Papa, Vatikan üst düzey yetkilisinin Gazze'deki "katliam" hakkında yaptığı açıklamaları destekledihttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5194957-papa-vatikan-%C3%BCst-d%C3%BCzey-yetkilisinin-gazzedeki-katliam-hakk%C4%B1nda-yapt%C4%B1%C4%9F%C4%B1-a%C3%A7%C4%B1klamalar%C4%B1
Papa, Vatikan üst düzey yetkilisinin Gazze'deki "katliam" hakkında yaptığı açıklamaları destekledi
Papa XIV. Leo (AFP)
Papa XIV. Leo, dün yaptığı açıklamada, baş yardımcısı Kardinal Pietro Parolin'in pazartesi günü yaptığı ve Gazze'deki "katliamı" kınayan açıklamalarına destek verdi. Parolin, bu açıklamanın İsrail büyükelçiliğinden öfkeli bir tepkiye yol açmasına neden oldu.
Vatikan Devlet Sekreteri Kardinal Parolin, Hamas'ın 7 Ekim 2023'te İsrail'e düzenlediği saldırıyı “insanlık dışı ve savunulamaz” olarak nitelendirdi ve esir olarak tutulan rehineler için dua ettiğini belirtti.
Vatikan medyasına verdiği röportajda kardinal, Hamas ile İsrail arasındaki savaşın “felaket ve insanlık dışı sonuçlar doğurduğunu” belirterek, “tek suçları orada doğmuş olmak gibi görünen bu kadar çok çocuğun” her gün hayatını kaybetmesinden duyduğu şoku dile getirdi.
“Bu katliama alışmaya başladığımızdan korkuyoruz. İnsanları sadece ‘yan hasar’ olarak görmek kabul edilemez ve haksızlıktır” ifadelerini kullandı.
Roma yakınlarındaki Castel Gandolfo'daki yazlık konutundan ayrılırken gazetecilere konuşan Papa, “kardinalin Kutsal Makam'ın görüşünü çok iyi ifade ettiğini” söyledi.
Bu yorumları, İsrail büyükelçiliğinin röportajı eleştirmesine ilişkin bir soruya yanıt olarak geldi.
Büyükelçilik, X platformunda yaptığı bir paylaşımda, röportajın “Hamas'ın rehineleri serbest bırakmayı veya şiddeti sona erdirmeyi sürekli reddetmesini görmezden gelerek, İsrail'i eleştirmeye odaklandığını” belirtti.
Büyükelçilik, “katliam” kelimesinin hem 7 Ekim'deki Hamas saldırısı hem de İsrail'in kendini savunma hakkına atfedilmesini kınadı. Büyükelçilik, “Vatandaşlarını koruyan demokratik bir devlet ile onları öldürmeye çalışan terör örgütü arasında ahlaki bir eşdeğerlik yoktur. Gelecekteki açıklamaların bu önemli ayrımı yansıtmasını umuyoruz” ifadesini kullandı.
Papa XIV. Leo ayrıca, İsrail tarafında “bin 200'den fazla kişinin hayatını kaybettiği bu terör saldırısıyla geçen iki çok acı dolu yıl”dan bahsetti.
Devamında şunları söyledi: “Sonra, iki yıl boyunca (...) 67 bin Filistinlinin öldürüldüğünü konuşuyoruz, bu da bize insanların işleyebileceği şiddet ve kötülüğün boyutunu düşündürüyor.” Şuöyle devam etti: “Nefreti azaltmalı, diyaloğa dönmeli ve barışçıl çözümler aramalıyız.”
Şarku'l Avsat'ın AFP'den aktardığına göre İsrail'in resmi rakamlarına dayanan hesaplamasına göre, 7 Ekim 2023'te Hamas'ın saldırısında çoğu sivil olmak üzere bin 219 kişi öldü.
Hamas'ın Gazze Şeridi'ndeki Sağlık Bakanlığı'na göre saldırıya yanıt olarak İsrail'in Gazze'de düzenlediği askeri harekat en az 67 bin 160 Filistinlinin ölümüne yol açtı.
