Paul Salem
7 Ekim 2023 saldırılarının ardından patlak veren geniş çaplı bölgesel çatışmanın ikinci yıldönümüne geldiğimiz bugün, çok sayıda krizin Ortadoğu'yu nasıl değiştirdiğini ve önümüzdeki aylarda bölgenin gidişatının nasıl etkileyebileceğini değerlendirmemiz gerekiyor.
Ortadoğu’daki çatışmalar, İsrail ile Hamas arasında Gazze Şeridi’nde patlak veren savaşla başladı, ancak kısa sürede bölgedeki güç dengesini yeniden şekillendiren bir dönüm noktasına dönüştü. Bu durum bölgenin başlıca aktörleri olan İsrail, İran, Türkiye, Körfez ülkeleri ve ABD'yi, Ortadoğu'nun yeni bir entegrasyon ve istikrar dönemine mi gireceğini yoksa daha fazla çatışma ve parçalanmaya mı doğru gittiğini belirleyecek stratejik kararlar almaya itti.
Bu kritik dönüm noktasında, yeni bölgesel düzeni şekillendirecek önemli sorular gündeme geliyor. İsrail, benzeri görülmemiş askeri üstünlüğünü kullanarak bölgesel normalleşme, entegrasyon ve komşularıyla siyasi uzlaşmayı sağlayabilecek mi? İran, doğrudan müdahale yaklaşımını yeniden gözden geçirip daha istikrarlı bir güvenlik ve diplomatik yaklaşım arayışına girecek mi? ABD ve Körfez ülkeleri, tepki vermekle yetinmek yerine, nüfuzlarını istikrarı sağlamak için kullanmayı başarabilecek mi? Lübnan ve Suriye'de devletin yeniden inşası için sınırlı fırsatlar, bölgesel bir canlanma faktörüne dönüşebilir mi, yoksa yeni bir bölgesel gerginlik dalgasının ortasında yok olup gidecek mi?
Kazananlar ve kaybedenler
İsrail, bölgenin önde gelen askeri gücü olarak açıkça öne çıktı. Operasyonları sadece Gazze’de değil, Lübnan, Suriye, Yemen ve İran topraklarında da olayları şekillendirdi. Önceki caydırıcılık varsayımlarının çökmesinin sonuçlarından korkmadan İran tesislerini hedef alma yeteneğini gösterdi ve böylece bölgedeki askeri dengeyi yeniden şekillendirdi.
İsrail, yeni hakim güç konumundan, bölgesel düzenin geleceğini şekillendirmede en büyük role sahip. Sahadaki kazanımlarını, Ortadoğu'ya kalıcı entegrasyonunu güvence altına alan bir bölgesel güvenlik çerçevesi oluşturmak için kullanabilir.
Buna karşın İran en büyük kaybeden oldu. Tahran'ın her zaman gurur duyduğu ve yıllardır İsrail ile kırılgan bir dengeyi koruyan ‘direniş ekseni’ parçalandı. Bu durum İran'ı Suriye'den çekilmeye zorladı ve Hizbullah'ın Lübnan'daki etkisi önemli ölçüde azalırken, Tahran kendi topraklarına yönelik doğrudan saldırıları bile engelleyemedi.
Öte yandan Türkiye, sessizce etkisini güçlendirmeye devam etti. Türkiye'nin desteğini alan ve Suriye cumhurbaşkanlığına ulaşan Ahmed eş-Şara'nın yükselişi, Ankara'ya Şam'da yeni bir etki kaynağı sağladı ve bölgesel varlığının bir kısmını da geri kazandı. Körfez ülkeleri ise kısa bir süre öncesine kadar doğrudan çatışmayı önlemeyi başarmışlardı, ancak geçen hafta İsrail'in Katar'a düzenlediği saldırı, onları gerilimin merkezine yerleştirdi ve çatışmanın daha da derinleşmesine neden olabilir.
Eski düzen ortadan kalkarken yenisi henüz doğmadı
Bir yandan İsrail, diğer yandan İran ve müttefikleri arasındaki güç dengesi üzerine kurulu, onlarca yıldır süren bölgesel düzen çöktü. Ancak, henüz yeni bir düzen ortaya çıkmadı.
