından askeri akademide aynı eğitimi aldılar. Siyasi görüşleri de aynı koşullar altında şekillendi. Aralarında on sekiz yıllık bir farkla iktidara geldiklerinde, her ikisi de büyük bir gücü kendi ellerinde toplamaya çalıştı.

Ancak kişilikleri, sezgileri ve Mısır'a dair vizyonları kökten farklıydı. Nasır'ın vizyonu Arap milliyetçiliğine, sosyalist reformlara ve Batı ile çatışmaya dayanıyordu; belirtmeliyim ki, bu çatışma onun tercihi olmaktan çok, kendisine dayatılan bir çatışmaydı.

Sedat ekonomik açıklık, Mısır dış politikasının yeniden şekillendirilmesi ve İsrail ile barış yapılmasına dayanan bir vizyon benimsedi.

Tarih, insan ve zamanın birbirinden ayrılamaz olduğunu defalarca kez kanıtladı. Her biri hem kendi döneminin bir ürünü hem de onun yapıcısıydı.

Burada aynı koşullardan çıkan aynı ülkenin, liderinin kişiliği nedeniyle tamamen farklı iki yol izlemiş olması dikkati çekiyor.

Bireysel tercihleri, Mısır'ın bölgedeki ve dünyadaki konumunu on yıllar boyunca değiştirdi.

Kişi ve an, birbirinden ayrılamaz bir şekilde bağlantılıydı.

Peki, bundan ne ders çıkardık? Siyasi tarihte bireylerin rolü sabit değil, aksine değişkendir ve zamanın koşullarına göre yükselip alçalır.

Bugün, çalkantılı geçiş dönemimizde, güçlü figürler manşetlere geri dönüyor ve jeopolitik kaderi şekillendiriyor.

sd
Mısır Hür Subaylar Hareketi üyeleri ve Mısır’ın gelecekteki cumhurbaşkanları Cemal Abdunnasır (sağda) ve Enver Sedat (solda), 1952 yılının ağustos ayına ait bu fotoğrafta Kahire'de birlikte yemek yiyorlar (AFP)

Ama asıl zorluk bu isimleri sevmek ya da onlardan korkmak değil, dengeyi yakalamakta yatıyor.

Belirsizlik dönemlerinde güçlü liderlerin getirebileceği enerji ve kararlılığı kullanırken, kurumlarımızın esnekliğini, bilgeliğini ve hesap verebilirliğini şiddetle korumalıyız. Bireysel vizyonu sürdürülebilir kolektif ilerlemeye dönüştürebilecek kadar güçlü sistemler kurmalı ve kişisel kaprislerin hepimizi kolektif bir yıkıma sürüklemesini önlemeliyiz.

Tarih, insan ve zamanın birbirinden ayrılamaz olduğunu defalarca kez kanıtladı. Her biri hem kendi döneminin bir ürünü hem de onun yapıcısıydı. 21. Yüzyıla gelindiğinde, “Pasif gözlemciler olarak, çalkantılı zamanlarımızı sadece kişiliklerin yönlendirmesine mi izin vereceğiz, yoksa aktif mühendisler olarak geleceğimizin sadece büyük erkek ve kadınların hikayesi değil, herkes için istikrarlı, adil ve sürdürülebilir bir dünyanın hikayesi olmasını sağlayacak sistemler mi kuracağız?” sorusuyla karşı karşıya kalıyoruz.

Bu dengeyi sağlamak kadar acil ve önemli bir hedef daha yok.

* Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Putin, Ukrayna'ya Tomahawk füzesi gönderilmemesi konusunda uyardı

Kurtarma ekipleri, 5 Ekim'de Lviv şehrine düzenlenen Rus saldırısının gerçekleştiği yerde çalışıyor (EPA)
Kurtarma ekipleri, 5 Ekim'de Lviv şehrine düzenlenen Rus saldırısının gerçekleştiği yerde çalışıyor (EPA)
TT

Putin, Ukrayna'ya Tomahawk füzesi gönderilmemesi konusunda uyardı

Kurtarma ekipleri, 5 Ekim'de Lviv şehrine düzenlenen Rus saldırısının gerçekleştiği yerde çalışıyor (EPA)
Kurtarma ekipleri, 5 Ekim'de Lviv şehrine düzenlenen Rus saldırısının gerçekleştiği yerde çalışıyor (EPA)

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Washington'a Kiev'e Rusya'nın iç kesimlerini vurabilecek Tomahawk füzeleri tedarik etmemesi konusunda uyarıda bulunarak, böyle bir hareketin “Rusya-Amerika ilişkilerini yok etme tehdidi” oluşturacağını söyledi.

Putin, dün yayınlanan bir videoda, bu füzelerin Ukrayna'ya gönderilmesinin “ilişkilerimizi ya da en azından bu ilişkilerde ortaya çıkan olumlu eğilimleri yok edeceğini” söyledi.

Rusya Devlet Başkanı geçen hafta,ABD ordusunun doğrudan müdahalesi olmadan Tomahawk füzelerinin kullanılması imkansız olduğunu belirterek, “bu, Rusya ile ABD arasındaki ilişkiler de dahil olmak üzere, tamamen yeni ve niteliksel bir gerilim aşaması anlamına gelir” ifadesini kullandı.

ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance geçen ay, Washington'un Moskova dahil Rusya'nın iç kesimlerini vurabilecek uzun menzilli Tomahawk füzeleri için Ukrayna'nın talebini değerlendirdiğini açıkladı. Ancak, nihai bir kararın verilip verilmediği henüz belli değil.


