7 Ekim'in üzerinden iki yıl geçerken Ortadoğu kaos ve değişim arasında

İsrail, bölgedeki temel askeri güç olarak öne çıktı

Görsel: Nesma Moharam
Görsel: Nesma Moharam
TT

7 Ekim'in üzerinden iki yıl geçerken Ortadoğu kaos ve değişim arasında

Görsel: Nesma Moharam
Görsel: Nesma Moharam

Paul Salem

7 Ekim 2023 saldırılarının ardından patlak veren geniş çaplı bölgesel çatışmanın ikinci yıldönümüne geldiğimiz bugün, çok sayıda krizin Ortadoğu'yu nasıl değiştirdiğini ve önümüzdeki aylarda bölgenin gidişatının nasıl etkileyebileceğini değerlendirmemiz gerekiyor.

Ortadoğu’daki çatışmalar, İsrail ile Hamas arasında Gazze Şeridi’nde patlak veren savaşla başladı, ancak kısa sürede bölgedeki güç dengesini yeniden şekillendiren bir dönüm noktasına dönüştü. Bu durum bölgenin başlıca aktörleri olan İsrail, İran, Türkiye, Körfez ülkeleri ve ABD'yi, Ortadoğu'nun yeni bir entegrasyon ve istikrar dönemine mi gireceğini yoksa daha fazla çatışma ve parçalanmaya mı doğru gittiğini belirleyecek stratejik kararlar almaya itti.

Bu kritik dönüm noktasında, yeni bölgesel düzeni şekillendirecek önemli sorular gündeme geliyor. İsrail, benzeri görülmemiş askeri üstünlüğünü kullanarak bölgesel normalleşme, entegrasyon ve komşularıyla siyasi uzlaşmayı sağlayabilecek mi? İran, doğrudan müdahale yaklaşımını yeniden gözden geçirip daha istikrarlı bir güvenlik ve diplomatik yaklaşım arayışına girecek mi? ABD ve Körfez ülkeleri, tepki vermekle yetinmek yerine, nüfuzlarını istikrarı sağlamak için kullanmayı başarabilecek mi? Lübnan ve Suriye'de devletin yeniden inşası için sınırlı fırsatlar, bölgesel bir canlanma faktörüne dönüşebilir mi, yoksa yeni bir bölgesel gerginlik dalgasının ortasında yok olup gidecek mi?

Kazananlar ve kaybedenler

İsrail, bölgenin önde gelen askeri gücü olarak açıkça öne çıktı. Operasyonları sadece Gazze’de değil, Lübnan, Suriye, Yemen ve İran topraklarında da olayları şekillendirdi. Önceki caydırıcılık varsayımlarının çökmesinin sonuçlarından korkmadan İran tesislerini hedef alma yeteneğini gösterdi ve böylece bölgedeki askeri dengeyi yeniden şekillendirdi.

İsrail, yeni hakim güç konumundan, bölgesel düzenin geleceğini şekillendirmede en büyük role sahip. Sahadaki kazanımlarını, Ortadoğu'ya kalıcı entegrasyonunu güvence altına alan bir bölgesel güvenlik çerçevesi oluşturmak için kullanabilir.

Buna karşın İran en büyük kaybeden oldu. Tahran'ın her zaman gurur duyduğu ve yıllardır İsrail ile kırılgan bir dengeyi koruyan ‘direniş ekseni’ parçalandı. Bu durum İran'ı Suriye'den çekilmeye zorladı ve Hizbullah'ın Lübnan'daki etkisi önemli ölçüde azalırken, Tahran kendi topraklarına yönelik doğrudan saldırıları bile engelleyemedi.

Öte yandan Türkiye, sessizce etkisini güçlendirmeye devam etti. Türkiye'nin desteğini alan ve Suriye cumhurbaşkanlığına ulaşan Ahmed eş-Şara'nın yükselişi, Ankara'ya Şam'da yeni bir etki kaynağı sağladı ve bölgesel varlığının bir kısmını da geri kazandı. Körfez ülkeleri ise kısa bir süre öncesine kadar doğrudan çatışmayı önlemeyi başarmışlardı, ancak geçen hafta İsrail'in Katar'a düzenlediği saldırı, onları gerilimin merkezine yerleştirdi ve çatışmanın daha da derinleşmesine neden olabilir.

