Filmekimi 2025: Bir festival, 5 film, 5 deneyim

Sundance Film Festivali'nde prömiyer yapan ve büyük ilgi gören Üzgünüm, Bebeğim'de 31 yaşındaki Eva Victor'a (sağda) Naomi Ackie (solda) eşlik ediyor (A24)
Sundance Film Festivali'nde prömiyer yapan ve büyük ilgi gören Üzgünüm, Bebeğim'de 31 yaşındaki Eva Victor'a (sağda) Naomi Ackie (solda) eşlik ediyor (A24)
TT

Filmekimi 2025: Bir festival, 5 film, 5 deneyim

Sundance Film Festivali'nde prömiyer yapan ve büyük ilgi gören Üzgünüm, Bebeğim'de 31 yaşındaki Eva Victor'a (sağda) Naomi Ackie (solda) eşlik ediyor (A24)
Sundance Film Festivali'nde prömiyer yapan ve büyük ilgi gören Üzgünüm, Bebeğim'de 31 yaşındaki Eva Victor'a (sağda) Naomi Ackie (solda) eşlik ediyor (A24)

Her sonbahar olduğu gibi bu yıl da hava serinleyip yapraklar kendini rüzgara bıraktığında, aklıma ilk düşen şey sinema salonlarının karanlığı oluyor. Filmekimi, mevsimin hüznünü beyazperdede buluşturan bir ritüel, bir kent geleneği artık. Her film, yeni bir hikayenin, yeni bir duygunun kapısını aralıyor. Yıllardır ekim takviminde sabit bir yer tutan festival, sezonun en çok konuşulan filmlerini sinemaseverlerle buluşturuyor. Şehrin temposundan bir adım uzaklaşıp başka hayatlara karışmanın, başka dünyalara sığınmanın mevsimi bu.

Filmekimi artık yalnızca İstanbul'la sınırlı değil; festivalin renkli atmosferi bu sonbaharda 4 şehre yayıldı. Festival 9 - 12 Ekim'de Ankara'da, 16 - 19 Ekim'de ise Eskişehir'deki sinemaseverlerle buluştu. Şimdiyse 23 - 26 Ekim'de İzmir, Filmekimi'nin son durağı olarak festival coşkusunu yaşıyor. 

Bu yılın programında Cannes, Venedik ve Karlovy Vary gibi büyük festivallerden ödüllerle dönen ve dakikalarca ayakta alkışlanan filmler, Filmekimi kapsamında sinemaseverlerle buluştu. Ari Aster, Paolo Sorrentino, Jim Jarmusch, Yorgos Lanthimos ve Guillermo del Toro'nun yeni yapımları da bu yılki seçkiyi iyice parlattı.

Bu yılki Filmekimi benim için her zamanki gibi heyecanla, biraz da telaşla geçti. Her yıl olduğu gibi bu kez de bazı filmlerin biletlerini saniyelerle kaçırdım. Festivalin Paribu Art'taki basın buluşmasının ardından Jim Jarmusch'un Altın Palmiyeli filmi Baba Anne Kız Kardeş Erkek Kardeş'i (Father Mother Sister Brother) izleyecek olmanın heyecanı günlerce sürdü. Bazı günler arka arkaya iki seansa koştum; birinde beklediğimi bulamadım, diğerinde ise ummadığım kadar etkilendim. Salon çıkışlarında kulağımda yankılanan replikler, kalabalığın uğultusuna karıştı. Tüm bunlar Filmekimi'nin benim için neden özel olduğunu bir kez daha hatırlattı. Yine aynı duyguyla düşünüyorum: Festival deneyimi sadece filmleri değil, izleme halinin kendisini de sevdiriyor insana.

Seçkideki onlarca yapım arasında kimi beni hayal kırıklığına uğrattı, kimi ise uzun süre etkisinden çıkamadığım sahnelerle hafızama kazındı. İşte salon ışıkları yandığında zihnimde en çok yer eden, bu yılın Filmekimi'nden kalan filmler...