İsrail’in güç perspektifi
İsrail, yeni hakim güç konumundan, bölgesel düzenin geleceğini şekillendirmede en büyük role sahip. Yerinde elde ettiği kazanımları, Ortadoğu'ya kalıcı entegrasyonunu güvence altına alan bir bölgesel güvenlik çerçevesine doğru sıçrama tahtası olarak kullanabilir. Bunun için Gazze'deki savaşın sona erdirilmesi, Suudi Arabistan ile normalleşmenin hızlandırılması, Filistinlilere inandırıcı bir siyasi ufuk sunulması ve Suriye, Lübnan ve diğer Arap ve Müslüman ülkelerle uzlaşı kapısının açılması gerekiyor.
İran'ın izleyebileceği alternatif bir yol var. Bu yol, sınırlarını korumasına ve bölgedeki konumunu yeniden kazanmasına yardımcı olacak. Arap komşularıyla diplomasi, hala bir seçenek olarak durmaktadır.
Ancak Netanyahu'nun şu an izlediği yol bu yaklaşımdan çok uzak görünüyor. Netanyahu, Katar’ın başkenti Doha'da Hamas’ın müzakere heyetini hedef alarak savaşı sona erdirmek için diplomatik girişimleri engellemeye çalıştı. Tüm bunlar arasında Gazze'deki savaş üçüncü yılına girdi. Katar'a yapılan saldırı, ABD Başkanı Donald Trump'ın sahneye güçlü bir şekilde geri dönmesine ve Gazze'deki savaşı sona erdirmek için Trump planını başlatmasına neden olmuş gibi görünüyor. Bununla birlikte Katar'a güvenlik garantisi veren Trump, açıkça “İsrail'in Batı Şeria'yı ilhak etmesine izin vermeyeceğim” dedi.
Hamas anlaşmanın bazı ayrıntılarını hala müzakere ettiği için Trump'ın planı nihayetinde başarısız olabilir, ancak plan devam ederse Trump, İsrail'i savaşı sona erdirmeye, Batı Şeria'yı ilhak etme planlarını ertelemeye ve Suudi Arabistan ile olası bir anlaşmanın önünü açmaya zorlamış olacak. Plan başarısız olursa, savaş üçüncü yılına girerken bölgede birkaç hafta önce hakim olan gerginlik hali yeniden ortaya çıkacak.
Aslında, eylül ayı başlarında Katar'a yapılan saldırı ve Türkiye ile gerginliğin artması, bölgede geniş çaplı bir gerginlik artışı olasılığını işaret ediyordu. İsrail'in Lübnan ve Suriye'deki ‘zaferleri’ bile askeri açıdan kesin sonuç vermedi. Netanyahu, sahadaki başarılarını yeni bölgesel güvenlik mimarisine dönüştürmek yerine, ABD'nin etkili bir baskı uygulamaması nedeniyle, İsrail ve bölgeyi açık bir çatışma döngüsünde tutma riskini göze alıyor gibi görünüyor.
İran'ın rolü
Tahran, hesaplarını yeniden gözden geçirmek için kritik bir kavşakta bulunuyor. Milisleri ‘cepheye’ itme ve Arap devletlerinin iç işlerine müdahale etme stratejisi, büyük bir başarısızlık olarak sonuçlandı. İran şu anda etkili bir caydırıcılıktan yoksun, zayıf müttefiklere sahip ve etkisi azalan bir konumda bulunuyor.
Tüm bu aksiliklere rağmen Tahran henüz radikal bir stratejik gözden geçirme yapmadı. İran rejimi, saldırılardan sağ kurtulan vekillerini desteklemeye devam ediyor ve nükleer programı konusunda önceki tutumunu sürdürüyor. Bu çıkmaz durum, İsrail'in daha da gerilimi artırmasına kapı açarak, İran'ı daha fazla izolasyona maruz bırakması ve zayıflatması nedeniyle gerçek bir tehlike yaratıyor.