Erdoğan: Trump, Türkiye'den Hamas'ı ‘Gazze planını’ kabul etmeye ikna etmesini istedihttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5195045-erdo%C4%9Fan-trump-t%C3%BCrkiyeden-hamas%C4%B1-%E2%80%98gazze-plan%C4%B1n%C4%B1%E2%80%99-kabul-etmeye-ikna-etmesini-istedi
Erdoğan: Trump, Türkiye'den Hamas'ı ‘Gazze planını’ kabul etmeye ikna etmesini istedi
İstanbul'un simge yapılarından Galata Kulesi'ne Filistin bayrağı yansıtıldı, 7 Ekim 2025. (AFP)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yaptığı açıklamada, ABD Başkanı Donald Trump’ın Türkiye'den, Hamas'ı Gazze Şeridi'nde İsrail ile savaşı sona erdirme planını kabul etmeye ‘ikna’ etmesi için çalışmasını istediğini bildirdi.
Cumhurbaşkanlığı tarafından bugün yayınlanan açıklamaya göre Erdoğan, Azerbaycan'dan dönüş yolculuğu sırasında gazetecilere şunları söyledi: “ABD'yi ziyaretimiz ve son telefon görüşmemizde, Trump'a Filistin'de bir çözüme nasıl ulaşılabileceğini açıkladık. O da bizden özellikle Hamas ile görüşüp onları ikna etmemizi istedi.”
Erdoğan, ülkesinin Hamas ile temas halinde olduğunu ve Filistin için en iyi yolun ne olduğunu onlara açıkladığını belirterek, Gazze Şeridi'nin Filistinliler tarafından yönetilmesi gerektiğini vurguladı.
Bu gelişme, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik bombardımanının devam ettiği bir dönemde gerçekleşti. Şarku’l Avsat’ın Filistin resmi haber ajansı WAFA’dan aktardığına göre bugün, Gazze Şeridi'nin güneyinde, Refah'ın kuzeybatısında İsrail ordusunun açtığı ateş sonucu yardım bekleyen çok sayıda Filistinli yaralandı.
Sağlık kaynakları WAFA’ya, işgal güçlerinin Refah'ın kuzeybatısında bulunan eş-Şakuş bölgesindeki bir yardım dağıtım merkezinin yakınında gerçek mermiyle ateş açılması sonucu çok sayıda vatandaşın yaralandığını söyledi.
İsrail ordusuna ait bir insansız hava aracı (İHA) da Gazze şehrinin güneyinde bulunan es-Sabra mahallesindeki el-Mağribi Caddesi'nde sivil evlere ateş açtı.
Sağlık ekipleri Gazze şehrinden iki sivilin cesedini çıkarırken, bir sivil ise birkaç gün önce Gazze Şeridi'nin güneyinde aldığı yaralar nedeniyle hayatını kaybetti.
Birleşmiş Milletler'in (BM) güvenilir kabul ettiği Gazze Şeridi'ndeki Sağlık Bakanlığı'nın son rakamlarına göre, İsrail saldırıları Gazze Şeridi'nde en az 67 bin 160 Filistinlinin yaşamını yitirmesine neden oldu.
Federalizm Suriyelilerin derdine deva mı yoksa zehir mi?https://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5195025-federalizm-suriyelilerin-derdine-deva-m%C4%B1-yoksa-zehir-mi
Federalizm Suriyelilerin derdine deva mı yoksa zehir mi?
İsrail'in Şam'daki Savunma Bakanlığı merkezini bombalamasından sonra önde Suriye bayrağının parçalanmış halde görüldüğü bir fotoğraf (AFP)
Abdulhalim Süleyman
Birçok siyasi analist, Suriye'yi iç ve dış çatışmalarla dolu siyasi haritasıyla, on yıllardır kargaşa içinde olan bir ülke olarak sınıflandırıyor. Ancak, bu çatışmaların en ciddisi, otoriter merkezi rejime karşı halk protestolarının bir cephede iç savaşa, diğer cephede ise uluslararası bir çatışmaya dönüştüğü son 14 yılda yaşananlardır.
Suriye haritası, en tehlikeli örgütlere ve korkunç katliamlara karşı savunmasız hale gelmiş, iç bileşenlerini tehdit etmiş ve komşu ülkelerde huzursuzluk yarattı. Bu ülkelerden bazıları, çeşitli bahanelerle sızma ve toprak ele geçirme fırsatını değerlendirmekten geri durmadı.
Birçok araştırmacı, Suriye'nin haritası ve genel özelliklerinin, Fransız mandasından bağımsızlığın ilan edilmesinden ve Kral Faysal'ın tahttan indirilmesinden sonra şekillenmeye başladığına inanıyor. Bu olaylar, sınırları bugün olduğu kadar net olmayan bir ülkede iktidarını sağlamlaştırmaya çalışmasından sadece iki yıl sonra gerçekleşti.