Eski düzen ortadan kalkarken yenisi henüz doğmadı

Bir yandan İsrail, diğer yandan İran ve müttefikleri arasındaki güç dengesi üzerine kurulu, onlarca yıldır süren bölgesel düzen çöktü. Ancak, henüz yeni bir düzen ortaya çıkmadı.

İsrail’in güç perspektifi

İsrail, yeni hakim güç konumundan, bölgesel düzenin geleceğini şekillendirmede en büyük role sahip. Yerinde elde ettiği kazanımları, Ortadoğu'ya kalıcı entegrasyonunu güvence altına alan bir bölgesel güvenlik çerçevesine doğru sıçrama tahtası olarak kullanabilir. Bunun için Gazze'deki savaşın sona erdirilmesi, Suudi Arabistan ile normalleşmenin hızlandırılması, Filistinlilere inandırıcı bir siyasi ufuk sunulması ve Suriye, Lübnan ve diğer Arap ve Müslüman ülkelerle uzlaşı kapısının açılması gerekiyor.

İran'ın izleyebileceği alternatif bir yol var. Bu yol, sınırlarını korumasına ve bölgedeki konumunu yeniden kazanmasına yardımcı olacak. Arap komşularıyla diplomasi, hala bir seçenek olarak durmaktadır.

Ancak Netanyahu'nun şu an izlediği yol bu yaklaşımdan çok uzak görünüyor. Netanyahu, Katar’ın başkenti Doha'da Hamas’ın müzakere heyetini hedef alarak savaşı sona erdirmek için diplomatik girişimleri engellemeye çalıştı. Tüm bunlar arasında Gazze'deki savaş üçüncü yılına girdi. Katar'a yapılan saldırı, ABD Başkanı Donald Trump'ın sahneye güçlü bir şekilde geri dönmesine ve Gazze'deki savaşı sona erdirmek için Trump planını başlatmasına neden olmuş gibi görünüyor. Bununla birlikte Katar'a güvenlik garantisi veren Trump, açıkça “İsrail'in Batı Şeria'yı ilhak etmesine izin vermeyeceğim” dedi.

Hamas anlaşmanın bazı ayrıntılarını hala müzakere ettiği için Trump'ın planı nihayetinde başarısız olabilir, ancak plan devam ederse Trump, İsrail'i savaşı sona erdirmeye, Batı Şeria'yı ilhak etme planlarını ertelemeye ve Suudi Arabistan ile olası bir anlaşmanın önünü açmaya zorlamış olacak. Plan başarısız olursa, savaş üçüncü yılına girerken bölgede birkaç hafta önce hakim olan gerginlik hali yeniden ortaya çıkacak.

hyuj
Görsel: Nesma Moharam

Aslında, eylül ayı başlarında Katar'a yapılan saldırı ve Türkiye ile gerginliğin artması, bölgede geniş çaplı bir gerginlik artışı olasılığını işaret ediyordu. İsrail'in Lübnan ve Suriye'deki ‘zaferleri’ bile askeri açıdan kesin sonuç vermedi. Netanyahu, sahadaki başarılarını yeni bölgesel güvenlik mimarisine dönüştürmek yerine, ABD'nin etkili bir baskı uygulamaması nedeniyle, İsrail ve bölgeyi açık bir çatışma döngüsünde tutma riskini göze alıyor gibi görünüyor.

İran'ın rolü

Tahran, hesaplarını yeniden gözden geçirmek için kritik bir kavşakta bulunuyor. Milisleri ‘cepheye’ itme ve Arap devletlerinin iç işlerine müdahale etme stratejisi, büyük bir başarısızlık olarak sonuçlandı. İran şu anda etkili bir caydırıcılıktan yoksun, zayıf müttefiklere sahip ve etkisi azalan bir konumda bulunuyor.

Tüm bu aksiliklere rağmen Tahran henüz radikal bir stratejik gözden geçirme yapmadı. İran rejimi, saldırılardan sağ kurtulan vekillerini desteklemeye devam ediyor ve nükleer programı konusunda önceki tutumunu sürdürüyor. Bu çıkmaz durum, İsrail'in daha da gerilimi artırmasına kapı açarak, İran'ı daha fazla izolasyona maruz bırakması ve zayıflatması nedeniyle gerçek bir tehlike yaratıyor.