Başka Yolu Yok (Eojjeolsuga eobsda)

Son anda açılan ek seans sayesinde izleme şansı bulduğum Başka Yolu Yok, Filmekimi'ndeki en güçlü deneyimim oldu. Park Chan-wook'un bu kez kara komedinin sınırlarında gezinen yeni filmi, işsizlik, hırs ve sınıfsal kaygılarla örülü modern bir kabusa dönüşüyor. Açılış sahnesindeki mükemmel aile tablosu, gökyüzü kadar yapay bir huzurun önsözü gibi; birkaç dakika içinde o düzenin altındaki çürümeyi hissettiriyor. Squid Game'in meşhur kötüsü Lee Byung-hun'un canlandırdığı Man-su, 25 yılını verdiği işinden kovulunca, varlığını sürdürmekle insanlığını korumak arasında sıkışan bir anti-kahramana dönüşüyor.

Film, Donald E. Westlake'in The Ax adlı romanından uyarlanmış olsa da Park'ın imzasını taşıyan görsel zarafet ve kara mizah anlayışıyla bambaşka bir kimliğe bürünüyor. "Başka yolu yok" sözü, hem bireysel hem toplumsal çürümenin bahanesine dönüşürken, yönetmen kapitalizmin şiddetini sakin bir banliyö dekorunun ortasında ustalıkla sergiliyor. Park, katliamı bile mizahın içinden anlatırken asıl dehşeti sistemin görünmez acımasızlığında arıyor.

cdf
(CJ Entertainment)

Lee Byung-hun'un performansı, çaresizlikle yozlaşma arasındaki ince çizgide ilerleyen karakterine derin bir insani boyut kazandırıyor. Her plan, her renk, her çerçeve, Park'ın bilinçli biçimde kurduğu estetik düzenin bir parçası. Hatta banliyölerin sıradanlığı bile göz kamaştırıcı biçimde stilize edilmiş. Filmin temposu zaman zaman absürtlüğe yaklaşsa da alt metin daima keskin: Sistem insanı öğütüyor, bireyse bunu "mantıklı" bulmak için bahaneler üretiyor.

Son sahnede, tüm bu kanlı farsın ardında kalan ironi uzun süre zihnimde dönüp durdu. Başka Yolu Yok, Park Chan-wook'un filmografisinde belki en "sessiz" ama en yakıcı filmlerinden biri. Burada şiddet ani bir patlama değil, mizahın ve gündelik hayatın içine sinmiş, sessiz bir çürüme gibi işleniyor. Film dışarıdan daha sakin, görsel olarak daha sade görünüyor ama içeriğinde çok daha yakıcı bir gerçeklik var: Ekonomik sistemin insanı yavaş yavaş yok etmesi, kendini koruma içgüdüsüyle şiddeti meşrulaştırması.

Başka Yolu Yok, bir işten çıkarılmanın ölüm kalım meselesine dönüştüğü, komik olduğu kadar ürkütücü bir dünyanın aynası...

Üzgünüm, Bebeğim (Sorry, Baby)

Filmekimi'nde izlediğim filmler arasında beni en çok sarsan Üzgünüm, Bebeğim oldu. Üstelik yanlışlıkla başka sinemaya gidip seansı kaçırma tehlikesiyle karşı karşıyaydım. Ya filmi kaçırmayı kabullenecek ya da 12 dakika içinde diğer sinemada olacaktım. Tereddütsüz ikincisini seçtim, salona vardığımda kan ter içindeydim ama buna değeceğinden de emindim. Eva Victor'un yazıp yönettiği ve başrolünü üstlendiği film, insanın travmanın ardından kendi ayakları üzerinde durmasının ne denli zor olduğunu mizah, kırılganlık, samimiyet ve sıcaklıkla anlatıyor.