Yaklaşık 26 yıl süren Fransız Mandası döneminde de idari veya siyasi istikrar yoktu. Ülke başlangıçta, batıda dağlarda yaşayan Aleviler için bir devlet ve güneyde Suveyda ve Şam'da, kuzeyde Hama'ya kadar uzanan kırsal bölgelerde yaşayan Dürziler için bir devlet olmak üzere ikiye bölündü. Halep ise kuzey ve doğu bölgelerini ve hatta daha sonra kendi devletini kuran İskenderun bölgesini de kapsıyordu.
Suriye'nin kuzeydoğu bölgelerine gelince, sınırları net olarak belirlenmemişti ve komşu Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) (Osmanlı döneminde Musul vilayeti) ve Osmanlı’dan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırlarının etkisine maruz kalıyordu. Bu bölgenin sınırları 1930'lara kadar kesinleşmedi.
Fransız manda yönetimi sırasında, kurtuluş hareketlerinin sömürge güçlerini ülkelerinden kovmak ve bağımsızlıklarını kazanmak için çalıştığı bir dönemde, yabancıların kontrolünden kurtulmak amacıyla, Suriyeliler ve bölgeleri arasında daha büyük bir uyum ve birliktelik sağlayan idari ve siyasi bir durum ortaya çıktı. Ancak, kısa süre sonra ordu devreye girdi ve sivil siyasi güçleri bir kenara iterek yöntemi ele geçirdi. Bu durum, Baasçı subaylar 1963 yılında meslektaşlarını devirdiklerinde sona erdi. Suriye, daha sonra tek parti yönetimi ve ardından tek adam yönetimi ile yeni ve daha kapalı bir döneme girdi. Bu dönemde, bazen parti, bazen de güvenlik aygıtı aracılığıyla siyasi ve güvenlik kontrolü ve yönetimi araçları kullanıldı. Böylece baskı ve ötekinin ortadan kaldırılması iç yönetimin temel özelliği ve davranışı haline geldi.
Beşşar Esed rejiminin düşüşüyle büyük bir sevinç yaşayan Suriyeliler, şimdi bölünmüş bir gerçeklikle karşı karşıya (AFP)
Protestolar ilk olarak 2011 yılının mart ayında Suriye’de otoriter merkezi yönetimi protesto etmek amacıyla başladı. Ardından dönemin Devlet Başkanı Beşşar Esed rejiminin protestoları sona erdirmek için askeri bir çözümde ısrar etmesi üzerine şiddet olayları tırmandı. Barışçıl bir şekilde başlayan protestolar daha sonra silahlı çatışmalara dönüştü. Savaş yıllarında çatışma, çeşitli muhalif gruplar ve rejim güçlerinin kontrolündeki bölgelere doğru yayıldı. Çatışmalar, ülkenin yerel silahlı grupların askeri ve güvenlik sahnesine hakim olduğu en az yedi nüfuz alanına bölünmesiyle sonuçlandı ardından Esed rejiminin çöktü.
Suriye’nin kuzeyi Türkiye destekli muhalif gruplar ile Heyet-u Tahrir eş-Şam (HTŞ) arasında bölünmüş görünürken, Suriye’nin kuzeydoğu SDG'nin kontrolü altındaydı. Bu arada, ülkenin kıyı ve orta bölgeleri ile başkent Şam, Beşar Esad rejiminin elinde kalmaya devam etti.
Suveyda’ya gelince Rusya'nın arabuluculuğunda Dera'da rejimle güvenlik anlaşmaları ve uzlaşmalar sağlandıktan sonra, fiilen yerel Dürzi grupların kontrolüne geçerken halen hükümet güçleri bölgede konuşlu. Bu arada, DAEŞ Suriye’nin el-Badiye bölgesinde çeşitli bölgelerini kontrol altına aldı ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) Tanf bölgesinin kontrolünü elinde tuttu.
Farklı kontrol alanları
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre Silahlı muhalif gruplar Savunma Bakanlığı’na bünyesine dahil olduktan ve bakanlık bünyesindeki kurumlar da yeni kurulan hükümete katıldıktan sonra, bu farklı kontrol alanlarının çoğu Suriye Geçici Hükümeti lehine azaltıldı.