Ancak İran'ın izleyebileceği alternatif bir yol var. Bu yol, sınırlarını korumasına ve bölgedeki konumunu yeniden kazanmasına yardımcı olabilir. Komşusu olan Arap ülkeleriyle diplomasi, halen masasındaki bir seçenek olarak duruyor. İran, milis yaklaşımından vazgeçip Filistin sorunu da dahil olmak üzere devam eden çatışmalara müzakere yoluyla çözüm arayabilir. Ayrıca, rejimin güvenliğini ve halkın çıkarlarını artıracak ve Tahran'a bölgesel istikrara katkıda bulunmak için gerçek bir fırsat verecek güvenlik çerçeveleri, ekonomik koridorlar ve enerji tedarik ağları gibi bölgesel kamu mallarının oluşturulmasına odaklanabilir.

Stratejik satranç tahtası ise hala istikrarsızlığını koruyor. Her bir ülkede yaşanan gelişmeler, istikrarı teşvik edecek ya da yeni krizlere yol açacak şekilde değişiyor. 

Körfez ülkeleri ve sınırlı etkileri

Körfez ülkeleri daha istikrarlı ve entegre bir bölgesel sisteme doğru ilerliyor, ancak mevcut askeri dengede sınırlı rol oynamaya devam ediyorlar. Suudi Arabistan'ın İsrail ile normalleşme teklifi, en güçlü diplomatik kozu. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bu teklif, Arap-İsrail ilişkilerinde dönüştürücü bir etki yaratabilir, ancak Netanyahu liderliğindeki sert sağ koalisyonun tutumunu değiştirmeyi henüz başaramadı. Öte yandan Körfez'in tekrar tekrar başlattığı girişimler, İran'ın bölgesel tutumunu henüz değiştiremedi.

Washington’un rolü: Tepki ile stratejik vizyon arasında

İkinci döneminin yarısını geride bırakan ABD Başkanı Donald Trump, Körfez ülkeleriyle, ABD'nin arabulucu ve ana yararlanıcısı olduğu istikrarlı ve entegre bir bölgesel düzen kurma hedefini paylaşıyor. Seçimden göreve başlama törenine kadar Trump, Netanyahu'ya Gazze ve Lübnan'da ateşkes kabul etmesi için önemli baskı uyguladı. Buna rağmen Washington kısa sürede reaktif bir tutuma geri döndü ve büyük ölçüde İsrail'in kararlarıyla yönetilen krizlerle başa çıkmakla yetindi.

Ancak, daha önce de belirtildiği gibi, Katar'a yapılan saldırı Trump'ı yeniden ön plana çıkardı. Trump, iddialı hedefleri arasında Suudi Arabistan, Suriye ve Lübnan ile Abraham (İbrahim) Anlaşmaları'nı tamamlamak, İran'ın nükleer programı sorununa kalıcı bir çözüm bulmak ve Suudi Arabistan'ı tatmin edecek ve aynı zamanda İsrail'in güvenliğini garanti altına alacak şekilde Filistin sorununu çözmek olduğunu açıkladı. Trump’ın son girişimi hedeflerini gerçekleştirmede başarılı olursa, bu karmaşık bölgesel krizin çözümünde bir sonraki aşamayı oluşturabilir ve hatta dış politika mirasını belirleyebilir.

Bölgesel sahalar sürekli değişiyor

Stratejik satranç tahtası istikrarsızlığını korusa da her bir ülkede yaşanan gelişmeler, istikrarı teşvik edecek ya da yeni krizleri tetikleyecek şekilde değişiyor.

Lübnan ve devletin yeniden ayağa kalkması

Lübnan, devletin yeniden doğuşuna dair en umut verici hikayelerden birini sunuyor. On yıllar süren felç ve çöküş döneminin ardından, Beyrut'un devlet kurumları yavaş yavaş yeniden ayağa kalkıyor, Hizbullah'ın nüfuzu zayıflıyor ve İran'ın etkisi hızla azalıyor.

7 Ekim saldırılarının üzerinden iki yıl geçti, Ortadoğu kritik bir dönüm noktasında, eski düzen çöktü, ancak yerine henüz yeni bir düzen gelmedi.