Agnes'in, bir üniversite hocasının istismarına uğradıktan sonra aynı okulda ders vermeye devam etmesi, hikayeye hem acı hem ironi yüklüyor. Victor, yaşananları asla doğrudan göstermiyor; bunun yerine olayın yankılarını Agnes'in yüzünde, beden dilinde ve sessizliklerinde işliyor. Bu tercih, filmi bir "olay" anlatısından çıkarıp, travmayla yaşamanın gündelik ağırlığına çeviriyor.

zxasd
(A24)

Naomi Ackie'nin hayat verdiği Lydie karakteriyle kurulan dostluk, anlatının kalbi gibi. İki kadının birbirini hem kırık hem güçlü yanlarından tanıması filmi ayakta tutuyor. Lucas Hedges'in sade ama dokunaklı performansı, Victor'un hikayesine ince bir umut hattı ekliyor. Film boyunca mizah, ağrının yanına usulca ilişiyor; bazen gülmek, hayatta kalmanın tek yolu gibi.

Üzgünüm, Bebeğim, kahkahayla kederin sınırını ustalıkla tutturuyor. Sadeliğiyle izleyicisini yakalarken sahiciliğiyle içinize işliyor. Victor'un yerinde başka biri olsa, kolay yolu seçip izleyicinin elinden mendilini düşürmeyeceği bir melodram çıkarabilirdi. O ise Fleabag'in alaycılığını, Greta Gerwig'in Frances Ha'sındaki içsel kırılganlığı hatırlatan bir ton yakalamayı tercih ederek filminin kaderini belirledi. 

Final sahnesinde Victor, "özür dileme" eylemini bir tür kabullenmeye, sessiz bir barışa dönüştürüyor. Ve izleyiciler olarak o an farkına varıyoruz: Bazı yaralar asla tamamen kapanmıyor ama bazen bir film, bir dost eli kadar iyi gelebiliyor.
 

Mavi Ay (Blue Moon)

Benim için bu yılki Filmekimi'nin açılışını uzun zamandır merak ettiği Mavi Ay yaptı. Festivalin ilk seansında izlediğim, Richard Linklater imzalı bu film, tek bir gecenin içine sığdırılmış bir hayat hikayesi anlatıyor. Broadway'in unutulmuş dahilerinden Lorenz Hart'ı merkeze alan bu yapım, sanatla yalnızlık arasındaki ince çizgide geziniyor. Ethan Hawke'un olağanüstü performansıysa, filmi duygusal olarak taşıyan en güçlü damar.

df
(Sony Pictures Classics)

Hawke, Hart'ı bir efsaneden çok, kırılgan bir insan olarak canlandırıyor. Onun alkolle, bastırılmış arzularla, mesleki kıskançlıkla ve unutulma korkusuyla mücadelesini öyle incelikle yansıtıyor ki, oyunculuk bir "rol yapma" eylemi olmaktan çıkıyor, neredeyse karakterin ruh halinin, geçmişinin ve yaralarının izini süren, içsel bir analiz haline geliyor. Özellikle Oklahoma! galasının ertesi gecesinde, eski partneri Richard Rodgers'ın zaferini uzaktan izlerken yüzündeki ifadede, gururun, utancın ve özlemin tüm tonları görülüyor.

Linklater, hikayeyi tek bir mekanda, Sardi's Bar'da kurarken, zamanı genişletmeyi başarıyor. Klasik bir biyografiden çok, bir ruhun portresini çiziyor adeta. Kamera, Hart'ın iç dünyasını dışa vururken Hawke'un beden diline sessiz bir saygıyla yaklaşıyor; her jest, her nefes, bir sönüşün sessizliğini taşıyor.

Filmdeki melankoli, geçmişle bugünün birbirine karıştığı o içki dolu saatlerde yoğunlaşıyor. Margaret Qualley'nin genç Elizabeth rolü, Hart'ın gençliğe ve masumiyete duyduğu ulaşılmaz özlemin simgesi gibi. Andrew Scott'ın canlandırdığı Rodgers ise soğukkanlı bir başarı maskesiyle Hart'ın trajedisini daha da keskinleştiriyor.

Mavi Ay, bir sanatçının başarıdan düşüşe, dostluktan yalnızlığa savruluşunu anlatırken asla melodrama kapılmıyor. Hawke'un ölçülü oyunu ve Linklater'ın dingin anlatımı, filmi bir ağıt kadar zarif, bir caz parçası kadar akışkan kılıyor. Bana sinemanın neden hâlâ duygulara en doğrudan dokunan sanat olduğunu hatırlattı; hüzünle, incelikle, Ethan Hawke'un gözlerindeki o sessiz parlaklıkla.