Gözlemciler, söz konusu silahlı grupların eskisi gibi bağımsızlıklarını koruduklarını, ancak özellikle Türkiye’nin kuzeyde fiili kontrolü altındaki bölgelerde ek ayrıcalıklara sahip olduklarını belirtiyorlar. Daha önce HTŞ tarafından yönetilen İdlib bölgesinde de aynı durum geçerli. Öte yandan Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin (KDSÖY) kontrolündeki bölgeler Şam’dan bağımsız kalmaya devam ediyor ve başkentten herhangi bir mali veya idari destek almıyor.
Suveyda bölgesindeki idari ve siyasi durum, özellikle geçtiğimiz temmuz ayında yüzlerce Dürzi sivilin öldürülmesine yol açan olayların ardından değişime uğradı. Ardından, Şam'ın 1 Ağustos'ta ABD ve Ürdün ile imzaladığı Amman Anlaşması kapsamında, bölgelerinin işlerini yönetmek üzere yerel yönetim olarak uzmanlaşmış idari komiteler de dahil olmak üzere bir siyasi organ ve bir hukuk komitesi kurulduğu duyuruldu. 2 Ağustos'ta imzalanan Amman Anlaşması kapsamında, bölgedeki Dürzilerin güvenliğini Suveyda yönetimine müdahale etmeden garanti altına alma taahhüdünü içeren bir siyasi organ ve hukuk komitesi kuruldu. Bu adım, birçok kişi tarafından Dürzilerin bölgedeki özerkliğini tanıma olarak yorumlandı.
Parçalanmaya doğru bir sürüklenme
Esed rejiminin düşmesi Suriyeliler için ne kadar büyük bir sevinç kaynağı olsa da, uzun süren savaş ve bu zorlu yılların yol açtığı siyasi ve toplumsal çelişkiler ve bunların yanında İsrail ve Türkiye gibi kendi bakış açılarından komşuluğu tehdit eden değişkenler nedeniyle Suriyeliler şimdi bölünmüş bir gerçeklikle karşı karşıya. İsrail ile güney Suriye gibi bölgelerde yerel toplulukların koşullarını değiştiren dış faktörler de var.
Örneğin, Dürziler İsrail'in müdahalesini kendilerini kesin bir yok oluşun eşiğinden kurtaran bir adım olarak görürken Şam, bunu Suriye toprakları üzerindeki kontrolünü genişletme rolünün azalması olarak gördü. Hatta işgalci İsrail ordusunun Kuneytra ve Dera’nın batı kırsalına günlük saldırıları sürerken, ağır silahların çekilmesini ve birçok bölgenin Savunma Bakanlığı tarafından ödenen maaşlardan mahrum kalmasını öngören anlaşmaları bile kabul etti.
Öte yandan Türkiye, SDG ile Şam arasında 10 Mart'ta imzalanan anlaşma uygulanmadığı takdirde askeri operasyon başlatmakla tehdit ediyor. Ancak KDSÖY, bunu Ankara'nın Suriye'nin iç işlerine yönelik olumsuz müdahalesinin devamı olarak değerlendiriyor.
Gözlemciler, silahlı grupların tıpkı eskisi kadar bağımsız oldukları konusunda uyarıyorlar (AFP)
Gözlemciler, SDG ile Şam arasında anlaşmaya varılmasına rağmen anlaşmanın uygulanmamasını Kürt sorununun karmaşıklığına ve Türkiye ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında barışın sağlanması için müzakerelerin başlamasıyla ilişkilendirdi. İmralı’da tutuklu bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan, ‘barış ve demokratik toplum’ çağrısında bulunmuştu, Kürtler ve Türkler arasında onlarca yıldır süren çatışmaları sona erdirmek için yeni bir aşamanın habercisi oldu.
Bu arada Türkiye, terörle mücadelede ABD ve 80 diğer ülkeyle uluslararası koalisyon ortağı olan Suriye Demokratik Güçleri'nin silahlarını teslim etmesini, dağılmasını ve Suriye Savunma Bakanlığı'nın saflarına katılmasını ısrarla talep ediyor.
Sonuç olarak, askeri, siyasi ve hatta sosyal manzara karmaşık ve çelişkilerle dolu. Bu çelişkiler, birçok Suriyelinin Beşşar Esed'in kaçması ve rejiminin çöküşünden sonra başlamasını beklediği kapsamlı ulusal uzlaşı yoluyla çözülebilmiş değil. Üstelik çeşitli aktörler, geçiş aşamasının adımlarının oluşturulması ve başlatılmasına katılmaktan kaçındı.