Lübnan, güçlü uluslararası destek sayesinde egemenliğini yeniden tesis etmek, çökmekte olan mali ve bankacılık sistemini reform etmek ve bir zamanlar onu bölgenin parlayan merkezi haline getiren çoğulculuk ve refah modelini yeniden canlandırmak için nadir bir fırsata sahip. Ancak, özellikle Hizbullah'ın ilerlemeyi engelleme kabiliyeti ve İsrail'in ateşkes taahhütlerini yerine getirmedeki yavaşlığı göz önüne alındığında, iyileşme süreci halen kırılgan seyretse de devletin güçlendirilmesi ve kurumlarının sağlamlaştırılması yönünde bir genel eğilim söz konusu.

Suriye ve kırılgan geçiş süreci

Diğer taraftan Suriye'deki geçiş süreci de aynı derecede belirsiz görünüyor. Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, Suriye'yi Arap dünyasına yeniden entegre etmeyi amaçlayan kapsayıcı bir devlet kurma sözü verdi. Ancak, hükümetinin Alevi nüfusun yoğun olduğu kıyı bölgesi ve Dürzi azınlığın yaşadığı Süveyda ilindeki muhalefete şiddetle karşılık vermesi, bu yaklaşımın güvenilirliği konusunda soru işaretleri yarattı. Kürtlerin liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile müzakerelerin çıkmaza girmesi de Suriye toplumunun farklı bileşenleri arasındaki güven eksikliğini yansıtıyor.

Bunun yanında Şara, toplumun tüm kesimlerini kapsayan ve on yıllar süren tecrit ve savaşın ardından bölgedeki ve uluslararası sahnedeki konumunu yeniden kazanmayı amaçlayan, yaşayabilir bir Suriye devleti inşa etme vizyonunu sürdürmeye devam ediyor. Bu yolda geniş bölgesel ve uluslararası destek görüyor. Lübnan örneğinde olduğu gibi, işleyen bir devlet ve gelişen bir ekonominin kurulması sadece Suriyelilerin beklentilerini ve acil ihtiyaçlarını karşılamakla kalmayıp, aynı zamanda tüm bölgede istikrarın temellerinin atılmasına da katkıda bulunabilir.

Yeni bir bölgesel düzen mi, yoksa tam bir kaos mu ortaya çıkacak?

7 Ekim saldırılarının üzerinden iki yıl geçti, Ortadoğu kritik bir dönüm noktasında, eski düzen çöktü, ancak yerine henüz yeni bir düzen gelmedi. İsrail benzeri görülmemiş bir askeri güce sahip, İran savunma pozisyonunda, Körfez ülkeleri ve ABD istikrar için bir çerçeve arıyor ve Beyrut'tan Şam'a kadar yerel arenalarda dalga dalga ayaklanmalar ve kargaşalar yaşanıyor.

Politika yapıcılar bir sonraki şoku beklemek yerine bu fırsatı değerlendirmelidir. Cesur bir bölgesel strateji oluşturmak için gerçek fırsat var.

Burada “Tüm bu dönüşümler, güvenlik, diplomasi ve ekonomik entegrasyona dayalı yeni bir bölgesel yapı oluşturmak için mi kullanılacak, yoksa bölge, savaşların çemberini genişleten ve istikrarsızlığı derinleştiren yeni bir çatışma dönemine mi girecek?” sorusu ortaya çıkıyor.

Ortadoğu şu an hem tehlike hem de fırsat barındıran bir dönüm noktasında. Bölgedeki aktörler ve ABD için mevcut çatışmaların gidişatını kalıcı istikrara doğru çevirmek ve herkese refah getirebilecek bir bölgesel sistem kurma konusunda fırsatlar hala var. Ya bu yol benimsenir ya da bölge, bir sonraki patlama bölgenin haritasını yeniden çizene kadar krizden krize sürüklenmeye devam eder.