Batı Libya'da "Ulusal Uzlaşma" konferansının hazırlıkları başladı

Takala'nın Temsilciler Meclisi ve Yüksek Devlet Konseyi komiteleri üyeleriyle toplantısı (Konsey)
Takala'nın Temsilciler Meclisi ve Yüksek Devlet Konseyi komiteleri üyeleriyle toplantısı (Konsey)
TT

Batı Libya'da "Ulusal Uzlaşma" konferansının hazırlıkları başladı

Takala'nın Temsilciler Meclisi ve Yüksek Devlet Konseyi komiteleri üyeleriyle toplantısı (Konsey)
Takala'nın Temsilciler Meclisi ve Yüksek Devlet Konseyi komiteleri üyeleriyle toplantısı (Konsey)

Ulusal Uzlaşma Hazırlık Komitesi'nin sekizinci toplantısı, ülkenin “Kapsamlı Uzlaşma Konferansı” hazırlıkları kapsamında dün Zintan şehrinde (batı Libya) başladı.

Birleşmiş Milletler misyonu, Afrika Birliği, diplomatik misyonlar ve Libya'da faaliyet gösteren uluslararası kuruluşların temsilcilerinin katıldığı açılış oturumunda yaptığı konuşmada Temsilciler Meclisi üyesi Abdusselam Nasiye, toplantının barış arayışında önemli bir dönüm noktası olduğunu belirterek, "siyasi uzlaşmanın, ulusal mutabakat değerlerini pekiştirmek ve başta silah sorunu, devlet başkanının konumu, yerel yönetim, gelir dağılımı ve vatandaşlık olmak üzere başlıca tartışmalı konuları ele almak için gerçek temel olduğunu" vurguladı.

Nasiye, bu sorunların "ancak güven inşa ederek, güvenin de ancak kapsayıcı ve kimseyi dışlamayan bir ulusal proje çerçevesinde kapsamlı ulusal uzlaşının yolunu açan ciddi diyalog ve gerçek tavizlerle çözülebileceğini, sonuçları herkes tarafından kabul edilen genel cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin yolunun açılacağını ve kurumlar, hukuk, kalkınma, adalet, fırsat eşitliği ve aidiyetin hakim olduğu bir devletin kurulmasına yol açacağını" ifade etti.

Nasiye, Zintan'ın bu toplantıya ev sahipliği yapmasının, Libya'nın farklılıkların üstesinden gelme yeteneğini ve Libya topraklarında bir Libya diyaloğunun yürütülme olasılığını teyit ettiğini vurguladı.

Libya Ulusal İnsan Hakları Enstitüsü ise "adalet, insan hakları ve mağdur hakları temelinde, çatışmanın temel nedenlerine değinilmeden ve sivillere yönelik ağır ihlallerin devam etmesinin temel nedeni olarak gördüğü cezasızlığa son verilmeden, herhangi bir siyasi çözüm veya kapsamlı ulusal uzlaşı sürdürülebilir olmayacaktır" açıklamasında bulundu. Kurum, "keyfi tutuklama ve gözaltılara, yargısız infazlara ve zorla kaybetmelere son verilmesi ve sivil topluma, gazetecilere ve hak savunucularına yönelik sistematik saldırıların ele alınması" çağrısında bulunarak, "ihlallerden sorumlu olanların hesap vermesi ve mağdurların ulusal ve uluslararası adalete erişiminin sağlanması gerekliliğini" vurguladı.

Yüksek Devlet Konseyi Başkanı Mohamed Takala ise Temsilciler Meclisi ile yapılan anlaşma kapsamında, mevcut başkan İmad al-Sayeh'in yerine Yüksek Seçim Komisyonu'nun yeni başkanının atanmasına ilişkin yaklaşan oylamayı beklediğini belirterek, “egemenlik pozisyonlarının” doldurulmasının önemini vurguladı. Bunu “ülkenin çıkarlarına hizmet eden ve istenen ulusal konsensüsü sağlayan önemli bir adım” olarak nitelendirdi. Takala, cumartesi akşamı Trablus'ta Temsilciler Meclisi ve bu konuyla ilgili ‘Devlet’ komiteleriyle yaptığı toplantıyı, “ülkedeki siyasi çözüm yol haritasını ilerletmek için bu konuyu tamamlamak üzere iki konseyin başkanlıklarının gösterdiği gayret ve takip” kapsamında değerlendirdi.

Şarku’l Avsat’ın aldığı bilgiye göre Trablus'ta yapılan toplantıda iki konseyin temsilcileri, ülkede siyasi çözüm için bir yol haritası çerçevesinde, egemenlik pozisyonlarını atamak ve birleştirmek üzere doğudaki Bingazi’de yapılan önceki toplantıya ilave olarak, bu sorunu çözmek için olası mekanizmaları kesinleştirmek ve üzerinde anlaşmaya varmak için çalıştılar.

Toplantı, ülkenin, Yüksek Devlet Konseyi'nin yedi aday arasından Komisyon'un yeni başkanını seçmek üzere oylama yapacağı ve bunu onay için Temsilciler Meclisi'ne sunacağı önümüzdeki salı günü sona erecek olan süre dolmadan önce, Seçim Komisyonu Konseyi'nin yeniden yapılandırılmasını tamamlamak için yoğun siyasi faaliyetlerin yaşandığı bir dönemde gerçekleşiyor.

Öte yandan Katar'ın Libya Büyükelçisi Halid el-Dusari, dün Trablus'ta BM İnsani Yardım Koordinatörü Ulrika Richardson ile insani yardım alanında iş birliğini görüştüğünü söyledi.