Gözlemciler, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ve müttefik grupların, ‘Zafer ve Diyalog’ başlıklı konferanslarında, hükümetin kurulmasında, anayasa bildirgesinde ve şimdi de ekim ayında yapılacak seçimlerde olduğu gibi, önemli kararları tekellerine almaya ve siyasi manzarayı tek taraflı olarak yeniden şekillendirmeye devam etmelerine karşı uyardı. Gözlemcilere göre bu durum, çeşitli siyasi ve askeri güçlerin geçiş sürecinden dışlanmalarının ardından, tüm geçiş sürecini kabul edilemez hale getiriyor.
Federalizm ve ademi merkeziyetçiliği kim savunuyor?
Suriye sahnesinde olaylar ve değişikliklerle dolu geçen bu birkaç ay boyunca ve hükümetin Suriye bölgeleri üzerindeki kontrolünü (bazen barışçıl yollarla bazen silah zoruyla) genişletme girişimleri çerçevesinde Suriyeliler azınlık bölgeleri ile çevre bölgeler ve başkent Şam arasında ademi merkeziyetçi, federal bir siyasi sistemin benimsenmesini açıkça talep ettiler.
Alevi gruplar, eski Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in kendileriyle olan bağlantısı nedeniyle rejimin düşüşünün ardından bölgelerinde meydana gelen katliamları gerekçe göstererek, ülkenin siyasi sistemi olarak federalizmin benimsenmesini talep ettiler. Silahlı gruplar, Alevî mezhebinin ülkedeki savaş yılları boyunca kendilerini öldürmek için bir araç olarak kullanıldığını düşünüyor ve buna intikamla karşılık veriyorlar.
Tüm bunlara insan hakları ve uluslararası kuruluşların raporlarına göre özellikle geçtiğimiz mart ayında işlenen katliamlardan önce, onlara karşı mezhepçi söylemlerin tırmanmasıyla birlikte, nesillerin aşamadığı sosyal ve tarihsel nedenler de ekleniyor. Geçtiğimiz temmuz ayında yaşanan çatışmalardan önce Suveyda halkının talepleri, Dürzilerin yerel yönetim hakkını kullanmasını öngörüyordu, ancak bu talepler, şehirde ve kırsal kesimde yüzlerce kişinin öldürülmesinden sonra daha da yoğunlaştı ve 100 binden fazla Dürzi seçmenin katıldığı ve bu hareketi destekleyen bir halk referandumu ile Şam'dan bağımsızlık ilan edildi.
Bunun yanında ademi merkeziyetçilik talebi, SDG tarafından kontrol edilen ve Uluslararası Koalisyon’un yardımıyla DEAŞ’i bölgeden kovmuş olan KDSÖY’ün kurulmasıyla yaklaşık 10 yıldır Şam’dan fiilen bağımsız olan Suriye'nin kuzeydoğusunda daha acil ve karmaşık bir durum var gibi görünüyor. KDSÖY, yeni devletin şekillenmesinde askeri ve siyasi oluşumlarını devletin ortakları olarak görerek ülkede ademi merkeziyetçi bir yönetim kurulması için çalışıyor. Kürt siyasi güçleri arasında nisan ayı sonlarında bir toplantı düzenlendi. Toplantıda, ülkedeki Kürt sorununun çözülmesi ve tüm bileşenlerini tanıyan demokratik bir devletin kurulması için bazı talepler dile getirildi. Ayrıca, siyasi çoğulculuk, barışçıl iktidar devri ve güçler ayrılığına dayalı iki meclisli bir parlamento sistemi çağrısında bulunuldu.
Toplantıda, Kürtler ve Fransa dahil olmak üzere uluslararası taraflarca desteklenen Kürt güçleri tarafından üzerinde anlaşmaya varılan belge çerçevesinde merkezi ve çevre bölgeler arasında güç ve servetin adil dağılımı da dahil olmak üzere, ademi merkeziyetçi bir sistem ve ademi merkeziyetçi bir Suriye çerçevesinde farklı bölgeler için konseyler kurulması ihtiyacı vurgulandı. ‘Kürt Birliği ve Konumu Konferansı’ başlıklı toplantıya ABD’den de bir temsilci katıldı.
Kürtlerin bu talepleri Kamışlı'da düzenlenen konferanstan kaynaklanmadı, aksine son birkaç yıldır Kürt sorununun çözümü, savaş yıllarında ve öncesinde ülkenin siyasi sisteminin değiştirilmesiyle bağlantılı hale geldi. Suriye'deki Kürt Birlik Partisi (Yekiti) 1990'larda Kürt bölgelerinde özerk yönetim kurulmasını önerdi, ancak Esed rejimi 2014'te özyönetim fiilen kurulana kadar bu taleplere aldırış etmedi.