Politika yapıcıların bir sonraki şoku beklemek yerine bu fırsatı değerlendirmeleri gerekiyor. Gazze'deki ateşkes müzakereleri, İsrail-Filistin sorununun çözümü, Arap ülkeleri ile İsrail ilişkilerinin normalleşmesi ve İran ile diplomatik anlaşma ile daha geniş bir güvenlik ve ekonomi çerçevesinin oluşturulmasını birbirine bağlayan cesur bir bölgesel strateji geliştirme fırsatı bulunuyor. Ancak bu fırsat hızla uzaklaşıyor. Eğer derhal harekete geçilmezse daha fazla hayatın ve yılların boşa gittiği ağır bir bedel ödenir.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Savaş etkisi: Çin petrol depolarını büyütüyor

Çin petrole bağımlılığını farklı stratejilerle azaltmaya çalışıyor (Reuters)
Çin petrole bağımlılığını farklı stratejilerle azaltmaya çalışıyor (Reuters)
TT

Savaş etkisi: Çin petrol depolarını büyütüyor

Çin petrole bağımlılığını farklı stratejilerle azaltmaya çalışıyor (Reuters)
Çin petrole bağımlılığını farklı stratejilerle azaltmaya çalışıyor (Reuters)

Çin, Ukrayna savaşının etkisiyle petrol rezervi sahası inşaatlarını hızlandırdı.

Reuters'ın analizinde, Pekin yönetimine ait Sinopec ve CNOOC gibi petrol ve doğalgaz firmalarının, 2026'da 11 tesise en az 169 milyon varil depolama kapasitesi eklemeyi planladığı aktarılıyor.

Kimliklerinin paylaşılmaması şartıyla konuşan kaynaklara göre Çin, bunun 37 milyon varillik kısmının inşası halihazırda yapıldı. Yeni tesisler de tamamlandığında Çin'in iki haftalık net ham petrol ithalatının hepsinin tesislerde depolanabileceği belirtiliyor. Diğer yandan Pekin yönetiminin rezerv verilerini gizli tuttuğu ve gerçek rakamların değişebileceği ifade ediliyor. 

Dünyanın en büyük petrol ithalatçısı Çin, bu bağımlılığının yaratabileceği olası sorunlarla mücadele edebilmek için depolama kapasitesini artırmayı hedefliyor. 

Pekin yönetimi ayrıca yenilenebilir enerjide de hızlı atılımlar yapıyor. Benzin ve dizel talebi düşerken, genel petrol tüketiminin 2027'de zirveye ulaşması, daha sonra da düşüşe geçmesi öngörülüyor.

Çin ilk stratejik petrol rezerv tesisini 2006'da kurmuştu. Ancak analizde, Rusya-Ukrayna savaşının petrol piyasasında yarattığı dalgalanma ve Batı ülkelerinin Kremlin'in enerji sektörüne yaptırımları nedeniyle Pekin'in kendini güvenceye almak istediği yazılıyor.

Şi Cinping yönetiminin 2023 sonundan beri devlet destekli şirketlere petrol stoklama talimatı gönderdiğine de dikkat çekiliyor. 

Singapur merkezli emtia verisi şirketi Sparta Commodities'den analist June Goh, "Ham petrol ithalatına büyük ölçüde bağımlı olan Çin'in stok oluşturma stratejisiyle enerji güvenliğini garantiye almayı amaçladığını" belirtiyor. 

Bloomberg'ün analizinde de petrolünün yüzde 70'ini ithal eden Çin için stok ve rezerv kapasitesini geliştirmesinin "ulusal güvenlik meselesi" olduğuna dikkat çekiliyor. Özellikle Rusya ve İran'la ilgili jeopolitik gelişmelerin, bu ülkelerden yüksek miktarda petrol satın alan Pekin yönetimini doğrudan etkilediği ifade ediliyor.

Independent Türkçe, Reuters, Bloomberg


AB alarma geçti: Rus diplomatlara seyahat kısıtlaması getiriliyor

Son dönemdeki hava sahası ihlalleri nedeniyle Rusya ve AB arasında ipler iyice gerildi (Reuters)
Son dönemdeki hava sahası ihlalleri nedeniyle Rusya ve AB arasında ipler iyice gerildi (Reuters)
TT

AB alarma geçti: Rus diplomatlara seyahat kısıtlaması getiriliyor

Son dönemdeki hava sahası ihlalleri nedeniyle Rusya ve AB arasında ipler iyice gerildi (Reuters)
Son dönemdeki hava sahası ihlalleri nedeniyle Rusya ve AB arasında ipler iyice gerildi (Reuters)

Avrupa Birliği (AB), Rus diplomatların Avrupa'daki seyahatlerine sınırlama getiriyor. 