Özel Hayat (Vie privée)

Filmekimi'nde düşük beklentiyle (Jodie Foster için) girip yüzümde tatlı bir şaşkınlıkla çıktığım film oldu Özel Hayat. Rebecca Zlotowski'nin yönetmenliğinde Jodie Foster, Paris'te yaşayan Amerikalı psikiyatrist Lilian Steiner rolünde. Foster'ın Fransızca ve İngilizce arasında doğal bir geçişle kurduğu ifade dengesi, karakterin kimlik karmaşasına içkin bir tını yaratıyor. Lilian'ın bir hastasının ölümünü cinayet sanmasıyla başlayan hikaye, kısa sürede bir dedektiflik macerasından çok, bir ruh çözülüşüne dönüşüyor. Zlotowski, Hitchcockvari gerilimi Fransız sinemasının zarif ironisiyle harmanlarken, Foster bu labirentin merkezine sinir, mizah ve hüznü aynı anda yerleştiriyor.

sdefr
(Ad Vitam)

Lilian'ın bastırılmış suçluluk duygusu, film boyunca hem mesleki hem annelik rolüyle hesaplaşmasına dönüşüyor. Bir yandan geçmişteki hatalarıyla yüzleşirken, bir yandan da hipnoz seanslarında kelimenin tam anlamıyla kendi bilinçaltına iniş yapıyor. Zlotowski burada Hitchcock klasiği Ölüm Korkusu'na (Vertigo) selam çakan spiral merdivenlerle, izleyiciyi karakterin zihinsel karmaşasına davet ediyor. Film her zaman tutarlı bir ton yakalayamasa da Foster'ın enerjisi hikayeyi sürekli ayakta tutuyor. True Detective: Night Country'deki sert polisinden sonra bu kadar gevşemiş, mizahla karışık bir tedirginliği bu denli keyifli oynaması izleyiciler için ender görülen bir cevher gibi.

Daniel Auteuil'le paylaştıkları sahnelerdeyse aralarındaki bağ, filmi neredeyse bir "yeniden birleşme komedisine" dönüştürüyor. Zlotowski'nin senaryosu yer yer saçmalığın sınırına dayansa da ikilinin kimyası, filmi hep insani bir düzleme çekiyor. Film, terapinin başarısının gerçekten bir "çözüm bulmak" mı yoksa insanı biraz olsun anlayabilmek mi olduğuna dair ince sorular bırakıyor.

Son kertede Özel Hayat, bir cinayeti değil, bir kadının zihnindeki düğümleri çözme hikayesi. Jodie Foster'ın Fransızca konuşurken kazandığı özgürlük hissi, çok sık şahit olmadığımız bir oyunculuk enerjisi yayıyor. Belki mükemmel bir film değil ama tıpkı kahramanı gibi, dağınıklığının içinde son derece canlı bir kalbe sahip Özel Hayat.

Alpha

Julia Ducournau, Raw'daki içsel açlığı ve Cannes'dan Altın Palmiye'yle döndüğü Titane'daki metalik öfkeyi geride bırakıp bu kez "taş kesilen" bir dünyaya bakıyor. Alpha, AIDS salgını döneminde geçen bir ergenlik hikayesi ama aynı zamanda bir yas, suçluluk ve dönüşüm filmi. Henüz 13 yaşındaki Alpha'nın koluna kirli bir iğneyle kazınan "A" harfi, sadece adının ve hastalığın değil, toplumun da damgası haline geliyor. Ducournau yine bedenin sınırlarını zorluyor; damarlar, iğneler, yaralar ve mermerleşen deriler bu kez hem acının hem de direnişin simgesi. Fakat bu görsel cesaretin altında film, yer yer temalarının ağırlığına yeniliyor; aynı anda yas, bağımlılık, annelik ve salgın alegorisini taşıyamıyor.

xsdfrg
(Diaphana Distribution)