Öte yandan Suriye hükümeti, eski Devlet Başkanı Beşşar Esed'in de ifade ettiği gibi, federal sistemi ülkenin bölünmesi ve Suriye'den uzak olanlar da dahil olmak üzere komşu ülkeler için bir tehdit olarak görüyor.
Ekonomik toparlanma
Almanya'nın Passau Üniversitesi'nde uluslararası politika alanında akademisyen ve özellikle federal ve ademi merkeziyetçi sistemlerde çatışma sonrası anayasa yapımı konusunda uzman olan Alman profesör Sören Keil, Independent Arabia’ya Suriye için federal sistemin uygulanabilirliği ve uygunluğu hakkında konuştu. Federalizmin, ülkenin etnik çeşitliliğini ele aldığı ve ekonomik açıdan sağlıklı bir devlet haline gelmesine yardımcı olabileceği için faydalı olacağını söyleyen Prof. Keil, “Bunun doğru seçim olup olmadığına karar vermek Suriyelilerin kendilerine kalmış” diye ekledi.
Şara’nın federalizmi ayrılıkçılıkla ele aldığını düşünen Prof. Keil, bu konudaki tartışmaların Suriye’de uzun süredir devam ettiğini ve derin kökleri olduğunu açıkladı. Prof. Keil, “Eski rejim Suriye'deki Kürtleri ayrılıkçılar olarak görüyordu, ancak Şara, ademi merkeziyetçilikten bahsetmeye başladı ve ademi merkeziyetçilik kavramıyla neyi kastettiğini anlamak önemli hale geldi” değerlendirmesinde bulundu.
Blair'in önümüzdeki beş yıl boyunca Gazze Şeridi'ni yönetme planının ayrıntıları neler?https://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5194969-blairin-%C3%B6n%C3%BCm%C3%BCzdeki-be%C5%9F-y%C4%B1l-boyunca-gazze-%C5%9Feridini-y%C3%B6netme-plan%C4%B1n%C4%B1n-ayr%C4%B1nt%C4%B1lar%C4%B1
Blair'in önümüzdeki beş yıl boyunca Gazze Şeridi'ni yönetme planının ayrıntıları neler?
İsrail'in Gazze şehrine düzenlediği saldırının ardından yükselen dumanlar, 7 Ekim 2025 (AP)
Mısır'ın Şarm eş-Şeyh kentinde pazartesi günü Gazze'nin geleceği için genel bir çerçeve oluşturan ABD Başkanı Donald Trump'ın 20 maddelik planının ilk aşamasının uygulanmasına ilişkin müzakereler başlarken, görüşmeler ‘ertesi gün’ olarak adlandırılan döneme, yani Hamas'ın kaderi, silahsızlanma, yönetim, yeniden yapılanma ve Gazze ile Batı Şeria ve Gazze ile Filistin Yönetimi arasındaki ilişkiler de dahil olmak üzere Gazze Şeridi'nin tüm yönleriyle geleceğine odaklanmaya başladı.
Bu bağlamda, Birleşik Krallık eski Başbakanı Tony Blair'in oynadığı rol ön plana çıktı. Çeşitli kaynaklardan elde edilen bilgiler, Trump planının geçtiğimiz ağustos ayı sonunda Beyaz Saray'da yapılan görüşmeler sırasında şekillendiğini gösteriyor. Bu görüşmelere ABD Başkanı, damadı Jared Kushner -ki kendisi Trump’ın ilk dönemindeki gibi yine resmi bir unvan taşımadan diplomatik sahneye geri döndü- ve Tony Blair katıldı.
Diğer bilgiler, eski başbakanın birkaç yıl önce kurduğu bir araştırma enstitüsü olan Tony Blair Küresel Değişim Enstitüsü'nün, Trump'ın önerilerinin temelini oluşturan planın taslağını hazırladığını gösteriyor. 18 Eylül'den bu yana, planın ayrıntıları sızmaya başladı.
İsrail ve İngiliz medya kuruluşları planın bazı hükümlerine değindikten sonra, Fransız gazetesi Le Figaro pazartesi günü planı ayrıntılı olarak sundu.