Financial Times'ın (FT) aktardığına göre AB hükümetleri, "Rusya'nın artan sabotaj girişimlerine yanıt olarak" diplomatların birlik sınırları içindeki seyahatlerini kısıtlama kararı aldı. 

AB istihbarat kurumları, siber saldırılardan drone ihlallerine kadar çeşitli sabotaj girişimlerinin çoğunun, diplomatik statüyle görev yapan Rus ajanlar tarafından organize edildiğini öne sürüyor.

Bunlara önlem olarak getirilecek yeni kurallar kapsamında Rus diplomatlar, AB'de görev yaptıkları ülkeden çıkmadan önce seyahat planlarını diğer AB yönetimlerine bildirmek zorunda olacak. 

Çekya'nın öncülük ettiği girişim, Brüksel'in Ukrayna savaşında Rusya'ya karşı hazırladığı yeni yaptırım paketi kapsamında değerlendirilecek. FT'nin diplomatik kaynaklara dayandırdığı bilgilere göre bu adıma karşı çıkan tek ülke olan Macaristan da vetosunu geri çekti. 

Diğer yandan Avusturya'nın Rus oligark Oleg Deripaska'ya yönelik yaptırımların kaldırılmasını içeren önerisi nedeniyle uygulama gecikebilir. En az 12 AB ülkesi, bu önerinin kabul edilmesi halinde paketi desteklemeyeceklerini bildirdi. 

Kimliğinin paylaşılmaması şartıyla konuşan Avrupalı bir diplomat, ajan olarak çalışan bazı Rus diplomatların, atandıklarından farklı ülkelere giderek casusluk yaptığını iddia ediyor. 

Çekya yönetimi, sözkonusu kısıtlamalar için mayıstan beri lobicilik yapıyordu. Prag yönetimi, komşu Avusturya'dan birçok Rus diplomatın ülkeye girip casusluk yaptığını savunmuştu. 

Prag Dışişleri Bakanı Jan Lipavsky, kısıtlamaların gerekli olduğunu öne sürerek şunları söylüyor: 

Rusya için Schengen diye bir şey yok, bu nedenle İspanya'da görevlendirilmiş bir Rus diplomatın istediği zaman Prag'a gelmesi mantıklı değil.

Son dönemde Rus ordusuna ait olduğu öne sürülen drone'ların Polonya, Romanya ve Estonya gibi ülkelerin hava sahasını ihlal etmesi, AB ve NATO'da tedirginlik yaratmıştı. Brüksel de insansız hava aracı (İHA) saldırılarının önceden algılanıp önlenmesi için geniş bir drone ağını içerek "drone duvarı" projesini değerlendirmeye başlamıştı.

Diğer yandan projenin hem zamanlama hem de fonlama açısından sorunlarla karşılaşabileceği belirtilmişti. Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius da "Gelecek üç ya da 4 yıl içinde gerçekleştirilebilecek bir şeyden bahsetmiyoruz, başka önceliklere odaklanılması gerekiyor" demişti.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ise NATO ülkelerini işgal etmek gibi bir amaçlarının olmadığını defalarca söylemişti. 

Independent Türkçe, Financial Times, Politico


Gazze müzakereleri: Hamas, Aksa Tufanı faillerinin salınmasını istiyor

Han Yunus’taki Filistinliler, Aksa Tufanı Operasyonu kapsamında ele geçirilen İsrail askeri aracının üzerinde (DPA)
Han Yunus’taki Filistinliler, Aksa Tufanı Operasyonu kapsamında ele geçirilen İsrail askeri aracının üzerinde (DPA)
TT

Gazze müzakereleri: Hamas, Aksa Tufanı faillerinin salınmasını istiyor

Han Yunus’taki Filistinliler, Aksa Tufanı Operasyonu kapsamında ele geçirilen İsrail askeri aracının üzerinde (DPA)
Han Yunus’taki Filistinliler, Aksa Tufanı Operasyonu kapsamında ele geçirilen İsrail askeri aracının üzerinde (DPA)

Hamas, ateşkes müzakereleri kapsamında 7 Ekim 2023'te Gazze savaşını başlatan Aksa Tufanı operasyonunda yer alan savaşçıların serbest bırakılmasını talep ediyor.