Ancak İran'ın izleyebileceği alternatif bir yol var. Bu yol, sınırlarını korumasına ve bölgedeki konumunu yeniden kazanmasına yardımcı olabilir. Komşusu olan Arap ülkeleriyle diplomasi, halen masasındaki bir seçenek olarak duruyor. İran, milis yaklaşımından vazgeçip Filistin sorunu da dahil olmak üzere devam eden çatışmalara müzakere yoluyla çözüm arayabilir. Ayrıca, rejimin güvenliğini ve halkın çıkarlarını artıracak ve Tahran'a bölgesel istikrara katkıda bulunmak için gerçek bir fırsat verecek güvenlik çerçeveleri, ekonomik koridorlar ve enerji tedarik ağları gibi bölgesel kamu mallarının oluşturulmasına odaklanabilir.
Stratejik satranç tahtası ise hala istikrarsızlığını koruyor. Her bir ülkede yaşanan gelişmeler, istikrarı teşvik edecek ya da yeni krizlere yol açacak şekilde değişiyor.
Körfez ülkeleri ve sınırlı etkileri
Körfez ülkeleri daha istikrarlı ve entegre bir bölgesel sisteme doğru ilerliyor, ancak mevcut askeri dengede sınırlı rol oynamaya devam ediyorlar. Suudi Arabistan'ın İsrail ile normalleşme teklifi, en güçlü diplomatik kozu. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bu teklif, Arap-İsrail ilişkilerinde dönüştürücü bir etki yaratabilir, ancak Netanyahu liderliğindeki sert sağ koalisyonun tutumunu değiştirmeyi henüz başaramadı. Öte yandan Körfez'in tekrar tekrar başlattığı girişimler, İran'ın bölgesel tutumunu henüz değiştiremedi.
Washington’un rolü: Tepki ile stratejik vizyon arasında
İkinci döneminin yarısını geride bırakan ABD Başkanı Donald Trump, Körfez ülkeleriyle, ABD'nin arabulucu ve ana yararlanıcısı olduğu istikrarlı ve entegre bir bölgesel düzen kurma hedefini paylaşıyor. Seçimden göreve başlama törenine kadar Trump, Netanyahu'ya Gazze ve Lübnan'da ateşkes kabul etmesi için önemli baskı uyguladı. Buna rağmen Washington kısa sürede reaktif bir tutuma geri döndü ve büyük ölçüde İsrail'in kararlarıyla yönetilen krizlerle başa çıkmakla yetindi.
Ancak, daha önce de belirtildiği gibi, Katar'a yapılan saldırı Trump'ı yeniden ön plana çıkardı. Trump, iddialı hedefleri arasında Suudi Arabistan, Suriye ve Lübnan ile Abraham (İbrahim) Anlaşmaları'nı tamamlamak, İran'ın nükleer programı sorununa kalıcı bir çözüm bulmak ve Suudi Arabistan'ı tatmin edecek ve aynı zamanda İsrail'in güvenliğini garanti altına alacak şekilde Filistin sorununu çözmek olduğunu açıkladı. Trump’ın son girişimi hedeflerini gerçekleştirmede başarılı olursa, bu karmaşık bölgesel krizin çözümünde bir sonraki aşamayı oluşturabilir ve hatta dış politika mirasını belirleyebilir.
Bölgesel sahalar sürekli değişiyor
Stratejik satranç tahtası istikrarsızlığını korusa da her bir ülkede yaşanan gelişmeler, istikrarı teşvik edecek ya da yeni krizleri tetikleyecek şekilde değişiyor.
Lübnan ve devletin yeniden ayağa kalkması
Lübnan, devletin yeniden doğuşuna dair en umut verici hikayelerden birini sunuyor. On yıllar süren felç ve çöküş döneminin ardından, Beyrut'un devlet kurumları yavaş yavaş yeniden ayağa kalkıyor, Hizbullah'ın nüfuzu zayıflıyor ve İran'ın etkisi hızla azalıyor.
7 Ekim saldırılarının üzerinden iki yıl geçti, Ortadoğu kritik bir dönüm noktasında, eski düzen çöktü, ancak yerine henüz yeni bir düzen gelmedi.
Lübnan, güçlü uluslararası destek sayesinde egemenliğini yeniden tesis etmek, çökmekte olan mali ve bankacılık sistemini reform etmek ve bir zamanlar onu bölgenin parlayan merkezi haline getiren çoğulculuk ve refah modelini yeniden canlandırmak için nadir bir fırsata sahip. Ancak, özellikle Hizbullah'ın ilerlemeyi engelleme kabiliyeti ve İsrail'in ateşkes taahhütlerini yerine getirmedeki yavaşlığı göz önüne alındığında, iyileşme süreci halen kırılgan seyretse de devletin güçlendirilmesi ve kurumlarının sağlamlaştırılması yönünde bir genel eğilim söz konusu.