Trump'ın planının Gazze Şeridi'nin yönetimi ile ilgili dokuzuncu maddesinde, Trump'ın başkanlık yapması beklenen ‘barış komitesinin’ denetimi altında faaliyet gösterecek bir ‘geçiş otoritesinin’ kurulmasından bahsediliyor. Bu maddede adı geçen tek isim Blair, bu da ABD'nin onu bu otoritenin başına geçirmek için hazırladığını gösteriyor.
Birleşik Krallık eski Başbakanı Tony Blair, 13 Temmuz 2025 tarihinde Ürdün'ün başkenti Amman'da Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile bir araya geldi. (AFP)
Şarku’l Avsat’ın Le Figaro gazetesinden aktardığına göre 21 sayfalık plan, bölgenin yönetimini ‘Gazze için uluslararası geçiş otoritesine’ emanet ediyor. Gazete, planın ‘Tony Blair'in ofisi ve Trump yönetimine yakın ABD-İsrail çevreleriyle bağlantılı bir ekip tarafından’ hazırlandığını ve üç ila beş yıl süreceğini belirtiyor.
Diğer kaynaklar ise planın, Birleşmiş Milletler'in (BM) Batı Yeni Gine, Kamboçya, Kosova ve Doğu Timor'da kurduğu geçiş yönetimleri modellerinden bir dereceye kadar esinlendiğini belirtiyor.
Gazze Uluslararası Geçiş Otoritesi
Yayınlanan belgeye göre, Gazze Uluslararası Geçiş Otoritesi (GITA), Gazze Şeridi'nin yönetiminin ve geleceğinin temel taşını temsil ediyor ve kapsamlı olması amaçlanıyor.
GITA'nın ‘tüm yürütme, yasama ve yargı yetkilerini kullanacağı’ belirtilen belgede şöyle deniliyor: “GITA, yargıçları, bakanları ve güvenlik kurumlarının başkanlarını atar ve uluslararası otorite adına kararlar alır. Hiçbir Filistinli kuruluş onun kararlarını bozamaz.”
Belgede, söz konusu ‘otoriteyi’ kimin oluşturacağına dair herhangi bir bilgi bulunmaması dikkat çekiyor. Zira ne BM Güvenlik Konseyi ne de başka herhangi bir resmi uluslararası kuruluş belgede yer almıyor. Belge, üç ila beş yıl arasında bir süreden bahsetmekte olup, bu sürenin uzatılıp uzatılmayacağı bilinmiyor.
Gerçek şu ki, Gazze Şeridi'nde güvenliği ve silahlı grupların silahsızlandırılması gibi diğer görevleri üstlenecek ‘uluslararası gücün’ bir parçası olması planlanan ülkeler, yetki alanlarının BM Güvenlik Konseyi'nin kararıyla belirlenmesini ısrarla talep ediyorlar, ancak belgede BM Güvenlik Konseyi'nden hiç bahsedilmiyor.
Planın ‘birinci kademesi’, Blair'in genel koordinatör veya icra kurulu başkanı olarak denetlediği, iş adamları, diplomatlar ve ekonomi uzmanları arasından seçilen 7 ila 10 üyeden oluşan bir ‘uluslararası yönetim kurulundan’ oluşuyor.
Bu kurul, ‘siyaset, güvenlik ve ekonomi alanlarında temel kararları almakla’ sorumlu olduğu için geniş yetkilere sahip. Kurulun merkezinin Gazze dışında, Katar'ın başkenti Doha'da veya Mısır'ın el-Ariş kentinde kalması öneriliyor.
Tony Blair, 4 Mayıs 1998 tarihinde Londra'daki Başbakanlık Konutu’nda merhum Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat ile tokalaşırken (AFP)
Önerilen isimler arasında, geçiş dönemi otoritesinin başkanı olarak Blair'in yanı sıra, insani yardım işlerinden sorumlu başkan yardımcısı olarak Hollandalı Sigrid Kaag, yeniden inşa fonunun başkanı olarak Amerikalı Mark Rowan, bölgesel yatırımların başkanı olarak Mısırlı Necib Saviris ve İbrahim Anlaşmaları'nın temsilcisi olarak İsrail asıllı Amerikalı Aryeh Lightstone yer alıyor. Son olarak, belgede yetki sahibi olmayan, kimliği belirsiz bir Filistinli ‘temsilciden’ bahsediliyor.