Tahar Rahim'in kemikleriyle oynadığı, Golshifteh Farahani'nin öfkeyle titrettiği sahnelerde film neredeyse bir aile trajedisine dönüşüyor. Ducournau'nun kamerası, bu kez kan ve metal yerine mermeri, ölümün yavaş dönüşümünü izliyor. Ruben Impens'in görüntüleriyle kurulan o gri, tozlu evren; hem büyüleyici hem de boğucu. Zaman çizgisi sürekli kayıyor, geçmişle hayal birbirine karışıyor; izleyici olarak biz de Alpha'nın zihnindeki çatlaklara hapsoluyoruz. Film ilerledikçe anlam değil, duygu yoğunluğu kalıyor, bir şey çözülmüyor ama içimizde yankılanıyor.

Evet, Alpha fazlasıyla iddialı, dağınık, kusurlu ve yer yer kendi estetiğinin ağırlığı altında eziliyor. Ama yine de Ducournau'nun sineması gibi rahatsız ediyor, nefes aldırmıyor ve hafızalara işliyor. Salondan çıkarken ne düşüneceğimi tam olarak bilemiyordum, belki de tam olarak bunu istiyor film: Taş kesilmeden önceki son hissi hatırlatmak.

Independent Türkçe



Londra'ya Bridget Jones heykeli dikiliyor

Renée Zellweger'in hayat verdiği Bridget Jones, Leicester Meydanı'ndaki bir heykelle ölümsüzleştirilecek (Universal Pictures)
Renée Zellweger'in hayat verdiği Bridget Jones, Leicester Meydanı'ndaki bir heykelle ölümsüzleştirilecek (Universal Pictures)
TT

Londra'ya Bridget Jones heykeli dikiliyor

Renée Zellweger'in hayat verdiği Bridget Jones, Leicester Meydanı'ndaki bir heykelle ölümsüzleştirilecek (Universal Pictures)
Renée Zellweger'in hayat verdiği Bridget Jones, Leicester Meydanı'ndaki bir heykelle ölümsüzleştirilecek (Universal Pictures)

Renée Zellweger, Londra'daki Leicester Meydanı'nda sevilen romantik komedi karakteri Bridget Jones'u ölümsüzleştiren bir heykelle onurlandırılacak.

Helen Fielding'in yarattığı eksantrik kadın kahraman Jones, sinema dünyasından bir düzineden fazla heykelin yer aldığı bu ikonik yolda yıldız muamelesi gören ilk romantik komedi karakteri olacak.

Deadline'ın aktardığı üzere Zellweger, heykelin 17 Kasım'daki açılışına katılacak.

Açılış törenini, 4 filmlik seride Bridget'in sadık arkadaşı Shazzer'ı canlandıran oyuncu Sally Phillips yönetecek. Serinin son bölümünde Bridget'in duygusal ilişki yaşadığı karakterleri canlandıran oyuncular Chiwetel Ejiofor ve Leo Woodall da törende bulunacak.

Jones, bu yol üzerindeki bronz heykelle ölümsüzleştirilen diğer efsanevi karakterlere katılacak. Bunlar arasında Jordan Peele'nin popüler filmi Kapan'da (Get Out) Daniel Kaluuya'nın canlandırdığı karakter, Daniel Radcliffe'in Harry Potter'ı, Mary Poppins rolündeki Julie Andrews ve Paddington Ayısı var.

Working Title Eş Başkanı Eric, yayın kuruluşuna yaptığı açıklamada "Bu inanılmaz olay Working Title için bir ilk; en sevilen karakterlerimizden birinin bronz heykelinin Leicester Meydanı'na dikilmesi çok heyecan verici" dedi.

Fellner şöyle ekledi:

Daha önce hiç böyle bir şey yaşamadık. Bence bu harika çünkü Bridget tam bir Londra kahramanı ve Bridget'in Londra'nın merkezindeki muhteşem bir mekanda yer alması fikri gerçekten heyecan verici.

Bu onur, anında klasikleşen ilk film Bridget Jones'un Günlüğü'nün (Bridget Jones's Diary) 25. yıldönümünden bir yıl önce geliyor.