Suriye ve kırılgan geçiş süreci
Diğer taraftan Suriye'deki geçiş süreci de aynı derecede belirsiz görünüyor. Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, Suriye'yi Arap dünyasına yeniden entegre etmeyi amaçlayan kapsayıcı bir devlet kurma sözü verdi. Ancak, hükümetinin Alevi nüfusun yoğun olduğu kıyı bölgesi ve Dürzi azınlığın yaşadığı Süveyda ilindeki muhalefete şiddetle karşılık vermesi, bu yaklaşımın güvenilirliği konusunda soru işaretleri yarattı. Kürtlerin liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile müzakerelerin çıkmaza girmesi de Suriye toplumunun farklı bileşenleri arasındaki güven eksikliğini yansıtıyor.
Bunun yanında Şara, toplumun tüm kesimlerini kapsayan ve on yıllar süren tecrit ve savaşın ardından bölgedeki ve uluslararası sahnedeki konumunu yeniden kazanmayı amaçlayan, yaşayabilir bir Suriye devleti inşa etme vizyonunu sürdürmeye devam ediyor. Bu yolda geniş bölgesel ve uluslararası destek görüyor. Lübnan örneğinde olduğu gibi, işleyen bir devlet ve gelişen bir ekonominin kurulması sadece Suriyelilerin beklentilerini ve acil ihtiyaçlarını karşılamakla kalmayıp, aynı zamanda tüm bölgede istikrarın temellerinin atılmasına da katkıda bulunabilir.
Yeni bir bölgesel düzen mi, yoksa tam bir kaos mu ortaya çıkacak?
7 Ekim saldırılarının üzerinden iki yıl geçti, Ortadoğu kritik bir dönüm noktasında, eski düzen çöktü, ancak yerine henüz yeni bir düzen gelmedi. İsrail benzeri görülmemiş bir askeri güce sahip, İran savunma pozisyonunda, Körfez ülkeleri ve ABD istikrar için bir çerçeve arıyor ve Beyrut'tan Şam'a kadar yerel arenalarda dalga dalga ayaklanmalar ve kargaşalar yaşanıyor.
Politika yapıcılar bir sonraki şoku beklemek yerine bu fırsatı değerlendirmelidir. Cesur bir bölgesel strateji oluşturmak için gerçek fırsat var.
Burada “Tüm bu dönüşümler, güvenlik, diplomasi ve ekonomik entegrasyona dayalı yeni bir bölgesel yapı oluşturmak için mi kullanılacak, yoksa bölge, savaşların çemberini genişleten ve istikrarsızlığı derinleştiren yeni bir çatışma dönemine mi girecek?” sorusu ortaya çıkıyor.
Ortadoğu şu an hem tehlike hem de fırsat barındıran bir dönüm noktasında. Bölgedeki aktörler ve ABD için mevcut çatışmaların gidişatını kalıcı istikrara doğru çevirmek ve herkese refah getirebilecek bir bölgesel sistem kurma konusunda fırsatlar hala var. Ya bu yol benimsenir ya da bölge, bir sonraki patlama bölgenin haritasını yeniden çizene kadar krizden krize sürüklenmeye devam eder.
Politika yapıcıların bir sonraki şoku beklemek yerine bu fırsatı değerlendirmeleri gerekiyor. Gazze'deki ateşkes müzakereleri, İsrail-Filistin sorununun çözümü, Arap ülkeleri ile İsrail ilişkilerinin normalleşmesi ve İran ile diplomatik anlaşma ile daha geniş bir güvenlik ve ekonomi çerçevesinin oluşturulmasını birbirine bağlayan cesur bir bölgesel strateji geliştirme fırsatı bulunuyor. Ancak bu fırsat hızla uzaklaşıyor. Eğer derhal harekete geçilmezse daha fazla hayatın ve yılların boşa gittiği ağır bir bedel ödenir.
*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.