İsrailli medya kuruluşu Kanal 12'nin aktardığına göre Hamas, silahlı kanadı İzzeddin Kassam Tugayları bünyesindeki özel harekat birimi Nukba Kuvvetleri'nden savaşçıların salıverilmesini istiyor.

Haberde ayrıca İkinci İntifada sırasında yakalanan Hamas savaşçılarının serbest bırakılmasının talep edildiği belirtiliyor. İşgal altındaki Filistinliler, 2000'de İsrail'e karşı ayaklanmış, taraflar arasındaki çatışmalar 2005'e kadar sürmüştü. 

Telegraph'ın haberinde, İsrail'in Aksa Tufanı savaşçılarını salıvermeye şimdiye dek yanaşmadığı belirtiliyor. Böyle bir hamlenin, Binyamin Netanyahu yönetimine "büyük bir siyasi darbe vurabileceği" yazılıyor. Diğer yandan ABD'nin baskısıyla İsrail'in bu konuda taviz vermek zorunda kalabileceği yorumu paylaşılıyor.

Radikal sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir'in, siyasi açıdan sembolik öneme sahip Filistinli rehinelerin serbest bırakılmaması için Netanyahu'ya baskı uyguladığı da aktarılıyor. 

Wall Street Journal'ın analizinde de Netanyahu'nun radikal sağcı hükümetini bir arada tutmak istediği ancak Trump'ın baskısı karşısında zorlanabileceği yazılıyor. 

Trump, İsrailli esirlerin serbest bırakılması ve Gazze'de ateşkesi içeren 20 maddelik planını 29 Eylül'de açıklamıştı. Hamas da esir takasını kabul ettiklerini fakat diğer bazı maddelerin müzakere edilmesini istediklerini söylemişti. 

İsrail ve Hamas'tan heyetler arasındaki dolaylı müzakereler, Mısır'ın Şarm eş-Şeyh kentinde dün başlamıştı. Cumhuriyetçi lider, dünkü açıklamasında "Bir anlaşmaya çok yakınız Bu Ortadoğu'ya barış getirecek" demişti.

ABD Başkanı'nın planı kapsamında Gazze Şeridi, Filistinlilerden oluşturulacak bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilecek. Trump'ın başkanlık edeceği ve eski Birleşik Krallık Başbakanı Tony Blair'in de yer alacağı "Barış Kurulu" da bu komitenin faaliyetlerini denetleyecek.

Hamas'ın elindeki tüm rehineleri salıvermesi ve silah bırakması isteniyor. İsrail ise bunun karşılığında en az bin Filistinli mahkumu serbest bırakacak ve Gazze Şeridi'nden kademeli olarak çekilecek. 

İsrailliler, savaşın sonlanmasını ve Netanyahu'nun istifa etmesini istiyor

Kudüs merkezli düşünce kuruluşu İsrail Demokrasi Enstitüsü'nün (IDI) 800 kişiyle düzenlediği ankette katılımcıların yüzde 66'sı savaşın sona ermesi gerektiğini söyledi. Bu rakam, IDE'nin bir yıl önceki anketine kıyasla yüzde 13 daha yüksek. 

Buna karşılık savaşın devam etmesi gerektiğini savunanların oranıysa yüzde 27. Yahudilerin yüzde 50,5'i, İsrail vatandaşı Arapların da yüzde 34,5'i rehinelerin can güvenliği nedeniyle savaşın sonlanmasını istiyor. 

Pazartesi günü yayımlanan ankette katılımcıların yüzde 66'sı Netanyahu'nun, 7 Ekim saldırısındaki başarısızlıklarının sorumluluğunu üstlenip görevi bırakması gerektiğini söylüyor. Bunlardan yüzde 45'i İsrail başbakanının derhal istifa etmesi gerektiğini belirtirken, yüzde 19'u ise savaş bittikten sonra görevini bırakması gerektiğini düşünüyor. 

Independent Türkçe, Times of Israel, Telegraph, Wall Street Journal