2001 yapımı filmde Zellweger, Hugh Grant ve Colin Firth'ün karakterleri arasında bir aşk üçgeninde sıkışıp kalan, karşı konulmaz derecede komik bir gazeteci olarak izleyici karşısına çıktı. İlk filmin büyük başarısının ardından devam filmleri Bridget Jones: Mantığın Sınırı (Bridget Jones: The Edge of Reason), Bridget Jones'un Bebeği (Bridget Jones’s Baby) ve Bridget Jones: Onun İçin Çıldırıyor (Bridget Jones: Mad About the Boy) geldi ve sonuncusu şubatta doğrudan Peacock'ta yayımlandı.

Fielding'in 1995'ten itibaren kurgusal bir günlük yaratmak için bu hayali karakteri kullanmasıyla Bridget, ilk olarak The Independent'ta bir köşe yazısında kaleme alındı. Fielding, ertesi yıl Bridget Jones'un Günlüğü'nü roman olarak yayımladı ve kitap dünya çapında çok satanlar listesine girdi.

Deadline'a konuşan Fellner şöyle diyor:

30 yıl önce bir gazetede yazdığı muhteşem yazıların Leicester Meydanı'nda bir heykelle son bulması fikrine bayıldım. Muhteşem bir şey.

2016'da Fielding, bu işe başlamasını değerlendirirken, "Bana anonim ve özgün bir üslupla yazma özgürlüğü verdiği için gazeteye her zaman minnettar kalacağım" demişti.

Tüm filmler Fielding'in daha önce yayımlanmış köşe yazıları ve çok satan romanlarından uyarlandı ancak Zellweger, Fielding 5. film için bir fikir kaleme alırsa Bridget'i canlandırmayı sürdürme isteğini açıkça belirtiyor.

Zellweger, 4. filmin galasında, "Helen bir şey yazarsa, ben de varım" demişti.

Independent Türkçe 


Anglikan Kilisesi'nin Kuzey Amerika liderine cinsel istismar suçlaması

Başpiskopos Stephen Wood, suçlu bulunması halinde rahiplikten çıkarılabilir (anglicanchurch.net)
Başpiskopos Stephen Wood, suçlu bulunması halinde rahiplikten çıkarılabilir (anglicanchurch.net)
TT

Anglikan Kilisesi'nin Kuzey Amerika liderine cinsel istismar suçlaması

Başpiskopos Stephen Wood, suçlu bulunması halinde rahiplikten çıkarılabilir (anglicanchurch.net)
Başpiskopos Stephen Wood, suçlu bulunması halinde rahiplikten çıkarılabilir (anglicanchurch.net)

Anglikan Kilisesi'nin Kuzey Amerika lideri Stephen Wood, cinsel istismarla suçlanıyor.

Washington Post'un haberine göre, ABD'deki St. Andrew's Kilisesi'nde çalışan Claire Buxton, Nisan 2024'te Wood'un ofisinde tacize uğradığını iddia ediyor. Buxton, Wood'un kendisini zorla öpmeye çalıştığını savunuyor.

Kilisenin eski çocuk hizmetleri direktörü Buxton, başpiskoposun kendisine toplamda 3 bin 500 dolar değerinde nakit para ve çek verdiğini, ayrıca onu bir lüks spa tatiline göndermeyi teklif ettiğini ileri sürüyor.

Buxton, kilise yönetimine pazartesi günü şikayette bulunmadan önce bu olayları üç meslektaşıyla daha paylaştığını belirtiyor.

Wood ise hakkındaki tüm iddiaları reddettiğini ve sürece saygı göstererek daha fazla açıklama yapmayacağını söylüyor.

Din adamı, bu olaydan iki ay sonra Haziran 2024'te Anglikan Kilisesi'nin Kuzey Amerika kolunun en üst makamına seçilmişti.

New York Times'ın aktardığına göre, Wood tarafından zorbalık dahil çeşitli tacizlere maruz kaldığını söyleyen 6 kişinin daha yeminli ifadeleri alındı ve şikayete eklendi.

Kilise şikayetin değerlendirildiğini belirtirken Wood hakkında resmi bir soruşturma başlatılıp başlatılmayacağı henüz açıklanmadı.

Haberde, kilise içinde yürütülecek hukuki bir soruşturma neticesinde 62 yaşındaki din adamının ihraç edilebileceği belirtiliyor.

Wood'la ilgili iddialar Anglikan Kilisesi, piskopos Stewart Ruch hakkındaki suçlamalarla çalkalanırken ortaya çıktı.

58 yaşındaki din adamı, şiddet veya cinsel taciz geçmişi olan erkeklerin kiliselerde personel olarak işe alınmasına veya üst düzey makamlara atanmasına müsaade etmekle suçlanıyor. Ruch hakkındaki davanın bu ay sonuçlanması bekleniyor.

Independent Türkçe, New York Times, Washington Post


Ödüllü komedinin kardeşleri 20 yıl sonra yeniden bir arada

Dewey adlı diğer kardeşi canlandıran Erik Per Sullivan oyunculuğu bıraktığı gibi dizi ekibinin bir araya geldiği organizasyonlara da katılmıyor (X/@frankiemuniz)
Dewey adlı diğer kardeşi canlandıran Erik Per Sullivan oyunculuğu bıraktığı gibi dizi ekibinin bir araya geldiği organizasyonlara da katılmıyor (X/@frankiemuniz)
TT

Ödüllü komedinin kardeşleri 20 yıl sonra yeniden bir arada

Dewey adlı diğer kardeşi canlandıran Erik Per Sullivan oyunculuğu bıraktığı gibi dizi ekibinin bir araya geldiği organizasyonlara da katılmıyor (X/@frankiemuniz)
Dewey adlı diğer kardeşi canlandıran Erik Per Sullivan oyunculuğu bıraktığı gibi dizi ekibinin bir araya geldiği organizasyonlara da katılmıyor (X/@frankiemuniz)

2006'da final yapan ve komik olduğu kadar kaotik bir aileyi konu alan Malcolm in the Middle'ın kardeşlerinin birlikte göründüğü bir fotoğraf yayımlandı.

Diziye adını veren Malcolm karakterini canlandıran Frankie Muniz, abileri Reese ve Francis'e hayat veren Justin Berfield ve Christopher Masterson'la çektirdikleri fotoğrafı X hesabından paylaştı.

Bir süre oyunculuğa ara veren Frankie Muniz perşembe yaptığı paylaşımda şu ifadeleri kullandı:

Bunu şimdilik paylaşmamamı söylediler ama sonra dizinin jenerik şarkısını hatırladım. Yeni bölümleri izleyeceğiniz için çok heyecanlıyım ve kardeşlerimi özledim.

Muniz, ilk cümlesiyle They Might Be Giants'ın Boss Of Me parçasının "Artık benim patronum değilsin" sözlerine işaret etti. 

2000-2006'da yayımlanan ve 7 sezonda 7 Emmy ödülü kazanan dizi, bir yandan izleyicilerin beğenisini kazanırken diğer taraftan da eleştirmenlerden tam not almıştı. Grammy ve Peabody ödüllerine de layık görülen yapım, dahi bir çocuğun gürültülü ve çoğu zaman akılalmaz bir ailede büyüme mücadelesini konu alıyordu.

Gelecek yıl Disney+'ta ekranlara gelecek 4 bölümlük yeni mini diziyse Malcolm ve Keeley Karsten'ın hayat vereceği kızı etrafında şekillenecek.

Ailenin ebeveynleri Hal ve Lois'i canlandıran Bryan Cranston ve Jane Kaczmarek aynı rollerle geri dönüyor.

Malcolm, ailesinin 40. evlilik yıldönümü kutlaması için ebeveynleri Hal ve Lois'in ısrarı üzerine yeniden bu kaotik ortamın içine çekilecek.

Dewey karakteriyse bu kez Caleb Ellsworth-Clark tarafından canlandırılacak. Erik Per Sullivan, 2010'da oyunculuğu bıraktığı için projede yer almayacak.

Dizinin yeni yüzleri arasında Kiana Madeira, Anthony Timpano ve Vaughan Murrae var. 

Independent Türkçe, Hollywood Reporter, Variety