Plan, ‘tarafsız, partizan olmayan profesyoneller’ arasından seçilen Filistinlilerden oluşan bir ‘ikinci kademe’ öneriyor. Bu kişilerin görevi, GITA'nın doğrudan denetimi altında kamu sektörlerini yönetmek olacak. Daha fazla güvence sağlamak için plan, bu kişilerin ‘uluslararası bir komite tarafından periyodik olarak denetleneceklerini’ belirtiyor.
‘Üçüncü kademe’, Gazze Şeridi ve Batı Şeria'dan Filistinli şahsiyetlerden oluşan ve tamamen danışma rolünde olan, herhangi bir yürütme yetkisi bulunmayan bir ‘yerel danışma konseyinden’ oluşuyor.
Ekonomik bileşen
Gazze Şeridi’nde eşi görülmemiş bir yıkım yaşandığı göz önüne alındığında, misyonu Gazze Şeridi’ni rehabilite ederek daha iyi bir yaşam alanı haline getirmeye odaklanacağı için ekonomik boyut büyük önem taşıyor.
Bu nedenle, yukarıda bahsedilen kişiler tarafından yönetilecek olan ‘Gazze İyileştirme ve Yatırım Fonu’ adlı uluslararası bir fonun kurulması büyük önem taşıyor. Le Figaro'ya göre, bu fonun finansmanı Batı yatırımları ve uluslararası garantili kredilerin yanı sıra yabancı bağışlarla sağlanacak.
Burada iki önemli gözlem yapılabilir. Birincisi, İsrail'in Gazze Şeridi'nin yıkımındaki sorumluluğundan ve uçakları, tankları ve buldozerleriyle yıkılanların yeniden inşasına katkısından hiç bahsedilmemesi. İkincisi ise, yeniden inşa projelerinin, şirketlerin yatırım yapıp kârı paylaşması ilkesine dayanan ticari bir kâr modeline göre yürütülecek olması.
Güvenlik ve siyasi yönler
Plan, BM veya ABD liderliğindeki koalisyonun denetimi altında çok uluslu bir güvenlik gücü kurulmasını öneriyor ve ‘geçiş döneminde Gazze Şeridi'ndeki tüm silahlı Filistin gruplarının tamamen yasaklanmasını’ kesin bir dille vurguluyor. Bu gücün görevleri arasında ‘uluslararası denetim altında Filistin güvenlik hizmetlerinin yeniden yapılandırılması’ da yer alıyor.
Gazze şehrine yönelik bombardıman, pazartesi gününden bu yana Mısır'ın Şarm eş-Şeyh kentinde devam eden müzakerelere rağmen dün de sürdü. (EPA)
Geçiş dönemi otoritesinin çalışmaları ve hedefleri ile ilgili olarak, ilk üç aylık bir kuruluş aşaması öngörülmekte olup, bu aşamada otorite faaliyete geçecek ve Gazze Şeridi dışında kalacak üyeleri seçilecek. ‘İlk konuşlandırma’ olarak adlandırılan ikinci aşama, yeni yönetimin tam anlamıyla göreve başlaması ve güvenlik durumunun sağlanması için altı ay sürecek. Bundan sonra, altyapı projelerine odaklanan ve iki ila üç yıl sürecek yeniden inşa aşaması başlayacak.
Son olarak planda, Trump planında ifade edildiği gibi, sorumlulukların ‘reform edilmiş Filistin Yönetimi’ne kademeli olarak devredilmesinin’ başlamasına atıfta bulunuluyor.
Planda dikkat çeken noktalardan biri, bölge halkının adeta yok sayılması. Yeniden imar meselesine değinilmesine rağmen, evleri yıkılan ve yerinden edilmiş Filistinliler bu planda görünmüyor. Plan, Filistin kurumlarını dışlayan bir nitelik taşırken, güvenlik sorumluluğunu da yıllar boyunca tamamen Filistin dışı güçlere devrediyor. Ayrıca, yeniden imarın büyük ölçüde kâr amacı güden şirketlerin faaliyetine bağlanması öngörülüyor. Başka bir deyişle, planın yayımlanan haliyle hayata geçirilmesi durumunda, önümüzdeki beş yıl boyunca Gazze Şeridi’nin kaderi dış aktörlerin elinde olacak.
Soru şu: Ortadoğu Dörtlüsü'nün temsilcisi olarak geçirdiği yıllarda hiçbir ilerleme veya başarı kaydetmemiş olmasına rağmen, Blair'in Amerikan iradesiyle Ortadoğu sahnesine geri getirilen planı uygulanacak mı?
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة